- Haberler
- KIRILACAK KANADIMIZ KALMADI
KIRILACAK KANADIMIZ KALMADI
Gazetemiz Yazarı Rıza Bozdağ Gülen Cemaati ve hükümet arasında yaşanan olaylar sonrasında Fethullah Gülen'in yaptığı beddua üzerine 'Bedduanın hatırlattıkları' başlıklı bir yazı kaleme aldı. Bozdağ, yazısında Fethullah Gülen'in Müslüman aleminin içerisinde bulunduğu en kritik dönemlerinde bazen sessiz kalarak bazen de zulüm yapanları destekleyici beyanatlarda bulunarak birçok Müslümanın 'kanadını kolunu kırdığını' belirtiyor.
Dershanelerin kapatılma girişimleri ile gün yüzüne çıkan Gülen Cemaati ve hükümet arasındaki tartışma, 17 Aralık’ta devlet içerisindeki devlete paralel yapıların hükümete düzenlediği operasyonlarla zirve yapmıştı. Öyle ki Fethullah Gülen, hükümetin operasyon sonrasındaki tavrından dolayı beddua bile etmişti. Gülen’in şuana kadar Müslüman alemini yaralayan onlarca operasyonda sergilemediği bir tavrı kendi dindaşlarına reva görmesi birçok kişi tarafından şaşkınlıkla karşılanmıştı. Gazetemiz yazarı Rıza Bozdağ’da bu durumu sorgulayan bir yazı kaleme aldı. Bozdağ, Müslüman alemine batılı güçler tarafında yapılan zulüm ve hakaretlerde tüm Müslümanların beddualar ettiği dönemde bile hoşgörü çağrısında bulunan Gülen’in neden Erdoğan ve hükümetine böyle bir bedduayı reva gördüğünü anlamlandıramadığını belirtiyor. Son 30 yıl içerisinde Müslümanlara karşı yapılan saldırılar karşısında Gülen Cemaatinin tavrını eleştiren Bozdağ, Gülen’in neden bu kritik dönemlerde Müslümanlara eziyet edenlere böylesine bir bedduada bulunulmadığını sorguluyor. Ayrıca Bozdağ, Mısır’da Muhammed Mursi görevinden bir darbe ile indirilip hapse konulduğunda, Suriye’deki kardeşler arasındaki savaşın dindirilmesinde, Libya’daki, Tunus’taki, Irak’taki olaylarda bedduasını beklediğimiz hocaefendi grubunun hiçbir rol üstlenmeden Türkçe olimpiyatları ile sadece Türklere, hatta sadece Türkiye’ye mahsus bir İslâm anlayışı geliştirmek istediğini ve bunu da Dinler Arası Diyalog ile pekiştirmek arzusuna şahit olduğumuzu aktarıyor.
İşte Rıza Bozdağ’ın o yazısı;
“Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.” (48/Fetih: 29)
28 Şubat süreci devam ederken yaklaşık üç sene ülkede kalan ama ne hikmetse 1999 yılında ABD’ye giderek orada ikamet etmeye başlayan Fethullah Gülen Hocanın geçtiğimiz hafta yaptığı beddua, sadece İslâmî kesimin değil bütün herkesin gündemini işgal etti.
İslâmî kesim hocanın bu bedduasından dolayı eski günlere giderek hayıflandı ve haklı olarak daha önce hocadan görülmeyen bu bedduanın Müslümanlara karşı değil de kâfirlere karşı yapılmasını arzu eden açıklamalar yaptılar.
Ancak öte yandan Gülen grubuna gönül vermiş kişiler bu bedduanın, içeriğine daha çok önem verilmesi gerektiğini, Müslümanlara yapılmasını öne çıkarmanın doğru olmayacağını söyleyerek, bedduayı kabullenmeyenleri rüşveti ve yolsuzluğu helal kabul etmekle suçladılar.
