- Haberler
- 'İNTERNET DİN ALGISINI POPÜLERLEŞTİRDİ'
'İNTERNET DİN ALGISINI POPÜLERLEŞTİRDİ'
Erciyes Üniversitesi (ERÜ) İletişim Fakültesi öğretim elemanı Dr. Metin Eken, yine İletişim Fakültesi bünyesinde kurulan Medya ve Din Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezinin bünyesinde bazı bilimsel çalışmalar yapıyor. Eken'in söyleşiye konu olmasını sağlayan doktora tezi ve 2018'de yayınladığı iki makale çalışması, genç Müslümanların online pratikleri üzerine odaklanıyor. Her üç çalışmadan da, söz konusu alan üzerine enteresan ve bir o kadar da ilgili kurum ve yetkilileri göreve çağıran sonuçlar ortaya çıkıyor. Metin Eken ile yaptığımız söyleşide, ilgili çalışmalar üzerinden genç Müslümanların online pratikleri ve bunların sonuçların değerlendirdik. Keyifli okumalar…
“İNTERNET AZ GÜVENİLSE DE EN SIK BAŞVURULAN KAYNAK”
Öncelikle internet dinî bilgi edinmek için tercih edilen bir araç olarak karşımıza çıkıyor mu?
Dinî bilgileri edinme ihtiyacı en temel ihtiyaçlarımızdan birisi. Bunun için ailemiz, arkadaşlarımız, akrabalarımız kitaplar gibi sıklıkla başvurduğumuz geleneksel kaynakların yanı sıra, son yıllarda bilgiye erişime dair teknolojik imkanların gelişmesi, internetin sunduğu imkanlarla birlikte bilgiye erişim maliyetlerinin azalması yani tam anlamıyla bir enformasyon çağına girmemiz nedeniyle internet çok etkili bir bilgi edinme aracı haline geldi. Örneğin bir araştırma şirketinin dinî bilgi edinme sürecinde kullanılan kaynaklarla ilgili bir araştırmasında, katılımcıların yüzde 45’inin interneti dinî bilgi edinme amacıyla kullandığı belirtilmiştir. Bunu takip eden kaynak ise yüzde 30 ile kitaplar olmuştur. Araştırmadan görüldüğü üzere internet dinî bilgi edinmede diğer kaynakların önüne geçmiş ve en sık başvurulan dinî bilgi edinme kaynağı haline gelmiştir.
Güvenilirlik bakımından yaklaşıldığında ne ile karşılaşıyoruz?
İnsanların genelde internet kaynaklarına daha sık başvurmalarının nedeni zaman ve mekân sınırlarını aşarak daha kolay biçimde enformasyona ulaşmaları. İnternetin daha kolay yoldan bilgi edinmeyi sağladığı için her ne kadar çok güvenilmese de en sık başvurulan kaynak olduğunu görüyoruz. Yaptığımız araştırmalar da, insanların geleneksel kaynaklara daha çok güvendiğini ama kolaylığı nedeniyle internet kaynaklarına daha sık başvurduğunu gösteriyor.
“İNTERNET GELENEKSEL DİNÎ OTORİTELERİN GÜCÜNÜ AŞINDIRDI”
Türkiye’de sizin tespit ettiğiniz kaç dinî içerikli internet sitesi var, bunların sınıflandırmasına dair ne şekilde bir tablo ile karşılaştınız?
Araştırma hazırlığı yaptığımız süreçte, Amerika merkezli web istatistikleri yayınlayan bir veri şirketinin bazı sonuçlarından faydalandık ve 2017 sonlarında yaptığımız araştırmaya göre Türkiye’de yaklaşık 573 adet dinî ve manevi enformasyon sunan internet sitesi olduğu saptandı. Bunların 82’si dinî bilgi kaynakları kategorisinde, 12’si ise fıkıh kategorisinde idi. Dinî bilgi edinme sürecinde ilk yapılan şey arama motorlarını kullanmaktır. Dolayısıyla arama motorlarını kullanmak ne kadar işlevsel görünse de, dinî bilgi edinme sürecinde pek çok sorunu da beraberinde getiriyor. Çünkü arama motorları, ya çok reklam alan ya da çok tıklanan internet sitelerini ilk sıralara yerleştiriyor. Dolayısıyla kaynakların güvenilirliği gibi konular çok da göz önünde bulundurulmuyor. Bu durum dinî otoriteler için de ilginç bir durum. Çünkü pek çok otorite kendi otoritesini sağlamlaştırmak için interneti araçsallaştırıyor yani internet ortamında yer alıyor. Aynı zamanda internet geleneksel dinî otoriteleri de aşındırıyor. Çünkü geleneksel bilgi kaynaklarının dışındaki pek çok kaynağın bir arada olduğu bir havuzdan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu havuzun içerisinde gerçekten doğru ve güvenilir kaynaklara erişmek bir sorun haline geliyor ve aynı zamanda otoriteler de kendi mesajlarını iletmek noktasında sorun yaşıyorlar. Sosyal medyada ise otoriterlerle ilgili başka bir durumla karşılaşıyoruz; o da mikro otoriteler. Doktora tezim kapsamında, konuyla bağlantılı olarak, dinî içerikli bir sosyal medya hesabını yöneten bir içerik editörüyle görüşme gerçekleştirdik. Bu editör bize, kendisine her türden dinî soru yöneltildiğini ve kendisinin de bu soruları yanıtladığını söyledi. Bu, şunu ortaya çıkarıyor; demek ki sosyal medyada belli bir takipçi sayısına ulaşan içerik editörleri kullanıcılar tarafından artık bir otorite olarak görülmeye başlanıyor.
