• Haberler
  • Geçmişi hatırlamadan bugünü anlamak zor

Geçmişi hatırlamadan bugünü anlamak zor

Değerli okuyucularımız… Kayseri'nin değerli düşünürlerinden Erdal Bayraktar Hocamızla yaptığımız röportajı sunuyoruz sizlere. Röportaj desek de aslında samimi bir meknda, samimî bir havada gerçekleşen bir sohbetti bu.

Söyleşi: Esra Yıldırım

Özellikle Suriye ve Mısır konusunda, genelde tüm Müslüman halklarının içinde bulunduğu süreç konusunda sizin değerli fikirlerinize ihtiyaç hissettik. Kırmadığınız için teşekkür ederiz.

Teşekkür ederim, Allah razı olsun. Bismillâhirrahmânirrahim. Allâh’a hamd, Rasulullâh aleyhisselatü ve’sselâm’a salat ve selâm ederek, hayırlara vesile olmasını dileyerek başlayalım.

Hocam, 2010’dan beri  devam eden bir süreçle, bizi de hayli yaralayarak tezahür eden Arap Baharı konusuyla başlayalım. Batı dünyasının “22 Ülkenin sınırları değişecek” açıklamasının üzerinden fazla geçmeden Arap Baharı patlak verdi. 22 Ülkenin sınırları değişecek derken neyi kasdetmişlerdi?

GEÇMİŞİ HATIRLAMADAN BUGÜNÜ ANLAMAK ZOR

Evet, biz Müslümanlar olarak olaylara ve hayata Kur’an perspektifinden bakmak zorundayız. Kur’an; hayatı bize tevhid - şirk, hak- batıl, adalet- zulüm çelişkileri üzerinden anlatır. Peygamberlerin tarihi bir anlamda ademoğlunun hayata nasıl bakacağının da bir özetini verir. Bizim de bu perspektifi hiçbir zaman kaçırmamamız gerekiyor. İnsanın dünyaya gönderilişinden bu yana imtihan devam ediyor. Bugün de biz yirmi birinci yüzyılda bu imtihanla karşı karşıyayız. Tevhid ehli olarak bir ‘tarafımız’ var. Olaylara bu perspektiften bakarsak daha isabetli olur. Hakkın hedefleri ve amaçları olduğu gibi batılın da hedefleri  ve amaçları var. Bu genel çerçeveden sonra sorunuza gelecek olursak Büyük Ortadoğu Projesi ya da genişletilmiş şekliyle Afrika- Ortadoğu  Projesi olarak değiştirilen bu proje batıl olan dünyanın, sizin tercih etiğiniz kelimeyle ‘batı dünyası’ nın İslâm dünyası diye tanımladığımız, Ortadoğu, Asya, Afrika’yı kuşatan, o  Nil’den Fırat’a kadar dediğimiz eski kadim gelenekler ve kültürler içerisinde düşündüğümüzde  Mezopotamya  ile ilgili  hesaplarını gündem getirir.  Büyük Ortadoğu Projesi dediğimizde genel çerçevesini İslâm medeniyetinin  belirlediği coğrafya ile ilgili onların bir projeksiyonudur. Ve o proje  üzerinden dünyayı yeniden şekillendirmek istiyorlar.

