- Haberler
- Kültür Sanat
- Kentsel Korumanın Radikal Örneği: Kayseri
Kentsel Korumanın Radikal Örneği: Kayseri
Koruma pratikleri açısından Kayseri istisnai örneklerden biri olarak görülebilir. Planlamanın mantığından gelen düzenleme olgusu, doku ölçekli olmak yerine, anıtsal yapıları tutarak sivil mimariyi gözden çıkaran bir tutum izlemiştir.
Yazan: Yrd. Doç. Dr. Hikmet Eldek Güner
Köklü bir geçmişe sahip olan Kayseri'nin tarihi M.Ö. 4000 yılına dayanmaktadır. Tarih boyunca etkin ticaret yollarının önemli bir uğrak noktası olan kentte, Roma'nın, Bizans'ın, Selçuklu'nun, Osmanlı'nın ve Erken Cumhuriyet Dönemi'nin izleri görülmektedir. Günümüze ulaşan en eski eserlerden birisi kent merkezinde bulunan İç Kale'dir. Selçuklular zamanında Hunat Hatun Külliyesi, Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi ve Medresesi, Sahip Ata Medresesi, Ulu Cami, Gülük Cami ve Döner Kümbet gibi anıtsal eserler inşa edilmiştir. Osmanlı Dönemi'nden itibaren kentin mekânsal yapısı, kale dışına taşarak genişlemiş, merkezde Ulu Camii, çevresinde çarşı ve resmi yapılar, bu yapıların çeperlerinde de dar, organik ve çıkmaz sokaklı mahallelerin yer aldığı bir kentsel doku meydana gelmiştir. Tarih boyunca etkin bir ticaret aksında bulunan kente, Osmanlı Dönemi'nde de hanlar ve çarşılar inşa edilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ve özellikle de Tanzimat sonrası imar hareketleri hızlanmış ve 1923 yılında Cumhuriyet'in ilan edilmesi ile beraber Kayseri'de de diğer kentlerde yaşanan hızlı değişim süreci başlamıştır. Alman şehirci Prof. Oelsner başkanlığında, Kemal Ahmet Aru tarafından 1945 yılında, kente yönelik geniş kapsamlı hazırlanan ilk imar planı doğrultusunda, 1950-1960 yılları arasında geleneksel kent dokusunun önemli bir bölümü yok edilerek yeni konut ve iş yerleri inşa edilmiştir. 1975 yılında ise Mimar Yavuz Taşçı tarafından yeni bir nazım plan hazırlanmış, yüksek bloklu, geniş bulvarlı şehir anlayışına geçilmiştir. Bu planın devamı niteliğindeki 1986 tarihli nazım imar plan ise merkezdeki yoğunluğu kentin çeperine atmayı hedefmiş, kentin dışında yeni bir yerleşim halkasının oluşmasına neden olmuştur. Buna karşın 2006 yılında yürürlüğe giren ve büyük ölçekli gayrimenkul yatırımlarının önünü açan yeni nazım imar planı ise kent merkezini imar hareketleri için yeniden cazip hale getirmiştir.
Bütün bu planlama tarihi bağlamında, planlı ve sürekli olarak yeniden inşa edilen Kayseri'de kültürel mirasın dikkat çekmesi doğal olarak oldukça geç bir tarihte gündeme gelmiştir. 1940'larda başlayan planlama çalışmaları, kent içindeki ve çeperindeki boş araziler yerine, var olan geleneksel dokunun yıkılarak yeni yapıların inşa edilmesini öngörmüştür. Bunun sonucunda, yapıları tekil olarak koruma anlayışı gündeme gelmiş ve anıtsal yapılar dışındaki geleneksel sivil mimari doku büyük oranda tahrip edilmiştir. Bu süreç anıtsal yapıların içinde yer aldıkları kentsel ve tarihsel bağlamı yok etmiş, bütünden kopuk kentsel fragmanlara dönüştürmüştür. Buna karşın, kalan geleneksel dokunun tamamı 1975 yılında Sit Alanı olarak ilan edilmiş ancak, geleneksel sivil mimariyi değersiz gören bakış açısı devam etmiş ve 1984 yılında 110 hektar olan Sit Alanı, 8.8 hektara indirilmiştir.
Geçmişe yönelik bu olumsuz bakış açısının kökeninde yüzyıllar boyunca devam eden ticaret kültürünün etkisi olduğu söylenebilir. İpek yolunun önemli bir uğrak noktası olan kentteki yerleşik ticaret kültürü, her türlü malın, menkulün ve gayrimenkulün alınıp satıldıkça değer kazandığı, değişim ve dönüşüm değeri üzerinden rant elde edildiği bir ortamı var etmektedir. Mekân üzerinden kentsel rantın ve artı değerin dağıtılarak yeniden paylaşılmasını sağlayan planlama pratiği de, kentin bu dinamik ve rekabetçi ortamından etkilenmiştir. Bunun sonucunda özel mülkiyet kapsamındaki geleneksel sivil mimari hızla yerini yeni ve modern yapılara bırakmış, yüksek yoğunluklu, çok katlı konut ve iş alanları ortaya çıkmıştır. Kamunun ve vakıfların mülkiyetinde olan cami, hamam, medrese, kümbet gibi anıtsal yapılar ise kentin bu yapısal dönüşüm sürecinin dışında kalarak yeni kentsel doku içerisinde uzun süre atıl durumda bırakılmışlardır.
