Endülüs izlenimleri (4)
Osman Gerçek'in Endülüs izlenimleri....
GIRNATA ve EL HAMRA SARAYI
Sevilla’dan 300 km uzakta bulunan Gıranada’ya gitmek üzere kahvaltı sonrası otelden hareket ettik. Geniş otobanlardan ve tarım arazilerinin arasından geçerek Gırnata’ya geldik.
Şehrin genel yerleşimi ve sanayi kuruluşları düz ve geniş bir ovada bulunuyor. Bu geniş ovanın etrafı fazla yüksek olmayan dağlarla çevrili. Kent merkezinin güneyinde ise daha yüksek ve kayak yapılabilen Sierra Neveda sıradağları bulunuyor. Bu sıradağların en yüksek noktası 3478 metredir ve İsviçre Alplerinden sonra Avrupa’nın en yüksek noktasıdı . Aynı isimle ABD Kalifornya’da da karlı bir sıradağ vardır.
Grenada kelime olarak nardan türemiş bir isimdir. Dünyanın en güzel narları burada yetişir. İspanyol bayrağında da nar figürü vardır. 1492’ye kadar Müslümanların yediği nar, sonrasında Hristiyanlara nasib olmuştur.
Duvarlarında 10 bin kez ‘lagalibe illallah’ yazan el Hamra sarayı dünyanın en çok ziyaret edilen sarayı özelliğine sahip.
Dünyanın en iyi zeytinyağı burada üretiliyor. İkilimi sebebiyle dünyanın en güzel ahşap enstrumanları da burada yapılıyor. Buranın ahşabı, ikliminden dolayı işlemenin kolay olmasının yanı sıra açma yapmıyor ve genleşmiyor. Avrupa’ya tarımı İspanya’da 800 yıl hüküm süren Endülüslü Müslümanlar öğretmiştir.
GRENADA –KAYSERİ BENZERLİĞİ
Avrupa’nın en zengin ikinci kenti olan (Kişi Başına Gelir: 62 bin dolar) Grenada coğrafik ve tabii yapı itibarıyla, güney sırtını karlı Erciyes’e vermiş etrafı küçük sıradağlarla çevrili geniş ovada bulunan Kayseri’yi andırıyor. Hava ve su bakımından, en temiz ve sağlıklı ortam buradadır. Buraya yapılan Elhamra sarayı ile dünyada, optimal bir buluşma noktası, minimal bir cennet hayalini dünyada tatma arzusu vardır.
Aynı Kayseri’de olduğu gibi, kent yerleşim yeri ve karlı dağ arasındaki yükseltilerde oluşturulan ‘bağ evleri’nin mekanına da ‘elhamra’ sarayı kondurulmuş. İspanya’da musluktan akan suyunun içilebildiği tek şehir de Grenada, tıpkı Kayseri gibi.
GRENADA’DA KAYSERİ ÇARŞISI
Gırnata’da bulunan Ulucami yıkılarak yerine kondurulan dev Katedral’in hemen bitişiğinde bulunan, daha çok Kuzey Afrikalı Müslüman küçük esnafın işlettiği İpekçiler çarşısının arkasında tol bir giriş ve çıkışı bulunan kapalı çarşıyı andıran bir çarşı bulunuyor. İnanması zor ama bu çarşının adı : Kayseri Çarşısı : El Caiceria. Bu Çarşıda daha çok hediyelik eşya ve bir kısım tekstil ürünleri satılıyor.
Kayseri Çarşısının ve Katedralin arkasından caddeden geçildiğinde, Müslüman esnafın işlettiği dükkanların bulunduğu yukarı doğru çıkan bir küçük cadde bulunuyor. Bu küçük caddede sağlı sollu hediyelik eşya ve tekstil ürünler satıldığı gibi, helal cafe, helal pizza, helal döner satan yerlerde bulunuyor. Ayrıca Takwa Mescidi adında küçük bir camii de bu sokağın yakınında. Cuma namazına yetişemesek de namaz sonrası öğle namazını kıldığımız bu mescidde Morocco’lu Müslümanlarla tanıştık. Aylık namaz vakitlerinin bulunduğu bir listeyi de elimize tutuşturdular.
