• Haberler
  • 'KAYSERİ KENDİSİNE YANLIŞ BİR MODEL SEÇİYOR'

'KAYSERİ KENDİSİNE YANLIŞ BİR MODEL SEÇİYOR'

Salı günü yayınlanan ve Celal Fedai ile yaptığımız söyleşimizde Fedai, kendi insan modelimizi oluşturamadığımızdan dem vurmuştu. Fedai, söyleşimizin ikinci kısmında ise Kayseri'nin yanlış modeller üzerinden inşa edilmeye çalışılmasını eleştirdi.

Söyleşi: Bünyamin Gültekin

Celal Fedai ile yaptığımız söyleşinin ilk kısmını sizinle salı günü gazetemiz aracılığıyla paylaşmıştık. Fedai, söyleşimizin ilk kısmında kendi insan modelimizi oluşturamadığımızdan dem vurmuştu. Söyleşimizin ikinci kısmında ise Fedai, insan modeli oluşturma ekseninde bir Kayserili olarak Kayseri’nin kültürel olarak attığı yanlış adımları eleştirdi ve Kayseri’nin yanlış bir model üzerinden kendisini inşa ettiğini söyledi.

Evet, şehirleşmede büyüdüğünü söylüyorsunuz. Peki, Kültürel büyümeyi nasıl görüyorsunuz?

Kültürel olarak şehirleşmeye oranla çok büyümediği açık bir şekilde görülüyor. Ben İzmir’de sokaklarda gezerken başıboş çok kız ve erkek görüyorum. Ama onlardan 3-4 kat Kayseri’de gördüm. Kayseri’de 1980’li yıllarda liseli gençlerle ilgilenen insanlar vardı. O insanlar bizim eğitim almamızı sağladılar. Şuanda Kayseri’nin kültür anlamında bir politikası yok. Kayseri’de bulunan sorumlu kişiler bu manada son derece yetersiz bir işlev görüyor. Kayseri büyüyor ve büyümesi ile övünüyor. Ama o büyüyen şehrin içerisindeki gençler aynı oranda bir sahiplenme ile karşılaşmıyorlar.

Kayseri’nin değişik bir insan yapısı var. Bu insanlar enerjik bir yapıya sahip. Bu insanları para kazanmaya yönlendirirsen para kazanır. Eğitme yönlendirirsen eğitimden istifade eder. Ama daha çok para yönlendirildikleri kesin. Kayseri kenti kendine yanlış bir model seçiyor. Kayseri, Türkiye’nin para kazanan insanların şehridir. Böyle bir algı var ve Kayseri’de bu algıdan memnun. Kayseri son 40-50 yıla kadar Türkiye’nin maneviyatının ve irfanının merkezlerinden biriydi. Davudi Kayseri’nin şehridir burası… Osmanlının kuruluşunda kendisine fikir danışılan şehirdir. Kayseri kendisine vizyon olarak ticaret şehrini seçti. Tamam, bu yapılsın ama kültürde bu derece ihmal edilmesin. Bu şehir bu şekilde gitmez.

            Ben Kayseri’de tramvaya bindiğimde asık suratlı insanlar görüyorum. Bir yerden bir yere koşturup duran insanlar var. Bir yere koşturup yetişmeye çalışan insanların suratlarının asık olmaması lazım. İnsanların suratının asık olması maneviyatlarının eksik olduğu anlamına gelir.

Faust’un insan modelinin yanında bir şehir modelinin de oluştuğunu söyleyebilir miyiz?

       Kayseri’nin şehir olarak insan modeli olan Faust’a benzediği doğrudur. Başarı için her şeyden taviz verebilen bir model… Ticari başarı için neyden taviz veriliyor ve buna değer mi? bakmak gerekiyor. Ben bunu maalesef Diyarbakır’da da gördüm. Urfa’da keşke Kayseri gibi olsak diyor. Bursa’ya bakıyoruz yine şehrin göbeğine koca koca binalar dikildiğini görüyoruz. Osmangazi türbesinin etrafında devasa binalar görüyorsunuz. Demek ki Türkiye’nin para kazanan insanlarına kültür aşılamama gibi bir problemi var. En önemlisi de bunu önemsemiyorlar.