Oysa biz İslâmî kesimi temsil edenler hocadan çok daha farklı bir şey beklediğimizi ama bunu yıllardan beri göremediğimizi anlatmak istemiştik. Bunu söylerken bu gruba gönül vermiş birçok arkadaşımızın gönlünün kırıldığını gördük. O arkadaşlarımız bize bu kırgınlıklarını çeşitli vesilelerle ilettiler. Ancak bizim kendilerinden ve hocalarından beklediğimizi ve kalbimizin kırgınlığını bir türlü görmek istemediler.
Fethullah Gülen’den bu bedduayı ilk duyduğumuz zaman ister istemez yıllar öncesine doğru gittik. Son zamanlarda yaşananlardan dolayı “kolunun kanadının kırıldığını” söyleyen hocanın yıllardan beri dindar kesimin kolunu kanadını kırdığını hatırladık. Geçmişi karıştırmak değildi derdimiz. Ama ister istemez kırılan kalplerimiz ve tutmayan kollarımızda oluşan acılar bize geçmişte yaşananları hatırlattı.
Yıl 1991 idi. Zamanın ABD başkanı baba Bush, Saddam’ın Kuveyt’i işgal edişini bahane ederek Irak’a saldırmış ve Bağdat’a tonlarca bomba yağdırmaya başlamıştı. Bütün İslâm dünyası halkları bu olayı beddualarıyla protesto ederken sadece Arap devlet başkanları ile kukla devletlerin başkanları sevince boğulmuşlardı. Sivil halktan sevinen yoktu. Ama o da ne? Bir de baktık ki Türkiye’den sevilen (!) bir hocaefendi açıklama yaptı ve “Allah Lawrence’in dostlarından intikam alıyor” diye sevinçten bayram etti. Bizim ise kolumuz kanadımız kırılmış, kalbimiz acımıştı.
O günlerde İslâm ve Arap dünyasının desteğini yanında görmek isteyen zalim Saddam, İsrail üzerine Scud füzeleri atmaya başladı. Bunun üzerine daha önce Bağdat’taki ölen Müslümanlar hakkında “Lawrence’in dostları” diyen aynı hocaefendinin “İsrail’de ölen masumlar için ağlıyorum” sözleri bir kere daha kolumuzu kanadımızı kırdı ve kalbimizi acıttı.
Hocaefendinin bu açıklaması Türkiye’deki Müslüman kesim arasında çok büyük bir tepki ile karşılanınca ertesi gün avukatı aracılığıyla “ağlamanın İsrail’de ölen çocuklar için” olduğu ilan edildi. Sanki Bağdat’ta hiç çocuk öldürülmüyormuş gibi yapılan bu açıklama, hepimizi öncekinden daha beter yaraladı.
80’li ve 90’lı yıllar Türkiye’de başörtüsü zulmünün ayyuka çıktığı yıllardı. Her yerde başörtüsü zulmüne karşı yapılan protestolar ve zalimlere karşı beddualar vardı. Biz bu konuda Gülen grubunun bizi destekleyeceğini düşünüyorduk. Bir kere daha yanıldık. Çünkü hoca, başörtüsünün teferruat, başörtüsü ve çarşaflar içerisindekilerin de provokatör erkekler olduğunu söyledi. Yine yıkıldık, yine kahrolduk.
Aradan zaman geçti, 28 Şubat süreci denen o meş’ûm dönem geldi çattı. 28 Şubat süreci ilk başta sadece milli görüş ve radikal İslam söylemini dillendirenler üzerinde baskısını gösterirken, aynı hocaefendi ve cemaati neredeyse kendi içlerinde bayram ediyorlardı. Kur’ân kursları ve İHL’ler kapatılırken onlardan hiç ses çıkmadı. “Kur’ân’a uzanan eller kırılsın!” beddualarımıza onlardan “Âmîn!” diyen çıkmadı. Hatta kendi okullarına dokunulmayacağını hissedince bu zulme destek verdikleri bile görüldü. Kalbimiz bir kere daha acıdı ve kolumuz kanadımız kırıldı.
