Endülüs izlenimleri (5)
Osman Gerçek'in Endülüs İzlenimleri...
MALAGA – MARBELLA
Sevilla’dan yaklaşık 300 km mesafedeki Malaka ve Marbella kıyı Akdeniz kentlerini görmek üzere sabah kahvaltı sonrası yola çıktık.
Kent merkezinde 567 bin kişinin yaşadığı Malaga kıyılarında dünyanın en güzel tuzu üretiliyormuş. Dünyada jet sosyetenin ve arap şeyhleri dahil birçok zenginin villalarının, konutlarının olduğu marka bir kıyı kasabası, Malaka. Ayrıca bu zenginlerin tekneleri ve mega yatları da burada bulunur. Villaların gayrı menkul değeri oldukça yüksektir. Avrupa’nın sıcağa ve güneşe hasret kuzey ülkelerinin tercihli tatil beldesidir. İngilizler ve Almanlar yoğunlukta olup, bu dillerin kullanımı bu kentte yaygındır. 157 km toplam plaj kıyısı vardır. Yeşil alanı da oldukça fazladır. Guadal Medine nehri buradadır.
İspanyol Ressam Picasso’nun doğduğu kenttir. Kent merkezinde doğduğu ev ve kendi adına müzesi bulunmaktadır.
Kentin kıyısında yükselen teperlerden birinde 100 km. batıdaki Cebeli Tarık boğazının güvenliğini sağlamak maksadıyla yapılan Gibralfora Kalesi bulunur. Kıyıları ve kent panoromasını gözlemlemek için çok güzel bir mekan. Kent içindeki daha küçük bir tepe üzerine kurulan Endülüs dönemi Al Cazaba kalesi ve Roma antik tiyatrosu kalıntıları vardır.
Malaga Kenti, Cebel-i Tark’ın İspanya yakasında bulunuyor. Akdeniz’in önemli liman kenti olan Malaga son Gırnata Sultanlığının önemli kalesidir. Cebel-i Tarık boğazının genişliği 14 km. dir. Bu boğaz, İngiltere ve İspanya arasında hâlâ ihtilafı olan bir bölge. 30 Bin nüfuslu Şehir halkı İngiltere’ye bağlı bir koloni gibi yaşamayı seçtiğinden, siyasi statü olarak İngiltere’ye bağlı kalmaya devam ediyor. Geçişlerde İngiliz vizesi gerekmektedir. Dünyanın en çok turist alan bölgesidir. Yılın 320 günü mutlaka güneşli olan Malaga’da ‘güneş garantili tatil’ satışları yapılmaktadır.
MARBELLA, Malaga kentinden biraz daha batıda bulunan bir Endülüs kentidir. Turizm özellikleri bakımından Malaga’ya çok yakındır. Çok lüks otellerin ve tatil köylerinin bulunduğu bu ultra lüks turizm merkezi bir çok ünlü tarafından tercih edilen bir mekan. Mevsim gereği kent oldukça sakin. Yaz aylarında iğne atsan yere düşmezmiş.
Deniz kıyısına yakın bir parkın devamında 1989’yılında ölen İspanyalı Salvador Dali’ye ait 10 parça heykel açık havada sergileniyor. 85 Yaşında ölen sürrealist ressam Salvador Dali, faşist diktatör Franko’nun önemli destekçilerinden olduğu için, hayatı boyunca yönetim tarafından sürekli desteklenmiştir. ‘Matematik ve bilim, bize Tanrı’nın olması gerektiğini anlatıyor ama ben inanmıyorum’ diyen Dali, kendisinin Endülüslü ve Arap kökenli olduğunu iddia ediyor.
Marbella’nın sakin ve temiz sokaklarında gezerken tabelasında Arapça ‘helal’ yazan bir dönerci dükkanına rastlıyoruz. Helal bir Türkiş döner dükkanını görmenin mutluluğuyla dükkana giriyoruz. İngilizce anlaşmaya çalışsak da bizim Türk olduğumuzu geç fark ediyor, Elazığlı keko. Yenebilecek helal dürümlerden paket yaptırıyoruz fakat ‘helal’ yazan dükkanda envai çeşit içecek şarapları görünce de şaşırıyoruz.
