• Haberler
  • 'İBADET ATMOSFERİ YOK EDİLİYOR'

'İBADET ATMOSFERİ YOK EDİLİYOR'

Cidde'de yaşayan gazetemiz yazarı Esra Yıldırım, Mekke'ye umre niyetiyle gelen Bitlisli Molla Sadreddin Yüksel'in oğlu Müfid Yüksel ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşinin konusu modernizmin kutsal topraklara olan etkisi olurken Yüksel, bu etkilerin ibadet atmosferini yok ettiğini söylüyor.

Umre niyetiyle kutsal topraklarda bulunan Müfid Yüksel’i tanıtarak başlayalım. Kendisi Bitlisli âlim Molla Sadreddin Yüksel’in oğlu. Hafızalarımıza Şehid Metin olarak kazınan Metin Yüksel’in kardeşi.  İstanbul’da yaşıyor. Evli,ODTÜ Sosyoloji mezunu.

Kendisini Mekke-i Mükerreme’de kaldığı otelin lobisinde ziyaret ettiğimizde nazik eşiyle de tanışıp, hep beraber son derece samimi bir ortamda buluyoruz kendimizi:

ESRA YILDIRIM: Hocam, hoş geldiniz, Safalar getirdiniz…

MÜFİD YÜKSEL: Hoş bulduk.

ESRA YILDIRIM: Harem genişletme çalışmaları olması gereken midir Hocam? Olması gerekense bu genişletme çalışması olması gereken gibi yapılıyor mu?