BİLAD-I ŞAM’IN ÖNEMİ

Tabii batının İslâm dünyası üzerine hedefleri taa Roma’dan beri hep olmuştur. Yani Mekke, Medine, Kudüs, Bilad-ı Şam denilen bölgeler her zaman medeniyetlerin ilgi alanına girmiştir. Bugün de aynı şekilde ilgiyi görüyor. Geçmiş zamanda buraların dini değerleri varken süreç içerisinde başka stratejik, siyasal, ekonomik hedefler üzerinden de bu güncellenerek  devam ediyor. Bunu birlikte düşünmek  gerekiyor.  Geçmişi hatırlamadan bugünü anlamak zor. İslâm dünyası açısından Osmanlı İmparatorluğunun tarihten çekilmesiyle birlikte BOP  bölgesine batının amaçlarına uygun bir dizayn yapılıyor. Bu dizayn zaman zaman güncellenerek devam ediyor. Osmanlının yenilip tarihten çekilmesi ile birlikte İngilizlerin de kontrolünde, onların düşünce babalığını yaptığı bir düzen kuruldu. Ortadoğu dediğimiz ülkeler o düzen üzerinden dizayn edildi. Türkiye olsun, Irak, Suriye olsun ve diğer bölgelerde bir düzen kurdular. Sonra bu düzeni İngiltere Amerika’ya devretti. Amerika ikinci dünya savaşından beri bu düzeni devam ettiriyor.  Sonra soğuk savaş döneminde farklı ilişkiler oldu. Soğuk savaş bitince, Sovyetler ikili dengeden çekilince  dünyada Amerika’nın etkisinde tek kutuplu bir dünya oluştu. Bütün bunları hatırlamadan bugünü anlamak çok zor. Düşünce olarak da dünyada değişiklikler oldu. Özellikle aydınlanma felsefesi ile birlikte dünyada yeni bir seküler  anlayış gelişti. Seküler anlayışla birlikte yeni siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik yapılar oluştu. ideolojik anlamda da ekonomik anlamda da bugüne kadar  maalesef batının düşünsel üstünlüğü devam ederek geliyor. İşte bütün bu zihin yapısının açılımı olan sorunları yaşıyoruz. Batı için gelişme olan şeyler maalesef bizim için sıkıntıya dönüştü. Örneğin ulus devletler  batının toparlanması için bir siyasal projeyken imparatorlukları parçalayıcı bir şekle döndü. Batının avantajı bizim dezavantajımız oldu. İşte bu süreç küreselleşme ile birlikte yeni bir boyut kazandı. Özellikle 11 Eylül’den sonra batı yeni bir düşman peydah etmeye çalıştı. Nato’ya yeni bir konsept oluşturmaya çalıştı. Çünkü dünyada yeni girdiler oluyor. Küreselleşme, teknoloji devrimi, iletişim devrimiyle birlikte sosyo-ekonomik yapı da değişti ve dönüştü. Soğuk savaşın bitmesiyle birlikte geçmişte iki kutuplu dünyaya göre dizayn edilen bölgelerde bir boşluk oluştu. Bu boşluk Ortadoğu’da eski düzenin devam edemeyeceğini  batıya gösterdi. Yeni bir düzenleme şart oldu. Zaten dünyada tek renk ilişkiler yoktur. Yeni girdilere uygun yeni dizaynlar da oluşmalıdır. Küreselleşme olgusunu doğru kavramadığımız zaman bugünkü olayları anlamak zorlaşır. Artık ulus devletler üzerinden bir dünya yok, o halde ulus devletler de dönüştürülmelidir. Ne gariptir ki büyük yapılar bozulurken eskiden uluslaşmamış (örneğin kürt meselesi) mikro milliyetçilikler canlandırılır, bu teşvik ve tahrik edilir. Bütün bunlar bir ideolojinin bir amacının açılımlarıdır. Mısır, Suriye, Türkiye ve  Irak’taki olayları da bu çerçevede algılamak gerek. Yeni dönemde batının yeni aktörlerle İslâm dünyasına sosyal, siyasal, ekonomik dizayn etme çabasıdır BOP.

Arap ülkelerinin birden bire domino gibi sırasıyla ayaklanması, başlarındaki diktatörleri devirmesi, halen devam eden devirme çabaları kimlerin işine yaradı? Halklar memnun oldular mı neticeden?

Arap baharı, halkların ayaklanmaları yukarda bahsettiğimiz dizayn çabasının bir ürünüdür. Batı dünyası oturup bunu nasıl yapacaklarını tartıştılar.Uzun araştırmalar sonucunda  arkeolojik, antropolojik, siyasal, sosyal araştırmalar yaptılar. Kendi varlıklarının devamını  dünyada aradılar. Küreselleşme vurgusu yapmamın amacı dünya ülkelerin gelişme çabaları kendi milli sınırları içinde kalmıyor. Artık dünyada varolan kendi ülkesinde de varolacaktır. Dünyada varolamayan kendi ülkesini de koruyamayacaktır. Bu anlamda Amerika ve batı bütün bir yeryüzü merkezli düşünüyorlar. Bu bizde de böyle. Yeryüzüne halife gönderilen bizler de yeryüzü merkezli düşünmek zorundayız. Bu olmazsa mevcud hali de korumak zorlaşacaktır. Küreselleşme ile birlikte İslam ülkelerinin geleceği batıda konuşuldu. Graham Füller (eski CIA şefi)nin kitabı Timaş yayınlarından çıktı. Stephan Kinzer’ ın Ezber Bozmak isimli kitabı gibi batının düşünce adamı ve kuruluşları soğuk savaştan sonra Ortadoğu nasıl olacak sorularını tartıştılar. Batı eskiden sömürgesini oryantalizm üzerinden kurarken şimdi  demokrasi, insan hakları, liberalizm üzerinden sömürgeye devam ediyorlar. Çağdaşlaşma, medenileşme tartışmaları bugün demokrasi üzerinden yapılıyor. Batı eski düzenin yeni  girdiler üzerinden devam etmeyeceğini gördü. Bu değişmeliydi ama geçmiş statükoyu da onlar kurmuştu. Mübarek, Kaddafi, Saddam diktaları aşağı yukarı elli senedir devam etmekteydi.  Bu statükolar batılılar açısından maliyeti yüksek görülmeye başlandı. Yine batı dünyası bu statükoları taşıyamaz oldu. Demokrasi insan hakları söylemlerini yayarken dünyaya, krallıkları nasıl izah edeceklerdi. Kendileri en ufak bir sorunda bakanlarını istifaya zorlarken krallıkların durumu batının iki yüzlülüğünü göstermekteydi. Siyasal anlamda böyleyken, ekonomik anlamda da bu halklar tüketim aracı olarak kapitalizm açısından atıl durmaktadır. Potansiyel halk var, fakat fakirlikten dolayı tüketim yok. Dolayısıyla üretim- tüketim döngüsünün içine girilemiyor. Yani krallıklar batı dünyasının ekonomik gücüne de zarar vermeye başladı. Uluslar arası kapitalizme bu halkların kazandırılması gerekmekteydi. Ancak bu dönüşüm batının istediği gibi olmalıydı.