Yeni dinî otoritelerin türemesi nasıl bir sonucu ortaya çıkarıyor?
Örneğin bir sosyal medya hesabı içerik editörüyle yaptığımız görüşmede, editörün kendisine yöneltilen dinî sorulara yanıt verebilecek bir dinî müktesabata sahip olmadığı ortaya çıktı. Yani aslında herhangi bir dinî birikimi olmayan, tek niteliği ve yeteneği bir sosyal medya hesabını popüler hale getirmek olan bir içerik editörü, özellikle gençler tarafından bir otorite olarak kabul edilmeye başlandı. Bu, çok ciddi bir problem. Çünkü bu kişilerin yetkinlik problemi var, bu kişiler gençlerin din algısını şekillendirme potansiyeline sahip. Bu, günümüzde terör gruplarının insan kazanma yöntemi olarak da karşımıza çıkıyor. Bu durum karşısında geleneksel otoriteler de çaresiz durumda kalıyorlar. Çünkü, otoriteleri aşınmış halde, insanlar artık bu otoritelere başvurmaktan ziyade, daha popüler, daha etkileyici olan ve kendilerine göre fenomen olarak takip ettikleri insanların görüşlerini takip etme yoluna gidiyorlar.
Sonuç olarak gençlerin din algısı nasıl şekilleniyor?
Bir kere medya ya da, sosyal medya da teknik birer araçtır. Ama aynı zamanda içinde doğduğu kültürü yansıtma potansiyeline sahiptir. Dolayısıyla medyayı salt teknik bir araç olarak görmek onu ciddi anlamda eksik ve yanlış okumak anlamına gelir. Bu bakımdan biz, özellikle sosyal medyanın dinî amaçlarla araçsallaştırılma pratiklerine baktığımızda çok önemli bir şeyle karşılaşıyoruz ki; her ne kadar farklı görünümlere sahip olsa da, sosyal medyada gerçekleştirilen faaliyetlerin içeriğinin, popüler kültür tarafından şekillendirildiğini görüyoruz. Örneğin, kendisini Müslüman olarak tanımlayan ve sosyal medya mecralarını İslami amaçlarla araçsallaştırdığını söyleyen pek çok kişinin içeriğine baktığımız zaman orada ifşa kültürünü, teşhiri, alenileştirmeyi ve dolayısıyla aslında İslam ile özdeşleşmeyen pek çok unsuru görüyoruz. Bu, doğal bir sonuç aslında. Çünkü araç bir anlamda kendisini dayatan, kendi gerçekliğini ortaya koyan bir şeydir. Bu da aslında sekülerlikle ilişkili bir unsur olarak karşımıza çıkıyor.
ŞEKİL MÜSLÜMAN, İÇERİK POPÜLER
Bir şekil ve içerik karşıtlığı yani…
Sosyal medya veya günümüz medya ortamları her türlü şekle açıktır. Yani, orada siz bir Müslüman olarak da var olabilirsiniz, başka türden kimliklerle de var olabilirsiniz. Dolayısıyla o sizin görünümünüzü de belirleyen bir unsur olur. Ama içeriğe baktığımız zaman orada sosyal medya kültürüne dair unsurlar ortaya çıkar. Aksi takdirde beğenilmezsiniz, takdir edilmezsiniz. Yani sosyal medyada var olma koşullarınız ortadan kalkar. Dolayısıyla, orada bir Müslüman olarak var olmak, her zaman Müslümanca içerikler ortaya koymak veya üretilen içeriklerin İslami olacağı anlamına gelmez. Bu da bizi bir şekil ve içerik tartışmasına yönlendirir.