MÜFİD YÜKSEL: Haremin genişletilmesi, evet.  Harem sınırları belirlenmiştir. Beş yüz elli bin metrekare. Şer’i olarak bu sınıra kadar genişleyebilir. Fakat genişlemenin nasıl yapılacağı sorunu ortada. Tarihte gerek Mekke-i Mükerreme’de gerekse Medine-i Münevvere’de yani Haremeyn-i  Şerîfeyn”de genişletme çalışmaları olmuştur. Bu gayet normaldir de. Ama eskiden tarihden gelen bir gelenek, bir tabiilik ve fıtrîlik sözkonusuydu hayatta.  Hayattaki bu tabiilik ve fıtrîlik çerçevesinde insanlar o malzemeyle, o mimariyle o tarz ve gelenekte gerçekleştirebiliyordu  genişletmeyi. Bu tabii ve fıtrî oluyordu. Son iki yüz yıldır  modernizmin getirdiği hayat tarzı, zihniyeti, mimarîsinden tutun da hayatın her alanında fıtrata aykırı, fıtrata meydan okuyan bir seyirde olmaya başladı. Dolayısıyla bunu birbirinden kesinlikle ayırmamız lâzım... Vahyin, İslâm’ın getirdiği hayat tarzının, peygamberin sünnetinin kendi çerçevesinde bir ahengi ve oluşturduğu bir geleneği var. Geçmişte genişletmeler de bu ahenge uygun, tamirler de bu ahenge, geleneğe, ruha uygun yapılıyordu. Bunlar hiçbir zaman rahatsızlık vermiyordu. Sonra bu genişletme çalışmaları, Hz. Peygamberin, sahabelerin, İslâm tarihinin izlerini asla silmiyordu. Hatıraları, tedâileri yok etmiyordu. O hatıralar canlı tutuluyordu. Bir de ruh ve ruhaniyet vardı. Şimdi modernliğin getirdiği hayat tarzında sekülerizm var. Sekülerizm dediğimiz şey manevî, kutsal, mukaddes olan şeylere ters/zıt bir yapı öngörüyor ve dayatıyor. Dolayısıyla bunun tezahürü de o şekilde olur. Haremeyn-i Şerîfeyn’e bakıldığı zaman misâl; saat kuleleri. İslâm tarihinde, saat kuleleri Osmanlının son dönemlerinde batılılaşma ve modernleşmenin bir tezahürü olarak gelişmeye başladı. Saat kulesi kutsala, ibadet vakitlerine dayanmayan, modern çalışma saatlerini esas alan modern zaman dilimi demektir. Modern zaman dilimini, ibâdet vakitleri belirlemiyor. Günlük çalışma hayatı belirliyor. Sabah sekiz akşam beş gibi. Dünyevîlik/sekülerlik belirliyor. Siz bunu getirip minarelerin yanına, adeta tepesine koyuyorsunuz. Osmanlının son döneminde minarelerin yanına saat kuleleri dikildi. Sabah namazından yatsı namazına kadar namaz vakitlerinin belirlediği ibadet eksenli zaman anlayışı yerine modern hayat tarzının merkeze sunulduğu bir zaman anlayışını temel alan hayat tarzına doğru dönüşmektir bu. İşte siz bunu getiriyorsunuz ibâdetin merkezinin yani Mescid-i Harâm’ın Kâbe’nin tepesine saat kulesi/tower koyuyorsunuz, yerleştiriyorsunuz. Bu simgesel olarak Ka’be’ye, ibadet zamanının, ezanın belirlediği zaman anlayışına bir meydan okumadır. Zamanı belirlemede/tesbittte minare ve ezan yerine saat kulelerinin ve modern zaman simgelerinin ikâme edilmesi sözkonusu.  Bunu iyi kavrayabilmek lâzım. Burada neyin değiştiğini neyin değişmediğini.Çünkü tarihteki gibi işleyen bir medeniyetimiz maalesef yok artık. Medeniyetimizi yitirmişiz. Medeniyetimizdeki o süreklilik ve gelenek devam etmiyor. Bu devam etmiş olsaydı böyle bir sorun olmazdı. Medeniyetimizin belirleyici olduğu zamanlarda değişimler, gelişimler hiçbir zaman bize ait olan o esası ortadan kaldırıcı bir mahiyet arzetmezdi. Betonlaşmanın fıtrata ters olması, artı tabii çevreye zarar veren, tabii çevreyi tüketip dönüştüren bir yanı var. Yani Allâh’ın insanlara bir nîmet olarak bahşettiği tabii çevreyi, o ekolojiyi bozuyor. Bu nokta-i nazardan dahi bakıldığında korkunç bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu farkediyoruz. Dün eski Handeme mevkiîne gidip baktım. Burası eski bir boğaz, dar bir vadi, Mekke’ye giriş vadisi idi. Mekke’nin fethinde Hâlid bin Velid  (r.a) Mekke’ye askerleriyle oradan giriyor. Mekke fethindeki tek çarpışma da orada oluyor. Şimdi Handeme,  otellerle ve gökdelenvari yüksek binalarla neredeyse ortadan kaldırılmış. Handemede’ki eski binaların olduğu yerlerde ise daha yoğun bir ruhaniyet hali hissediliyor. Medine’ye gittiğiniz zaman da bir Hz.Ebû Bekir (r.a)  Camii’nde, bir Ğamâme Mescidi’nde o eskiyi hatırlıyorsunuz, güçlü bir ruhaniyet hissediyorsunuz. Ama Mescid-i Nebevî’ye ilâve edilen yeni/modern beton bölümlerde o manevi havayı maalesef hissedemiyorsunuz. Osmanlı eserleri o fıtrîliğ/ruhu, geleneği koruduğu, o tarihi, mimariyi muhafaza ettiği için fıtrata ters gelmiyor. Bunlar önemli şeyler.  Çünkü o silsileden geliyor. Vahyin ve sünnet-i seniyyenin belirlediği tabiliği/fıtrîliği, ruhaniyeti koruyor. Modern hayat tarzı ise bu tarihi esastan/kökten yok ediyor. Kudsiyeti ortadan kaldırdığı için bir kudsi hava hissetmiyorsunuz. Sadece buna bakmak bile yeter. Eskiden Harem-i Şerif’de gönüllü hademeler, kendini Harem’e adamış kimseler vardı. Bırakın Haremeyn-i Şerifeyn’i,  İstanbul’da bile, camiilerde kendini mâbede adamış ‘gönüllüler’ vardı. Şimdi bakıyorsunuz ‘görevli temizlik işçisi’. Hiç bir kudsiyet yok. Yine Medine’de aslen Batmanlı/Becirmanlı Seyyid bir mücavir var. Medîne-i Münevvere’de yaşayan son mücâvir.  O da gönüllü hademe. O mücavirle temizlik işçilerini karşılaştırıyorsunuz. Oradan bile bu iki kimse arasındaki farkı, gelenek ve modern, hissedebiliyorsunuz. Ben hatırlıyorum eskiden Fatih Camii’nde kendini camiiye adamış, altı yedi tane hademe vardı. Eskiden bu büyük camilerdeki gönüllü hademe sayısı yüz, iki yüzü buluyordu. Azala azala şimdi kalmadı. Şimdi ise temizlik şirketlerinden gelen hizmetçiler temizliyor camileri; o kudsiyet, o manevî hava tükenmiş. Bir de hürmet yok artık. Eskiden kutsal olana hürmet vardı. Hz. Peygamberin emanetlerinin içinde onun Ravza-i Mutahhara’sının temizliğinde kullanılan süngerler, temizlik malzemeleri vardı ve onlar da mukaddes emanetlere dahil ediliyordu. Haremeyn-i Şerifeyn’de Şimdi her şey, Zemzem-i Şerîf  kapları dahil, çöpe atılıyor. Zemzem içiyoruz bardağı çöpe atıyoruz. Eskiden İstanbul’a hurma geldiğinde hurma yenir, çekirdeği çöpe atılmaktan imtina edilirdi. “Mukaddes topraklardan, mukaddes Medine’den geldi” denirdi. Şimdi Haremeyn de dahi her şeyi tüketip çöpe atıyoruz. Neden? Modern hayat tarzı hürmeti ve kudsiyeti ortadan kaldırdığı için.