MÜSLÜMAN HALKLARLA BARIŞMAK: ILIMLI İSLAM

 Küresel batıya ve kapitalizme meydan okumayacak, sorun çıkartmayacak siyasal-sosyal yapıların oluşması gerekmekteydi. Bölgenin asıl unsuru İslâmdır. Batılıların İslâmı yok edemeyeceklerini anlamalarıyla şu yapılmalıydı. Aydınlanma felsefesinin o pozitivist, materyalist etkisiyle din vicdanlara hapsedilen bir şekle dönüştürülmeliydi. Öncesinde dinin yerine bilimi koyarak yok etme çabaları tutmayınca, özellikle İran İslâm devrimi dini yeniden hayata döndürünce batı daha sinsi yollara başvurdu. Bu Müslüman halklarla barışmak. Bu sayede dünya siyasetine  bir alternatifi olmayan, bireysel hayatta varolan ama sosyal-siyasal alanda geride duracak bir İslâm anlayışı. Başıörtülü olacak, sakallı, namazlı olacak ama siyasal, sosyal, ekonomik modeller üretilirken batı kavramları, batı perspektifi, batı paradigması üzerinden düşünecek bir sosyal yapı olması gerekiyordu.

Ilımlı İslam bu mudur?

Çeşitli adlandırmalar var, en yaygın şekliyle Ilımlı İslâm projesi. Bu kez de nereden başlayalım sorusunu tartıştılar. Uzun tartışmalar neticesinde Türkiye en ideal ülkeydi. Türkiye’deki dindar çevreler de zaten buna meraklı ve elverişliydi. Bu anlamıyla Türkiye üzerinde bir deneme yaptılar. Müslümanların iktidarlığına izin verildi. Ama bu Müslümanların hedeflerine baktığınız zaman  Avrupa Birliği projesi üzerinden Türkiye’de bir dönüşüm sağlamaya çalışıyorlar. Bunda da bir şekilde başarılı oldular. Türkiye ‘Yeni Türkiye’ adını alarak bu sisteme dahil edildi. Şu anda da bu sorunsuz gidiyor. Batı  malum ülkeleri dönüştürme görevini  dağıtırken, benim nezdimde üç kırmızı çizgiye dikkat ediyor. 1- İsrail’in güvenliği 2- Enerji kaynakları .Maddi ve manevi zenginlikler  rahatça batıya akacak mı akmayacak mı? 3- Onların tabiriyle ‘radikal İslami hareketler’ i bastıracak mısınız bastırmayacak mısınız? Radikal yapıları ılımlı hale dönüştürecek misiniz?

DİKTATÖRLER GİDECEK, SİZ NE İSTİYORSUNUZ? -DEMOKRASİ

İşte arap baharı bu hareketin arap ülkelerinde neşv-ü nev’a bulmasıdır. Maalesef mevcud halkları diktatörlüklerden kurtarırken şuna ikna ettiler. “Onlar gidecek, siz ne istiyorsunuz? Demokrasi” cevabı verdirdiler. Bu cevabı veren ülkeler harekete geçtiler. Tunus, Mısır,Türkiye,Libya’da batıyla uyumlu, İslaâmı bir medeniyet, bir dünya görüşü olarak kabul etmeyen, bireysel hayatta dindar,İslâmı yaşayan ama sosyal-siyasal-ekonomik hayatta batılı değerlerle düşünen Müslüman iktidarlar dönemi başladı. Şimdiki sıkıntılar uluslar arası arenada ülkelerin birbirini ikna edememesinden kaynaklanıyor. Bu sıkıntılar sırasında olan haklara oluyor. Halklar memnun mu dediniz, maalesef halklar memnun değil. Halklar kullanılmakta. Batı dün nasıl halkların içinden insanlar devşirdiyse, Saddam, Kaddafi çıkardıysa bugün de yeni insanlar devşirme peşinde. Yine halklara sorulmuyor, yine dayatılıyor. Halklar kendi iradelerini ellerine almadıkları sürece Batının çıkarları altında ezilmeye devam edecekler.