İspanya’da ‘herşey dahil’ turizm yapmak yasaktır. Ülkemizde ise yabancı turistler için tam tersi bir uygulama vardır. Böyle olunca da 100 bin turistin getirdiği parayı 5000 Türk yurd dışına bırakıyor. Çok düşük rakamlara 300 dolara, ülkemizde bir hafta konaklayabilen turistler, ekonomiyi canlandıracak bir serbesti ile esnaf ve tarihi yerlere hiçbir katkı da sağlamadan ülkemizi terk edebiliyorlar. Yurt dışında ‘herşey dahil’ turizm yapılmadığı için organizasyon bedeli kadarda neredeyse ekstre ücretler vermek durumunda kalıyorsunuz. Öğle ve akşam yemekleri için genelde restaurantlara yönlendiriliyorsunuz. Tüm turizm organizasyonu gelen kişinin daha çok para bırakmasına yöneliktir. Bu da turizm adına sıcak para ve istihdam demektir. Böylece butik bir turizm tarzı oluşuyor.
BOĞA GÜREŞİ
İspanya deyince ilk akla gelen, arenalardaki meşhur kanlı boğa güreşleri ve azgın boğaların önlerine katarak kovaladığı can havliyle kaçan kalabalıklar akla geliyor.
Antik Yunan ve Roma’nın öldürücü galdyatör yetiştirme geleneği, İspanya’da boğa güreşi eğitiminde de tatbik edilen bir eğitimdir. Gladyatör eğitimde aslan ve kaplan’ı alt etme eğitimi, İspanyol boğa güreşinin de esin kaynağıdır.
İspanya Boğa ile özdeşleşmiş bir toplumdur. Boğanın derisi açıldığında İspanya haritasını çağrıştırmış. Boğa: tora, torido: boğa güreşi anlamına geliyor.
16. Yüzyıldan itibaren İspanya’da gelenekselleşerek devam eden boğa güreşleri, güç ve iktidarın sembolü olarak değerlendiriliyor. Kralın askerlerinden biri olan matador, şovalyelik ünvanı alabilmek için çok özel eğitimlerden geçerek savaş sanatı konusunda yetiştiriliyor. Kral ve aristokrat kesimin özel yerlerinde yer aldığı arenalarda nefesli çalgılarla çalınan, dehşet, korku, coşku ve yüreklendirici müziklerle izleyiciler ve matador yönlendiriliyor. Birçok matadoru öldürmüş veya sakat bırakmış olan özel yetiştirme devasa boğalar kendi kapısından arenaya çıkarken, matador da kendi kapısından arenaya çıkıyor. Üçüncü kapı ise ölen boğanın veya matadorun ölü veya yaralı olarak çıkarıldığı kapı. Bir boğanın üç matadoru, üç de yardımcısı olur. İspanyolların aile ve çocuklarıyla pikniğe gider gibi akın ettikleri arenalarda kanı ve dehşeti, korkuyu ve sevinci birlikte yaşıyorlar.
Arenaya önce pembe pelerinle stajyer matadorlar çıkarak küçük acemi boğaları oyalar ve ortamı, seyircileri ısındırmaya çalışırlar. Sonra da okçu şovalyeler sırtındaki kında bulunan 3 çift okla boğayı alt etmeye çalışırlar, Arena ve seyirciler arasında bir engel olsa da seyircilerin arenaya atlayarak boğayı kızdırma hakları vardır. Bazen boğalarında seyircilerin arasına dalma hakkı olduğu gibi. Zırhlı şovalyer 6 okunu sırayla boğanın sırtı ile boynu arasındaki şah damarına isabet ettirmeye çalışır. 6 Hakkını kullanarak boğayı yorup öldürmesi gerekir. Değişen müziğin temposu altında, ‘oley’ çığlıkları içinde yorulan ve yaralanan boğayı coşku içinde öldürmüşse ne alâ. Öldürememişse bu kez arenaya matador çıkar. Matador boğayı üzerine çekmeye çalışır. Şovalyenin öldüremediği yorgun boğayı, pembe pelerini ve yakın markaj kıvrak figür ve hareketleriyle daha da kızgın hale getirip, çıldırtmaya çalışır. Matador, pembe pelerini ve kılıcını bırakarak, bu kez eline kırmızı pelerin ve ince, hafif Toledo kılıcını alır. Artık boğaya son darbeyi indirme sırası gelmiştir. Boğa ile matador arasında ölüm – kalım mücadelesi devam ederken müzikle beraber tüm seyirciler susmuş ve son nefes kanının boğadan mı yoksa matadordan mı çıkacağını pür dikkat beklemektedir. Düello sahnesinde matadorun tek hamle şansı vardır. Tek hamleyle boğayı şah damarından vurup öldürürse tüm seyircilerin çığlıkları hat safaya çıkacaktır. Muzaffer matador sağ eliyle mendilini cebinden çıkarıp sallarsa Krala teşekkür etmiş demektir. Kral mücadeleyi beğenmişse o da eline aldığı beyaz mendilini sallar. Bunun üzerine matador yerde cansız yatan boğanın sağ kulağını kesip sallar. Kral ikinci kez mendilini sallarsa bu kez sol kulağını da kesip sallar ve kraldan büyük ikramiye ve taltifi kazanmış olur. Seyircilerde bu coşkuya arenaya güller atarak ortak olur.
