Karatepe: KARARGH DEĞİL, CUNTA RAHATSIZ
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Şükrü Karatepe, söyleşinin ikinci bölümünde Hürriyet'in tepki toplayan manşetini yorumladı. Karatepe 'Görünce çok üzüldüm. 'Karargh rahatsız' ne demek? Kararghın komutanı Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları değil mi? Ama gazete onları kastetmiyor, cuntayı kastediyor. Türkiye'de milli iradeyi, milletin iradesini gazetelerin manşeti temsil etmez. ' dedi.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Şükrü Karatepe, darbeler, anayasalar ve modernleşme üzerine çalışmış, bu konuda bir de kitabı bulunan bir akademisyen. Röportajımızın ikinci bölümünde, 15 Temmuz darbe girişimini ve Türk siyasi hayatındaki darbeleri de konuştuk, Karatepe çok önemli tespitlerde bulundu:
HİÇ DEĞİLSE CHP ASKERİ MAHKEMELERİN KALDIRILMASINA “EVET” OYU VERSEYDİ
*Anayasa değişikliklerinin bir uzlaşma ile getirilmesi tercih edilir, bu uzlaşma var mı?
Bence bir uzlaşma sağlandı. Bu uzlaşmanın yüzde yüz olması gerekmiyor. Neticede, TBMM’de temsil edilen dört partiden ikisi bir araya geldiğinde, beşte üçün üzerinde bir çoğunluk teşkil ediyor. Dolayısıyla anayasayı değiştirebilecek bir çoğunluk oluşuyor. Meşruiyet bakımından, anayasanın öngördüğü çoğunluğu elde etmek yeterlidir. Mesela, muhalefet karşı çıkıyor ama bu değişikliğin içinde kendi teklifleri de yer alıyor. 15 Temmuz ihanet girişiminden sonra, partilerin genel başkanları bir araya geldiler, o günlerde ordunun siyasi hayata müdahalesine imkân veren vesayet kurumlarının, askeri yargının kaldırılması, jandarmaya iç güvenliğe yönelik farklı bir statü verilmesi gibi konularda bir düzenleme yapılması istendi. Mini anayasa paketi şeklinde bir anayasa değişikliği çalışması yapıldı. Hiç değilse CHP askeri mahkemelerin kaldırılmasına ilişkin maddeye “evet” oyu verebilirdi.
*Birinci maddede, yargının bağımsız olması yetmediği için mi tarafsız da olması isteniyor?
Türkiye’de yargının özel olarak konuşulmasına çok ihtiyaç var. Yargımız çok itibar kaybetmiştir. Bütün darbelerden sonra, bizim yargıçlarımız maalesef darbecilerin emrinde hareket etmiş, düzenlemeler yapmışlardır. 27 Mayıs darbe yargısı, 12 Eylül’den sonra kurulan olağanüstü mahkemeler… 28 Şubat’ta yargıçlar akın akın Genelkurmay’a gidip, orada brifingler aldı. Son FETÖ ihanetinde gördük ki, yargıçlar Allah korusun nereye gelmiş, nasıl bir ilişki içine girmişler…Yargının böyle bir problemi var. Sadece bağımsızlığı değil, tarafsız olması gerektiği de alenen belli. Bir taraf olmuşlar, hatta Türkiye’yi dışarıdan ele geçirmeye çalışan gayrimeşru bir terör örgütünün mensubu olmuş ve onun adına çalışmaya başlamışlar.
DARBECİLERE KARŞI ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ YAPILIYOR
*Türkiye’de bütün anayasalar darbelerin ardından yapılmış, şimdi Türkiye yine 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bir sistem değişikliğine gidiyor.
Diğerlerinden farkı şu: Bundan öncekilerde darbe oldu, darbeciler anayasa yaptı. Bu defa, darbe girişiminde bulunulmuş, darbecilere karşı anayasa değişikliği yapılıyor.