Şimdi bakıyoruz Mekke şehrine. Eğer sağda solda Arapça yazılar olmasa burasını Dallas’ın gökdelenlerle çevrili bir mahallesi, Detroid  ya da Amerika’nın  Arizona’sı  zannedeceksiniz. Yani tanıyamayacaksınız. Burası Mekke mi başka bir şehir mi? O kudsî havayı arıyorsunuz. Meselâ Şam’da Ben-i  Ümeyye  Camii’ne gittiğiniz zaman mukaddes emanetlerle dolu, hatıralarla dolu o yerde ruhani bir hava görüyorsunuz. Burada o hava yok. Burada yani Mekke’de de Medine’de de eski evlerin bulunduğu bir kaç mahal var; orada bu mukaddes havayı hissediyorsunuz. Mescid-i Nebevî’nin dibine, altına otopark yapıldı. Ya da Arafat’a, Ci’râne’ye gittiğiniz zaman kendinizi bir benzin istasyonu gibi bir yerde buluyorsunuz. Bu mukaddes mekân asfalt yolların bulunduğu bir yere dönüşmüş... Mesela Ebû Kubeys tepesinin üzerine saray yapılmış, geri kalan yerlerinin de traşlanması, düzlenmesi sözkonusu... Oysa ki Sâfâ Tepesi neyse Ebû Kubeys odur, çünkü onun devamıdır. Allah Resulünün (S.A.V) mukaddes dediği dağdır. “Mukaddes tepe mi olurmuş” diyorlar? Allâhû Teâlâ (C.C) Tâhâ suresi 12. Ayette “Ayakkabılarını çıkart, sen mukaddes Tuvadasın” derken bir dağa mukaddes diyorsa Ebû Kubeys neden mukaddes olmasın? Hâcer’ül Esved’i zamanında içinde barındırmış olan tepe neden mukaddes olmasın? Mekke-i Mükerreme, tümü Harem-i Şerîf’in sahası içinde olarak zaten mukaddes değil mi. Üstelik Tîn suresine göre “Beledu’l-Emîn”.

