Erciyes'in muhafızı:Yılanlı Dağı
Yılanlı Dağı
Şahmaran’dan Askalabos (Asklepion)’a, eski Türk hikâyelerindeki ejderhalardan,
Tevrat’taki anlatımlara, Lokman Hekim’den Hacı Bektaş-ı Veli’ye yılan hikâyeleri ile geçti çocukluğumuz. Yılanın yavrusunun yerini değiştiren nenemin süt koyduğu kaba zehrini akıttığını gören dedemin haber vermesi üzerine nenemin meseleyi anlaması ve yavruları yeniden yerine götürmesi ve arkasından yılanın tekrar gelip süt kabına dolanarak zehirli kabı devirmesi çocukluğumun unutulmaz hikâyelerindendi. Hangi hikâye veya masal olursa olsun yılandan korkmayan yoktur. Tıbbi anlamda şifanın sembolü kabul edilse de bizim için korkunun, zehrin, sinsiliğin, kıvraklığın sembolü idi. Benim köyümde tarlamızın ve söğüt ağaçlarımızın olduğu mevkiinin adı yılanlı idi. Rahmetli babamla oraya ilk gittiğimde yılanların yerini sormuştum. O da; “oğlum her yerdelerdir ama onlar sen onlara zarar vermediğin sürece sana zarar vermezler” diyerek rahat olmamı söylerdi. Lakin mevkiinin adının yılanlı olması bile ürkmeme yeter de artardı bile.
Üniversiteyi kazanıp Kayseri’ye geldiğimde Erciyes’in etrafındaki dağlardan birinin adının Yılanlı olduğunu duyduğumda doğal olarak çocukluğuma gitmiştim. Yılanla ilgili bütün hikayeler, anlatılar, türküler, şiirler yardıma geldi. Bizim için dağ demek Erciyes demekti ama bir tarafta Ali Dağı öbür tarafta Yılanlı Dağı onu bütünleyen unsurlar gibiydi. Bir şiirin anlamları, bir türkünün melodileri, bir fotoğrafın detayları, bir tablonun tamamlayıcılarıydı. Bir dağa neden yılanlı denir? Bildik başka bir anlamı yoksa yılanı çok olduğu için olsa gerek. Nitekim dağın etrafının taşlık olması bende de ilk bu çağrışımı yapmıştı. Her ismin elbette bir hikâyesi vardır. Erciyes’in onlarca, Ali Dağı’nın pek çok ama Yılanlı Dağı’nın hiç yok…
Olmalıydı aslında. Çünkü ismin peşinden gider bütün anlamlar… Ya da bütün anlamlar bir isimle billurlaşır… Hemen Er ve Ciş efsanesindeki ejdarhanın bulunduğu dağ geldi aklıma.
Hani ne diyordu kızın babası “Karşı dağın tepesinde alev kusan bir ejder var. O ejderi öldürüp gel! Kızım Ciş’de senin olsun”. O ejderha Yılanlı Dağı’nda mıydı? Onun için mi Yılanlı diyorlardı. Aladağ’ı Ali Dağı yapan muhayyile Yılanlı Dağı’nı da Orta Asya’dan, Altaylardan mı getirdi bilinmez… Demirci Yazısı’ndan Yılanlı Dağı’na giderken düşünceler dağ yoluna girdiğimizde mekana karışıyordu. Meşe ağaçları ve kavaklar yolumuzda bize eşlik ediyordu. Taşla yapılı bağ evleri, Talas ve Hisarcık’ta gördüğümüz bağ evlerine göre daha doğaldı. Dağların balkonları insan gönlüne benzer. Eşya ve hadiseleri bütün berraklığı ve bütünlüğü ile görür. Akıl nasıl böler, parçalar, bağlantı kurarsa, gönül de inadına bütün görür, geniş bakar… Nitekim Kükürt Bağlarına doğru bir açıyla baktığımız Beğendik Bağları, Sakar Bağları ve Erciyes öylesine ahenk içinde görünüyor ki. Dağ dağı daha iyi anlıyor, çünkü daha iyi ve güzel görüyor diyorum içimden.