Bu cevaplar sormayı düşündüğüm birkaç soruya da cevap oldu. Suriye’de nerede hata yapıldı desem?

Arap baharı projesi üzerinden baktığımızda 22 ülkenin sınırları değişecek denen ülkeler içinde Suriye de vardı. Suriye çok önemliydi. Tüm diktatörler giderken Esad’ın da gitmesi şarttı. Fakat bu nasıl olacaktı? Suriye çok önemli bir yer. Jeo- strateji açısından taa Keldanilerden tutun, Hititlere, Sümerlere kadar eski kadim medeniyetler, sonra Roma ,Persler,Selçuklular, Osmalılar, Şam Emevi devleti gibi pek çok medeniyetle ilişkilidir. Afrika ile de Anadolu ve Asya’ya açılma noktasında çok stratejik bir yer. Batılılar bile Kudüs’e giderken Şam’ı ele geçirmeden gitmiyorlar. Tarihsel olarak önemi olduğu gibi, konum olarak önemi olduğu gibi, din açısından da yahudilerin ve hristiyanların gözdesi olan bir yer. Bilad-ı Şam denilen Filistin, Lübnan, Ürdün, Türkiye , Mısır’la da çok önemli bağları var. Tüm medeniyetler için buralar ilgi odağı olmuştur. Bugün de Müslüman ülkelere dizayn verenlerin Suriye konusunda karar vermesi lazım. Suriye Şam bölgesini halledemeden Afrika’ya açılamazsınız. Ortadoğu’ya açılamazsınız. Anadolu’da varolamazsınız. Suriye’ye bu arka plandan bakmazsanız olayları anlamanız zorlaşır. İşte bu noktada batı Tunus’da olduğu gibi, Mısır’da olduğu gibi rahat karar veremedi. Çünkü burada İsrail olayı da önemli.  Kudüs’ün önemi malum. Suriye’de olan bir değişikliğin  Suudi Arabistan’a,Körfez Ülkelerine bir etkisi olacaktır. Rusya açısından önemli; Tartus Limanından Rusya Akdenize açılır. Rusya ile dünyaya açılan Çin açısından önemli. İran için önemli. İran’ın  hem İsrail’le hem batı ile ilişkilerinde Suriye’nin büyük önemi var. Suriye düşerse bu süreç İran’a doğru ilerleyecektir.

Hocam yani Ortadoğu’da varolan Suriye- İran –Hizbullah hattı açısından önemi de bunlardan dolayıdır öyleyse…

Tabii o şekilde de düşünebiliriz. Suriye-Şam olayının pek çok etkileyeceği ülke var. Mesela Türkiye ile Suriye’nin büyük bir sınırı var. Sınır bölgelerinde Kürtler var. Haliyle Türkiye de Suriye’ye ilgi duyuyor. Orda olan herhangi bir değişiklik Türkiye’yi etkiliyor. Orada rahat bir Suriye rahat bir Türkiye demektir. Batı İran’daki rejimi değiştirmek, yıkmak  için İsrail’i kullanıp, Suriye üzerinden hesaplar yapmıştır. İran Hizbullahı için de Suriye önemli. Filistin hareketi için de Suriye önemli.

HAMAS ORTADA KALDI, HİZBULLȂH TERÖRİST İLAN EDİLDİ

Dikkat ederseniz Suriye olayları başladığından beri Filistin sorunu diye bir sorun kalmadı. Artık Filistin’i, Kudüs’ü konuşmuyoruz. Hamas ortada kaldı. Yer bulamıyor kendisine… Yani o açıdan düşündüğümüzde her devletin, her örgütün Suriye ile bağlantılı amaçları var. Bunu görmemiz gerekiyor. Şunu da görmek gerekiyor. Bu zamana kadar Baas Rejimini orada tutan da batıydı. Şu da görülmeli. Batı, yahudi sorununu Ortadoğu’ya dahil etti. Böylece hem kendileri yahudilerden kurtuldu hem de İsrail üzerinden Ortadoğu ülkelerini korkutarak işini hallediyor.