Şimdi esefle görüyoruz ki Mekke’nin topografyası değiştiriliyor. Bin beş yüz küsür tepenin çoğunluğu düzlenmiş durumda. Bir zamanlar İstanbul’un Avrupa yakasında yaşayanlar, Anadolu/Asya yakasında yaşayanlara,  Hicaz Asya kıtasında olduğu için hürmet gösteriyordu.  Şimdi bu hürmet nerde?  Kâbe- i Muazzama ve Hâcer’ül Esved’in dışında hiç bir şeye hürmete izin verilmiyor. Hz. Peygamberin (S.A.V) doğduğu ev de dahil. Bir hürmet, bir ruhaniyet olmazsa dini nasıl yaşayacaksınız? Nasıl heyecanlanacaksınız? İstanbul’daki bir tarihî camiide hissettiğiniz o heyecanı neden burada hissetmeyesiniz? Amberiyye cami var, Medine’de, istasyonun karşısında Osmanlı’nın yaptırdığı bu camide bir ruhaniyet hissediliyor. Ki Osmanlının son döneminde yapılmış olmasına rağmen heyecanlanıyorsunuz. Burada yani Mekke’de bir kabeyi gördüğünüzde heyecanlanıyorsunuz, başka yok. Yok edilmiş, kaldırılmış. Kudüste İsrail’in yaptığı bir tünel için dünya ayağa kalkıyor da buraya kırk tane tünel açılıyor kimsenin sesi çıkmıyor. Dünyanın yakın veya uzak yerlerinden geliyor umreci ya da hacı. Haccını, umresini yapıyor ama davranışlarında bu ibadetin izleri görülemiyor, bu kendi elinde değil ki. Betonlaşma, ruhsuzlaşma ve hürmetsizlik buraya gelenlerin kalplerinde bir şey uyandırmıyor. Dikkatimi çekti çoğu ziyaretçi Medine’de Ğamame mescidini ziyaret etmek istiyor, soruyoruz. Orada kendilerini daha iyi hissettiklerini söylüyorlar. Mescid-İ Nebevî’ de de ravzanın çevresinde oturmak tercih ediliyor. Niye? Sebebi bu.  O atmosferi o ruhani havayı diğer yerlerde hissedemiyor. Sultan Üçüncü Murad döneminde yapılan minber ki on altıncı yüzyılın sonlarına tekâbül eder. Orada da sizi bir manevi havanın sardığını hissedebiliyorsunuz. Çünkü o minber fıtrî medeniyetin, ruhaniyetin kesintisiz devamı gibi. Aksine modernleşme bu ruhu kesintiye uğratıyor. Bu defa buraya gelen ziyaretçiler o kopuşu yansıtıyorlar. Yani o damardan besleniyorlar. Bu en önemli hususlardan biri, bilmem anlatabildim mi? Enteresandır batı yani Avrupa kendi tarihlerini yansıtan eserlerini koruyorlar. Mekânlarını koruyorlar. Bu konuda titizlik gösteriyorlar.

Burada bir de bu topraklarda ifrat ve tefrit olduğunu görüyorsunuz. Ya bedavet var burada ya da son derece modernlik. Yüz sene önce bedevi olanlar yüz sene içinde modernleşmişler. Çöl ortamından, beton/gökdelen ortamına geçilmiş. Burada hayat bedavetle gökdelen arasında bir ifrat-tefrit çizgisinde.. Misâl Cİ’rane’ye gidiyorsunuz. Nedir Cirane? Huneyn sonrası, sahabelerin sınandığı, Hz. Peygamberin ganimet dağıttığı yer. Bu duyguyla gidiyorsunuz. Karşınıza minaresini çıkardığınız zaman Avrupa’ da ya da Amerika’daki bir restoran binası gibi görüntüyle karşılaşıyorsunuz.

Mescid-i Aksa’ya tünel kazılıyor diye ayağa kalkanlar bir baksınlar Mekke’ye. Ben-i Haşim Mahallesi yok edildi. Ebû Kubeys yok edildi, doğal tepeler, son hatıralar bir bir yok edildi. Buraya sahip çıkılması için işgâl altında mı olması gerekiyor?  Diyelim bu betonlaşmaya sebep kalabalık, yani bu topraklar kalabalığı kaldırmadığı için mecburen tower yapılacak dense;  Avrupa’daki tarihî kentlerin gezilme oranına bakalım. Ünlü bir müzeyi senede kırk milyon kişi ziyaret ediyor. Buraya senede kırk milyon kişi gelmiyor. Avrupa’da kırk milyon kişi, tarihi eserler korunarak idare ediliyor da burada tarih niye yağmalanıyor?

ESRA YILDIRIM: Peki, tarihî dokuya zarar vermeden, fıtrilik bozulmadan bu kutsal topraklarda ne yapılabilirdi?

