• Haberler
  • 'KENDİ İNSAN MODELİMİZİ YETİŞTİREMEDİK'

'KENDİ İNSAN MODELİMİZİ YETİŞTİREMEDİK'

Şair-Yazar Celal Fedai ile özel bir söyleşi gerçekleştirdik. Fedai, yaptığımız söyleşide hayata ve edebiyata dair ilginç tespitlerini bizimle paylaştı.

Söyleşi: Bünyamin Gültekin

İnsanın omuzları üzerinde bir baş taşıdığını hissettiğinde insanın hayattaki amacını sorgulamaya başlayan Celal Fedai, bu sorgulamalar sonucunda kendisine Necip Fazıl’ın yardımıyla edebiyat dünyasına kapı aralıyor. Bu kapı aralamasında şiirle tanışan Fedai, şiirle bir bütünlük kurarak hayatı şiirle anlamlandırıyor. Fedai, edebiyata yeni soluklar getirmeye heveslenenlerin klişelerle yola çıkmasını yererek, bu klişelerin beyhude çabalar olduğunu söylüyor.

            Modern hayatın Müslümanlar üzerinde derin yaralar açtığını da kaydeden Fedai, bu yaraların geleneği özümseyerek dönüştürecek gençler sayesinde sağlanacağını belirtiyor. Özellikle tembel bir toplum haline geldiğimizin altını çizen Fedai, Avrupa’nın Nietzsche ve Goethe gibi yazarların eserleri aracılığıyla empoze ettikleri insan modellerine karşı kendi insan modelimizi oluşturup, yetiştirmememizi en büyük handikap olarak görüyor.

‘Bana kapıyı Necip Fazıl açtı’

Klasik bir soru ile başlamak istiyorum. Şiirle yollarınız nasıl kesişti?

Kayseri’de Endüstri Meslek Lisesi’nde elektronik bölümünde okudum. Tabi elektronik bölümünden mezun olup üniversite ve sonrasında edebiyat ile uğraşmak zıt bir durum olarak görünüyor. Ama insanın kaderi onu bir şekilde kendine çekiyor. İlk defa lisede omuzlarımın üzerinde bir baş taşıdığımı fark ettim. Bunu bana fark ettiren Necip Fazıl’ın şiirleri oldu. İnsan omuzlarının üzerinde bir baş olduğunu hissettiğinde dünyada ne yapacağını sorgulamaya başlıyor. 1990’lı yılların başında böyle bir soru ile muhatap olan bir genç olarak, ‘Ben üniversite okumalıyım. Çünkü benim toplumum çeşitli nedenlerden dolayı kültürüyle bağını koparmış. Ben de o bağları bağlamak zorunda olanlardan biri olmam lazım. O amaç için yaşamam lazım’ diye düşünüyorsunuz. Bu da mutlaka sizin felsefe, sanat, siyaset ve edebiyatla ilgilenmenizi gerektiriyor. Ben bu kapıdan girdim. O kapıyı bana açanda Necip Fazıl’ın şiiri oldu. Kendimdeki şairlik potansiyelini de o zaman fark ettim.

 

O zaman sizin için hayatın içine girmenin, şiirle başladığını söyleyebilir miyiz?

Doğru bir tespit. İnsanın hayatı anlama çabasında ona yardımcı olan şeyler vardır. Bunlardan bir tanesi müziktir. Özellikle İç Anadolu’da inanılmaz bir halk kültürü vardır. İrfan sahibi halkımızın bir kültürü var. O kültürün oluşturduğu bir müzik var. O müzik sayesinde biz Kayseri’de Anadolu kültürünü çok kolay tanıdık.

İnsan kendisini tanımlamaya din, müzik, edebiyatla girebilir. Şiir ise bunu en yoğun ve yıpratıcı yoludur.

 

‘150 yıldır insanımızda yaralar açılıyor’

Şiirlerinizde yerellik vurgusu yapıyorsunuz. Bu vurgu ile modern ve post modern anlayışa karşıda bir tepkiyi mi dile getirmeye çalışıyorsunuz?