Özgün işlevini sürdürebilen az sayıdaki anıtsal yapı, basit bakım ve onarımları yapılarak kullanılmaya devam etmiştir. Kültür turizminin keşfedilmeye başladığı 1990'ların sonunda tarihe yönelik bir uyanış yaşanmış ve gerek anıtsal yapılar gerekse sivil mimari, korunması gereken bir kültürel değer olarak görülmeye başlanmıştır. Turizmin neden olduğu bu keşif, kentteki alışılagelen koruma pratiklerini dönüştürmüş, tarihi yapıların kentin ekonomik olarak kalkınmasında nasıl kullanılacağı, değerleri nasıl artıracağı gündeme gelmiş, yatırımlar başlamıştır. Tarih boyunca kente yön veren girişimci ruh, tarihi yapıları da yatırım planlarının içine almıştır.
Özetle, piyasa koşullarını denetim altına alan, arz ve talep dengesini düzenleyen, kentsel mekândaki kullanım dengelerini oluşturmaya çalışan, kısacası koruma-kullanım dengesini regüle etmeyi hedefleyen planlama pratiğinin, Kayseri bağlamında daha en başından farklı bir anlayışla ele alındığı görülmektedir. Planlamanın mantığından gelen düzenleme olgusu, ilk plan kararlarından itibaren doku ölçekli olmak yerine, anıtsal yapıları tutarak sivil mimariyi gözden çıkaran bir tutum izlemiştir. Bu bağlamda, koruma pratikleri açısından Kayseri istisnai örneklerden biri olarak görülebilir. Bu sıra dışı yaklaşım içerisinde son yıllarda gerçekleştirilen dört koruma örneğine daha yakından bakmak bu süreci daha açıklayıcı yapacaktır;
İç Kale
Kent Surları'nın inşa tarihi Roma İmparatorluğu'na kadar uzanmaktadır ancak İç Kale için tam bir tarihleme yapılamamakla birlikte Bizans Dönemi'nde inşa edildiği düşünülmektedir. İç Kale, kentin yönetiminde etkin olan Selçuklular, Karamanlılar, Dulkadiroğulları ve Osmanlılar tarafından önemli bakım ve onarım geçirerek tamir edilmiş böylece günümüze kadar ayakta kalabilmiştir. 2008 yılında Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından iki kademeli olmak üzere "Kayseri İç Kalesi Ulusal Mimarlık Yarışması" açılmış, yarışma sonucunda Doğan Zafer ERTÜRK'ün ekip temsilcisi olduğu proje birinci seçilmiştir. 2008 yılında başlayan yarışma süreci, 2011 yılında kazanan ekip ile sözleşme imzalanması ile devam etmiş ve 2013 tarihinde de projenin uygulaması başlamıştır.
Yarışma sonrasında uygulamanın yapılabilmesi için öncelikle kale içerisinde yer alan ticari işletmelerin tahliye edilmesi ve sonrasında alanda yer alan bitişik nizam yapıların yıkılması gerekmiştir ancak bu süreç beklenenden daha uzun sürmüştür. Kayseri için önemli yatırımlardan biri olan ve merakla beklenen projenin, 2016 yılı içerisinde açılması beklenirken, Kayseri Büyükşehir Belediyesi "Büyükşehir'den Tarihi Restorasyon" çıkışı ile Kayseri İç Kalesi için restorasyon çalışmalarının başladığını duyurmuştur.
Bu durum oldukça ilginç bir uygulama sürecinin yaşandığını ortaya koymaktadır. Geçmişi Bizans'a kadar dayanan tarihsel, mekânsal değerlerinin tartışılamayacağı bir anıtsal yapı için yarışma düzenlemek, yarışma sonrası Kale'nin içini tamamen yıkarak boşaltmak, düzenlenen yarışma sonucunda elde edilen projeyi inşa etmek ve sonrasında da kale restorasyonuna başlamak kültür varlıklarını koruma disiplini için de ilklerden olacaktır. Yarışma yöntemi ile, korunması gereken bir kültür varlığı için proje ürettiren, çoklu düşünme sistemine sıcak bakan ve elindeki değeri doğru kullanmayı hedefleyen bir yerel yönetim için sürecin ters işlemesi talihsiz bir durum olmuştur. Önceliğin anıtsal yapının korunmasına ve korumayı sağlayacak kullanım önerilerine verilmesi gerekirken, maalesef öncelik İç Kale içerisinde kalan alanın nasıl kullanılacağına verilmiş ve doğru olmayan bir süreç izlenmiştir. Yaklaşık 4 yıl sürmesi öngörülen İç Kale restorasyonu umarım özgün değerlerini (mekânsal, mimari, tarihi, anı malzeme, teknik, vb) yitirmemiş KORUNMUŞ bir yapı olarak kent belleğindeki yerini korumaya devam edebilecektir.
Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi ve Medresesi
Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi ve Medresesi 13. yy'da Selçuklu hükümdarlarından II. Kılıçarslan'ın kızı, Gevher Nesibe Sultan'ın vasiyeti üzerine yaptırılmıştır. Bitişik avlulu iki yapıdan meydana gelen anıtın, ana giriş kapısında geometrik Selçuklu bezemeleri yer almaktadır. 1940'lara kadar geleneksel sivil mimarinin bir parçası olan yapı, dokunun zaman içerisinde yıkılması ile alanda tek kalmıştır.