MÜFİD YÜKSEL: Ne yapılabilirdi? Eski şehir korunabilirdi. Asıl tarihî şehre dokunulmaz, uydu  kentlerle ziyaretçilerin konaklama ihtiyaçları karşılanabilirdi. Çoklu raylı sistemle de gidiş geliş sağlanırdı. Burada bu yapılacağına bilakis tarihi/mukaddes şehir göbeğinden/merkezinden vuruldu. Çok yüksek katlı otel binalarıyla şehir betona boğuldu. Genişletme yapacağız dediler, otel ve tower inşâ ettiler tarihi Ecyad Kalesi’nin yerine. Rasul-ü Ekrem’in Arafat’ta vakfe yaptığı yerin üzeri şirke yol açıyor denerek beton dökülerek kapatılmış.

Ne olacak şimdi? İnsanlar eskiden hacca veya umreye niyetlendikleri zaman daha yola çıkar çıkmaz misâl Bağdat’ı, Abdulkadir Geylanî Hazretleri’ni, Necef’te Hz.Ali’yi ve birçok kişi ve yeri ziyaret ederek gelirlerdi. Şimdi bir Ravza bir de Kâbe kalacak elimizde. Hz. Peygamberin babasının kabri belliydi. Şimdi tamamen ortadan kaldırıldı. İnsanlar en azından manevi değerleri olan zatları kabirlerinde ziyaret ederek en azından selam verir. Esselâmü aleyküm ya ehlel kubur der. İnsana ibadet heyecanı verecek atmosfer yok ediliyor. Tüm bunların üzerinde muhakkak düşünmek lazım.

ESRA YILDIRIM: Bir Kur’an okuru kıraatini tarihle birleştirmek ister. Hira’ya çıktığında alâk sûresini okumak ister,  Mekke sokaklarında gezerken Mekke’deki  şirk - tevhid mücadelesini hatıralarla birleştirmek ister. Ne olacak şimdi? Böyle bir ayrıcalığı artık yaşayamayacak mıyız?

MÜFİD YÜKSEL: Hatıralar korunsaydı evet, böyle bir hava hissedebilirdiniz.  Eski fotoğraflara baktığımız zaman dahi o havayı hissedebiliyoruz. Şimdi baktığımız zaman gökdelenler, AVM’ler sizi gündelik hayatın içine çekiyor. Sekülerleştiriyor. Alışveriş merkezlerine giriyorsunuz, İstanbul’daki ya da Avrupa’nın herhangi bir yerindeki alışveriş merkezinden bir farkı yok. Orada hangi manevi havayı teneffüs edeceksiniz? Hangi atmosferle ibadetlerinizi yapacaksınız?

ESRA YILDIRIM: Evet hocam, biz eşimle Dar’ul Erkam’ı çok aradık bulamadık, yaklaşık yerini tahmin edebiliyor fakat göremiyorduk. Öğrendik ki üzerine tünel yapılmış. Çok üzüldük. Bir Kur’an okuru için bir Siyerî Nebî takipçisi için çok önemli olan gizli davetin simgesi, merkezi hiç acınmadan yok edilmiş...

MÜFİD YÜKSEL: Peki aynı şekilde meselâ kendi eski merkezleri olan Dır’iyye şehri Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın ordusu tarafından ortadan kaldırılmıştı. Bu olay sonunda düzlenen o şehirden arta kalan şeyleri, tarihi şeyleri niye koruyorlar o zaman? Onlarda da o problem yok mu o zaman? İbadet mekanlarına ait tarihi yağmalıyorlar ama kendi tarihlerini koruyorlar. Diyorlar ki: “İslâmın ilk asırlarında kabir taşı diye bir şey yok. Dördüncü, beşinci yüzyıldan sonra kabir taşı dediğimiz mezar taşı yazılması söz konusu oldu”.  Ama bunu kendileri yalanlıyorlar. Çünkü Medine-i  Münevvere’deki müzede miladi iki yüzlü  yıllara ait mezar taşları var. Hz.Ali’den gelen bir rivayeti delil gösteriyorlar: “Kabirler düzlenmelidir” diye. Oysaki o rivayet Mescid-i Nebevî çevresindeki müşrik mezarları ile ilgili. Medine’deki müzeye kaldırılmış tarihi, ilk dönem mezar taşlarının çoğu da Hz.Ali’nin (r.a) Medine-i Münevvere’de vefat etmiş torunlarına ait.