“Araç mesajdır.” yani.
Evet, McLuhan’ın önemli sözlerinden birisidir, aracın mesaj olması. Bunu özellikle sosyal medyada çok net biçimde görüyoruz. Araç doğrudan kendi mesajını, özellikle kültürel formda veriyor ve bu ciddi anlamda içeriği belirleme gücüne sahip.
“VAAZ KÜLTÜRÜ İNTERNETE KAYDI”
Bu şekilde ortaya çıkan sosyal medya kullanımında yeni bir takım kavramlar da karşımıza çıkıyor mu?
Kendisini Müslüman olarak tanımlayan gençlerin internete yönelmeleriyle İslam ve Müslümanlığa dair yeni bazı kelimelerin üretildiğini elbette görüyoruz. Örneğin, ‘hicabilicious’; ‘hicab’ örtü anlamına, ‘delicious’ da İngilizce’de lezzetli anlamına geliyor. Modern örtünme biçimlerini anlatan bi bir anlam olarak ortaya çıkıyor. Yine ‘hicab’ ve İngilizce’de girişimci anlamına ‘entrepreneur’ kelimesinin bir araya gelmesiyle oluşturulan ve başörtülü girişimcileri ifade eden ‘hicapreneur’ kelimesi var. ‘Müslüman moda ikonu’ ya da ‘İslamî moda ikonu’ kavramlarıyla karşılaşıyoruz. Burada da moda ikonlarının ürettiği içeriklerin aynılarını görüyoruz. Sonra ‘dar’ül internet’ diye bir kavram var ki; internet bir mekân olarak tanımlanıyor. Yine ‘burka’ ve ‘bikini’nin bir araya getirilerek oluşturulduğu ‘burkini’ var. Bir diğer önemli kavram da ‘sosyal medya vaizliği’ Medyanın sunduğu; aynı anda zaman ve mekan sınırlarını aşarak çok geniş kitlelere ulaşabilme gibi imkanlar her kesimde olduğu gibi vaizlerin de ilgisini çekti. Bunun tarihini Amerika’da görürüz. Evangelikler televizyonu, dinî vaazlarını gerçekleştirmek amacıyla çok erken bir dönemde araçsallaştırarak kullanmaya başladılar. Sonrasında internet çıktığında bu durum devam etti. Bununla ilgili olarak, yaygın kullanılan bir kavram görüyoruz mesela; televangelizm. Yani evangelizmin televizyon aracılığıyla gerçekleştirildiği bir durum var ve bu durumu tanımlamak için akademide bir kavram üretilmiş. Bu da, televangelizm.
Yani sosyal medya işin içine dahil olunca da ‘sosyal medya vaizleri’ kavramı ortaya çıkıyor.
Evet, sosyal medya işin içine dahil olunca da, biz vaaz kültürünün internet ortamına kaydığını görüyoruz. Ama burada bazı değişiklikler gündeme gelmeye başladı; medyanın talepleri içerikleri belirlemeye başladı. Dolayısıyla sosyal medya vaizleri sundukları içerikleri etkili ve kısa videolar şeklinde vermeye başladı. Dolayısıyla bu, aslında doğrudan sosyal medya kültürüyle ilgili bir şey. Yani, anlık, hemen unutulan ve sonrasında başka bir noktaya geçilen, kişiyi o ana hapseden; dolayısıyla hem geçmiş hem de gelecekle bağı zayıf, tamamen postmodern kültürle uyumlu bir mantaliteye sahip aslında. Bu nedenle orada derinlikli, kapsamlı bir vaaz kültürü görmüyoruz. İnsanları ikna ederek yönlendirmeye dönük bir tarzdan ziyade, kısa ve etkileyici içeriklerle onları anlık etkilemeye yönelik bir tarz görüyoruz. Vaizler de bir anlamda popstarlar gibi etkinlik göstermeye başlıyorlar. Hatta, gittiği ülkelerde bir popstar gibi karşılanan vaizlerle karşı karşıya kalıyoruz.
Bunlar gerçekte vaiz mi, yoksa çoğunlukla sosyal medyayı iyi kullanma becerisine sahip, dinî müktesabatı olmayan kişiler mi?
Aslında bunların içerisinde gündelik hayatında da dinî konuları anlatan, herhangi bir dinî kurumda vaaz veren kişiler de var. Ama aynı zamanda, sosyal medyanın doğal yapısıyla bağlantılı olarak, bu konuda kendini söz söyleme yeterliliğine sahip görenlerin de olduğu bir ortamdan söz ediyoruz. Dolayısıyla sosyal medyada sadece herhangi bir dinî konuda belli bir eğitimden geçmiş bireyler yok, aynı zamanda kendisini bu alanda yeterli gören kişiler de var.