1960'larda oldukça harap durumda olan anıt için Ankara Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından kapsamlı bir restorasyon projesi yürütülmüş, yapı yeniden kullanılabilir duruma getirilmiştir. 1980'den 2012 yılına kadar Erciyes Üniversitesi tarafından Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılan yapı için 2007 yılında Erciyes Üniversitesi tarafından rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlanmış ve yapının restorasyon süreci başlamıştır. Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi ve Medresesi için hazırlanan proje T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Ulusal Mimarlık Koruma Ödülleri, Anıtsal Yapı Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon Projeleri dalında Birincilik Ödülü almıştır. Ancak hazırlanan projenin uygulama aşamasında sorunlar yaşanmış; kullanım kararlarında ve işlevinde değişiklikler yapılmıştır. Vakıflar Kayseri Bölge Müdürlüğü ve Kayseri Büyükşehir Belediyesi protokol anlaşması yaparak yapının tamamının Selçuklu Uygarlığı Müzesi olması için anlaşmıştır. Tetrazon Şirketi tarafından yeniden projelendirilen ve yeni işlev doğrultusunda kurgulanan müze, 2014 yılında Tarihi Kentler Birliği Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nda Jüri Özel Ödülü almaya hak kazanmıştır.
Yeşil alan içerisinde tarihsel ve kentsel bağlamından uzak tekil biçimde korunan Selçuklu Uygarlığı Müzesi, etkileşimli müzecilik yaklaşımının denendiği, Kayseri için yeni, heyecan verici bir deneyim alanı olmuştur. 2007 yılında hazırlanan restorasyon projesiyle ve 2014 yılında müze işlevi için geliştirilen proje ile, iki kez ödül alan yapı, korunması gereken kültür mirasına en az dokunuşlarla, var olan değerlerini koruyarak restorasyon yapılabileceğini gösteren başarılı eserlerden olmuştur. Mevcut müzelerdeki sunum ve temsil biçimlerinden farklı olarak Selçuklu Uygarlığı Müzesi'nde kullanılan ileri teknolojik, etkileşimli sunum araçları Kayserililerin ilgisini çekmiştir. Ayrıca, müze işlevinin yanı sıra yapıda kültürel faaliyetlerin de yapılabileceği mekânların yer alması, kullanıcıların çeşitlenmesini sağlamıştır. Kentli tarafından önemli bir anıtsal yapı olarak algılanan yapının, modern müzecilik anlayışı ile işlevlendirilmesi, halkı yapının içine almasına neden olmuştur. Kentlinin mekânı deneyimlediği, tarihini tanıdığı ve kullandığı bir eser olan Gevher Nesibe Hatun Sifahanesi Ve Medresesi restorasyonu örnek bir koruma uygulaması olarak Kayseri'nin önemli bir kazancı olmuştur.
Hunad Hatun Medresesi
Cami, türbe, hamam ve medrese işlevlerine sahip olan Hunad Hatun Külliyesi Selçuklu Dönemi'nde 13. yüzyılda inşa edilmiş, cami ve hamam özgün işlevini günümüze kadar devam ettirmiş, medrese ise farklı zaman aralıklarında, farklı işlevler ile kullanılmıştır. Medrese'ye, Selçuklu mimarisinin önemli özelliklerinden olan geometrik motifler ile bezeli bir kapıdan girilmekte ve üstü açık etrafında sıralanmış odalar bulunan avluya ulaşılmaktadır.
Medrese 1929-1969 yılları arasında Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmıştır. Arkeoloji Müzesi’nin taşınması sonrasında, 1969’dan 1998’e kadar Etnoğrafya Müzesi kullanılan yapı, bu tarihten 2013 yılına kadar hediyelik eşya çarşısı olarak hizmet vermiştir.
2013 yılında Medrese'de Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından kültür ve sanat etkinlikleri kullanılmak üzere yenileme çalışmaları başlamıştır. Ancak hediyelik eşya satışı için kullanıldığı dönem de yapıya ciddi müdahaleler yapılmış, kontrolsüzce yapılan bu müdahaleler yapının tahrip olmasına neden olmuştur. 2013 yılında başlayan çalışmalarda öncelikle zaman içerisinde eklenen niteliksiz ekler temizlenmiş, daha sonra bozulma görülen yerlere bakım ve onarım yapılmıştır. Medresede bulunan ve görece daha büyük olan mekânlar söyleşi, konferans gibi çoklu etkinlikler için kullanılırken, daha küçük mekânlar sanatsal faaliyetler (geleneksel el sanatları gibi) için düzenlenmiştir. Ayrıca Medrese avlusunun da daha fazla kullanılabilmesi için ufak bir kafeterya da yapının yeni işlevleri arasına eklenmiştir.
