HER İNSANIN UNVANI YOK

Her insanın bir ismi vardır. Hatta isimsiz bir varlık yok. İnsan kendisine ebeveyni tarafından verilen ad ile hayata gözlerini açar. Bu ad ona verilirken kimse ona fikrini sormaz. Ve çok isim ebeveynin içinde kalan bir ukdesi, bir özlemi veya bir kahramanı sonucu verilmiştir/alınmıştır.

        Kendi inanç, örf, adet ve tarih bağlamında genelde tüm isimler güzeldir. Ve isim bir aidiyet ve aynı zamanda bir kimliktir. İsimsiz insan ve isimsiz eşya yok. Tanınmak ve tanımak için şart.

         Ama her insanın unvanı yok. Bazılarının var; iyilikte ve kötülükte ileri olanların. Herkes unvan sahibi değil. Çok insan ebeveynlerinin kendilerine verdikleri isimle hayata gözlerini açar ve onunla hayata gözlerini kapar. Yani ölür. İsim gibi; unvanı anneler ve babalar ver(e)mez. Onu bazen Allah ve peygamber, bazen olaylar, çevre ve tarih verir.

         Müspet anlamda unvan/lakap almadan hayata veda etmek hoş bir şey değil. Sanki bu hal; amaçsız, gayesiz ve hedefsiz kimselerin; edilgen ve pasif insanların halidir. Çünkü bireyler kendilerine verilen isimler çerçevesinde bir hayat yaşamazlar. Adamın adı Zeki olabilir ama hiçte zeki değildir. Bayanın ismi Şerife olabilir ama yaşantısı hiçte şerefli olmayabilir. Dolayısıyla isim karakter değildir. Ama unvan karakterdir.

           Kur’an ve sünnet bazı kadın ve erkeklere unvan vermiştir. Hatta peygamberleri isimleri yerine unvanları ile kitaba konu kılmıştır. Salih ve saliha kimseleri unvan ile anarken, aynı zamanda fasık, zalim ve kâfir kimselere de unvan vermiştir.  Çünkü unvanın öğreticiliği vardır. İsim unutulabilir ama unvan hep göz önünde, hep önde ve sahip olduğu karakterin sembolüdür. 

 Unvanın Kötüsü

         Nemrut bir unvan. Firavun da öyle. Bu ikilinin adlarını meraklıları hariç kimseler bilmez. İkisinin de ortak yönü vardır; çocukları beşiklerinde öldüren katil. Çocuk katilleri; İbrahim ve Musa’lar doğmasın diye… En yakında büyüyen ve korunan iki çocuk; zalimleri can evlerinden vursun diye. Askerleri ateş ve su olan; İbrahim ve Musa (as).

        Ebu Cehil, Kureyş’in ileri gelen yöneticilerinden biri. Ebu Cehil bir unvan. Onun asıl adını bilen kaç kişidir.  Asıl adı Amr b. Hişâm el-Muğira olup önceleri Ebu'l-Hakem künyesiyle anılırken, Müslümanlar tarafından Ebû Cehil (cehaletin babası) olarak adlandırılmıştır. Mekke'deki Kureyş kabilesinin Mahzum oğulları boyuna mensup olup Mekkeliler arasında saygın bir konumu vardır.

         Mekke’deki diğer kâfirler bu unvanı alamadılar. Çünkü küfrün kıvrak zekâsı, teorisyeni ve pratiği açısından; Amr b. Hişâm el-Muğira hep en öndeydi ve bu unvanı kazandı: cehaletin babası/ Ebu Cehil.

         Son nebi (s) ile aynı yaşlarda olan Ebu Cehil, ilk anlarından itibaren İslâm'a hep karşı çıkmış, Peygamber efendimize ve özellikle güçsüz Müslümanlara var gücüyle düşmanlık göstermiş ve işkence etmiştir.

İslâm'ın ilk iki şehidinden biri olan Ammar b. Yasir'in annesi Sümeyye, İslâm düşmanı Ebu Cehil tarafından işkence ile öldürülmüştür. Hayatı boyunca İslâm'a karşı tüm faaliyetlerde başı çeken Ebu Cehil, Müslümanların açlıktan dolayı ölümle karşı karşıya kaldıkları boykot uygulamasını şiddetle takip etmiş, boykotun kaldırılmasına karşı çıkmıştır. Hz. Peygamber'in hicretinden kısa bir süre önce Dâru'n-Nedve’de yapılan toplantıda her kabileden seçilecek birer suikastçının oluşturduğu bir suikastçı tim tarafından son nebinin (s)  öldürülmesi planını uygulamaya koymuştur.
        Ebû Leheb, peygamber amcası da olsa peygambere karşı gelenlere verilen unvan; alev babası. Kureyş eşrafından ve Peygamber (s) amcası olan Ebû Leheb'in asıl adı, Abdüluzzâ b. Abdulmuttalib b. Hâşim'dir. Onun için "Alev babası" (yani cehennemlik) manasına gelen Ebu Leheb unvanı Müslümanlar tarafından kullanıldığı gibi Allah’da (cc) onu bu unvanla Kur’an’a ve tarihe konu etmiştir. 