İspanyolların milli çılgınlıkları olan bu oyun 2 yıl önce Katalonya bölgesinde yasaklandı fakat diğer kentlerdeki onbinlerce kişilik kalabalıkları alan arenalarda bu çılgın coşku bütün dehşetiyle devam etmektedir.
Flemenko:
İspanya denince, akla ilk gelen boğa güreşi ve flemonkodur. Endülüs Dönemine dayandırılan folklorik bir halk dansı olan flemenko, İspanya’da önemli bir müzik kültürü. Turistik formata dönüşse de köken itibarıyla, Berberi, Hind, Çingene ve yerel toplulukların ortak kültürünün bir yansıması olarak ortaya çıkmış. Dans formları itibarıyla Orient etkisi fazlaca görülür. Usta bir gitarcı, ve gerektiğinde topuklu ayakkabılarının ökçe ve tabanıyla ritmi zenginleştiren şarkıcı ve danscılardan müteşekkil bir özgün dans türüdür, flemenko.
Dünyaca ünlü müzisyenlerden Rodrigo’da İspanyalıdır. 1999 Yılında ölen ve Faşist Franko’nun önemli müttefiki olan bu müzisyenin en ünlü eseri ‘Gitar Konçertosu’dur. Hala birçok kez dinlenilse de usandırmayan bu Rodrigo’nun çok ünlü gitar konçertosunu, 1972’de idam edilen Deniz Gezmiş, ipe giderken son isteği olarak, demli bir çay ve tüten bir sigara eşliğinde dinlemek istemiş, ne yazık ki bu isteği yerine getirilmemişti.
TOLEDO
Dönüş yolculuğumuzda, Sevilla’dan Madrit’e giderken uğramamız gereken önemli bir kent daha vardı: Toledo. Müslüman Endülüslülerin elinden çıkan ilk kaybedilen kent olan Toledo, Müslümanlarca Tuleytula olarak bilinmekteydi. Avrupa’nın kültür başkenti olan Toledo’ya önemli br turist akını vardır. 370 yıl Müslümanların egemenliğinde kalan kent, Kurtuba başkent olduktan sonra merkezilik özelliğini kaybetmiştir.
Unesco tarafından şehrin her tarafı sit alanı ilan edilerek, 1980’de başlayan restorasyon çalışmalarıyla diri bir tarihi kent şekline dönüştürüldü.
Toledo, dünyanın en önemli kültür kenti olup, 16. Yüzyıla kadar İspanya’ya başkentlik yapmış bir şehir.
16. Yüzyıla kadar Katolik dünyadaki etkisi ve nüfuzu, dini, idari ve merkezi açıdan Toledo’nun Vatikan’dan öncedir.
Elhamra Sarayını yapan bir kısım ustalar Toledo’dan gitmiştir. Çeliğe su vererek güçlendirme ve dayanıklılığını artırma işçiliğinin merkezi de Toledo’dur. Bıçak ve kılıçlarıyla ünlü Toledo, aynı zamanda Avrupa’nın silah ve zırh üretim üssü olarak önemli bir yere sahipmiş.
Endülüs’ün tüm kentlerinde olduğu gibi burada da el kazar sarayı bulunuyor. Dört kuleli bu saray Müslümanların yaptıkları elkazar yıkıldıktan sonra II. Felipe yine ‘elkazar’ ismiyle yeniden yapılan saray.
Etrafından Tajo nehir geçen bir vadinin tepe noktasındaki geniş düzlüğe kurulan Toledo kenti de etrafı kalın surlarla çevrili bir suriçi medeniyeti aslında.
İber yarımadasında Müslüman egemenliği devam ettiği sürece, Toledo kaybedildikten sonra bile Müslümanlar bu bölgede 1492’ye kadar güven içinde yaşadılar.
Uzaktan bakıldığında bir tepenin etrafını çeviren kalın surların içindeki tarihi yapılar ve doğal güzelliği bakımından sanki iki avuç içinde havaya kaldırılmış biblo bir kent. Müslümanların yaptığı kalenin içine yine Toja nehri üzerine Müslümanlar tarafından yapılan iki taş köprü ile girilebiliyor.
Surların içi ise neredeyse tamamen tarihi yapılarla dolu. Restorasyon malzemesi kullanılırken veya yeni yapılar yapılırken tarihi dokuya uyumu ön planda tutulmuş.