Hunad Hatun Medresesi restorasyonu birçok Anadolu kentinde var olan anıtsal yapılar için uygulanan sıradan bir restorasyon projesi olarak tanımlanabilir. Anadolu kentlerinde özgün işlevinin devam etmediği birçok anıtsal yapı benzer biçimde kültür ve sanat etkinlikleri için kullanılmaktadır. Restorasyon kararları yapının değerlerini korumaktan öte, kullanımı ve kullanıcıları göz önünde tutularak alınmakta, yapının özgün ve ince detaylarına uymayan -ancak anıtsal bir yapı olduğu için verilen- geleneksel el sanatları, kültür ve yeme-içme işlevi ile kullanımı sağlanmaktadır. Modern uygulamalardan ve malzemeden uzak, yapının dönemindeki uygulama estetikliği ile örtüşmeyen basit uygulamalar, korunması gereken kültür mirası olan yapılara değer katmak yerine, var olan değerlerinin de kaybolmasına neden olmaktadır. Yapının korunması için, yaşatılması için, sıradan kararları uygulamak yerine, yapıların değerlerini ön plana çıkaran, kendilerini sergilemeye izin veren, müdahale edildikleri yılların çağdaş izlerini taşıyan birer restorasyon uygulamaları olmaları gerekmektedir. Aksi takdirde kentlinin kullanımına açılan, kullanıcı tarafından daha fazla kullanılmasının hedeflendiği ve bu hedef doğrultusunda yapının özgünlüğünün kaybedildiği kıymetli eserlerden biri olmaktan öteye gidemez.
Kayseri Mahallesi
Kayseri Mahallesi olarak nitelendirilen proje alanı 1975 yılında 110 hektar olarak Sit Alanı ilan edilen sonrasında 1984 yılında 8.8 hektara düşürülen tarihi Tavukçu Mahallesi'nde bulunmaktadır. Geleneksel sivil mimarlık örneklerinin bulunduğu alan, 2000'li yıllarda kent merkezinde yer almasına rağmen çöküntü bölgesi olmuş ve ciddi güvenlik problemleri ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durumu önleyebilmek adına yerel yönetim alanda kamulaştırma çalışmalarına başlamıştır. İlk olarak, alanda özgün değerleri korunmuş olan Bayram Sokak'taki yedi yapı için kamulaştırılma yapılmış, 2000'de restorasyon projeleri hazırlanmış ve 2003 yılında da uygulama çalışmaları başlamıştır.
Geleneksel sivil mimari örneklerinin yer aldığı Tavukçu Mahallesi daha önce anlatılan anıtsal yapıların kaderini paylaşmıştır. Sit alanı ilan edilen alan bütün olarak korunamamış, geleneksel sivil mimari örnekler de tarihsel ve kentsel bağlamlarından kopmuş, tekil olarak korunmuştur. Geleneksel mahalle dokusunun bir parçası olması gereken yapıların etrafı boşaltılmış ve tekil olarak korunmaya çalışılmıştır. Ayrıca yapıların restorasyon aşamasında ciddi uygulama hataları yapılmış, özgün detaylar kullanılmamış, özgün mekansal şemalar yeni işlevler için değiştirilmiştir. Tavukçu mahallesinde gerçekleşen bu restorasyon çalışmasının dışında, alanın tamamı için geleneksel yaşam dokusunu canlandırdığı öngörülen Kayseri Mahallesi kurgusu projelendirilmiştir.
Kayseri Mahallesi, Kayseri geleneksel sivil mimarisinin korunduğu, kullanıldığı, geleneksel yaşam biçimini yansıttığı ve alanın kullanılmasını, yaşamasını sağlayan bir proje olarak lanse edilmiştir. Var olan yedi adet tescilli yapının restorasyonun yapılması ve alanın bu yedi yapının varlığı ve değerleri gözetilerek yeniden projelendirilmesi, bütüncül koruma yaklaşımı için uygun görülse de, geleneksel mahalle kurgusunun ötesinde, daha önce var olmayan kentsel bir dokunun varmış gibi kurgulanması ve Kayseri Mahallesi olarak tanıtılması projenin tarihsel ve mekânsal bağlamda uygunluğunun tartışılmasına neden olmaktadır. Kayseri Mahallesi SANKİ öncesinde var olan bir dokuyu canlandırmak adına yapılmış bir çalışma olarak görülmekle beraber alanın özgün kentsel ve mekânsal kurgusu, teknik detayları, oranları ile örtüşmemektedir. Kullanıcılara, özellikle alanı tanımayan (ziyaretçi-genç kullanıcılar) kullanıcılara yanlış tarihsel bilgi verebilmektedir.
Diğer örnekler ile karşılaştırıldığında Kayseri Mahallesi geleneksel sivil mimarinin korunmuş bir örneği gibi algılansa da diğer örneklerden bir farkının olmadığı detaylar incelendikçe anlaşılmaktadır. Alanda kentsel, mekânsal ve tarihsel bağlamından uzaklaşmış özel yapılar, yerel yönetim tarafından kamulaştırılarak kamusal hale getirilmiş ve koruma süreci başlamıştır. Bu durum yapıların anıt veya sivil mimari olmasının, kimin tarafından sahiplenildiği kadar önemli olmadığının göstergesidir. Yönetim tarafından değerli sayılan herhangi bir gayrimenkulün korunması, kullanılması, işlev verilmesi getireceği rantsal değer ile özdeş olmuştur.
Sonuç
Tarihsel bağlamda oldukça köklü bir geçmişi olan Kayseri için alanları, yapıları koruma çalışmaları oldukça geç başlamış, yapılar kentsel bağlamdan kopuk birer model olarak ayakta kalmıştır. Özellikle, kamusal/anıtsal yapıların kullanım/ekonomik değeri ortaya çıkmadığı sürece, göz ardı edilmiştir ta ki, yapıların birer menkul olduğu fark edilene kadar. Kayseri bu bağlamda ticarete dayalı köklerini, geleneksel olan her yapı için kullanmaya başlamış, yapıları bağlamlarından bağımsız projelendirmiş, birer gelir aracı olarak görmüş ve turizmin bir parçası haline getirmeyi hedeflemiştir.
