Hatıralarda Kutü'l-Amre zaferi
Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serdar Sakin 'Hatıralarda Kutü'l-Amre Zaferi'ni yazdı…
İngilizler neyi amaçlıyordu?
Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden ayrılmasına neden olan olay Birinci Dünya Savaşı’dır. Bu savaşta devletin dört bir yanındaki topraklar savunma amacıyla cephe olmuştur. Bu cephelerden biri de sonuçları itibarıyla Orta Doğu’nun bugünkü şekillenmesini ortaya çıkaran Irak Cephesi’dir.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Irak, harekât bölgesi olarak kabul edilmemiştir. Hatta seferberlikten sonra bazı kuvvetler Irak’tan alınarak başka yerlere gönderilmiştir. Irak’ın bu düzeyde ihmal edilmesi, ilk etapta Osmanlı Devleti Genelkurmay Başkanlığı’nın bu bölgede bir İngiliz saldırısına olanak görmemesinden kaynaklanmaktaydı. Bununla beraber Osmanlı Devleti Irak’ta, kabilelere ve Halife’nin “Kutsal Cihat” çağrısına güvenerek sadece 8000 kişilik bir jandarma kuvveti bulundurmuştur. Ancak İngiltere Irak coğrafyasına oldukça önem vermektedir. Zira Irak ve Mezopotamya çok verimli topraklara sahiptir. Öyle ki iyi idare ve kullanma halinde feyiz ve bereketli Nil, Pencap, Sind, Ganj havzalarına taş çıkartacak derecededir. Yine Müslümanlar ve özellikle Şia gözünde çok kutsal sayılan, yüksek mertebeleri Sünnilerce mukaddes olan İmam-ı Azam türbesi ve Hint Müslümanlarının fevkalâde sevgi besledikleri ve bağlı oldukları Abdülkadir Geylani’nin kabir ve aileleri Irak’ta bulunmaktaydı. Bu açıdan bölgeye sahiplenmek, birçok İslam tebaasına sahip olup Hicaz’a da koruyuculuk edeceğini düşünen İngiltere’nin İslam siyaseti için faydalı görülmekteydi. Ayrıca İngiltere, zengin yeraltı kaynaklarına (petrol) sahip olmak ve Hindistan’ın güvenliğini sağlamak için bölgenin işgalini düşünmüştür. Nitekim İngiltere bölgeye o derece ehemmiyet vermektedir ki Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ile karşılıklı savaş ilanları olmadan 23 Ekim 1914’te bir İngiliz Hint tümenini (4500 İngiliz ve 16.000 Hintli) Bahreyn Adalarına çıkarmıştır. Karşılıklı savaş ilanlarından sonra da önce Basra’nın güney doğusunda, Seyhan’ı zapt etmişlerdir. İngiltere’nin şiddetli taarruzları karşısında Osmanlı kuvvetleri, Basra şehrini terk etmiş, bunun üzerine İngilizler, 22 Kasım’da dirençle karşılaşmadan Basra’ya girmişlerdir.
Kutü’l Amare’nin işgali
İngiliz Fırkası, yeniden ileri harekete geçerek Kurna mevkiini işgal etmiştir. Kurna’nın İngilizlere geçmesi üzerine İçişleri Bakanlığı’nda Aşiret ve Muhacir işleriyle meşgul olan Kurmay Binbaşı Süleyman Askerî Bey bir miktar seçme subay ile birlikte Basra’yı geri almak üzere Irak’a gönderilmiştir. Zira Enver Paşa, Trablusgarp/Bingazi tecrübelerine güvenerek Irak’ta da mücahitlerle iş görülebileceğini düşünmüştür. Süleyman Askerî Bey kuvvet toplamaya ve hazırlıklar yapmaya başlamıştır. Bu arada İngiliz ordusunda da bir değişiklik meydana gelmiş ve Irak’taki 6. Tümen Kumandanlığına General Charles Townshend atanmıştır. Nihayet Süleyman Askerî Bey, uzun bir hazırlık devresinden sonra 11 Nisan 1915’te Bercisiyye ve Şuaybe’deki müstahkem İngiliz mevzilerine taarruz etmiştir. Ancak büyük kayba uğrayarak geri çekilmeye başlamıştır. Askerî Bey, geri çekilme sırasında ümitsizliğe düşmüş ve Bercisiyye koruluğunda intihar etmiştir. Süleyman Askerî Bey’in vefatı üzerine Irak ve Havalisi Komutanlığı’na Albay Nurettin (Konyar/Sakallı Nurettin Paşa) Bey tayin olunmuştur.