 İşte bütün bunlardan dolayı Batı bir türlü Suriye üzerine karar veremiyor. Bu noktada İran’ı da Türkiye’yi de topyekün ateşin içine atıyor. Bilad-ı Şam’ı yakarak aslında İslâm dünyasını yakıyorlar. Bu arada mezhepçilik,ırkçılık, Müslümanlar arası sorunlar da tetikleniyor. Düşünebiliyor musunuz? Şimdiye kadar İslam aleminin medar-ı iftiharı olan Hizbullâh şimdi terörist ilan edildi. İsrail bunun için bir sürü para harcasa beceremezdi. Bir kurşun atmadan bir lira harcamadan terörist, hain, şiî bir örgüt olarak gösterdiler. İran daha dün Müslümanlar için batıya başkaldıran örnek bir devlet iken şimdi hain, şiîci, sünnî  düşmanı bir ülke haline getirildi. İmam Humeyni’nin La Şia La Sünni, İslâm birliği projeleri üzerinden İslâm dünyası tartışmaları yapılırken İran Türkiye ile Türkiye İran’la düşman haline getirildi. Aslında en önce bu projeyi görmemiz gerekiyor. Suriye üzerinden İslâm ümmeti yeniden parçalanıyor. Dün ulus devletler üzerinden parçalanan İslâm dünyası bugün mezhepçilik üzerinden parçalanıyor. Yukardan beri saydığımız bütün bu hesapları  görmeden Suriye olaylarını anlayamayız.

BİZ NE YAPACAĞIZ? ÜMMETÇİ DÜŞÜNECEĞİZ.

Peki biz ne yapacağız? Biz ümmetçi düşüneceğiz. Türkiye Cumhuriyetinin ulus devlet hesapları bizi sadece ümmetin menfaatine faydalıysa ilgilendirir. İran İslâm Cumhuriyetini ulusal hesapları ümmete faydalıysa bizi ilgilendirir. Hizbullâhın, Hamasın durumları ümmet ilişkisi üzerinden anlamlıdır. Ümmet perspektifinden çıktığınız anda ulus devletlerin tuzağına düşersiniz. Bu noktada hep beraber kaybetmekteyiz. Bunu unutmayalım. Emperyalistler, kafirler  topyekün  İslâmın kaybetmesini istiyorlar. Batı dün de kazanıyordu bugün de kazanıyor. Biz yine âtılız. Bölgesel ya da ümmetle ilgili projelerimiz yok. Kendi düşüncelerimiz, kavgalarımız yok. Biz uluslar arası güç odaklarından birine yaslanarak varolabiliyoruz. Bunu kırmalı, mevcud politikalardan hangisi ümmet yararına ise ona uymalıyız. Parçalayıcı değil birleştirici bir dil kullanmalıyız. Hamasetle, kızgınlıkla, duygusallıkla hareket etmemeliyiz. Yani biz varız ve var olacağız. Amerika, batı ve işbirlikçileri gidecek biz kalacağız. Böyle düşünmeliyiz. Bu noktada ümmet içinde bizim de birbirimizi anlamamız gerekir. Ulus devletlerin kendi menfaatlerini de ümmet menfaati gibi dayatmayalım. Bugün maalesef İran İslam Cumhuriyeti ulus devlet hesapları içinde davranıyor. Tıpkı Türkiye gibi. Herkes kendi ulus devletinin menfaatini düşünüyor. Ümmet birlikteliğimiz yok. Hayal olarak bile ümmeti savunmuyorlar.

İttihad-ı İslam bir rüya o zaman…

İttihad-ı İslam rüya bile değil. Bu rüyalarımıza girse yok ya böyle rüya olmaz diyoruz. Hâlbuki biz ittihad-ı islâma, ümmetin birliğine inanacak, bütün stratejimizi buna göre belirleyeceğiz. Yoksa İrancı, Hamascı, Hizbullâhcı olmak ümmetçi olan müslümana yakışmaz. Biz ümmetin menfaatlerini düşünerek, emperyalistlerin, işbirlikçilerin ellerini bölgelerimizin üzerinden çektirmek için mücadele vermeliyiz. Suriye olayına Müslümanlar ümmet perspektifinden bakmalı. Ümmetin lehine sözler söylemeli. Yoksa Türkiye tutup şiî düşmanlığı altında Suudi Arabistan ve Katarla birlikte sünnî hilâlinde bulunmamalı. Batı hem şiî hilâlini hem sünnî  hilâlini destekliyorlar. Birbirini vurduruyorlar. Bediüzzaman’ın ifadesiyle Ey ehl-i şiî, ey ehli sünnî, birbirinizle kavga etmeyin. Bunların amacı sizi birbirinizin eliyle iptal etmek. Burada mezhepçilik tuzağına düşmeyeceğiz. Ulusçuluk tuzağına düşmeyeceğiz. Ulus devletin menfaatini ümmet menfaati gibi algılamayacağız. Ne şiî hilâli bizim amacımız ne sünnî hilâli…Biz İslâm hilâlinin inkişafını istiyoruz.

Mısır ihvanına geçecek olursak; Mısır ihvanının durumu içler acısı. Direniş devam ediyor, Esma şehit oluyor, ihvan liderleri tutuklanıyor. Şehit Seyyid Kutub’un bir sözü vardır.  “Amerika’dan nefret ediyorum ama en çok Amerika ruhundan medet uman müslümandan nefret ediyorum.”   İhvan kendi öz oluşumundaki değerlere muhalif davranışlar sergiliyor.İhvan  neden hâlâ ‘Demokrasi’ diyor?