Kaynak:
Köklü bir geçmişe sahip olan Kayseri'nin tarihi M.Ö. 4000 yılına dayanmaktadır. Tarih boyunca etkin ticaret yollarının önemli bir uğrak noktası olan kentte, Roma'nın, Bizans'ın, Selçuklu'nun, Osmanlı'nın ve Erken Cumhuriyet Dönemi'nin izleri görülmektedir. Günümüze ulaşan en eski eserlerden birisi kent merkezinde bulunan İç Kale'dir. Selçuklular zamanında Hunat Hatun Külliyesi, Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi ve Medresesi, Sahip Ata Medresesi, Ulu Cami, Gülük Cami ve Döner Kümbet gibi anıtsal eserler inşa edilmiştir. Osmanlı Dönemi'nden itibaren kentin mekânsal yapısı, kale dışına taşarak genişlemiş, merkezde Ulu Camii, çevresinde çarşı ve resmi yapılar, bu yapıların çeperlerinde de dar, organik ve çıkmaz sokaklı mahallelerin yer aldığı bir kentsel doku meydana gelmiştir. Tarih boyunca etkin bir ticaret aksında bulunan kente, Osmanlı Dönemi'nde de hanlar ve çarşılar inşa edilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ve özellikle de Tanzimat sonrası imar hareketleri hızlanmış ve 1923 yılında Cumhuriyet'in ilan edilmesi ile beraber Kayseri'de de diğer kentlerde yaşanan hızlı değişim süreci başlamıştır. Alman şehirci Prof. Oelsner başkanlığında, Kemal Ahmet Aru tarafından 1945 yılında, kente yönelik geniş kapsamlı hazırlanan ilk imar planı doğrultusunda, 1950-1960 yılları arasında geleneksel kent dokusunun önemli bir bölümü yok edilerek yeni konut ve iş yerleri inşa edilmiştir. 1975 yılında ise Mimar Yavuz Taşçı tarafından yeni bir nazım plan hazırlanmış, yüksek bloklu, geniş bulvarlı şehir anlayışına geçilmiştir. Bu planın devamı niteliğindeki 1986 tarihli nazım imar plan ise merkezdeki yoğunluğu kentin çeperine atmayı hedefmiş, kentin dışında yeni bir yerleşim halkasının oluşmasına neden olmuştur. Buna karşın 2006 yılında yürürlüğe giren ve büyük ölçekli gayrimenkul yatırımlarının önünü açan yeni nazım imar planı ise kent merkezini imar hareketleri için yeniden cazip hale getirmiştir.
Bütün bu planlama tarihi bağlamında, planlı ve sürekli olarak yeniden inşa edilen Kayseri'de kültürel mirasın dikkat çekmesi doğal olarak oldukça geç bir tarihte gündeme gelmiştir. 1940'larda başlayan planlama çalışmaları, kent içindeki ve çeperindeki boş araziler yerine, var olan geleneksel dokunun yıkılarak yeni yapıların inşa edilmesini öngörmüştür. Bunun sonucunda, yapıları tekil olarak koruma anlayışı gündeme gelmiş ve anıtsal yapılar dışındaki geleneksel sivil mimari doku büyük oranda tahrip edilmiştir. Bu süreç anıtsal yapıların içinde yer aldıkları kentsel ve tarihsel bağlamı yok etmiş, bütünden kopuk kentsel fragmanlara dönüştürmüştür. Buna karşın, kalan geleneksel dokunun tamamı 1975 yılında Sit Alanı olarak ilan edilmiş ancak, geleneksel sivil mimariyi değersiz gören bakış açısı devam etmiş ve 1984 yılında 110 hektar olan Sit Alanı, 8.8 hektara indirilmiştir.
Geçmişe yönelik bu olumsuz bakış açısının kökeninde yüzyıllar boyunca devam eden ticaret kültürünün etkisi olduğu söylenebilir. İpek yolunun önemli bir uğrak noktası olan kentteki yerleşik ticaret kültürü, her türlü malın, menkulün ve gayrimenkulün alınıp satıldıkça değer kazandığı, değişim ve dönüşüm değeri üzerinden rant elde edildiği bir ortamı var etmektedir. Mekân üzerinden kentsel rantın ve artı değerin dağıtılarak yeniden paylaşılmasını sağlayan planlama pratiği de, kentin bu dinamik ve rekabetçi ortamından etkilenmiştir. Bunun sonucunda özel mülkiyet kapsamındaki geleneksel sivil mimari hızla yerini yeni ve modern yapılara bırakmış, yüksek yoğunluklu, çok katlı konut ve iş alanları ortaya çıkmıştır. Kamunun ve vakıfların mülkiyetinde olan cami, hamam, medrese, kümbet gibi anıtsal yapılar ise kentin bu yapısal dönüşüm sürecinin dışında kalarak yeni kentsel doku içerisinde uzun süre atıl durumda bırakılmışlardır.
Özgün işlevini sürdürebilen az sayıdaki anıtsal yapı, basit bakım ve onarımları yapılarak kullanılmaya devam etmiştir. Kültür turizminin keşfedilmeye başladığı 1990'ların sonunda tarihe yönelik bir uyanış yaşanmış ve gerek anıtsal yapılar gerekse sivil mimari, korunması gereken bir kültürel değer olarak görülmeye başlanmıştır. Turizmin neden olduğu bu keşif, kentteki alışılagelen koruma pratiklerini dönüştürmüş, tarihi yapıların kentin ekonomik olarak kalkınmasında nasıl kullanılacağı, değerleri nasıl artıracağı gündeme gelmiş, yatırımlar başlamıştır. Tarih boyunca kente yön veren girişimci ruh, tarihi yapıları da yatırım planlarının içine almıştır.