            Bu niyetle yola çıkan onlarca insan vardır. Fakat bunların birbirine çok benzeyen klişeler ürettiklerini görürsünüz. ‘Geleneğimizi diriltelim’ diyelim gibi büyüleyici ve güzel sözler söylenir. Bu sözler aslında kullanıla kullanıla içi boşaltılan klişelerden ibarettir. Bir de bu sözler edebiyatın terimleriyle ortaya konulan sözler değil. Mesela ‘Gelenekten yararlanma’ söylemindeki ‘yararlanmak’ ifadesi pragmatist bir söylemin ifadesidir. Türkçemize baktığımızda ‘yarar’ sözcüğü yarmak ile ilgili bir şeydir. Bir şeyi yardığınızda orada yara oluşuyor. Siz o yaradan bir yarar sağlıyorsunuz.

Modern hayat Müslümanların hayatında büyük yaralar açtı. Bizim nasıl yararlanacağımız noktasında bizim donanımımız devreye giriyor. Eğer donanımımız eksik ise yarar elde edemeyiz. Etrafınızda bünyesinde yaralar oluşmuş fakat hiç yarar sağlamayan insanlar görebilirsiniz. Biz Türkiye’dekilerin de maalesef birçok yarası oldu. O yaralardan artık yarar elde edemiyoruz. Çünkü acı çekmek insanı alıklaştırır. Bizim insanımız çok acı çekti. 150 yıldır insanımızda yaralar açılıyor. O yaralardan yarar elde edemiyoruz.

            Şuanda Türkiye’de çok uygun bir zemin var. Yetişen gençlerimizin Türkiye’nin iklimini geleneksel olanı özümseyip dönüştürmesi gerekir.

 

Kültürümüzün 4 Ayağı…!

Bu noktada gençlerimiz hangi kaynaklardan beslenerek geleneği özümseyip dönüştürebilir?

Mevlana bizim kültürümüz için çok önemlidir. Fakat biz Mevlana’nın önemini törenler yaparak anlayamayız. Mevlana’yı doğru anlayanlar bizim dedelerimiz ve ninelerimizdir. İlkokul çağındayken annemlerden hikayeler dinlerdim. Annem ümmi (okuma-yazması olmayan) olan bir Anadolu kadınıdır. Annemin bana anlattıklarını daha sonra Mesnevi’de gördüm. Anneme ve onun annesine, köyümüze ve köyümüz halkına Mesnevi hikayeleri bir şekilde ulaşmış.

Mesnevi 26 beyittir. 26 beyit 52 bin dize yapar. O 52 bin dizenin her birisinde Mevlana iki farklı kelime kullansa yaklaşık 100 bin kelime yapar. Yani 13. yüzyılda Mevlana’nın Mesnevi’si en az 100 bin kelimeyi içeriyor. Bu beyitler Farsça yazılmış ve Anadolu halkı bunu anlamıyor. Ama anlayanlar bunu Anadolu halkına çok iyi aktarıyor.

Tanpınar, hocası Yahya Kemal’e; ‘Biz bugün büyük bir kültürü oluşturmuşuz. Fakat bunu nasıl gerçekleştirdiğimizi anlamakta güçlük çekiyoruz.’ demiş. Çünkü o günkü halimize baktığımızda pek hoş bir manzara ile karşılaşmıyoruz. Geçmişe bakıyoruz muhteşem bir kültür var. Bu kültürü nasıl oluşturduğumuza Yahya Kemal; ‘Anadolu halkı pilav yedi Mesnevi okudu’ diyerek açıklıyor. Çünkü Anadolu insanı çok basitçe besleniyor. Bir de Mesnevi okuyor. O da ruhu besliyor. Dolayısıyla bizim kültürümüz Mesnevi kültürüdür. Mesnevi’nin ve Yunus Emre şiirlerinin oluşturduğu büyük bir kültür.