Kent Merkezindeki yüzlerce yıllık tarihi yapılar ve kentin genel görüntüsü, cancanlı ve ışıltılı batı kentlerinden çok Doğu İslam kentlerini andırıyor. İnce, dar ve yokuş cadde ve sokak kenarlarındaki tarihi taş evlerin altlarındaki hediyelik eşya dükkanlarının arasında yıkılan Ulu Camiinin yerine yapılan Katedrali görmeye gidiyoruz. Kentin tam orta yerinde, devasa büyüklükte yapılan bu Kadetral, uzaktan bakıldığında en hakim yapı olarak görülüyor.
İspanya Krallığının Kurtubadaki tahribatı kadar bir tahribat yaşanmaz Toledo’da. Müslümanların elinden çıktıktan sonra kiliseye çevrilen Ulu Cami bir müddet daha yapısal varlığını korur.
Kastilya eyaletinin başkenti olan Toledo, aslında ülkenin başkenti Madrid’e kaydırılsa da gizli başkent olma özelliğini korumuştur, İstanbul’un konumu gibi. Toledo, aynı zamanda dış işleri sefaretlerinin de merkezi sayılır. Sabaytaycıların çoğunluğunun soy kütüğü buradan başlar.
2011 Yılında Dünya genel hristiyanlar birliği JMC Toledo’da toplandı. Dünya genelinde okullardan getirilen 5 milyon genç Papa’nın konuşmasını Toledo Kadetralinde dinledi. 1492 yılından sonra aynı zamanda Latin Amerika da Hristiyan oldu. Dünyada şu anda en çok hristiyan Brezilya’da bulunuyor. Yeni seçilen Latin Amerikalı Papa ile papalık merkezi de Arjantin’e kaymış oluyor. Kristof Kolomb’un keşfi ve yeni kıtada 300 milyon insanın barbarca yok edilmesinden sonra bu bölgeler kolonileştirildi. Latin Amerika’da Brezilya hariç, tüm ülkelerde hâlâ İspanyolca konuşulur.
Toledo’da Müslümanların yapmış olduğu cami ve minareler yerle bir edilip, üzerine kondurulan dev kadetralin 400 yıla yayılan bir yapım süreci var. Endülüs İslam eserlerine sanki nisbet edercesine yapılan genişletmeler, Kadetralin içinde eklektik özelliği ile dikkat çekiyor. Loş ve kasvetli iç mekanın yüksek tavanı ve geniş iç hacmi kademeli olarak değişik krallar zamanında tamamlandığı ve farklı yapı malzemeleri denendiği için, mimari estetik uyumdan çok, resim ve heykellerin sergilendiği bir müzeyi andırıyor.
Hristiyan öğretisi ve kilise mimarisinde resim ve heykel en önemli ikonik eğitim vasıtası. Dini ve tarihi olayları sembolize eden ikonlarla Hristiyan ilahiyatının eğitimi verilmiş oluyor. Bu heykel ve resim betimlemesi çocukluktan başlayarak imgesel olarak zihne işlenmiş oluyor ve bu imge üzerinden dini bilgiler gelişmiş oluyor. İsa, Meryem, 12 Havari, Azizler ve bazı dini kişiliklerin resim ve heykelleri her dönemde usta ressam ve heykeltıraşlara ısmarlama olarak yaptırılarak, kiliselere, katedrallere eğitim aracı olarak konuluyor. Bu ikonlar üzerinden tanrısal irtibat kurularak teslis inancı pekiştirilmiş oluyor.
İspanya’da gotik katedral mimarisinin en önemli eserlerinden olan Toledo Katedrali, içerisinde bulunan ünlü sanatkarların yapmış olduğu resimler ve heykellerle de meşhur olmuş bir kadetral. Ünlü ressam el Greco’nun yaptığı ‘el expolio’ (soyunduruluş) isimli ünlü tablo bu katedralde bulunuyor. İsa a.s’ın çarmıha götürülürken üzerindeki tek parça kırmızı cübbe veya kefeni çıkarılmadan önce tasvir edildiği resim, kendinden önce yapılan İsa resimlerinden birçok yönüyle ayrılıyor. Önceki dönemlerde yapılan kafasında güneş bulunan daha çok derinlikli minyatür tarzında yapılan resimlerin aksine üç boyutlu ve yüz ifadesiyle karakter imajı ön plana çıkarılmış bir tablo. Kudüs - Anadolu hattında bulunmuş, incelemeler yapmış olan Yunanlı Ressam el Greco (Domenikos Theotokopulos), kilise mimarilerini, heykel ve resimlerini ve de kayıtlı Hristiyan İlahiyatı metinlerini okuduktan sonra 1579 yılında üç metre yüksekliğindeki bu eserini ortaya çıkardı. Her ne kadar fiyat pazarlığı konusunda kiliseyle mutabakata varamasa da istediği rakamın üçte birine ikna olmak zorunda kaldı. Bu pazarlık aşamasında Hristiyan ilahiyatçıları alışılagelmişin dışında bu tablo üzerinde olumsuz yorumlar yapsalar da, kilise duvarına asıldıktan sonra bu İsa tasviri genel kabul gören bir karakter oluşturdu ve ondan sonraki ressamlar bu resmi esas alarak İsa portresi üzerinden betimlemeler yapmaya başladılar.