ESRA YILDIRIM: Bu tarihi eser yok etme çalışmalarına karşın İslâm Aleminin bir düşündüğü vardır elbette? Bu yozlaşma, betonlaşma içinde bir hacı bir umreci en az hasarla nasıl ibadet etmeli?

MÜFİD YÜKSEL: İslâm aleminde böyle bir bilinç yok. Ya da çok az var. İran’da var ama İran şiî olduğu için dikkate alınmıyor. Türkiye’de de maalesef bu sorun, sorun olarak görülmüyor. Türkiye’de özellikle İlahiyatçılar eliyle modernleşme/sekülerleşme iyice yaygınlaşmış vaziyette. Böyle bir bilinç oluşmadığı takdirde ne olur? Meselâ eskiden haçlı seferleri sırasında haçlılar Kudüs’teki  mabedlerini,  kendi inançlarını koruma anlamında “Tapınak Şovalyeleri” isminde bir müessese oluşturdular.  Müslümanlar da kendi mabedlerini korumak için “Haremeyn Muhafızları” müessesesi oluşturabilirler. Türkiye’de bir sürü Kudüs dernekleri kuranlar Haremeyni korumak için Haremeyn dernekleri niye kurmasınlar. Çünkü şu anda en büyük sorun Haremeynin başına gelen değişim. Bu anlaşılmadığı takdirde on yıl sonra, yirmi yıl sonra ne olacak. Ben gelince nasıl bir manzara ile karşılaşacağım? Uzay üssü gibi bir yere gelmiş olacağım. Modern binalarla, modern otellerle, modern betonlarla mı manevi duygular, ibadet havası yaşayacağım?

Burada şirketlere iş düşüyor. Turizm şirketlerine...  Onların da mevcud duruma rağmen yapacağı fazla bir şey yok. Çünkü mevcud yapı onları da zorluyor. Mesela bir yere gitmek istiyor ama “hayır gidemezsin burası kapalı”  diyor mevcut sistem. “Burada şirk yapılıyor, bu yaptığınız bid’a diyerek engelliyorlar”. Yani Kâbe ile Mescid-i Nebevî dışındaki tüm kutsal ve tarihi yerler şirk koşuluyor gerekçesiyle kapatılıyor, Hacc’da vakfe hariç tabii. Halbu ki eskiden Mekke’de Delil’ler bulunurdu. “Mekke Delilleri”. Yetmişli –seksenli yıllara kadar...  Bunlar Mekke ve Medine’de tüm önemli yerleri bilir ve gezdirirlerdi. Yüzlerce yer vardı eskiden buralarda. Adeta bir canlı müze gibiydi. Delillerin iki görevi vardı. Biri gelen hacıların ve ziyaretçilerin ibadetlerine rehberlik ederek sahih bir haccı veya umreyi anlatmak için. Diğer görevleri de buralardaki hatıraları hacılara anlatmak. Bunlar seksenlere kadar vardı. Dilleri bile farklı farklıydı. Kürt hacı ve umrecilere rehberlik yapan Kürtçe bilen deliller dahi vardı. Bunlardan biri merhum Şeyh Muhammed Sâlim’di. Ama kutsal mekanlar yok edildikçe delillere de gerek duyulmadı... Bu eski deliller Kutsal toprakların hatırına insanlar nezdinde büyük saygı görürlerdi. Şimdi buradakiler ise modern tarzda,  görevli polis, görevli işçi vs. Şimdi her milletin hacı ve umrecileri kendilerine bu manevi havayı en iyi hissedilecek yerlere götürecek rehberler bulundurmalı… Hatıralara, kutsal olana hürmet gösterilmeli

ESRA YILDIRIM: Teşekkür ediyorum Hocam, bize bu fırsatı verdiğiniz ve bu güzel sohbetiniz için.

MÜFİD YÜKSEL: Ben teşekkür ederim… 

Bakmadan Geçme