Dolayısıyla sosyal medya vaizleri de o din algısını şekillendiren unsurlardan birisi.
Temel olarak anlık etkiye dayanan unsurlar bunlar. Ama biz bunların davranış değişikliğine çok yansımayan unsurlar olduğunu biliyoruz. Çünkü sosyal medyada sürekli bir akış kültürü vardır ve bu akış kültürü içerisinden insanlar bir yerden bir yere yuvarlanıyor gibi bir görünüm arz ediyor. Bu akış kültürünün hayatımıza nasıl bir anlam kattığına baktığımızda ise sadece zaman geçirdiğimizin farkına varıyoruz. Dolayısıyla bizi ana hapseden bu içerikler çok etkileyici olmuyor, tam tersine bizi kendi gerçekliğimizden uzaklaşmamızı sağlayan, pasifleştiren bir kurgu olarak ortaya çıkıyor.
O zaman, sosyal medyada ya da internet mecralarında dinî içerikleri takip eden çocukların ebeveynleri aslında o kadar da rahat olmamalı diyebilir miyiz?
Gençlerin sosyal medyada karşılaştıkları problemler o kadar fazla ki; akran zorbalıkları, siber zorbalık, cinsel taciz… Bu anlamda gençler bu problemlerle karşılaştıklarında karşılarında bir muhatap bulamıyorlar. Çünkü ebeveynler konu hakkına bilgi sahibi değiller. Bu nedenle sosyal medya mecralarının yaygınlaşmasından sonra, ebeveynlik de üzerinde durup düşünülmesi gereken ve belli bir okuryazarlık becerisi gerektiren bir konu haline geldi.
Otoriteler kısmına geri dönecek olursak, Diyanet İşleri Başkanlığının da sosyal mecraları var. Güvenilirlik açısından yaklaşıldığında, Diyanet ve bağlı kurumların sosyal mecraları için nasıl bir tablo ile karşılaşıyoruz?
Görüşme yaptığımız kişilerin büyük çoğunluğu Diyanet’e bağlı resmi kurum ve kuruluşlara sıklıkla başvurduklarını ve Diyanet’i güvenilir bir kurum olarak gördüklerini söylüyorlar. Ancak internette iş biraz tersine seyrediyor. Gençler her ne kadar Diyanet kaynaklarına güvense de sıklıkla başvurmuyorlar. Çünkü Diyanet, bu kadar geniş kaynak ağı içerisinde, arama motorlarıyla yapılan aramalarda ilk sıralarda karşımıza çıkmıyor. Bu da aslında Diyanet’e online mecralardaki planlama açısından bazı sorumluluklar düştüğünü gösteriyor.
Okurlar internette ulaştıkları dinî bilgilerin doğruluğunu test etmek için nelere dikkat etmeli?
Bunlardan ilki ‘kaynak’ problemi. Bilginin kaynağı kim, verilen içerik kim tarafından oluşturulmuş sorusunu sorduğumuzda, bu bilgilerin hangi amaçla verildiğini de görebiliriz. Bir diğer kriter ‘yayıncı’ kriteri. Başvurduğumuz internet kaynağının bir künyesi var mı, resmi bir kurum tarafından mı kurulmuş yoksa bireysel mi, sorularını sormak gerekiyor burada da. Bir diğer kriter de; internet sitelerindeki ‘içeriklerin referansları’dır. Referanslar hangi kriterlerle oluşturulmuş, referans sistemi kullanılmış mıdır, bu soruları sormak gerekir. Diğer bir kriter de, ‘site formatı ve içeriğin uyumlu olması’ kriteri. Örneğin bazen site formatı forum iken içeriğin dinî içerik olduğunu görüyoruz.
“MEDYA OKURYAZARLIĞI ŞART!”
Bu alanda uzman biri olarak, sosyal medyanın dinî bilgiye erişmek için doğru bir mecra olup olmadığına dair neler söylersiniz sonuç olarak?
Sosyal medya kullanımına dair pratiklere baktığımızda ya reddedici ya da tamamen kabullenici uygulamalar göze çarpıyor. Ancak her iki tavrı da aşan, sosyal medya araçlarının teknik nitelikleriyle birlikte içinde işlediği kültürü de hesaba katan bir medya okuryazarlığı becerisi bu noktada önemli görünüyor.
Söyleşi: Selma Kara