Resimde, İsa kırmızı kıyafetleri içerisinde etrafı işkencecileri ile sarılı olduğu halde huzurlu yüzü göğe dönük betimlenmiştir. Sol yanında yer alan yeşil kıyafetli bir infaz memuru, bileğine doladığı halatı çekiştirirken, çarmıha gerilmesine hazırlamak üzere bir elini de onu soymak amacıyla İsa’nın elbisesinin yakasına atmıştır. Hemen altında ise çarmıhın isa’nın ayaklarına çakılacak çivisinin oyuğunu açan sarılı biri görülür. Tam arkasında suçlarcasına parmağını doğrultmuş siyahlı adam ve elbiseyi kapabilmek için tartışan iki kişinin gerisindeki kalabalık, ellerinde tuttukları mızrakları ve jest ve mimikleri ile İsa’yı sıkıştırmış ve huzursuzluk hissi yaratmaktadırlar.
Yine bir zamanlar kutsal emanetlerin de saklandığı Toledo Katedralinde, sıraların dizili olduğu kafes içine alınmış rengarenk heykel ve rolyeflerle süslenmiş tavana kadar yükselen kabartmalarda çarmıhtan indirilen Hz. İsa’ya ait bir mendil şeklinde üzerinde İsa tasviri olan bez figürü tasvir edilmiş. Ki bu bez yüzyıllar boyu bu katedralde kutsal emanetler bölümünde saklanan ve bu kadetrela üstünlük kazandıran en önemli ögeydi. Ne var ki geçtiğimiz yıllara, bu mendille ilgili kimyasal test analizinde mendilin sahte olduğu ortaya çıktı ve bu, kadetralin imaj kaybına uğramasına neden oldu.
Bu katedralin bir bölümünde de Endülüs Emevi Devleti’nin son sancağı sergilenmekte. Üç metre yüksekliğindeki ve üzerinde Endülüs Emirlerinin isimleri ile ayetler ve Arapça yazıların olduğu bez dokuma sancak, bir camekan içinde koruma altına alınmış. Üzerinde yuvarlak zemin içinde 16 emirin adları bulunan bu sancak, ‘galibiyet nişanesi’ olarak ziyaretçilere izlettiriliyor. Bir zamanlar Müslümanların Ulu Camilleri olan ve minarelerinden ezan okunan bu yere yapılan katedral içinde, 800 yıl hüküm sürmüş Müslüman idarenin sancağının ibretlik görüntüsü yüreğimizi sızlatsa da en azından muhafaza edilen bir tapu hüviyeti taşıyan bu sancak üzerinden dönüştürülmesi gereken bir Dar’ul İslam iddiamızın her hakkı saklı duruyor olması temennisi ile teselli ettik kendimizi.
ENDÜLÜS’E VEDA
Yaklaşık 500 yıl önce hüzünlü bir şekilde veda ettiğimiz Endülüs’ten ayrılma vakti bizim için de bu kısa süre içinde gidemediğimiz ve göremediğimiz yerleri düşündükçe hüzünlü oldu. Hiçbir mezarın başında, Endülüs için dökülen gözyaşı kadar gözyaşı dökülmedi diyen Arap Şair’in ifade ettiği bitmez sızıyı yüreğimize hapsedip Endülüs’e veda ettik. Müslümanlar, Endülüs’e verdikleri 800 yıllık emek kadar, Endülüs’e verdikleri bilgi ve kıymet kadar, hiçbir coğrafyaya emek, bilgi ve kıymet vermemişlerdi. Bu toprakların kadir kıymet bilmezliği, Müslümanların vefasızlığı ile birleşince, kayan bir yıldız gibi adeta yok olan Endülüs’ün yitik hazinesine şahid olmak için, Endülüs mutlaka görülmeli.
Yazan: Osman Gerçek