Günümüzde okullarında iyi derece yapan çocukların Amerikan, Fransız ve Alman okullarını tercih ettiğini görüyoruz. Bu okullardan yetişen çocukların kendi kültürlerini benimseyip yaymalarını beklemek zor değil mi? ;Bu nedenle eğitim konusunda atılımlar yapmamız gerekmiyor mu?

Eğitim için açılan okullar var. Ama sadece okullar açmak yetmiyor. Orayı ne amaçlı açtığınız ve orada eğitim verecek insanların kafa yapısı da çok önemli… Mesela Avrupa’da bazı şehirler vardır. Bunlar sadece üniversite şehridir. Oralarda Avrupa kendi felsefesini konuşur ve tartışır. Bir başka şehre baktığımızda o başka bir alanda uzmanlaşmıştır. Bu onların dünyası… Biz kendi dünyamız içerisinde birey yetiştiremiyoruz. Türkçe’de birey bir ve ey kelimesinin birleşiminden oluşuyor. Anlamı ise bir ses demektir. Birbirine benzeyen insanlar yetiştiriyoruz. Yığın yetiştiriyoruz. Halbuki peygamberimizin bize öğrettiği bizim nasıl birey olacağımızdır. Muhiddin Arabi Füsul Hikem’de bunu muhteşem anlatıyor. Kitap 33 bölümden oluşuyor. Her bölümde hangi peygamberin, insanlara hangi hikmeti anlatmak için geldiğini anlatır. Peygamberimiz H.z. Muhammed’in hikmeti ise insanlara birey olmayı öğretmektir. Biz peygamberimizden birey olmayı öğreniyoruz. Biz peygamberimizin bütün hayatını bütün anlarıyla biliyoruz. Demek ki biz peygamberimizden nasıl bir insan olmamız gerektiğini öğrenebiliriz. Ecdadımız birey olmayı peygamberimizden öğrenmişlerdi. Biz bugün bunu öğrenemedik. Bunun nedeni ise değişik ufuklara açılmış insanları destekleyemiyoruz. Herkes bizim gibi olsun istiyoruz. Anadolu halkı Nasrettin Hoca gibi birine gülümseyerek bakmış ve onu çok sevmiş. Nasrettin Hoca’nın şöhreti Avrupa’da Macaristan’dan Çin’e kadar gitmiştir. Birçok yerde türbelerinin olduğundan bahsedilir.

            Nasrettin Hoca ile müthiş bir espri yeteneğiyle karşı karşıyayız. Mesela göle maya çalması ve ‘ya tutarsa’ lafı boşuna söylenmiş değildir. Nasrettin Hoca bizim bir şeyi tutmak için yapmadığımızı anlatıyor. Bugün insanımızın ufku o kadar daralmış ki ya bundan bir şey çıkmaz deyip o işi yapmıyor. Nasrettin Hoca ‘ya tutarsa’ demiş ya işte tutmuş. Akşehir Gölü maya tutmuş ve biz bugün hala Nasrettin Hoca’yı konuşuyoruz. Biz olmayacağını bilsek bile bazı işleri yapmalıyız. Atalarımız Anadolu’ya geldiklerinde her yere çınar dikiyor. Rumlar dikilen çınarlara bakarak ‘bunlar buradan gidici değil’ demişler. Çünkü gidici olan adam oraya kavak diker hemen. Ağacın büyüdüğünü görmeyecek ama önemli değil. 150 yılda bozulan şeyler 10 yılda düzelmez. Bunu unutuyoruz. Türkiye’de bir takım şeyler yerinden oynatılmış. Şehrimiz şehir olmaktan çıkmış ve insanların maneviyatı azalmış. Ama doğru çabalarla bu 100 yıl sonra düzelir.

Günümüz edebiyat camiasını da bu yönüyle mi eleştiriyorsunuz?