Özetle, piyasa koşullarını denetim altına alan, arz ve talep dengesini düzenleyen, kentsel mekândaki kullanım dengelerini oluşturmaya çalışan, kısacası koruma-kullanım dengesini regüle etmeyi hedefleyen planlama pratiğinin, Kayseri bağlamında daha en başından farklı bir anlayışla ele alındığı görülmektedir. Planlamanın mantığından gelen düzenleme olgusu, ilk plan kararlarından itibaren doku ölçekli olmak yerine, anıtsal yapıları tutarak sivil mimariyi gözden çıkaran bir tutum izlemiştir. Bu bağlamda, koruma pratikleri açısından Kayseri istisnai örneklerden biri olarak görülebilir. Bu sıra dışı yaklaşım içerisinde son yıllarda gerçekleştirilen dört koruma örneğine daha yakından bakmak bu süreci daha açıklayıcı yapacaktır;
İç Kale
Kent Surları'nın inşa tarihi Roma İmparatorluğu'na kadar uzanmaktadır ancak İç Kale için tam bir tarihleme yapılamamakla birlikte Bizans Dönemi'nde inşa edildiği düşünülmektedir. İç Kale, kentin yönetiminde etkin olan Selçuklular, Karamanlılar, Dulkadiroğulları ve Osmanlılar tarafından önemli bakım ve onarım geçirerek tamir edilmiş böylece günümüze kadar ayakta kalabilmiştir. 2008 yılında Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından iki kademeli olmak üzere "Kayseri İç Kalesi Ulusal Mimarlık Yarışması" açılmış, yarışma sonucunda Doğan Zafer ERTÜRK'ün ekip temsilcisi olduğu proje birinci seçilmiştir. 2008 yılında başlayan yarışma süreci, 2011 yılında kazanan ekip ile sözleşme imzalanması ile devam etmiş ve 2013 tarihinde de projenin uygulaması başlamıştır.
Yarışma sonrasında uygulamanın yapılabilmesi için öncelikle kale içerisinde yer alan ticari işletmelerin tahliye edilmesi ve sonrasında alanda yer alan bitişik nizam yapıların yıkılması gerekmiştir ancak bu süreç beklenenden daha uzun sürmüştür. Kayseri için önemli yatırımlardan biri olan ve merakla beklenen projenin, 2016 yılı içerisinde açılması beklenirken, Kayseri Büyükşehir Belediyesi "Büyükşehir'den Tarihi Restorasyon" çıkışı ile Kayseri İç Kalesi için restorasyon çalışmalarının başladığını duyurmuştur.
Bu durum oldukça ilginç bir uygulama sürecinin yaşandığını ortaya koymaktadır. Geçmişi Bizans'a kadar dayanan tarihsel, mekânsal değerlerinin tartışılamayacağı bir anıtsal yapı için yarışma düzenlemek, yarışma sonrası Kale'nin içini tamamen yıkarak boşaltmak, düzenlenen yarışma sonucunda elde edilen projeyi inşa etmek ve sonrasında da kale restorasyonuna başlamak kültür varlıklarını koruma disiplini için de ilklerden olacaktır. Yarışma yöntemi ile, korunması gereken bir kültür varlığı için proje ürettiren, çoklu düşünme sistemine sıcak bakan ve elindeki değeri doğru kullanmayı hedefleyen bir yerel yönetim için sürecin ters işlemesi talihsiz bir durum olmuştur. Önceliğin anıtsal yapının korunmasına ve korumayı sağlayacak kullanım önerilerine verilmesi gerekirken, maalesef öncelik İç Kale içerisinde kalan alanın nasıl kullanılacağına verilmiş ve doğru olmayan bir süreç izlenmiştir. Yaklaşık 4 yıl sürmesi öngörülen İç Kale restorasyonu umarım özgün değerlerini (mekânsal, mimari, tarihi, anı malzeme, teknik, vb) yitirmemiş KORUNMUŞ bir yapı olarak kent belleğindeki yerini korumaya devam edebilecektir.
Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi ve Medresesi
Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi ve Medresesi 13. yy'da Selçuklu hükümdarlarından II. Kılıçarslan'ın kızı, Gevher Nesibe Sultan'ın vasiyeti üzerine yaptırılmıştır. Bitişik avlulu iki yapıdan meydana gelen anıtın, ana giriş kapısında geometrik Selçuklu bezemeleri yer almaktadır. 1940'lara kadar geleneksel sivil mimarinin bir parçası olan yapı, dokunun zaman içerisinde yıkılması ile alanda tek kalmıştır.