Hele hele, aynı süreçte darbeciler tarafından görevi sona erdirilen Refah-Yol hükümetinin ardından kurdurulan darbe hükümeti için Zaman gazetesinin beddua yerine hayır dualı “Hayırlı olsun” manşeti ile çıkması Türkiye’deki Müslümanlar için 28 Şubat’tan daha sarsıcı bir darbe olmuştu.
O günlerde bir televizyon kanalında çıkan hocaefendinin daha sonra kendisinin ABD’ye yerleşmesine sebep olacak olan “MGK kararlarını ictihad, MGK’dakileri müctehid” ilan etmesi ve bu kararlara uyulması gerektiğini bildirmesi bizleri bir kere daha şoka soktu.
Fakat nedense birdenbire 1999 yılında aynı hocanın ABD’ye gittiğini duyduk. Burada kendisine sıkıntı yaşatılacağını öğrenmişti. Ama ne yazık ki giderken hiç kimseye kızmadan, kendisini vatanından uzaklaştıranlara tek kelime beddua etmeden gitmişti. Eh, ne diyelim, “Hayırlı olsun!”
ABD’ye gitmişti gitmesine ama cemaat üzerindeki etkisini devam ettiriyordu. O sene yeni bir haber duyduk. Hocaefendi, seçimlerde DSP’yi destekleyecekmiş. Bunun doğru olmayacağını düşünüyorduk ki gerçekten seçimlerde DSP’yi desteklediklerine ve Gaffar yakın adlı kendi gruplarından bir kişiyi meclise soktuklarına şahit olduk. Tabi Ecevit de onların bu jestine karşılık Gaffar yakın’ı bakan yaparak cevap verdi.
DSP’nin birinci parti olarak girdiği mecliste yemin töreni yapılırken o unutulmaz anlar yaşandı. Meclise başörtüsü ile gelen Hz. Merve Kavakçı, sırf başörtülü olduğu için meclisten atıldı. Tabi onlara bu cesareti veren hocaefendinin desteği idi. Biz o günlerde “tamam işte, hoca artık gerçeği görmüştür, şimdi hoca beddua edecek” diye düşünürken hocaefendiden yeni bir açıklama geldi: “Eğer Allah bana bu imkânı verirse, ilk şefaat edeceğim kişi, Ecevit’tir”. Bir kere daha yıkıldık.
2006 yılında Danimarka’da İslâm düşmanları tarafından bir karikatür yarışması düzenlendi. Bu yarışmada İslâm’a en fazla saldıran ve Hz. Peygamber’i terörist olarak gösteren karikatüristler birinci ilan edildi. Biz, bunu protesto eden beddualı gösteriler yaparken Samanyolu TV, yine bizi yaralayan bir başlıkla haberi bütün dünyaya duyurdu: “Provokatörler yine iş başında”
Bütün bunlar yaşanırken, yani batı dünyası tarafından Allah’a, İslâm’a, Kur’ân’a ve Hz. Peygamber’e hakaretler yağdırılırken bizler bir şeyler yapabilmeyi düşünüyorduk. Ama hoca ve grubu ne yazık ki “Dinler Arası Diyalog” adı altında düşmanlarımızla “hoşgörü” toplantıları tertip etmeye başladılar. Bir kere daha, bir kere daha kahrolduk.
Bu arada, özellikle Türkiye’deki İslâm düşmanı kesim tarafından bazen hocanın şahsına yönelik hoş olmayan yayınlar yapılıyordu. O da ne? Allah’a ve Hz. Peygamber’e saldıranlara karşı son derece hoşgörülü olan cemaate bir şeyler oluyor ve gerek gazeteleri, gerekse televizyonları ile sürekli yayın yaparak bu kişilere hadleri bildiriliyor ve hemen tazminat davaları açılarak düşmanlar yaptıklarına pişman ediliyordu.
