• Haberler
  • Kayseri'de siyaset artık değişmeli

Kayseri'de siyaset artık değişmeli

AK Parti Kayseri Milletvekili aday adayı Oğuz Memiş ile siyasete atılma sürecini ve hayat hikayesini konuştuk. Gençlik yıllarından itibaren başlayan mücadelesini siyaset arenasında bir üst perdeden devam ettirmek isteyen Memiş, Kayseri'de siyasetin artık değişmesi gerektiğini söylüyor.

 Öncelikle sizi sizden dinleyebilir miyiz?

1963 yılında Bünyan Yünören Köyü’nde doğdum. Babam bir dönem Almanya’da işçi olarak çalıştı. İlkokulu köyde bitirdim. Daha sonra ortaokul ve lise için Kayseri’ye geldim. 12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından İstanbul’a gittim. Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği’nde okuyup, tekrar Kayseri’ye döndüm. Üzerimde amcalarımın çok büyük hakları var. Hepsi de üniversite mezunu oldukları için beni de okumam yönünde kanalize ettiler.

Sosyal faaliyet serüvenimiz ise köyde başladı. O tarihlerde yeni kurulan Milli Selamet Partisi, köyümüzdeki oyların tamamını almıştı. Çünkü amcalarım o dönemde çok ciddi siyasi faaliyet yapıyorlardı. 163 oyun 163’ünü de Milli Selamet Partisi kazanmıştı. Biz o dönemde daha çocuktuk tabi… Bizim köyümüzde tiyatro kulübü bile vardı. Necip Fazıl’ın eserleri tiyatroya dönüştürülüp çevre köylere gidilirdi. Böyle kültürel ve siyasi bir ortamda büyümüş oldum. Kayseri’ye geldikten sonra ortaokul yıllarımda amcalarımdan biri beni Milli Türk Talebe Birliği’ne, bir diğer amcam da Yeniden Milli Mücadele Derneği’ne götürmeye çalışırdı. İkisine de gittim. Kısa bir dönem Aykut Edibali’nin içinde bulunduğu Yeniden Milli Mücadele hareketinin içerisinde bulunduktan sonra yolum Akıncılar ve Milli Türk Talebe Birliği ile kesişti.

“Birçok gençlik hareketinde yer aldım”

Küçük yaşlarda başlayan bu hareketlilik sizin gençlik yıllarınızdaki ve bu günkü dinamizminizin alt yapısını oluşturuyor diyebilir miyiz?

Evet. İlkokul yıllarımda bizim köy ve çevre köylerdeki siyasi faaliyetler bizim evimizden yönlendirilirdi. Özellikle en büyük amcalarımdan birisi İstanbul’da okurken MTTB ile çok yoğun uğraşan birisiydi. Köydeki bütün gençlerle ilgilenirdi. Bizim köyde bütün çocuklar kitap okurdu. Bizim ev de kütüphane görevi görürdü. Bütün sabah namazlarını topluca camide kılardık. Bunlar o dönemde köy için çok ilginç şeylerdi. Bu süreç daha sonra benim kişiliğim, kimliğim ve mücadeleme rehberlik etti.

Şehre geldikten sonra da MTTB ve Akıncılar çevresinde aktif olarak çalıştım. Ortaokul 2. sınıftayken MTTB’ye gitmeye başladım. Oraya gittiğimde bana Macit Gül abilik yapardı. Daha sonra Akıncılar Teşkilatı kuruldu. Oraya daha çok meylettim. Tabii, ortaokul 3 ve lise 1 dönemleri benim en hareketli olduğum yıllardı. Lise 2’deyken kötü evlerin arasında tarihi bir bina olan ve şu anda Selçuklu Müzesi olarak hizmet veren medrese biz Akıncılar’a tahsis edilmişti. Henüz 16 yaşında oranın müdürüydüm. Temizliğinden organizasyonuna kadar her şeyi ile ilgileniyordum. 

İlahiyat fakültesi öğrencileri için yurt yapmıştık. Masa tenisi oynatıyorduk. Büyük bir salonu düzenleyip,  orada tekvando ile uğraşıyorduk. Orada bulunan ve en çok sevdiğimiz hocalarımızdan biri de Bekir Yıldız’dı. İlk tekvando ve tenis derslerimi ondan almıştım. Daha öncesinde de güreşle uğraşıyorduk. Bu şekilde geçen hareketli bir lise dönemim var. Bu aralar 1978-80 arası cinayetlerin ve terör olaylarının yoğun olarak yaşandığı bir dönem. Ben hiçbir zaman terör olaylarına bulaşmadım. Ama o dönemdeki birçok gençlik hareketlerinin içerisinde yer aldım. Kayseri’deki Akıncılar hareketinin en aktif küçük gençlerinden birisiydim.

“Terör hiçbir zaman gündemimiz olmadı”

Gençlik yıllarınızda içerisinde bulunduğunuz hareketlerin misyonu dolayısıyla ‘çıkmaz sokağa’ girmeyenlerden misiniz?