Bu arada İngiltere harekâta devamla hiçbir direnişle karşılaşmadan 3 Haziran’da Amare’yi işgal etmiş, 25 Temmuz’da da Nasıriye’ye girmişlerdir. Kolayca kazanılan bu başarılar, İngilizleri Kutü’l-Amâre üzerine yürümek için cesaretlendirmiştir. Gerekli keşiflerden sonra saldırıya geçen İngiliz kuvvetleri, 28 Eylül’de yapılan Kutü’l-Amâre Meydan Savaşı sonucunda Kutü’l-Amâre’yi ele geçirmiştir.
Kutü’l-Amâre Kuşatması
Irak’ta durum bu halde iken Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı’nın emriyle Kurmay Albay Halil Bey ve 18. Kolordusu gelerek Nurettin Bey’in emrine verilmiştir. Bu arada Irak’ta 6. Ordu Komutanlığı kurularak Alman Mareşali Von Der Goltz, bu ordunun komutanı tayin edilmiştir. Osmanlı kuvvetlerindeki komuta değişiklikleri sırasında General Townshend, Bağdat istikametinde ileri yürüyüşe başlamıştır. 22 Kasım 1915’te de Selman-ı Pak’ta Nurettin Bey komutasındaki kuvvetlerle bir savaşa tutuşmuştur. İngilizler cephe hattının büyük bir kısmına iyice yaklaştıkları sırada Halil Bey, çöl tarafında bulundurduğu 5 taburun hepsini birden süngü hücumuna kaldırmış ve ölene kadar çarpışılmasını emretmiştir. Bu taktik İngiliz kuvvetleri üzerinde önce şaşkınlık sonra panik yaratmıştır. Townshend, güvenilir bir adam olarak tanımladığı Halil Bey’in kıtalarıyla birlikte gelmesinin Nurettin Bey’i kurtardığını belirtmiştir. Neticede savaş çok kanlı olmuş, Townshend, geri çekilmeye başlamıştır.
Yenilen İngiliz kuvvetleri, 3 Aralık 1915’te Kutü’l-Amare’ye sığınmışlardır. 7 Aralık’ta Kut kalesi kuşatma altına alınmıştır. Bundan sonra Türk kuvvetleri taarruz ve hücumdan vazgeçerek şehrin kuşatmasıyla ve güneyden gelecek yardım kuvvetlerine karşı savunma tertipleri almakla meşgul olmuşlardır. Kuşatmaya başladıktan sonra Irak ve Havalisi Komutanlığı’nda komuta ve yetki uyuşmazlığından dolayı birçok problemler çıkmış, bunlar dolaylı olarak savaşın seyrini ve neticesini olumsuz yönde etkilemeye başlamıştır. Bunun üzerine Osmanlı Başkomutanlık Vekâleti, Irak ve Havalisi Komutanı Albay Nurettin Bey’i başka bir göreve atamak üzere görevinden alındığını ve yerine 18. Kolordu Komutanı Albay Halil Bey’in atandığını bildirmiştir. 1916 yılı Mart ayı sonlarına doğru da 6. Ordu Komutanı Mareşal Von Der Goltz Paşa, Tifüs hastalığına yakalanarak ölmüş, bu durum karşısında Halil Paşa, bu sefer 19 Nisan 1916’da 6. Ordu Komutanı ve Bağdat Valisi olarak atanmıştır.