Peki, kendileri Hz. Peygamber’e karşı yapılan saldırılarda ne yapıyorlardı? Her biri yüzbinlerce, hatta milyonlarca salâvat okuyarak buradaki açığı kapatıyorlardı. Maalesef Allah’ın “salât edin” emri, “salâvat okuyun” olarak algılanmıştı.
İslâm dünyasının her köşesi kan ağlıyordu. Özellikle Filistin, bitmeyen ve durmadan kanayan bir yara idi. Hocaefendiyi bu meseleye sahip çıkarken hiç görmedik. Osmanlı’nın yıkılmasında Arapları suçlu kabul ettiği için asla Arapları Müslüman gibi görmedi. En son 2010 yılındaki Mavi Marmara faciasında “Otoriteden izin alınmalıydı” açıklaması yeri göğü sarstı. İtikadî açıdan da çok sıkıntılı olan bu söz hepimizin belleklerine kazındı.
Mısır’da Muhammed Mursi görevinden bir darbe ile indirilip hapse konulduğunda, Suriye’deki kardeşler arasındaki savaşın dindirilmesinde, Libya’daki, Tunus’taki, Irak’taki olaylarda bedduasını beklediğimiz hocaefendi grubunun hiçbir rol üstlenmeden Türkçe olimpiyatları ile sadece Türklere, hatta sadece Türkiye’ye mahsus bir İslâm anlayışı geliştirmek istediğini ve bunu da Dinler Arası Diyalog ile pekiştirmek istediğine şahit olduk.
Bütün bunlar sırasında başta kendisine dünyayı dar etmeye çalışan alçaklar olmak üzere hiçbir kafire beddua etmeyen hocanın dershanelerin kapatılmasına ve kendi elemanlarının tasfiyesine kızgınlığını gizleyip sadece rüşvet ve yolsuzluğu bahane ederek Müslüman dindar insanlara beddua etmesi, her şeyi bitirmiştir. Artık bundan sonra ipler tamamen kopmuş ve bir daha bağlanamayacak gibi gözükmektedir. Çünkü daha öncekilerin hepsini affeden İslâmî kesim artık bundan sonra asla affedici bir tavır takınmayacak gibi gözükmektedir.
Elbette yazılacak çok şey var. Daha bizi yaralayan, kalbimizi acıtan, içimizi yakan çok şey var ama yerimizi çoktan taştık. Aklımıza gelen ama yazamadığımız başka şeyleri başka zaman yazabilmek temennisiyle…
allah rizasi i̇çi̇n bütün müslümanlarin bu fethullah gülen i̇n ameri̇kada ne yaptiğini ve vasi̇fesi̇ni̇n ne olduğunu öğrenmesi̇ i̇çi̇n geçen pazar a haber kanalinda yayinlanan proramla i̇lgi̇li̇ olarak www.anali̇zmerkezi̇.com si̇tesi̇ndeki̇ fethullah gülen ve örgütü i̇si̇mli̇ vi̇deoyu i̇zlesi̇nler çok çok çok önemli̇ uykulariniz kaçacak göreceksi̇ni̇z
Bir yandan Özgür Suriye Ordusuna silah dahil her desteği veriyorsun.. Diğer yandan Halkbank üzerinden İran'a maddi ambargoyu kırıp destek veriyoruz diyorsun.. İran ,Suriyede Esadı destekliyor ve ÖSO ile savaşıyor.. Ey Başbakan Suriyede dökülen HER DAMLA KANDA vebalin var.. Avuç dolusu KAN ile Allah'ın huzuruna gideceksin...
hoca amerika dan niye gelmiyor deniliyor, bence istese de gelemez, onu orda tutan bir güç var, ve istediğini ona yaptırıyor, cematin yaptıklarına bu açıdan bakmak gerekir.
Bu kadar ayrintili yazmisin kardes tesekur ederiz