Zirveye doğru devam ederken dağların en iyi kılavuzları olan çobanlar veya oralarda yaşayan insanlarla karşılaşıyoruz. Mekânın en iyi bilenleri kesinlikle onlar. Sadece bilenleri mi anlayanları da. Mekâna isimler verişlerinden anlayabiliyorsunuz bunu. Yolda karşılaştığımız Mustafa Amca’ya hem dağı anlattırıyoruz hem de mekân isimlerini soruyoruz. Mekân isimlerini elindeki asa ile uzatarak gösterirken Süleyman Sağlam’ın romanını sanki satır satır yeniden okuyoruz. Saymaya başlıyor Mustafa Amca: Şurası Harami Deresi mevkii. Şoo taraf Cılga yolu. Boncuk Kuyu şurada, Minare Kaya burada. Saymaya devam ediyor mevkileri tek tek. Eğri Kaya-Koyunbaba, Arpa Dağı, Çukur Kuyu, Kulaklı Bağları-Sallı Bayır, Gölgeli Kaya, Yiğitler Kayası, Kızlar Hanı… O saydıkça hafızam beni başka mekânlara götürüyor. Aslında insanlar mekânlara benzer isimler koyuyorlar. İster Kırşehir’e gidin, ister Bolu’ya. Veya ötelere, Balkanlar’a gidin ya da Türkistan’a… İsimler aynı. Çünkü insan bir yerden bir yere giderken sadece isimleri değil aslında ruhu ile birlikte mekânı da taşıyor. Dağ yolları ne güzel… Yılanlı Dağı’n yolları da ismi ile müsemma. Sanki bir yılan sırtında kıvrım kıvrım gidiyor hissine kapılıyoruz.
Gah sağ tarafa Eğri Kaya tarafına düşüp aşağıda mana ikliminin sultanı Koyun Baba’ya bakıyoruz. Gah batı sırtında Hürmetçi Sazlığı’na doğru gittikçe yayılan Organize Sanayi Bölgesi’ne bakıyoruz. Birazdan zirveye çıkıp, tümülüsün üzerinden Erciyes’i ve Kayseri’yi seyredeceğiz. Yılanlı Dağı’n zirvesindeki tümülüsün üst kısmı yassı hale getirilmiş. Araba ile rahatlıkla çıkabiliyoruz. Etkili bir rüzgâr hafiften üşütse de seyrettiğimiz manzara her şeye değiyor. Gerçekten Erciyes buradan bir başka görünüyor. Aşağıda Beğendik ve Sakar Bağları, Fatma Güllü, Kartın, Yanık Dağ, Kefeli, Oğlakkıran, Sütdonduran bütün ruhuyla görünüyor. Erciyes’in eteğine tutunmuş çocukları gibi her birisi. Bağların yeşili dağların beyazına karışıyor. Bereketi ve rahmeti en iyi dağdan görüyor insan her boyutu ile. Mezarlık Hacılar’a doğru ilerlemiş diyoruz içimizden ölümü düşünerek. Şehrin sadece batı kısmını ve Erkilet tarafını görebiliyoruz. Yılanlı Dağı gizemli bir dağ. Sırrını kendinde tutuyor. Keşfedilmemişliğini insan iliklerine kadar hissediyor. Karşısında Ali Dağı ile birlikte sanki Erciyes’in muhafızı gibi duruyor. Erciyes açısından baktığında sağ tarafta Zülfikar’ı temsil eden Ali Dağı, sol tarafta ise adeta şehrin ve dağın kapısını bekleyen Şahmaran, Yılanlı Dağı… Süleyman abinin romanı, mekanları, kahramanları yeniden- yadıma düşüyor. Yılanlı Dağı’ndan inerken Yılanlı Dağı romanında kaybolarak yolumuza devam ediyoruz…
“Bu karmaşada doğanın bir parçası yılanlar, insanların kendilerine gösterdiği ilgiden yararlanır ve onlara zarar vermeden, o insanlarla iç içe yaşardı. Bunlar bir yana,Yılanlı Dağı’nın yılanları çeşit çeşitti. Kimiboz veya sarı renkli üçgen kafalı engerek yılanları, kimi de siyah fakat zehirsiz kalın yılanlardı. Bazen alacalı renkleri ile göz kamaştıran güzellikte ki yılanlar da vardı. Niyet ahalisi yılanı evinin, bağının bekçisi sayar, yine de uzak dururdu. Niyette yalnız Kara İsmail vahşi hayvan ve yılanlardan çekinmezdi. Onlara iyi davranırdı, onlara yaklaşmayı öğrenmişti. Temin ettiği sütleri kaplara dağıtır, onları köpek, kedi gibi beslerdi. Keklikler evinin damında şakır, yılanlar sekide dolaşırdı. Kara İsmail, vahşi doğa ile dosttu. Onun bu haline insanlar alışıktı. Hatta onda daha büyük güçlerin olduğuna inanılır, hastalar şifa bulmak için gelirdi. Dalak kesme, şişe çekme, kurşun dökme, şerbetleme, okumak, üflemek, sülük vurmak, un tütütmek Kara İsmail’in işiydi. Şifa bulanlardan hediye kabul etmez, çoğu insanların derdine deva olmaya, ümit dağıtmaya özen gösterirdi. Hoca’nın dünya malında gözü yoktu.(Süleyman Sağlam, Yılanlı Dağı, s. 245-246)”
Dursun Çiçek – Şehir Dergisi
dursun bey kısa ama özlü yazınız için teşekkürler. inşaAllah devamını bekleriz . kulaklı bağları sakini