Bu arada General Townshend’in birliklerini kurtarmak maksadıyla 1916 yılının ilk dört ayı içinde İngilizler pek çok teşebbüste bulunmuşlardır. Ancak bu hücumlarında başarı sağlayamamışlardır. Bu safhada Townshend, kale içindeki bütün kıtaların istihkakında düzenlemeye gitmiştir. Zira o, istihkakı dönem dönem azaltarak yaklaşık Nisan ortalarına kadar dayanacak kadar hububat ve ete malik olacağını hesap etmiştir. Townshend, ekmek tayınını 10 Nisan’da 145 grama düşürmüştür. Bu sırada Townshend 12 Nisan’da General Lake’den Hava Kuvvetlerinin havanın müsait olması durumunda Kut’a her gün 2500 kg’lik erzak atabileceğini söylediği bir telgraf almıştır. Ancak ümit edilen olmamıştır. Yüklerin ağır olması uçakların uçmasını son derece zorlaştırmıştır. Yine pilotlar, erzakı atacak zamanı iyi tespit edememişlerdir. Bu nedenle de erzakın bazısı nehre düşmüştür. Bazısı da Türk siperlerine düşmüştür. Örneğin 103. Alayın 3. Taburu siperlerine düşen un çuvalı sayesinde Türk askerleri beyaz halis undan ekmek yaparak yemiştir. Denilebilir ki 5 uçaktan ancak birisi Kut’a istenileni atabilmiştir. Uçaklar ile Kut’a yardım gönderemeyen İngilizler bu sefer de 23/24 Nisan gecesi Dicle Nehri üzerinden erzak dolu Julnar isimli bir gemiyi göndermişlerdir. Gemide 5000 kişiyi iki ay beslemeye yetecek kadar erzak bulunmaktadır. Bu gemi de 25 Nisan’da Türk kuvvetleri tarafından ele geçirilmiştir. Bu gemiye “Kendi Gelen” adı verilmiştir. Bundan sonra 29 Nisan’a kadar yine havadan un atmakla uğraşmışlar. Hatta bu çabalar sırasında bir İngiliz uçağı Türkler tarafından düşürülmüştür.
Kutü’l-Amâre Zaferi
Yardıma gelen İngiliz kuvvetlerinin her gelişlerinde başarısızlığa uğramaları karşısında General Townshend, Halil Paşa’ya bir mektup göndererek ateşkes görüşmelerinde bulunmuş ve erzakının tükenmesinden dolayı biran önce erzak gönderilmesi isteğini belirtmiştir. Dicle Nehri’nde yapılan görüşmede Townshend, askerlerinin esir oldukları takdirde Türk hükümetinin esirlere maaş vermek mecburiyetinde kalacağını bu nedenle serbest bırakılarak Hindistan’a gönderilmelerini ümit ettiğini, Halil Paşa’nın adına yazılmış 1.000.000 (Bir Milyon) İngiliz Sterlini karşılığı bir çekin verileceğini belirtmiştir. Halil Paşa, bu teklife karşı kayıtsız şartsız teslimde ısrar etmiştir. Uzlaşmaya varılamayınca vedalaşarak ayrılmışlardır. Sonra General Townshend, üstlerine bir telgraf göndererek Halil Paşa’ya 2.000.000 İngiliz lirası ile beraber esir olan Türk askerleri ile Kut’taki İngiliz askerlerin mübadelesinin teklif edilmesini önermiştir. General Lake, iki milyon liranın sarfı için Londra’dan yetki talep edeceğini bildirmiştir. Kısa bir süre sonra ise İngiliz casusu Lawrence, yeni bir mektup ile Halil Paşa’nın karargâhına gitmiş, Türk hükümeti namına 2.000.000 İngiliz Sterlini çek vermeyi teklif etmiştir. Bu teklife Halil Paşa, Türk hükümetinin paraya ihtiyacı olmadığını artık bu şekildeki müzakerelerle vakit kaybedemeyeceğini söylemiştir. Gelinen noktada Townshend, daha fazla direnmeye gücü olmadığını, gıda teminine mecbur bulunduğunu düşünerek 29 Nisan 1916 tarihinde teslim olmuştur.