            Günümüz edebiyatı önümüzdeki 100 yıla hitap etmeyen ve geçmişi de kucaklamayan ve sadece bugüne bakan postmodern bir edebiyat dünyasıdır. Son derece cahil, bugün ne isteniyorsa onu üreten bu nedenle de 20 yıl sonra kalmayacak olan bir edebiyat dünyası… Ama sanmıyorum ki edebiyat dünyamız sadece bundan ibaret edebiyat dünyamız içerisinde son derece değerli işler yapan insanlar var. Fakat insanlarımız avamileşiyor. Avamlaşmak, sıradanlaşmak ve yığınlaşmak demektir. Türkiye’ye avam kültürü yerleşiyor. Popüler kültür tanımı bunu tam olarak karşılamıyor. Popüler kültür Amerika ve Avrupa tarafından dayatılan ve Türkiye’nin onların alt kültürü haline getiren bir kültür. Avrupalılar zannedildiği kadarıyla bizim gibi futbolla ilgili değiller. Bizim gibi saçma sapan müziklere ilgide duymazlar. Avrupa’da enerjisini nereye harcayacağını bilmeyen bir grup vardır. Onlar futbolla ve bu tip müziklerle ilgilidir. Bu grup her zaman vardı ve bu grubu küçümsemiyorum. Ama Avrupa’yı asıl yükselten bunlarla hiç ilgilenmeyen bir gruptur. Biz ülke olarak bu grubu örnek alabiliriz. Bize ise avam kültürü gelip yerleşti ve bizim edebiyatçılarımızda bu yönde eserler veriyor. Benim asıl eleştirim bu yöndedir.

            H.z. Mevlana’nın Mesnevi yazmak gibi bir niyeti yoktu. Çelebi Hüsamettin yazmasını istediği için yazdı. Mevlana, ‘Amelimi gösterecek yiğit arıyorum, Ama yok öyle bir yiğit. Herkes benden şiir istiyor’ der. Aslında şiiri büyük görür. Bugün Kayseri aslında şiiriyetini kaybetmiş bir şehirdir.

            Hiçbir şey kendi başına düşünülerek yapılmaz. Her şeyin birbiriyle çok derinden bağlantısı vardır. Bu bizim mehterlerin yürüyüşünde görülür. Mehter iki adım ileriye ve bir adım geriye atar ve sağına soluna bakar; düşüne-taşına yapılır. Bir Müslüman dünyada şiir gibi yaşar.

Hayat ritmini mi kaybetti?

Sosyologlar dünyada iki ilerleme düşüncesinden bahsederler. Bir tanesi Müslümanların ilerleme düşüncesidir. Çinliler ve Hintlilerde böyle düşünürler. Avrupa medeniyetinin ise düşüncesi son hız koşmaktır. Neye zara verdiğinin bir önemi yok. Ne yazık ki bize de bu düşünce yerleşti. Büyüyoruz, ama bir şeylere zarar veriyoruz. Buna maksimalist ilerleme denir. Bahsettiğimiz ilk ilerleme ise kalitatif ilerlemedir.

            Sakıp Sabancı yurtdışına zenginler kulübünün bir toplantısına gittiğinde sürekli olarak fabrikalarından ve çalıştırdığı insan sayısından bahsediyormuş. Diğer işadamları ise müzikten ve sanattan bahsediyorlarmış. O zaman ben bir yanlış yapıyorum diyor. Türkiye’ye geldiğinde kendisine müzik, resim ve sanat dersleri verebilecek hocalara bakıyor.

            Bizimkiler aslında Avrupa’ya benziyor deniliyor. Ama Avrupalılara da benzemiyorlar. Çünkü Avrupalılarda kendileri gibi değiller. Mesela bizim kültürümüzde iki konuda yarış vardır. Yağlı güreş ve okçulukta yarışılırdı. Türkiye ve Kayseri için model insan bulmak zorundayız. Ben Necip Fazıl’a öykünürdüm. Anadolu’daki gençlerin model alacağı bir model yok.

Eğer örnek alınacak modeller olsa dahi bu modellerin ortaya konulmasında perdeler yok mu? Kitle İletişim araçları bu modelleri verme noktasında eksik kalmıyor mu?