Maalesef  Müslümanlar fiili işgalden daha fazla zihinsel işgal altında. Tanzimattan bu tarafa (daha öncesi de var ama konumuz gereği oraya girmeyelim) zihinsel işgal yaşıyoruz. Bu işgal kendi kavramlarımızla, kendi kelimelerimizle düşünememek gibi bir handikapa düşürdü bizleri. Yani bizler batıya karşı çıkarken de batılı kavramlarla karşı çıkıyoruz. Bu bir tuzaktır. Bu bizim bir sabitemizin olmadığını gösterir. Müslüman ayağını bir yere basan, tevhide , imana, islâma, Kur’an’a basan bir yerden konuşmalıdır. Maalesef bu zihinsel işgali kırmadan fiili işgali kırmak mümkün değildir. Dün batılılaşma, modernleşme kaygıları  ile Osmanlının batıya yenilmesi askeriyede hemen batı giyimli askerleri ortaya çıkardı. Bu bitmeden bu kez okullar batılılaştı. Acıdır ki Abdülhamid bir İslâmcıydı ama Abdülhamid’i kendi kurduğu okullarda yetişen öğrenciler devirdi. Görüldüğü gibi zihinsel olarak kaybetmeye başlayınca hep kaybediyorsunuz. Altını iki defa çizerek söylememiz lazım.

ZİHİNSEL İŞGAL FİİLİ İŞGALDEN DAHA ÖNEMLİDİR

Mısır’a dönecek olursak Allah ondan razı olsun İhvan-ı Müslümin Hasan El Benna’nın başlattığı bir hareketti. Hilafetin ilgasıyla, Mısırın işgaliyle birlikte şu soruyu sordu: İslâm ümmeti ne olacak? Bir Müslüman olarak ben  ne yapmalıyım? Ve nebevi bir davranış şekliyle tek başına, önce iç devrimini gerçekleştirip sonra bunu siyasal-sosyal hayata yansıttı. İşte İhvan-ı Müslimin bu şekilde hayata geçti. El Benna şehit oluncaya kadar da çizgisinden vazgeçmedi. Onun amacı Mısır’ı işgalden kurtarıp, ittihad-ı islamiye’yi gerçekleştirip,  hilafetin yeniden kurulmasını sağlamaktı. El Bennanın eserlerini okuyanlar da görürler böyle bir amacı var. İhvan bütün bu amaç üzerine çalışmıştır. Diğer ülkelere de bu amaçları yaymıştır. Mısırın  çevresindeki ülkeler de bu hareketten etkilenmiş ve Seyyid Kutuplar çıkmıştır. Abdülkadir Udehler çıkmıştır.

İHVANIN KIRILDIĞI NOKTA

Mısırın kendine özgü özellikleri de vardır. İşgal altında olması, işgale karşı tüm halkın orduyla birlikte hareket etmesi zamanla ülkeyi Müslümanların bir bütün olarak görmesini sağlamıştır. Bu yanıyla Pakistan’a benzer. Orada ordu için de halk için de şeriat referans kaynağıdır. Bu da hatırlanmalıdır. Yani her ülkeyi kendi konumunda değerlendirmek gerekir. Ana değerler sabit kalmak şartıyla yerel değerleri de dikkate almak ve çözümlemeler yapmak gerekir. İşte İsrail’le olan savaşlara ihvan katılmıştır. İhvanda kırılma; İhvan önderlerinden Hudeybi’ nin  ’İnanç Sorunları’ adlı kitabı vardır. Bu kitap Mevdudi’ nin Dört Terimine ve Seyyid Kutub’ un Yoldaki  İşaretlerine cevap olarak yazılmıştır. Ben kırılmanın bu kitapla başladığını düşünüyorum. Öncesi de var. Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler’de anlattığı gibi Müslümanların sistemin içine dahil edilmesi de, sistemin de onlar üzerine hesap yapmaları  Müslümanlara asıl hedefini unutturdu. Burada gayri İslâmi rejimlerde Müslümanlar nasıl bir konum almalı sorusunu sormalı ve bunun üzerinde ciddi ciddi düşünmemiz  lâzım. Bu bize Kuran’ ın , Peygamberimizin Mekke perspektifini güncellememiz için bir örnektir. Yani Mekkî  toplumlarda Müslümanın nasıl davranması gerektiğini her Müslüman kendine sormalıdır.

