Eski Türkler'de spor
Günümüzün inceleme olanaklarının çok sınırlı kavramlara dayanmasına karşın eldeki tarihsel bulgular ve belgeler göstermektedir ki Orta Asya da yaşayan Türkler beden kültürüne ve spor hareketlerine büyük önem vermişlerdir
Derleyen: Metin Yiğit
Türk sporları
GÜREŞ SPORU
CİRİT OYUNU
OKÇULUK
TEPÜK
GÜREŞ
Dünyanın bilinen ilk ve en eski sporu güreştir.Güreşin başlangıcı çok eski çağlara gider.İnsanların taş ve demir devrinde de güreştiklerine dair belgeler ortaya çıkarılmış bulunmaktadır. Türk güreş tarihi ile ilgili bir açıklama yapmak gerekirse, bunu üç kısımda ele almada yarar vardır: I. Devir: 18. yüzyılın başına kadar gelen ve daha çok eski tarih kitaplarında kısaca bahsi geçen devre, II. 18. yüzyılın başından Koca Yusuf'a kadar (1830-1890) geçen ve daha çok söylentiler halinde bilinen devre. III. Devir; Koca Yusuf'tan bu yana belgelere dayanılarak bilinen devredir.
Karakucak Güreşleri
On asırdır temel kaidelerinde bir değişiklik olmadan bir devam eden,çimen ,üstünde veya toprak sahalarda çayırlarda ve harman yerlerinde vücudun üst kısmı ile çıplak ayakla kıran kırana yapılan bir türüdür.Karakucak güreş,Türklerin öz,milli güreşidir.Karakucak başka bir deyişle Serbest Güreş günümüzde daha çok yağlı güreş yapılmayan bölgelerde yapılmaktadır.
Yağlı güreş ve kırkpınar
Türklerin çok sevilen "Yağlı Güreş" karşılaşmaları vardır. Bu tür güreşin temeli, dengedir. Pehlivanlar, İslami kurallara göre vücutlarını örten (göbeğin altından diz kapağının altına kadar) deriden yapılma "Kıs bet" giyer, yağlanır, yenişinceye kadar güreşirler. Son yıllarda yağlı güreşe de bazı kurallar getirilmiş, zaman tahdidi konmuş ve puanlama girmiştir. Yağlı güreş kapışmaları sırasında davul-zuma savaş havaları çalmaktadır. Yağlıdaki mücadele müzikaldir. Hatay ve Kahramanmaraş çevrelerinde yapılan ve Judo'ya çok benzeyen "Aba güreşi" de Türklerin ayrıca kendilerine has güreş kapışmalarından biridir. Türkiye'de çok yaygın olan ve sevilen Yağlı Güreşin, Rumeli denilen Trakya ve Balkanlardan yayıldığı bilinmektedir. Yunanlılar tarafından eski Olimpiyat Oyunlarında güreşçilerin zeytin yağıyla yağlanarak yaptıkları güreşin, buradaki Türkler tarafından benimsenerek yayıldığı da bilinmektedir. Yağlı güreş daha çok muvazene güreşidir. Arapların da bu güreşi yaptıkları söylenmekte ise de, bu hususta tarihi bir ize rastlanmamıştır. Yağlı güreşçilerin, pirlerini Hazreti Hamza olarak kabul etmelerinden başka Araplıkla bir ilgisi bulunmamaktadır. Rumeli Türkleri, eski Yunanlılara ait olan yağlı güreşi tamamıyla değiştirerek Türkleştirmişler ve Yunan ilahları için tertiplenen Olimpiyat Oyunlarının bu spor dalını, kendilerine has bir şekilde Müslümanlaştırmışlardır. Yağlı Güreşte tören çok önemlidir. Güreşe başlamadan önce pehlivanlar soyunup deri kıs betlerini giydikten sonra yağ kazanının başına gelmekte ve Kıble'ye dönerek üç ihlas bir Fatiha okuyup pirleri Hazreti Hamza'ya dua ettikten sonra cazgır tarafından seyircilere tanıtılmaktadır.
Kırkpınar güreşleri, Türklerin Rumeli'ye ayak basmalarıyla başlamıştır. Orhan Gazi'nin büyük oğlu Süleyman Paşa (1316-1359) Rumeli Fatihi olarak anılan Osmanlı Başkomutanı idi ve Rumeli yakasına ilk ayak basan ve oralarda elde ettiği fetihlerle şahlanan bir askerdi ki; Kırkpınar’ın destanlara karışmış tarihinde Süleyman Paşa'dan söz etmemek imkansızdır. Rumeli'de ilk defa Süleyman Paşa'nın komutasındaki Türk askerleri güreşmişlerdir.
Cirit Oyunu
Türklerin çok eskiden beri bilinen ve davul zurna eşliğinde yapılan atlı savaş sporlarından biridir.Ciride çok özel sevgisi olan Türkler bu oyunu morallerini yükseltmek binicilik kabiliyetlerini artırmak,kahramanlık ve savaşçılık ve sporculuk vasıflarını geliştirmek ve formda tutmak amacıyla yapmaktaydılar.Cirit oyunu Türkler tarafından asırlar boyu tümü türlü biçimlerde oynanmış ve oynanmaktadır. Cirit Oyunu Alpaslan'la beraber Anadolu'ya girmiş daha sonra Avrupa'ya ve Arabistan ülkelerine sıçramıştır. 17. yüzyılda Fransa'da, Almanya'da ve diğer ülkelerde de Cirit Oyunu yayılmıştır. Konya Turizm Derneği'nin 1972 eylülünde düzenlediği Cirit Oyunları Şenliği dikkatleri tekrar bu ulusal sportif savaş oyunumuzun üstüne çekmiş bulunmaktadır. Bütün Yurt'ta ilgi görmesi ve canlanması bu tür oyunlarımız için bir kazanç olacaktır.