MUHTEŞEM EL HAMRA SARAYI
El Hamra Sarayını ziyaret edebilmek için haftalar öncesinden rezervasyon yaptırıp, belirlenen gün ve saatte daha önceden alınan biletlerle giriş yapmak ve ziyareti belirlenen sürede sonlandırmak gerekiyor. Ayrıca gezi esnasında her gruba kulaklıklar verilerek, iki de İspanyol rehber tahsis ediliyor. Bu rehberler sadece prosedür gereği ve sadece grupla beraber geziyorlar. Sarayla ilgili bilgilendirmeleri ise kendi rehberimiz yaka mikrofonundan kulaklıklarımıza konuşarak yapıyor.
1236 Yılında Kurtuba’nın, 1948 yılında Sevilla’nın elimizden çıkarak, Hristiyan Kastilyalıların eline geçmesi ve Endülüs’de sığınabildiğimiz son kale Gırnata /Grenada’da kurulan Gırnata Emirliği’nin geri çekilme ve mağlubiyet döneminden sonra ortaya çıkardığı en önemli eser: El Hamra Sarayı. Endülüs genelindeki Müslüman mağlubiyetinin ve geri çekilmenin tesellisi olarak yapılan ve sarayın Elçiler Salonına 10 bin kez ‘La Galibe İllallah’ yazılan bu muhteşem eser, adeta dünyanın mugalliplere kalmayacağını isbat ediyor.
Sultan Beni Ahmer, 3. Fernando ile Gırnata’da kalmak üzere pazarlık eder. Kırmızı sakallı Sultan’ın Elhamra (kırmızı) sarayını lakabına izafeten böyle adlandırdığı da söylenir. Gırnata’da adeta bir lale devri başlar. Gırnata emirliği İspanya’da kurulan en son ve en uzun süren İslam Devletidir.
Gırnata Sultanlarının genç yaşta ölmeleri ve saray entrikaları gibi nedenlerle sarayın yapımı 1400 yılına kadar sürer.
Endülüslü Müslümanların son sığınağı olan Gırnata’da 1232 yılında kurulan Beni Ahmer veya Beni Nasr Devleti zamanında yapılan El Hamra Sarayı’nın bir kısım bölümleri yok edilip tahrip edilse bile şu anki varlığıyla Endülüs’te yapılan en güzel eser olma ünvanına sahip.
Sultan Yusuf’un 20 yıllık emirliği döneminde sarayın önemli bir kısmı sona erer. Sultan Yusuf’un yakın arkadaşı Kastilya Kralı zalim Pedro, sarayı gördüğünde adeta büyülenir. Binlerce zenaatkarın ince detaylar üzerine arı gibi çalıştıklarını gördüğünde, aynı ustaların kendisi için Sevilla’da da bir saray yapmasını ister. Hristiyan sembolizminin de kullanıldığı Sevilla’daki Al Kazar (el Kasr)’ın oluşumu da bu şekilde gerçekleşir.
Endülüs İslam sanatını meydana getiren ve Elhamra gibi zirve bir yapıtı ortaya koyan Müslüman sanatkârlar, özellikle son dönemlerde Hıristiyan krallara da hizmet vermişlerdir. Müslüman ve Hıristiyan ustaların birlikte meydana getirdikleri, İslam Sanatının Hıristiyan Sanatına uygulanmış biçimi olan bu üsluba Mudejar (Müdeccen) adı verilmektedir.
İslam aklı’nın en ihtişamlı yapıtlarından olan Elhamra’daki kabartmalarda Horasani harcı kalıplara dökülerek yüzlerce değişik uygulamalar yapılır. Horasanlı Türklerin buluşu olan bu harc, yumurta akı, peynir, reçine, pişmiş toprak gibi katkı maddelerinden meydana gelir. Çok kuvvetli ve suya dayanıklı bir bileşimdir.