            Medya hem maneviyatımıza hem de kültürümüze çok büyük zararlar veriyor. İnternet şuanda zararları dillendirilen en büyük mecra… Fakat neden zararlı olsun fevkalade önemli işlerde bu kullanılabilir. Onlar bir araçtır ve bu araçların doğru kullanılması gerekiyor.  Bu araçlar yanlış kullanıldığında verdiği zararları gördük. Ben edebiyatı ve şiiri kendim için vazifeli olduğum bir alan olarak görüyorum. Şiiri böyle görmekten dolayı da Allah’ın bana lütufları oluyor. İnsan basit benliği yerine kendisini aşan şeylere yönlenirse Allah o kişiye lütfediyor. Ama kendini hedeflersen sadece kendini buluyorsun.

İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un son 10 yılını sürgünde ve büyük sıkıntılarla geçirmesine rağmen bunları hiçbir zaman mevzubahis konusu yapmadığını biliyoruz. Her zaman toplumun sıkıntılarını ve kendi sıkıntısı olarak gören ve kendi problemlerini paylaşmayan bir yazar olan Akif, portresi görüyoruz. Günümüzde bu tür bir yaklaşımı yazarlardan beklemek pek mümkün olmuyor gibi…

            Günümüzde şairler kendi benliklerine gömülmüş durumdalar. Sadece Türkiye’nin sorunları yok. Dünyanın sorunları var. Türkiye’nin sorunlarıyla ilgilenmemiz bizi sınırlar. Dünyanın sorunlarıyla ilgilenmemiz lazım. Müslüman insanlar kürsüsünü kaybetti. Bu sözü İranlı şair Darius Şayegan kullanıyor. Kürsü bizim üstüne basıp yukarı çıktığımız şey demek. Bizim eskiden bir kürsümüz vardı ve oraya çıkıp dünyayı görebiliyorduk. O kürsüyü yeniden inşa etmemiz gerekiyor.

            Avrupa’da katedral inşa edilir. Bu Avrupa’nın geçmiş kültürünün bugünde inşa edilmesi anlamına gelir. Biz bugün külliye inşa edelim diye düşünmüyoruz. Üniversitelerimizde külliye inşa etmeyi düşünmüyoruz. Biz külliye kelimesinin anlam çağrışımlarını unuttuk. Biz kürsümüzü kaybedince hayatta, sanatta, edebiyatta, siyasette de kaybettik.

            Şayegan’ın başka bir önemli sözü daha var: ‘Biz Müslümanlar olarak Tarihi kaderimizden uzaklaştırıldık.’ Mısır, Suriye, Bosna vb. yerlerde olanlardan Türkiye’de bize ne deniliyor. Türkiye’de yaşayanlar Mısır, Tunus, Cezayir’in kardeşi olduğunu unutuyor. Bizim için bir noktada Hıristiyan da kardeşimizdir. Oların kendilerini fark ettirmek adına onlara da yardımcı olmalıyız.

Hangi etnik gruptan olursak olalım İslam ortak paydasında buluşurduk. Tarihi Kaderimizden uzaklaşmamızın nedeni ortak paydamızdan uzaklaşmamız olabilir mi?

Ortak paydamızdan saptık ve kaliteli bireyler yetiştiremiyoruz. İngilizler 1815’ten başlayarak Arabistan’daki şeyhlere maaş ödemişler. Bunu nedeni de onları 100 yıl sonra Osmanlıdan koparabilmek için. İngilizler 100 yıl boyunca maaşları ödemiş. Bunu Eduardo Galeano adlı bir Marksist yazar Aynalar kitabında söylüyor. Orada Irak Savaşı batının petrolünün doğunun topraklarının altına koyan coğrafyanın hatasını düzeltmek için yapıldı der. İngilizler bu hatayı düzeltmek için 100 yıl evvelden bu projeye başlıyor. Bizdeki bir kesim insan ise sadece Türkiye ile ilgilensin deniliyor. Cumhuriyet kurulduğundan beri elde edilmiş bir çıkar var. O çıkarı kaybetmek istemiyorlar. Dolayısıyla Türkiye kendi dairesinde dönsün dursun istiyorlar. Türkiye kısa vadede dış politikada sıkıntılar yaşayabilir ama uzun vadede insanlığa önemli hizmetlerde bulunacağına inanıyorum.