İşte bahsettiğimiz kırılmayla birlikte ihvan sistem içine çekilmiştir. Mısır bağlamında düşünmeye başlamıştır. İhvanın ilkelerinden biri evrensel İslâm devletidir.  Hilafetin ihya edilmesidir. İhvan buradan koptu. Sonra İhvan, Türkiye’deki milli görüş hareketi  gibi demokratik süreç içerisinde hareket ettirilmiştir. Pakistan kökenli Kelim Sıddıki vardı. Mesela o ihvanla İran İslâm devletini karşılaştırırken İran’ ı devrimci ; İhvanı demokratik bulduğunu anlatmıştır. Özellikle okuyucularımıza Seyyid Kutub’ un Yoldaki İşaretler’ini tavsiye ederim. Bir kez daha okunmalıdır.

MÜSLÜMANLAR DEMOKRASİYİ KİMSEYE BIRAKMIYORLAR

Şimdi burada o kırılma yaşandı. Müslümanlar Mısır’da çok acılar çektiler. İşkenceler gördüler. Bunlar unutulmuş değil. Hislerimiz aklımızın önüne geçmeden gerçekleri görüyoruz. Yani ben Müslümanların İslâmi mücadelelerini  demokratik mücadeleye çevirmelerine karşıyım. Biz İslâmi kavramlar üzerinden mücadelemize devam etmeliyiz. Yani demokrasi diyen bir Müslüman, İslâm devleti, şeriat, İcma-İ ümmet  kavramını  kullanmıyor.  Halbuki eksik de olsa yanlış da olsa sıkıntı da olsa bu kavramlar bizim medeniyetimizden neş’et etmiştir. Bugün maalesef Müslümanlar demokrasiyi kimseye bırakmıyorlar. Demokrasi batılı bir kavramdır. Batıdan neşet etmiştir. Biz demokrasiyi geliştiremeyiz. Onu batılılar geliştirir biz tüketiriz. Biz demokrasiye katkı yaparsak bu batıya katkı yapmışız demektir.

Maalesef dün okuduğum İhvan bildirisinde mücadeleye devam edeceklerini, ve 25 Ocak Devrimi amaçlarını devam ettireceklerin söylüyorlar. Maalesef bu amaçlar İslami amaçlar değil. Bunları görelim. Tabii ki Mısır’daki Müslümanların zulümden kurtulmalarını, insanca yaşamalarını istiyoruz. Dua eder, destek veririz. Fiili olarak da katılırız bunda hiç problemimiz yok. Ama bakıyorsunuz demokrasiye karşı herhangi bir söylemleri itirazları yok. Demokrasiye karşı olmak deyince de hemen saltanatçı mısın diyorlar. Biz başka bir şey söylüyoruz. Müslümanlar kendi referansları üzerinden düşünmeli, hareket geliştirmeli, kurumsal yapılar oluşturmalıdırlar. İslâmi hedeflerle demokratik hedefler aynı değildir. Bazen de şöyle söylüyorlar. “Biz demokrasiyi dünya görüşü olarak reddediyoruz, yöntem olarak kabul ediyoruz.”  Yöntem değerden bağımsız mıdır? Her yöntem bir değerin sonucudur. Demokrasi ; aydınlanma felsefesi ve sekülerizmin bir sonucudur. Müslüman dünya görüşü olarak da yöntem olarak da demokrasiye rezervli olarak bakmak zorundadır. Demokrasi ‘şûra’ ya benzeyebilir. Demokrasinin ‘şura’ya benzemesi demokrasinin kendi sorunudur. Biz Müslümanlar insanlığa İslâmi değerleri referans ederek bir düşünce, bir hareket teklif etmeliyiz. Burada İslâmcı olmamız lazım. Biz Mısır’daki kardeşlerimizin mücadelesini destekliyoruz ama bu demokratik bir zafer olmamalı. Bizler zihinsel işgali bitirmedikçe hep yenilgilerle karşılacağız. Ben şu cümleyi söylerken yanılmayı çok isterim. Bütün tahminlerimin yanlış çıkmasını çok isterim. Ama buna inanıyorum. Çünkü mümin zihinsel işgalini bitiren demektir. Biz her durumda mümince davranmak zorundayız. İmanın bize gösterdiği yol üzerinden gitmek zorundayız. Kendimizi kandırmayalım, küresel kapitalizmle, küresel şirkle, küresel düzenle yüzleşmeden, onu zihinsel olarak alt etmeden siyasal sosyal anlamda başarı elde edemeyeceğiz. Ben arap baharına temkinli yaklaşıyorum. ‘La ilahe illallâh’ diyen insan neye ‘la’ dediğini bilmeli. Neyi kabul ettiğini de bilmeli.