Kutü’l-Amâre’nin teslim kararı ile birlikte Halil Paşa, doğrudan General Townshend’in karargâhına gitmiştir. Bu sırada Townshend, odasında hazırlanmış Halil Paşa’yı beklemekteydi. Masasının üzerine General Townshend’in kılıcı ve iki revolveri konulmuştu. Bu anı Halil Paşa, şöyle anlatmaktadır: “silahları aldım ve sonra tekrar General’e uzattım. General, uzun zaman şan ve şerefle kullanılan bu silahlar yine sahibine aittir. Generalim! Siz ordunuzun ve milletinizin şerefini tamamen müdafaa ettiniz. Vaziyetiniz kısmen Plevne’deki Gazi Osman Paşa’nın vaziyetidir. Sizi harp esiri olarak kabul etmiyorum, Padişahın ve Türk milletinin misafirisiniz. Rus Çarı yanında Osman Paşa ne muamele gördüyse siz de Türkiye’de aynı muameleyi göreceksiniz”. Halil Paşa’nın dediği gibi olmuştur. General Townshend, 3 Haziran’da İstanbul’a gelmiş ve bir grup teşkil eden adalardan Heybeliada’da ikametine başlamıştır. Eylül ayına doğru kaldığı ev çok soğuk olmaya başlayınca 19 Ekim’de İstanbul İngiliz Konsolosu Mr. Hamson’un Büyükada’daki yazlığına nakledilmiştir. General Townshend, Türkiye’de kaldığı müddetçe pekiyi bir muamele görmüştür.
Kutü’l-Amâre’de Halil Paşa, 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim aldığını belirtmiştir. Ayrıca Halil Paşa, Kutü’l-Amâre Zaferi sonrası “Orduma” başlığıyla günlük bir emir neşrederek şu sözleri kullanmıştır: “Aslanlar, bugün Türklere şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinç içinde uçarken ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. 1500 senelik İngiliz Devleti’nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü olmuştur. Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de, ikinci vakayı burada görüyoruz. Bugüne Kut Bayramı namını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü kutlarken şehitlerimize Yasinler, Tebarekeler, Fatihalar okusun. Şehitlerimiz yüce hayatlarında, gökyüzünde kızıl kanlarla uçarlarken gazilerimiz de gelecekteki zaferlerimizle gururlansınlar.” Kutü’l-Amâre Zaferi’nden dolayı Halil Paşa’ya Padişah V. Mehmet Reşat namına Muharebe Altın İmtiyaz madalyası verilmiştir.
‘Kut’ anma programlarına dahil edilmeli
Tarih bir milletin hafızasıdır. Hafızalarını kaybeden milletler, başka toplumlara karışarak eriyip giderler. Bu nedenle her sene 29 Ekim, 10 Kasım, 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve benzeri günlerde anma programları yapılmaktadır. Bu programların amacı geçmişte atalarımızın yaşadıklarını yeniden hatırlamak ve hatırlatmak sayesinde hafızalarımızı sürekli canlı tutmaktır. Tarihin bir toplumun hafızası olduğu düşünüldüğünde yaşanılanları hatırlamazsak, hatırladıklarımızı anıp anlatmazsak ve bıkkınlık gösterirsek biliniz bir an gelir ki hafızamızı kaybetmiş oluruz. İşte hafızamızı kaybetmeme ve devamlı yenileme adına yukarıda saydığımız anma programlarına devam etmeli, unutulan bir zafer olarak Kut Bayramı’nı da anma programları içerisine dâhil edip sürdürmeliyiz.