Terör hiçbir zaman bizim gündemimiz olmadı. Ama Kayseri’de yazı yazmadığımız duvar kalmamıştır. Bunlar daha çok İslami mesajlar içeren yazılardı. Düvenönü’ndeki Akıncılar’da bir kez akşama kadar Dev-Sol ile çatıştık. Bunun dışında herhangi bir çatışma içerisinde yer almadık. Böyle bir gençlik dönemimiz var. Çok aktiftik. Burada babamın Almanya’da olmasının da çok büyük etkisi vardı. Baba baskısı olmadığı için daha rahat hareket edebiliyorduk. Kimliğimizi ve kişiliğimizi bulduğumuz dönem aslında lise dönemidir.

Sümer Lisesi’ni bitirdikten sonra 1980 yılında İstanbul’a gittim. Yani tüm ideoloji, vakıf, dernek faaliyetlerinin askıya alındığı ilginç bir dönem yaşadık. Sınıfımızın kapısında tam teçhizatlı iki komandonun beklediği bir ortamda eğitim gördük. Kalacak ne bir ev, ne de bir yurt vardı. Çok garip bir dönemdi. O dönemde kendi arkadaş çevremize fakülte başkanlığı yapıyordum. Arkadaşlarımıza ev organize eder, onlara sahip çıkardık. Kendimizden büyüklere de bu konuda destek olduğumuz bir misyonumuz oldu. Üniversite 2.-3. ve 4. sınıflarda ortam sakinleşince daha büyük organizasyonlar yapmaya başladık. Üniversitede çok güzel çalışmalar gerçekleştirdik. Bizim meşhur iftar toplantılarımız vardı. Bir süre sonra İstanbul’da gündem olmaya başladı. Darbe sonrası ilk legal faaliyetler bizim iftarlarımızdı. Böyle bir çığır da açmış olduk.

“Kitap okunmayan dönemde, yabancı dilde kitap sattık”

Yaptığınız bu çalışmalarda nasıl tepkilerle karşılaşıyordunuz?

O dönem benzer işler çok korkularak yapılıyordu. Din ve dinden kaynaklanan her şeyin kötü görüldüğü bir dönemdi. Biz, çok sempatik yöntemler ile bu işi yaptığımız için olumlu tepkiler alıyorduk. Eşim de aynı okulda okuyordu. Kayseriliydi ve başörtüsü nedeniyle okulu bırakmıştı. Kayseri’ye geldiğimde Akabe Kitabevi’nde yine karşılaştık ve bir arkadaşımın teşviki ile nişanlanıp evlendik. Başörtüsü mağduru olan eşim aftan yararlanarak şu anda -45 yaşından sonra- Erciyes Üniversitesi’nde Şehir Bölge Planlama gibi çok zor bir bölümü okuyor. Son sınıfa geçecek inşallah.

Tüm ömrü ideolojik fikri çalışmalar içerisinde geçmiş, kendisinden büyüklerle bile ilgilenmiş ve onlara imkân sağlamaya çalışan genç bir mühendis olarak Kayseri’ye dönmüştüm. Önce bir inşaat işine giriş-çıkış yaptık. Ben İstanbul’dayken tanışmış olduğum bazı kurumlar vardı. Bunlardan birisi yabancı dilde yazılan kitapları satan bir yerdi. Buranın Kayseri’de bir şubesini açalım dedik. Türkçe kitaplarının bile zor satıldığı bir dönemde yabancı dilde yazılmış bir kitabevi oluşturduk.

“Kayseri’deki baskı, İstanbul’dan daha fazlaydı”

Kayseri’ye dönüşünüzde STK’larda yaptığınız çalışmalarınızdan önce bir işadamı kimliğinizin oluştuğunu söyleyebilir miyiz?

O dönemde doğru düzgün STK yoktu zaten. Bir arkadaş grubumuz vardı. O arkadaşlarımızla Kayseri’ye geldiğimizden beri birlikteydik. Ama bir tabela altında çalışma imkanı yoktu. Kayseri’de İstanbul’a göre çok daha fazla bir baskı vardı. Geldiğimizde her türlü fikri hareketin kötü görüldüğü bir şehir ile karşılaştık. Buna rağmen arkadaşlarla farklı ortamlarda bir araya gelip, yine bir şeyler yapmaya çalıştık.

Bilgisayarın bilinmediği bir dönemde Kayseri’nin ilk bilgisayar şirketini kurduk. Tabi bilgisayar denilince akla çok büyük şeyler gelmesin. Bizden sonra Mustafa Çelik bu işi başlattı. Şu anda da onlar da bizim kadar etkin çalışıyor. Tabi işleri büyüttük. O dönemde hiç paramız olmadığı için birkaç arkadaş ile ortak olarak başladık. Halen aynı arkadaşlarımızla devam ediyoruz. devamı yarın...
Söyleşi: Bünyamin Gültekin

Yorumlar 1
mahmut kemaloglu 10 Mart 2015 05:25

Kayseri oligarklarindan hiç bahsetmemiş ,halbuki başlık öyle değil. Kayseri'de Tayyip Erdoğan'ın yüzü suyu hurmetine seçilip makamını korumak için her kesime öpücük veren, sonrada Tayyip diktatöreşiyor Abdullah bey mutlaka siyasetin içinde olmalı diyebilecek kadar alçak insanlar var malesef.

Bakmadan Geçme