1960'larda oldukça harap durumda olan anıt için Ankara Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından kapsamlı bir restorasyon projesi yürütülmüş, yapı yeniden kullanılabilir duruma getirilmiştir. 1980'den 2012 yılına kadar Erciyes Üniversitesi tarafından Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılan yapı için 2007 yılında Erciyes Üniversitesi tarafından rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlanmış ve yapının restorasyon süreci başlamıştır. Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi ve Medresesi için hazırlanan proje T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Ulusal Mimarlık Koruma Ödülleri, Anıtsal Yapı Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon Projeleri dalında Birincilik Ödülü almıştır. Ancak hazırlanan projenin uygulama aşamasında sorunlar yaşanmış; kullanım kararlarında ve işlevinde değişiklikler yapılmıştır. Vakıflar Kayseri Bölge Müdürlüğü ve Kayseri Büyükşehir Belediyesi protokol anlaşması yaparak yapının tamamının Selçuklu Uygarlığı Müzesi olması için anlaşmıştır. Tetrazon Şirketi tarafından yeniden projelendirilen ve yeni işlev doğrultusunda kurgulanan müze, 2014 yılında Tarihi Kentler Birliği Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nda Jüri Özel Ödülü almaya hak kazanmıştır.
Yeşil alan içerisinde tarihsel ve kentsel bağlamından uzak tekil biçimde korunan Selçuklu Uygarlığı Müzesi, etkileşimli müzecilik yaklaşımının denendiği, Kayseri için yeni, heyecan verici bir deneyim alanı olmuştur. 2007 yılında hazırlanan restorasyon projesiyle ve 2014 yılında müze işlevi için geliştirilen proje ile, iki kez ödül alan yapı, korunması gereken kültür mirasına en az dokunuşlarla, var olan değerlerini koruyarak restorasyon yapılabileceğini gösteren başarılı eserlerden olmuştur. Mevcut müzelerdeki sunum ve temsil biçimlerinden farklı olarak Selçuklu Uygarlığı Müzesi'nde kullanılan ileri teknolojik, etkileşimli sunum araçları Kayserililerin ilgisini çekmiştir. Ayrıca, müze işlevinin yanı sıra yapıda kültürel faaliyetlerin de yapılabileceği mekânların yer alması, kullanıcıların çeşitlenmesini sağlamıştır. Kentli tarafından önemli bir anıtsal yapı olarak algılanan yapının, modern müzecilik anlayışı ile işlevlendirilmesi, halkı yapının içine almasına neden olmuştur. Kentlinin mekânı deneyimlediği, tarihini tanıdığı ve kullandığı bir eser olan Gevher Nesibe Hatun Sifahanesi Ve Medresesi restorasyonu örnek bir koruma uygulaması olarak Kayseri'nin önemli bir kazancı olmuştur.
Hunad Hatun Medresesi
Cami, türbe, hamam ve medrese işlevlerine sahip olan Hunad Hatun Külliyesi Selçuklu Dönemi'nde 13. yüzyılda inşa edilmiş, cami ve hamam özgün işlevini günümüze kadar devam ettirmiş, medrese ise farklı zaman aralıklarında, farklı işlevler ile kullanılmıştır. Medrese'ye, Selçuklu mimarisinin önemli özelliklerinden olan geometrik motifler ile bezeli bir kapıdan girilmekte ve üstü açık etrafında sıralanmış odalar bulunan avluya ulaşılmaktadır.
Medrese 1929-1969 yılları arasında Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmıştır. Arkeoloji Müzesi’nin taşınması sonrasında, 1969’dan 1998’e kadar Etnoğrafya Müzesi kullanılan yapı, bu tarihten 2013 yılına kadar hediyelik eşya çarşısı olarak hizmet vermiştir.
2013 yılında Medrese'de Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından kültür ve sanat etkinlikleri kullanılmak üzere yenileme çalışmaları başlamıştır. Ancak hediyelik eşya satışı için kullanıldığı dönem de yapıya ciddi müdahaleler yapılmış, kontrolsüzce yapılan bu müdahaleler yapının tahrip olmasına neden olmuştur. 2013 yılında başlayan çalışmalarda öncelikle zaman içerisinde eklenen niteliksiz ekler temizlenmiş, daha sonra bozulma görülen yerlere bakım ve onarım yapılmıştır. Medresede bulunan ve görece daha büyük olan mekânlar söyleşi, konferans gibi çoklu etkinlikler için kullanılırken, daha küçük mekânlar sanatsal faaliyetler (geleneksel el sanatları gibi) için düzenlenmiştir. Ayrıca Medrese avlusunun da daha fazla kullanılabilmesi için ufak bir kafeterya da yapının yeni işlevleri arasına eklenmiştir.
Hunad Hatun Medresesi restorasyonu birçok Anadolu kentinde var olan anıtsal yapılar için uygulanan sıradan bir restorasyon projesi olarak tanımlanabilir. Anadolu kentlerinde özgün işlevinin devam etmediği birçok anıtsal yapı benzer biçimde kültür ve sanat etkinlikleri için kullanılmaktadır. Restorasyon kararları yapının değerlerini korumaktan öte, kullanımı ve kullanıcıları göz önünde tutularak alınmakta, yapının özgün ve ince detaylarına uymayan -ancak anıtsal bir yapı olduğu için verilen- geleneksel el sanatları, kültür ve yeme-içme işlevi ile kullanımı sağlanmaktadır. Modern uygulamalardan ve malzemeden uzak, yapının dönemindeki uygulama estetikliği ile örtüşmeyen basit uygulamalar, korunması gereken kültür mirası olan yapılara değer katmak yerine, var olan değerlerinin de kaybolmasına neden olmaktadır. Yapının korunması için, yaşatılması için, sıradan kararları uygulamak yerine, yapıların değerlerini ön plana çıkaran, kendilerini sergilemeye izin veren, müdahale edildikleri yılların çağdaş izlerini taşıyan birer restorasyon uygulamaları olmaları gerekmektedir. Aksi takdirde kentlinin kullanımına açılan, kullanıcı tarafından daha fazla kullanılmasının hedeflendiği ve bu hedef doğrultusunda yapının özgünlüğünün kaybedildiği kıymetli eserlerden biri olmaktan öteye gidemez.