Kendisi, Hz. Peygamber'e ve güçsüz Müslümanlara zulmeder, karısı Ümmü Cemil binti Harb da Resulullah'ın geçeceği yollara dikenler atardı. Peygamber efendimiz,  "Emrolunduğunu açık açık anlat!" (Hicr/94) ayeti nâzil olunca Safa tepesine çıkarak Mekkelileri uyarmıştı. Bu sırada Ebû Leheb yerden bir çakıl alarak Hz. Peygamber'e fırlatmış ve "Kahrolasıca (tebben lek)! Bizi bunun için mi topladın?" demişti. Bunun üzerine Tebbet Suresi indi: ve ona “Ebi Leheb” unvanını verdi.

 Unvanın İyisi

         İdris (a), Annesinin koyduğu ad ile Kur’an’da anılmayan ve unvanı ile Allah’ın (cc) onore ettiği peygamber; İdris (a). Tefsircilerin belirttiğine göre, İdris asıl adı Uhnûh olup Hz. Nuh'un üçüncü batından dedesidir. Hz. Şît'ten sonra kendisine otuz sayfa vahiy indirilerek peygamberlik görevi verilmiştir. Semavi inançlardaki ortak rivayet ve inanışa göre İdris ilmin, medeniyetin ve aklî sistemlerin ilk kurucusudur. "Remil ilmî, hey'et, nücûrn, hesap, tıp, nebatların sırları, garip sanatlar, yazı yazmak, dikiş dikmek, te­razi kullanmak gibi meslek ve sanatları İdris icat etmiştir. Sahifelerinde semavî sırlar, ruhanîlere hükmetmenin yöntemleri, varlıkların özellikleri gibi konulara da­ir bilgiler vardı. Çok sayıda talebesi olan İdrîs demiri keşfedip ondan aletler yap­mış, ziraatı geliştirmiş, deri ve kumaşlardan elbise dikmiştir"  İdris ismi Arapça “drs” kökünden türemiştir; çok ders yapan ve çok kitap okuyan anlamına gelmektedir.

         Uhnûh değil İdris Allah öyle tesmiye etmiş. Çünkü o müderris, ehli ilim, ehli irfan, ehli fen, ehli zanaat ilh…

         ÂsiyeŞirke, zulme ve küfre karşı isyanın kadim adı; Asiye. Bir unvandır Asiye, isim değil. Firavun‘un eşi Asiye ve İmran kızı Meryem; Asiye bu iki isimden biri. Direnen iman ve köklü güzel ahlakın doruğuna yükselen iki hanım.  Bu iki isim o günden bugüne ve kıyamete kadar insanların dilinden düşmeyecek. Çünkü Allah,  iman edenlere de Firavun‘un karısını misal veriyor...” Küfür ve isyanın ortam ve şartlarının en amansız dönemin­de küfür/şirk kokan bir sarayda ve maddî imkânların en çarpıcı ve göz kamaş­tırıcı ihtişamı içinde, imtihanın her çeşidiyle karşı karşıya kalan; Asiye.  Ama tüm bunlara isyan (Asiye).        Kur’an-ı Kerimde “Firavun‘un karısı”, hadislerde ise “Firavun’un eşi Asiye” olarak anılmaktadır.

 21.yy.da unvan

         Adı ne olursa olsun şirk sistemleri maddi kariyer/unvanları birer tapınak haline getirmektedir. Şehvet ve şöhret eksenli unvanları elde etmek için harcanan hayatlar, hiçte azımsanacak kadar değil. Mesleki unvanlar söz konusu olabilir. Ama onlar manevi dünyayı yok sayarak elde edilmemeli.

         Çünkü unvanın öğreticiliği vardır. İsim unutulabilir ama unvan hep göz önünde, hep önde ve sahip olduğu karakterin sembolüdür.

Bir unvan olmalı ama iyisi…

 Furkan Yılmaz ALTUNÖZ yazdı...

 

Bakmadan Geçme