 

‘İslam’ın ciddiyetinin asık surat olduğunu sananlar var’

Şuanda ülkemizde içerde ve dışarıda bir sürü sorun var. Bu sorunlar üzerinden Türkiye’nin üstüne kara gölgeler düşürme peşindeler. 13. yüzyıla baktığımızda Moğollar Anadolu’yu istila etmiş. Anadolu’da beylikler dönemi yaşanmış. Anadolu’nun her yeri karışık. Bu ortamda Anadolu’da büyük isimler yetişiyor. H.z. Mevlana, Yunus emre, Hacı Bektaşi Veli ve Nasrettin Hoca 13. yüzyılda yetişmiş büyük isimlerdir. Kültürü bir masaya benzetirsek, bunlar bizim kültürümüzün 4 ayağı gibidir. Kültürümüz bu dördünün üzerinde yükseliyor. H.z. Mevlana entelektüel insanları besliyor. Yunus Emre şiirleriyle bu büyük kültürü halka aktarıyor. Nasrettin Hoca halkımıza gülmeyi öğretiyor. Gülmek çok önemli. Bugün Türkiye’de bilhassa Müslümanların çok asık suratlı olduğunu görüyoruz. Müslüman olanlar İslam’ın ciddiyetinin asık surat olduklarını zannediyorlar. Gülümseyemiyorlar. Ama Nasrettin Hoca bize gülümsemeyi öğretiyor. Hacı Bektaşi Veli’de başka bir boyutta bu toplumu eğitmiş. Aynı dönemde Hacivat ile Karagöz’ün yetiştiğini görüyoruz. Onlar da bizim insanımızın görsel dünyasını geliştirmiş. Çocuklarımıza Yunus Emre’nin ve Mevlana’nın kültürünü aktarmışlar. Gölge oyununa baktığımızda Mevlana ve Yunus Emre’nin şiirlerinin yalınlaştırılıp, yansıtılarak çocuklara aktarıldığını görüyoruz.

Bunalımlar zirve isimleri yetiştirir

            13. yüzyılın Anadolu’sunda zirve 4 kişilik var. Onlar toplumumuzu beslemişler. Bugünde toplumumuzun zirve isimleri var. Bu zirve isimler meşhur olmayabilir. Bu önemli değil. Önemli olan onların toplumumuzu beslemeye devam edecekleridir. Toplumların bunalım içerisinde olduğu dönemlerde zirve isimler yetişirler.

            Bazen deprem olur ve zemin yerine oturur. Bugün de Türkiye kendi potansiyelini tanıyor. Geçmiş kültürümüzü gençler merak edip öğrenmek istiyorlar. Ben gençliğimde Kayseri’de kültür bakanlığının kalenin içerisinde öğrenciler için yarı fiyatına satış yapan bir bürosu vardı. Bütün harçlığımla gider kültür bakanlığının o çok uygun fiyata sattığı kitaplarını satın alıp okurdum. Türk ve İslam kültürünün büyük hazinesini o kitaplarda bulmak mümkündü. Şimdi aynı şey devam ediyor. O açıdan bir problem görmüyorum. Bunun neye dönüşeceğini beklemek lazım.

13. yüzyılda büyük bir gelişme gösteren ve gelecek nesillere aktarılan kültürümüzü anlattığınız zaman… Matbaa kullanmaya başlamadan önce bizde çıkan kitap sayısı azdı ve kültürümüz daha çok sözel olarak yayılıyordu. Sözlü kültürümüz de sanırım birinin topluma hitap etmesi şeklinde gerçekleşiyordu. Onların da kendi çocuklarına veya kendi çevrelerine anlatarak yayılıyordu. Biz sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş aşamasında mı yanlış yaptık.

