- Haberler
- İslamsız bir tasavvuf oluşturulmak isteniyor
İslamsız bir tasavvuf oluşturulmak isteniyor
Dün ilki yayınlanan söyleşimizde Sinan Yağmur'un Kayseri'nin kültür politikası ile ilgili bazı eleştirilerine yer vermiştik. Söyleşimizin ikinci kısmında ise Yağmur'un tasavvuf hakkında bazı uyarılarını dinledik. Tasavvuf ile ilgili dikkat çeken uyarılarda bulunan Yağmur, İslamsız bir tasavvufun oluşturulmaya çalışıldığını söyledi.
“Rüyayı gösteren de kalemle yazdıran da Allah”
Biraz da eserleriniz üzerine konuşalım istiyorum. Sizin tabirinizle her şey bir rüya ile başladı. Daha sonra yazdığınız eserlerinizde de benzer olaylar yaşandı mı?
İnsanlar rüyaları basit, gereksiz ve rüya üzerinden yapılan bu tür çalışmaları saçma görebilirler. Ama unuttukları bir şey var. Rüyaların içerisinde hikmetler ve himmetler vardır. Bunu rüyayı gören bilir. Hz. Peygamber Efendimize rüya yolu ile de vahiy gelmiştir. Birçok peygamber ve Allah dostu gördüğü rüya ile sırlar dünyasına açılmış, yolu aydınlanmış gitmiştir. Rüyalar, aslında bizim farkında olmadığımız işaretlerin yön levhasıdır. Rüyayı gösteren de kalemle yazdıran da Allah.
1984 yılında asla tasavvufa ilgisi olmayan, Mevlana’yı hiç duymamış, Konya’yı da Türkiye’de yüzölçümü olarak tanıyan ama yerini dahi bilmeyen genç bir imam hatip lisesi öğrencisiydim. Gördüğüm rüya ile Konya’nın kıvılcımı kalbime düştü. Konya’da yaşamaya karar verdim. Bu şehre gidişim Mevlana’yı tanımama ve Mevlana yoluna girmeme yol açtı. Ardından yıllarca yapılan araştırmalar bir kitap haline geldi.
Allah murat ederse, kişi mermer taşa geçirir dişini
“Rüyayı gösteren de kalemle yazdıran da Allah” dediniz. Bu ‘yazdıran’ kelimesi yanlış anlaşılabiliyor. ‘Yazdıran’dan sizin kast ettiğiniz ne?
Sahiplenme ve ben egosunu kırmak için bir tasavvuf söylemi bu. Şöyle anlatayım; sizin cebinizde paranız var. Karnınızı çok iyi bir şekilde doyurmaya niyetlisiniz ve buna gücünüz de var. Satın aldığınız malzemelerle kendinize ve dostlarınıza ziyafet vereceğinizi söylediniz. Bütün her şeyi yapıp, hazırladınız. Sofra kuracakken telefonunuz çaldı. Babanız kalp krizi geçirdi ve hastaneye kaldırıldı. Siz de hastaneye gittiniz. O yemeği yiyebildiniz mi? Allah dilemediği sürece o yemeği yiyemezsiniz. Bizim kastımız budur. Allah; ‘Ben dilemediğim sürece, siz dilemeyi de beceremezsiniz’ diyor.
“Allah murat etmezse kişinin işini muhallebi yerken kırar dişini, Allah murat ederse kişinin işini mermer taşa geçirir dişini...”
Kibrin olduğu yerde sizi şeytan bekler
Bu röportajı okuyan bütün kardeşlerime özellikle söylüyorum; Allah’a iman etmenin birinci yolu Er-Rezzak’tan geçer. Onun Er-Rezzak olduğunu bilmeyip geçim sıkıntısı veya korkusu çeken ve ne yapacağız diyenin imanı yoktur. İman Rezzak’tan geçer. Dağdaki böceğin, yerin altındaki solucanın rızkını düşünen Allah, benim rızkımı ayarlamaz mı?
Bir de ‘Yürü ya kulum’… Cenab-ı Allah, hepimize yürü ya kulum diyor. Miskin miskin yatıyorsan, koşanın rızkını niye kıskanıyorsun. Sen de koş! Koşmadığın gibi, koşana da çelme takıyorsan, şeytanla kol kolasındır. Şeytanın amacı Adem’e ve Ademoğullarına çelme takmaktır. Bugün şeytanlaşmış insanların amacı kim öndeyse bir bahane bulma… Bu hasedin şirke doğru gittiği bir bataklıktır. Tasavvufta da şöyle bir söz vardır; hasetle başlayan kibre gider. Kibrin olduğu yerde sizi şeytan bekler.