Cirit Oyununda Kullanılan Terimler
- Değnek; Diğnek, Deynek: Çeşitli yörelerde cirit oyununa verilen ad.
- Cirit Havası: Cirit oynanırken davul ve zurna ile özel ritimlerde çalınan ezgilerin tümü yada bir tanesi.
- At Oyunu: Cirit'in Tunceli ve Muş yöresindeki adı.
- At Oynatma Havası: Tunceli ve Muş yörelerinde ciritten önce at oynatma için özel ritimlerde çalınan ezgi
ve ritimlere verilen ad.
- Rahvan: Atın iki ayakla koşar gibi aynı yanda bulunan ayaklarını aynı anda atarak yaptığı, biniciyi sarsmayan bir yürüyüş şeklidir.
- Rahvan At: Biniciyi sarsmadan yürüyen at.
- Tırısa Kalkmak: Atın çaprazlama ayak atarak hızlı ve sarsıntılı yürüyüşüne denir.
- Dörtnal: Atın en hızlı koşuşu.
- Hücum Dörtnal: Atın en hızlı koşuşunun daha ilerisinde bir süratle hedefe at sürme.
- Adeta: Atın düz yürüyüşü.
- Aheste: Atın ağır, arka kalçalara yüklenerek yürüyüşü.
- At Başı: İki atın bir hizada oluşu.
- At Cambazı: Ciritte at üzerinde beceri ve hüner gösteren binici.
- At Oynatmak: Ciritte hüner göstermek.
- Sipahi, Sipah, İspahi: Eskiden Yeniçeriler zamanında bir sınıf atlı askere denirdi. Fakat iyi at binen kişilere de at oyunlarında becerisi olan oyunculara da çeşitli yörelerde bu adlar kullanılmaktadır.
- Seymen Olmak: Ulusal giysilerin yöreye ait olanlarının düğün nedeni ile Ankara dolaylarında giyilmesine denir.
- Osmanlı: Atlı, süvari anlamında kullanılmaktadır.
- Menzil: Ciritte at üzerinde sıra biçiminde duranlara verilen ad.
- Alan: Cirit meydanına verilen ad. Cirit oynanan yer.
- Şehit: Ciritte isabet alıp ölenlere verilen ad.
- Acemi: Savurduğu ciridi ata değen oyuncuya denir.
OKÇULUK
Türklerin ok ve yaya verdiği önem, onun inanç dünyasını da etkilemiştir. Eski dönemlerinden beri Türkler için ok ve yay hâkimiyet sembolüydü. Hakan tahtında otururken elinde ok ve yay tutardı. Komutanlarını toplamak için onlara anlamı belli, değişik oklar yollardı. Çetinlerinde, damga ve sikkelerinde ok ve yay resmi vardı. Okçuluktaki bu töre ve semboller, daha sonra Selçuklularda da devam etmişti. Büyük Selçuklular 1040'da Dandanakan zaferini kazanınca, komşu ülkelere gönderdikleri fetih namelerin başında eski Türk hâkimiyet sembolü olan ok ve yay işaretleri bulunuyordu.
Öte yandan, tüm dünya uluslarınca benimsenen gerçekte, ok-yay ve okçuluğun Türklerce dünyaya tanıtılmış olmasıdır. Bu gerçekle ilgili tarihi kanıtların bir bölümü Ergenekon ve Oğuz Destanlarında yer alır. Bedenlerini çeşitli uğraşlarla en iyi biçimde eğiten Türkler, ok ve yayı çok iyi değerlendirmişlerdir. Maden çağının açılması ve atın eğitilmesi sonrası Türklerin Orta Asya'dan göçleriyle ok ve yayın kullanımındaki becerilerini dört bir yana yaymışlardır. Türk, Orta Asya steplerinden uzandığı her yere elinde yayı, sırtında ok sadağı, altında atı ile gitti ve bunları gittiği her yerde tanıttı. Türklerde okçuluk binicilikle birlikte beden kültürü anlayışının öncüsü olmuştur. Okçuluk sadece bir savaş uğraşı değil, zevkli bir idman ve yarışma biçimine getirilmiştir. Böylece düzenlenen her türlü törenlerde en büyük yarışmaların sembolü ok ve okçuluk olmuştur.
TEPÜK
Tepük kavramına XIV.yy itibaren rastlanmasının sebebi olarak oyunun ortadan kaybolmasına gösteren dil bilim çalışmalarının aksine XX.yüzyıl başlarında Doğu Türkistan da Uygurlar arasında tespit edilen Tepgüç oyununu,gerek oyun aracının formu gerekse oynanma biçimi bakımından Tepül oyunuyla şaşırtıcı bir benzerlik göstermesi adlarında tepmek fiilinden kaynaklanan kavramsal bir yakınlılıkta olan bu iki oyunun aynı oyun olabileceği düşündürmekte bu Oyun raket yerine ayakla oynanmasına rağmen oyun malzemelerinin benzerliği ve kuralları açısından futbol yerine badmintona daha yakın olduğuna dikkat çekilmektedir. Eski Türklerin Tepük oyununu, belirli aralıklarla karşılıklı dikilmiş mızrakların arasından topu, ayakla vurmak suretiyle geçirerek sayı kazanma esasına göre oynadıkları bilinmektedir. Tepük'ün, Orta Asya'da yaşayan Türk boylarında yüzlerce yıl oynandığına dair, "Hıtay-ı Name" ve "Baybars Tarihi" ile Ayasofya Kütüphanesi'nde 3029 numarada kayıtlı değişik kitaplarda da bahis vardır.