            Bizim yanlışımız tembellikten kaynaklanıyor. Burada esas olan nasıl bir erkek-kadın yetiştireceğimizdir. Biz H.z. Ali gibi H.z. Osman gibi ve H.z. Fatıma gibi ve H.z. Hatice gibi kadınlar ve erkekler yetiştiriyorduk. Peygamberimizden sonra gelen 4 büyük halifenin mizacı birbirilerine benzemez. Mizaçları birbirinden çok farklıdır. Biz farklı mizaç ve huylarda gelişmiş bireyler ve çocuklar yetiştiremiyoruz. Halbuki biz bunu uzun süre başardık. Dede Korkut Hikâyeleri’ne baktığımızda orada Deli Dumrul bir karakter vardır. Deli Dumrul kuru bir çayın üzerinde köprü yapar.  Köprüden geçenden 33 akçe alır. Köprüden geçmeyenden döve döve 40 akçe alır. Eski Türkler deli sözcüğünü yiğit manasında kullanıyorlardı. Deli Dumrul o kadar yalnız ki kuru bir çayın üzerine köprü yapıyor ve diğer erkeklere meydan okuyor. Çünkü yalnızlığı bitsin istiyor. Eğer bir yiğit varsa gelip kendisini yensin istiyor. Ama böyle bir yiğit gelmiyor. Deli Dumrul gibi bir erkekle baş edilir mi? Hem zihin olarak hem de beden olarak çok gelişkin. Bu adam tipiyle Avrupa baş edemedi. Ama Avrupa 18. yüzyıldan başlayarak büyük Alman Şairi Goethe’nin Faust adlı eserinde, Faust tipi bir erkek yetiştirmeye başladı. Biz Müslümanlar Faust tipi bir erkeğe karşı bir erkek yetiştiremedik. Avrupa’da Faust eserinden sonra onlarca Faust türemeye başladı. Faust tipi ise ilminin bütün sınırlarını yoklamış ve varmış. Hiçbir maneviyatı olmadığı için bomboş ve sadece başarı isteyen bir erkek tipidir. Nasıl maneviyatı olsun ki? Hıristiyan ona bir maneviyat veremiyor. Biraz eğitim alan biri Hıristiyanlıktaki boşlukları ve absürt durumları çok rahat fark edebilir. Dolayısıyla gözü hiç bir şeyi görmeyen erkek tipi ile baş etmek çok zor. Biz ona uygun erkek tipi yetiştiremedik. Goethe’den sonra Nietzsche o erkek tipinin Nihilist, hiçbir şeye inanmayacağını öngörmüştü. Nitekim 21. yüzyıldaki Avrupalı ve Amerikalı erkeklere baktığımızda maneviyatı olmayan nihilist tiplerdir. Bu tipler 21. yüzyıla felaket getiren tiplerdir. Birinci ve ikinci paylaşım savaşları ve Osmanlı’nın paylaşımı böyle olmuştur. Yani zannedildiği gibi sorun matbaanın geç gelmesi veya sözlü kültürden yazılı kültüre geçme aşamasında yaşanan problemlerden kaynaklanmıyor.

            Faust tipinin bir de kadın versiyonu var. Biz o kadın versiyonuna karşı bir model de yetiştiremiyoruz. Dolayısıyla batı ile baş edecek modellerimiz yok. Bizdeki erkek ve kadınlarda Avrupalıları örnek alıyor. Bir Süpermen tipini düşündüğünüzde o tiple mücadele edecek bir tipi nasıl yetiştireceksiniz. Şuanda İslam toplumunun asıl problemi Peygamberimiz ve sahabesi sonrasında gelenlerin yolundan giden ve bu çağın meselelerini çözebilmiş erkek ve kadın tipleri yetiştirebilmektir. Bu ise eğitim ve kültür ile olabilecek bir şeydir.

            Ben Kayseri’yi terk edeli 22 yıl olmuş. Son on yılda Kayseri’nin 3-4 kat büyüdüğünü görüyoruz.

Bakmadan Geçme

Kayseri Gündem - Bizi Sosyal Medyada Takip Edin!
WhatsApp İhbar Hattı
0533 704 84 10
ÇEKİN, GÖNDERİN, YAYINLAYALIM!