15 TEMMUZ, DIŞ ODAKLARIN DOĞRUDAN DOĞRUYA İÇİNDE OLDUKLARI BİR DARBE GİRİŞİMİ
*Darbeler ve anayasalar üzerine kitabınız var, bu darbe girişimini diğer darbelerle kıyasladığınızda ne görüyorsunuz?
Bu darbe girişiminin sivil iktidarlar ilişkisi bakımından diğerlerinden farkı var. Diğer darbelerin çoğunda sivil iktidarlar askerlerin dediğini kabul ediyor, şapkalarını alıp gidiyor. Burada, “Siz kimsiniz? Durun bakalım. Millet bu yetkiyi bize verdi, millet adına karar verme yetkisi bizimdir. Siz hukuk dışı davranıyorsunuz” deniyor. Darbeye katılmayan güvenlik kuvvetleri, yargıçlar harekete geçiyor, darbeciler milletin de katkısıyla etkisiz hale getiriliyor. Bu bakımdan önemli. Hem millet inisiyatif kullanarak darbecileri alt ediyor hem de anayasa yaparak, bu anayasayı millete götürerek darbeye ortam hazırlayan hukuk düzenlemelerinin anayasadan çıkarılması sağlanıyor. Bundan önceki darbelerin tersine bir gelişme. Bu darbenin diğerlerinden başka bir farkı da şu: Diğer darbelerde de dış irtibat vardır, en azından izin, ruhsat vardır. 27 Mayıs ve ondan sonra gelen bütün darbelerde, Avrupa’nın onayı, ABD’nin “yapabilirsiniz” gibi göz kırpması filan vardır ama son darbe girişimi Türkiye’nin gelişmesinden, bölgesinde güç haline gelmesinden rahatsız olan bütün dış odakların katkısı ile gerçekleşmiştir, onların doğrudan doğruya, fiilen içinde oldukları bir darbe girişimidir. Neticesi, Arap Baharı ile bölgemize yansıtılmak istenen çatışmanın Türkiye’ye yansıtılması şeklinde olacaktı. Suriye’de, Irak’ta nasıl bir iç savaş varsa, başarılı olsaydı neticesi öyle olacaktı. Allah korusun eğer Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları işin içine girselerdi çatışma kaçınılmaz olacaktı, eline silah geçiren birbirini öldürmeye başlayacaktı, ondan sonra ne olacaktı bilemeyiz. Böyle bir kanlı iç çatışma söz konusu olacaktı. Öbür taraftan Türkiye’yi bölmek için bekleyenlerin ekmeğine yağ sürülmüş olacaktı. Böyle riskli, tehlikeli sonuçları olacak darbe, bu yönüyle de Türkiye’ye ağır bir maliyet getirecekti. Hamdolsun, önlendi.
SİVİLLER MİLLETİN EMANETİNİ KORUMALI
*2016’da tankla, uçakla darbe girişiminde bulunuluyor, demokratik kültürde 1950’li yıllardan bu yana hiç mi mesafe almamışız, zemin aynen kendisini koruyor mu?
İnsan hiç istemez, istemediği için temenni de etmez. Ben devletin bürokrasisinin içini bilen biri değilim. 1995 yılında Erbakan Hoca Cemaat-i İslami’nin genel kuruluna davet edilmişti, o gidemediği için yerine Pakistan’a ben gitmiştim. Orada, bana “Refah Partisi güçleniyor, siz çoğunluğu sağlarsanız ya da tek başınıza iktidara gelirseniz darbe olur mu?” diye sordular, ben de “Türkiye’de artık olmaz, Turgut Özal geldi geçti Türkiye’den, artık Türkiye dünya ile bütünleşmiş bir ülke. Türkiye’de darbe olmaz, askerler buna cesaret edemez” demiştim. Bunu dedikten bir sene sonra darbe oldu, 28 Şubat. “Yanıldığımı itiraf ediyorum” diye yazı yazdım. Esasen darbelerin gerçek nedeni askerlerin cesareti değil, sivillerin korkaklığıdır. Siviller milletin kendilerine emanet ettikleri yönetimi korumalı. Süngüyü gösterdiklerinde kaçıp gitmeleri için millet yetkiyi vermiyor. Her şeyini emanet ediyor. Bu defa, emanet sahipleri süngüyü görünce kaçıp gitmedi, kendileri direndi, onların yiğitçe direndiğini gören millet de arkalarında durdu. Milletin gücü, liderlerin de basireti ile bu girişim aşıldı.