25 OCAK DEVRİMİNE BİAT DEVAM EDİYOR

Arap baharındakiler neyi istediklerini neye karşı olduklarını açık açık söylemiyorlar. Batının oluşturduğu eski diktatörlüklere karşı çıkarken yine batıdan medet umuyorlar. Mısır’a Mursi yönetimi geldiğinde Hüsnü Mübarek’in ilişkide olduğu Amerika’yla ilişkiyi devam ettirdi. Batıdan yardım almaya devam etti. Camp David düzeni devam etti. “Ne yapsınlar? Güçleri yok” denebilir. O zaman güçleri yoksa bu oyuna girmesinler. 25 Ocak devriminde Müslümanlar zaten sürece hemen dahil olmadılar, sonradan dahil oldular. Bir anlamda proje onların üzerine kaldı. Müslümanlar tecrübesizlik, empeyalizmin tuzakları ile belki de kafalarında ne yapacaklarına dair bir şeyler olmadan yola çıktılar. Bu Türkiye’de de böyle. Müslümanlar iktidara gelir gelmez hemen AB projelerini sahiplendiler. Şimdi bunun neresi İslâmi dönüşüm? Fransız laikliğinden Anglosakson laikliğine geçmek, Fransız sekülerliğinden  Anglosakson sekülerliğine geçmek İslâmi  değişim midir? Batının bir tarzından öbürüne geçmek İslâmi değişim değildir. Maalesef buna değişim diye âlimleri de düşünürleri de siyasetçileri de söylüyor. Bunun böyle olmadığını biliyorum. Yanılmayı da çok istiyorum. Ancak acılar gerçekleri görmemizi engellememeli.

Peki, son olarak; Türkiye’deki cemaatlerin, kanaat önderlerinin, gazetecilerin ve yazarların kendi etraflarındaki takipçilerine karşı bir vebali yok mudur? Misal  birkaç gün önce Mısır’a destek mitinginde kahrolsun İran sloganları attırmalarına şahit olundu. Ne yapılmalı?

Başta da söylediğimiz zihinsel iğdiş olma durumu her şeyimize yansıyor. Şu anda İslâm dünyasının her yerinde İslâmi perspektiften kopup, demokratik bir perspektifle hareket etme var. Böyle olunca bu insanların önderleri, peygamberlerin varisleri olan âlimler olmaktan çıkmış. Bu insanların önderleri seküler zihniyetin biçimlendirdiği medya yazarlarıdır. Bu medya uyuşturuculuğundan da kurtulmak gerek. Televizyon- gazete yüzlerinin önderliklerini reddetmek gerekiyor. Müslümanların önderleri âlimlerdir. Ȃlimlerin sözlerine kulak kabartmak gerekiyor. Çünkü gerçek İslâm âlimleri Allah rızasını gözeten, ümmet duyarlılığı olan, risk alan, amel ve yaşantıyla önde olanlardır. Müslümanların müslümanca talepleri olmadığı için bugün Müslüman âlim önderleri de yok. Demokratik talepleri olduğu için de demokratik önderlere takılıyorlar. Türkiye’de İslâmi dili siyasetçiler, politikacılar, mühendisler, hukukçular belirliyor. Seküler eğitimden geçmiş zihniyetler belirliyor. Bir dönem İslâmcılık yapıp, sonra bırakıp, şimdi yeniden tatlı su müslümanlığı yapan İslâmcılar belirliyor. Ulus devletlerin politikaları İslâmi politika zannediliyor. Ulus devletlerin belirlediği siyasal amaçlar İslâmın amaçları zannediliyor.Politik lider ne diyorsa Müslüman cemaatler vakıflar onun peşine düşüyor. Bizler emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münkere inanan Müslümanlarız. Bizler iktidarken de muhalifken de Müslümanca davranmak zorundayız. İktidar da muhalefet de bizi bozmamalı. Mutlak itaat yalnızca Allah’adır biz de. İktidarlara dahil edilen Müslümanlar bunu bilmeli. Bugünkü iktidar İslâmi bir amacı olmadığını kendisi söylüyor. Bu iktidar 82 anayasasının çerçevesi içinde kurulmuştur. Nato angajmanları devam etmektedir. Bm angajmanları devam etmektedir. Türkiye Ortadoğu’da da kesinlikle bu angajmanlar üzerinde devam etmektedir. Bugünkü politik iktidar kendi açısından elbette tutarlıdır. Kendilerinin muhafazakar demokratik olduğunu zaten söylemişlerdir. Bizler yani Müslümanlar bir kere İslâmi perspektifin dışındaki Nato, AB  perspektifini reddetmek zorundadır. Dünyaya İslâmi çerçeveden bakmalıdır. Bu dil üzerinden düşünmediğimiz,  konuşmadığımız, çalışmadığımız sürece hep kaybedeceğiz. Allah öbür dünyada hesabını veremeyeceğimiz davranışları bu dünyada bize yaptırmasın. 

Amin, hocam teşekkür ediyorum, bize bu fırsatı verdiğiniz için.

Ben teşekkür ederim.

Bakmadan Geçme