Kürsümüzü geri kazanmalı ve tarihi kaderimizi yaşamalıyız bu da bina inşa etmekle olmaz. İnşaat sektöründe para kazanıp, bu parayı kültüre aktarmalıyız. Ekonomiden elde edilen para kültüre aktarılacak. Kültür gelişecek ve daha iyi mimari yapılar inşa edilecek. Şuanda Türkiye’de yapılan en büyük hata kazanılan paranın kültüre aktarılmamasıdır.

Kayseri şuanda 4 tane üniversiteye sahip ve Kayseri üniversite şehri olmaya aday. Bu üniversiteler bahsettiğiniz kültürel donanım noktasında Kayseri’yi nerede konumlandırır?

Kültürel bir donanım sağlayabilir. Ama bunun süreklilik arzetmesi gerekiyor. Bu iddia 20 yıl sıcak tutulursa bu gerçekleştirilebilir. Ama 3-5 yılda bu iş olmaz. Bu tip durumlarda meyve almak çok zaman alır. Bu kararlılık isteyen bir durum. Kayseri bu kararlılığı gösterebilecek mi? onu görmemiz lazım. Ama sadece bu iş üniversitelerle olmaz. Liseli gençliğin idealleri olan insanlar haline getirilmesi gerekiyor. Kayseri’deki liseli gençlik ben üniversiteyi kazanamazsan bir fabrikada işçi olarak asgari ücrete çalışırım diyor. Şuanda Kayseri’de yaşayıp kendisini aşmış nadir insana rastlıyoruz. Çünkü Kayseri’nin yapısı kendisini aşmak isteyen insanları kabız ediyor. Kayseri’de akşama kadar 10 tane cümle kuruluyor. Akşama kadar belli kalıp cümleler kuruluyor. Bu kalıplarla inşaat yapılabilir. Para kazanılabilir ama kültür ve şiir asla üretilmez. Zaten üretilemiyor da…

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Biz kendi şehirlerimizi unuttuk (İskenderiye, Şam, Beyrut, Bağdat). 150 yıldır gündemimiz Londra, New York, Paris ve Roma. Ben Bağzı şehir adları diye şiir yazdım. Şiirde İslam şehirlerini sadece alt altta yazdım. Bu şehir adlarını unuttuk.

            Acaba Şiraz’daki müzik Londra’da var mı? İsfahan’da var bir kuyu diye türkümüz vardır. İsfahan ile bağımız koptu. Kerkük hakeza öyle. Musul bir ara Misak-ı Milli sınırları içerisinde anardık. Ben Müslümanların yaşadığı hiçbir coğrafyayı Kayseri’den ayırmıyorum. Kayseri’nin de aynı şekilde düşündüğüne inanıyorum. Ama bunun lafta kalmaması gerekiyor. Bunu için paradan ziyade düşünceye ihtiyacımız var. Burada edebiyat ve şiire çok önemli bir rol yüklenir. Ancak insanlar şiiri önemsemiyor. Halbuki şiir Allahın bize lütfettiği kelimelerin ne anlama geldiğini öğretir. Kelimeleri Cenab-ı Allah bize bir lütuf olarak vermiştir. O kelimelerin üzerinden biz Allah’a ulaşırız. Şiir bunun yolunu bize açtı.

            Biz dünyanın rengine kandık. Çünkü cahiliz. Bu yüzden şiirden koptuk. Halkımız dediğimiz insanlar. 100 yıl önce gittiğinizde bana bir Türkü söyleyin dediğiniz zaman size 10-20 tane türkü söyler. Ama şuanda yetişen gençlerin bunlarla bağı kopuk. İkra sadece oku manasına gelmez. Aynı zamanda anla anlamına da gelmektedir. Biz anlamıyoruz. Bizim insanlarımız okumayı bilmezdi ama çok irfan sahibiydi. Bu iş üniversite okumakla da olmuyor.

Yorumlar 1
Ahmet 09 Kasım 2013 01:47

başıboş kız ve erkek derken? hayvan mı onlar? ne kadar saçma bi düşünce bu şehir böyle saçma kafalar yüzünden gelişemiyor. sıkıntıyı başka yerde arama bence

Bakmadan Geçme