MODERNLEŞME BÜROKRATLAR ELİYLE BAŞLADI
*Niye Türkiye her 10-15 yılda bir darbelerle karşılaşıyor? Bu zihni kodun kaynağı nedir? Bir sistem arızası mı zihniyet sorunu mu?
Türkiye, bürokratlarıyla eliyle yapılan yeniliklerle modernleşti. Nereden başladı modernleşme? Devletin merkezi idaresinin, bürokrasisinin Fransa model alınarak yenilenmesi, sonra da ordunun yine Avrupa savaş usulleri, teknikleri alınarak yenilenmesi. Bu yenilenme, bürokraside meydana gelen bir yenilenmedir, halkta bu kadar sistematik bir yenilenme, zihniyet değişikliği meydana gelmedi. Halk, tarihten aldığı kültürünü, inançlarını, değerlerini korurken, bürokrasisi ve onun içinde ordusu da tamamen değişti, modernleşti ve farklı bir dünya görüşüne geçti. İşte, bu bürokratlar eliyle kurulan Cumhuriyet hep bürokratlara emanet edildi. Halk riskli, tehlikeli görüldü çünkü değişmemişti. Belki devlet baskısıyla, özel eğitimlerle bir kadro değişiyor, farklı bir dünya görüşü içine çekilebiliyor ama milletin tamamını böyle değiştirmek mümkün değil. Milletin bir tarihi var, o tarihini yaşıyor. Seçim olup da bu değişmeyen tabakadan insanlar ülkeyi yönetmeye başladığında, diğerleri bundan hoşlanmıyor, “Ülkeyi biz modernleştirdik, Cumhuriyeti biz kurduk, inkılapları biz yaptık, bunlar gelip değiştiriyor. Ya bizim emrimizde hareket edersiniz ya da biz size bu yönetimi vermeyiz” diyorlar. Seçilmiş iktidarlar iş yapacaklarında, “Bunu yapsak asker ne der?”, “Bunu yapsak Anayasa Mahkemesi ne der?”, “Bunu yapsak Danıştay’dan döner mi?”, “Bunu yapsak asker muhtıra verir mi? Darbe yapar mı” diye bakıyor, sürekli kafa orada. Onlar da duruyor duruyor, bir ortam oluştuğunda, kendilerince haklı gerekçeler uydurup darbe yapıyor. Darbeden sonra kafalarına göre yeniden düzen veriyorlar, mesela 61’de yeni anayasa yapıyorlar, milleti de “Bizim istediklerimizi seçeceksiniz” diye korkutuyorlar, millet bir türlü onların istediklerini seçmiyor, yine başkalarını seçiyor, onlar da geliyor, yine askerlerin, bürokratların, yüksek yargıçların istemediği yönde gidiyor iş, bu sefer yine ikaz ediyorlar, durmuyorlar yine darbe yapıyorlar. Abdullah Gül’ün seçilmesine karşı çıkmalarına kadar aynı süreçler. AK Parti’nin kapatılmasına ilişkin dava da hukukla yapılan bir darbe girişimidir. Bütün bunların sebebi, milleti aşağı görmek, sandıktan çıkanlara saygı göstermemektir.
FİKRİ HÜR, İRFANI HÜR İNSANLAR YETİŞTİRECEKTİK…
*15 Temmuz’u siz nasıl yaşadınız?