İslamsız bir tasavvuf oluşturmak istiyorlar
Son zamanlarda Batı’nın İslam’ı Hz. Mevlana üzerinden tanıdığını görüyoruz. Bunu bir tehlike olarak görenler var. Siz bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bunun bir içteki, bir de dıştaki yansıması var. Dıştaki yansımasından başlayalım; siz birlik, huzur, dirlik ve secde kardeşliği içerisinde yaşayan bir toplumu mahvetmek, parçalamak isterseniz saldıracağınız ilk cephe o insanları bir arada tutan değerlerdir. Bugün bizim toplumumuzda tasavvuf ve tasavvuf erenleri bizi bir arada tutan bir değerdir. Bunlardan dünyada en çok bilineni Mevlana olduğu için oradan başlıyorlar. Onu Kur’an dışı bir insan haline getiriyorlar. İnsanları böyle tanıtmaya çalışırsanız tasavvufu da insanları Kur’an’ın özüne çağıran bir edep yolu değil de popüler bir kültür gibi gösterirseniz, sapla samanı karıştırırsanız, vatandaşın gözüne de çer çöp batar. Bundan 100 yıl önce Avrupalılar, Vatikan, Amerikan Kilisesi ve Tel Aviv Üniversitesi bir araya geldiler ve böyle bir proje çıkarttılar. Bugün dünyadaki projeler anlık projeler değil ki… 50-100 yıl önce yapılmış projelerdir. Mevlana’dan sonra sıra bir başkasına gelecek. İnsanların güveneceği kaleleri yıkarsanız, savrulursunuz.
İçerideki sıkıntı ne; tasavvufu sosyetik bir öğretiye dönüştürelim. Yani içi boşaltılmış, ibadetsiz, İslamsız bir tasavvuf. Namaz yok, oruç, yok. Kalbim temiz ya ibadet etmesem de olur! Herksin kalbi temiz! Kimin kalbi pis ki? Bir tek senin mi kalbin temiz! Laf mı bu?
Tasavvuf bir Kızılırmak’tır. Denizin kendisi değildir.
Tasavvuf, yoga gibi bir şeye mi dönüşüyor?
Evet, öyle bir dönüşüm var. Daha büyük bir tehlike: ruhsal danışmanlık. Sonra 2 bin Eurolara kalp gözü açma seansları… Bunları yapanları halkımız iyi biliyor. Bugün üfürükçülüğe ve muskacılığa karşı çıkanlar, niye İstanbul’un merkezinde gönül gözü açma seanslarına karşı çıkmıyorlar. Buralara doktorlar, mühendisler, bilim adamları yani eğitimli insanlar gidiyor.
İçinde Kur’an ve Resulullah olmayan hiçbir şey tasavvuf değildir. Tasavvuf vahiyden beslenir. Vahiy denizdir, okyanustur. Tasavvuf bu denize akan bir nehirdir. Kızılırmak bir deniz değildir. Denizden beslenir. Tasavvuf bir Kızılırmak’tır. Denizin kendisi değildir. Denizin kendisi Kur’an’dır. Öyle bir tasavvuf olduğu için Anadolu ve Balkanlar Müslümanlaştı. Gönüller fethedilerek gidildi. Cihat, kılıç ve silah ile yapılan değildir. Haksızlığa karşı ortadaki kötülüğe karşı ‘emri bil maruf nehy-i anil münker’i yapabilmek için gönül fethi ile yapılan gönül hareketidir. Önce yürekler fethedilir.
Hz. Ömer döneminde bir İslam komutanı Hz. Ömer’e bir mektup yazar; Efendim falan yeri fethettik. Mısır’a doğru gidiyoruz. Mısır’ı da fethedebilir miyiz? Hz. Ömer, hemen cevap yazar; ‘Mısır’ın gönlünü fethetmeden Mısır’a girerseniz, Mısır’ı fethedersiniz ama Müslümanlaştıramazsınız. Sakın ha! Önce gönülleri fethedin.’
“Müslüman’a güvenilmediği yerde Kıyamet kopmuştur”
Hz. Resulullah’a kıyametin ne zaman kopacağı sorulur. Resulullah’ın kıyamet ile ilgili söylediği şudur; ‘Müslüman’a güvenilmediği yerde kıyamet zaten kopmuştur.’ Müslüman odur ki, elinden gelene dilinden gelene, kalbinden gelene güvenebileceğindir. Şimdi elimiz kirli, kalbimiz kirli, dilimiz kirli… Müslüman beddua ediyor, haset ediyor. Onun için gönlü de İslam olan Yusuf İslam diyor ki; ‘Kur’an’ı okumazdan önce ben Müslümanları görseydim. Müslüman olmazdım.’
Müslümanlar, yürüyen, konuşan Kur’an olmadığı sürece işimiz zor. Kur’an-ı Kerim bir hikaye kitabı değildir. Kur’an-ı Kerim; aşkın imanı, imanın aşkı olan bir kitaptır. Taptuk Emre’nin, Yunus Emre’ye söylediği bir sözle söyleşimizi sonlandıralım; ‘Ey Aşık; aşkı aşk et, namazı aşk et, Kur’an-ı aşk ile hatmet. Aşk (Allah sevdası) yoksa, Resulullah hasreti yoksa kıldığın namazda senin, okuduğun Kur-an’da senin, tuttuğun oruçta senin! Allah’ın değil.’
Yine geldik sözün özüne. Her şey Allah’ın. Yediren, içtiren, konuşturan O. Mevlam ne eylerse güzel eyler. Görelim neyler. Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi bu sözü söylerken neyi kastetti? Müslüman’ın derdi, nerde hangi ihaleyi kazanacağım değil, hangi imanı nerede kurtaracağım olmalı. İhale, imanın önüne geçmişse, konuşmaya gerek yok.