Kayseri Mahallesi
Kayseri Mahallesi olarak nitelendirilen proje alanı 1975 yılında 110 hektar olarak Sit Alanı ilan edilen sonrasında 1984 yılında 8.8 hektara düşürülen tarihi Tavukçu Mahallesi'nde bulunmaktadır. Geleneksel sivil mimarlık örneklerinin bulunduğu alan, 2000'li yıllarda kent merkezinde yer almasına rağmen çöküntü bölgesi olmuş ve ciddi güvenlik problemleri ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durumu önleyebilmek adına yerel yönetim alanda kamulaştırma çalışmalarına başlamıştır. İlk olarak, alanda özgün değerleri korunmuş olan Bayram Sokak'taki yedi yapı için kamulaştırılma yapılmış, 2000'de restorasyon projeleri hazırlanmış ve 2003 yılında da uygulama çalışmaları başlamıştır.
Geleneksel sivil mimari örneklerinin yer aldığı Tavukçu Mahallesi daha önce anlatılan anıtsal yapıların kaderini paylaşmıştır. Sit alanı ilan edilen alan bütün olarak korunamamış, geleneksel sivil mimari örnekler de tarihsel ve kentsel bağlamlarından kopmuş, tekil olarak korunmuştur. Geleneksel mahalle dokusunun bir parçası olması gereken yapıların etrafı boşaltılmış ve tekil olarak korunmaya çalışılmıştır. Ayrıca yapıların restorasyon aşamasında ciddi uygulama hataları yapılmış, özgün detaylar kullanılmamış, özgün mekansal şemalar yeni işlevler için değiştirilmiştir. Tavukçu mahallesinde gerçekleşen bu restorasyon çalışmasının dışında, alanın tamamı için geleneksel yaşam dokusunu canlandırdığı öngörülen Kayseri Mahallesi kurgusu projelendirilmiştir.
Kayseri Mahallesi, Kayseri geleneksel sivil mimarisinin korunduğu, kullanıldığı, geleneksel yaşam biçimini yansıttığı ve alanın kullanılmasını, yaşamasını sağlayan bir proje olarak lanse edilmiştir. Var olan yedi adet tescilli yapının restorasyonun yapılması ve alanın bu yedi yapının varlığı ve değerleri gözetilerek yeniden projelendirilmesi, bütüncül koruma yaklaşımı için uygun görülse de, geleneksel mahalle kurgusunun ötesinde, daha önce var olmayan kentsel bir dokunun varmış gibi kurgulanması ve Kayseri Mahallesi olarak tanıtılması projenin tarihsel ve mekânsal bağlamda uygunluğunun tartışılmasına neden olmaktadır. Kayseri Mahallesi SANKİ öncesinde var olan bir dokuyu canlandırmak adına yapılmış bir çalışma olarak görülmekle beraber alanın özgün kentsel ve mekânsal kurgusu, teknik detayları, oranları ile örtüşmemektedir. Kullanıcılara, özellikle alanı tanımayan (ziyaretçi-genç kullanıcılar) kullanıcılara yanlış tarihsel bilgi verebilmektedir.
Diğer örnekler ile karşılaştırıldığında Kayseri Mahallesi geleneksel sivil mimarinin korunmuş bir örneği gibi algılansa da diğer örneklerden bir farkının olmadığı detaylar incelendikçe anlaşılmaktadır. Alanda kentsel, mekânsal ve tarihsel bağlamından uzaklaşmış özel yapılar, yerel yönetim tarafından kamulaştırılarak kamusal hale getirilmiş ve koruma süreci başlamıştır. Bu durum yapıların anıt veya sivil mimari olmasının, kimin tarafından sahiplenildiği kadar önemli olmadığının göstergesidir. Yönetim tarafından değerli sayılan herhangi bir gayrimenkulün korunması, kullanılması, işlev verilmesi getireceği rantsal değer ile özdeş olmuştur.
Sonuç
Tarihsel bağlamda oldukça köklü bir geçmişi olan Kayseri için alanları, yapıları koruma çalışmaları oldukça geç başlamış, yapılar kentsel bağlamdan kopuk birer model olarak ayakta kalmıştır. Özellikle, kamusal/anıtsal yapıların kullanım/ekonomik değeri ortaya çıkmadığı sürece, göz ardı edilmiştir ta ki, yapıların birer menkul olduğu fark edilene kadar. Kayseri bu bağlamda ticarete dayalı köklerini, geleneksel olan her yapı için kullanmaya başlamış, yapıları bağlamlarından bağımsız projelendirmiş, birer gelir aracı olarak görmüş ve turizmin bir parçası haline getirmeyi hedeflemiştir.
Kaynak:
Bakmadan Geçme
Mahsur kalan kampçıları muhtar kurtardı
İtfaiyeden soba zehirlenmelerine karşı uyarı
Kayseri İl Milli Eğitim Müdürü Esen: 'Erdemli toplum erdemli insanların elinde yetişir'
Otomobille motosiklet çarpıştı: 1 yaralı
Melikgazi Belediyesi ekipleri karla mücadele için sahada
Bu aile öğretmenler odası gibi