Ben evdeydim, çocuklar ağlamaya başladı. “Bir dakika durun” dedim, hemen üstümde silahım var mı diye baktım. Sonra silahımı götürüp Emniyet’e teslim ettiğimi hatırladım, ruhsatlı silahım vardı, Emniyet’e götürüp müsadere ettirmiştim, beş senede bir ruhsatı yenilemekten yorulmuştum. Yani, olsaydı, silahımla çıkacaktım evden. Eşim evde yoktu, “Çocukları nasıl koruyacağım” diye düşündüm. “Çocukları benim gibi göz önünde olmayan bir arkadaşıma bırakırım” dedim, sonra hemen arkadaşlarla irtibata geçtik, Cumhurbaşkanı ne talimat verirse oraya gidecektik. “Meydanlara” deyince, çocukları bıraktım, meydanlara çıktık. O rütbeleri almış bu insanlar aklını nasıl satar? Fikri hür, vicdanı hür insanlar yetiştirecektik, fikri hür, vicdanı hür rütbelilere bakın… Vay vay…Allah bir daha göstermesin.
SIKIYÖNETİM KALDIRILIYOR
* Askerin rejim bekçisi olma klasiği bu düzenleme ile değişecek mi?
Daha önce TSK İç Hizmet Kanunu’nda yapılan değişiklikle, anayasanın bazı maddelerinde yapılan değişikliklerle bir kısım vesayet hükümleri kaldırılmıştı. Son olarak da askeri yargı kaldırılıyor. Sadece savaş halinde askeri mahkemeler kurulabilecek, onun dışında askeri mahkemeler de kurulamayacak. Bir de sıkıyönetimi kaldırdık, tam 26 sene evvel ben kitabımda, “Sıkıyönetim kalkmalı” diye ilk yazanım. Sıkıyönetim de anayasadan çıkarılıyor. Bunların hepsi, önemli ölçüde artık modern sanayi toplumu olarak, insanların, kurumların kendi işlerini yapmaya yönelmelerini gerektiriyor. Yasama organı yasama yapacak, yürütme organı yürütme yapacak, yargıçlar yargı görevini yapacak, askerler de vatan müdafaası yapacak. Bu ayırım daha net ve berrak hale gelecek inşallah.
KARARGÂH DEĞİL, CUNTA RAHATSIZ
*”Karargâh rahatsız” başlığı size ne düşündürdü?
Görünce çok üzüldüm. “Karargâh rahatsız” ne demek? Karargâhın komutanı Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları değil mi? Ama gazete onları kastetmiyor, cuntayı kastediyor. Genelkurmay Başkanı haftada bir defa Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile görüşüyor. Karargâhın rahatsız olduğunu, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları dile getirmiyor. Demek ki aslında karargâh rahatsız değil, “Cunta rahatsız” denilmek isteniyor. Türkiye’de milli iradeyi, milletin iradesini gazetelerin manşeti temsil etmez.
*Var mı hâlâ cunta?
Her zaman vardır. Ben Talat Aydemir’in hatıralarını okudum. Harp Okulu’na girdikleri gün cunta kurmaya başlarlarmış. Talat Aydemir, Harp Okulu’na girdikten bir süre sonra cuntacıların cuntalarını kurduklarını, gelip kendilerini cuntalarına girmeleri için ikna etmeye çalıştıklarını anlatıyor, ordu içinde birbirlerine karşı gruplaşmaların da cuntalara göre olduğunu aktarıyor. Ordu içinde muhalefet ve iktidar böyle oluşuyor. Sonra, en büyük cunta organize ediyor, onunla uzlaşanlar beraber olup darbe yapıyor. İşte bu FETÖ cuntası da böyle. Onunla uzlaşanlar var, tek başlarına değiller. Bu cuntanın emir komuta zinciri içinde olması gerekmiyor, aslında ordu siyasete el koymuyor. Ordunun siyasete el koymasının tipik örneği 12 Eylül. Bu öyle değil. Emir - komuta zinciri yok. 15 Temmuz bu bakımdan 12 Eylül’e benzemiyor ama 27 Mayıs’a benziyor. 27 Mayıs’ta sol eğilimli bir cunta var ve emir - komuta yok, burada da FETÖ’cü, ihanetçi bir cunta var ve emir - komuta yok, bu bakımdan benzeşiyor.
(Seda Şimşek, Yeni Birlik Gazetesi, www.gazetebirlik.com)