Hayatın başlangıcını ifade eden su ve sağlamlığı ve uzun süre kalıcılığı ile kainatı sembolize eden istiridye formu, Müslüman sanatkarlar tarafından Elhamra’nın mukarnaslerında ilk kez kullanılmıştır. İslam Sanatının resim ve heykele mesafeli duruşu, bitkisel ve geometrik şekillerin soyut sembolizminin önünü sısnırsız bir şekilde açmış ve Elhamra’da bunun en güzel örnekleri verilmiştir. Endülüs, mimari sanatlar yanı sıra musiki alanında da Avrupa’ya önemli etkileri olmuştur.
Elhamra sarayı müctemilatında 1200 kişi yaşıyordu.
Dünyanın en çok ziyaret edilen sarayı olan Elhamra, Gırnata’ya hakim bir tepe üzerindeki düzlükte, başlangıçta savunma kalesi ve saray olarak yapılmıştır. Bu yüzden dışarıdan biraz hantal ve kaba görünür. Fakat gösterişsiz ve hantal kale duvarlarının içinde eşsiz güzellikte bir sarayla karşılaşılır. Duvarlarında kırmızı tuğla, damında kırmızı kiremit kullanıldığı için adına da Elhamra, yani “Kırmızı” denmiştir.
Beni Ahmer Emirleri yeni yapılarla kaleyi büyüttüler. Böylece Elhamra, saray ve köşklerden kurulmuş bir yapılar topluluğu haline geldi. Sarayların içi kadar avluları da güzeldir. Bunlardan en güzelleri uzun bir havuzla süslü olan El-Bürke avlusu, döşemesi mermer kaplı Meksuar Avlusu ve Arslanlı Avlu’dur. Dünyanın en güzel mukarnasları buradadır.
Her bir bölmede ve mekanda duvarlara yazılmış hat yazıları ve süslemeler, diğer mekanlara geçişlerde farklılaşarak devam ediyor. Mimari olarak simetrik yapı ve oluşumlar, mükemmel bir perspektifle desteklenmiş.
Arslanlı Avlu, 1354-1359 yılları arasında hüküm süren V. Muhammed zamanında yapılmıştır. Avlunun ortasındaki yuvarlak havuzu çevreleyen 12 arslan vardır. Havuzun ortasındaki fıskiyeden fışkıran sular, çevredeki revakların kemerlerine benzer kıvrımlar yaparak dökülürler. Birbirine dik olan Arslanlı Avlu ile El-Bürke Avlusu’nun etrafındaki salonlar eşsiz güzelliktedir. Birinci avlu 36 metre uzunluktadır. Bu avlunun iki büyük kenarı üzerine açılmış karşılıklı kapılardan yan salonlara geçilir. Avlunun kuzey ve güneyinde bulunan yedi kemerli galerinin süslemeleri göz kamaştırıcı güzelliktedir. Avlunun kuzey kenarındaki kapısından bir dehlize ve oradan da Elçiler Divanhanesine geçilir. Bu salonun kenarları 11,24 metre, yüksekliği 18 metre, duvarlarının kalınlığı ise 3 metredir. Bu kalınlık yüzünden pencereler birer oda görünüşündedir.
Masal dünyasını andıran Alhamra’nın kapalı mekanlarından açık alana çıkıldığında farklı bir sürprizle karşılaşıyorsunuz. Kademeli geniş taraçalar şeklinde oluşturulan teraslı bahçelerde yüzlerce çeşit ağaç, çiçek ve bitki türünün envai çeşidini uyumlu bir peyzajla nasıl tablolaştırıldığına tanık oluyorsunuz. Huzur ve rahatlık veren her bir bölümdeki farklı koku ve zerafet, kapalı mekandaki ‘kul yapımı’ ihtişamı bir anda gölgede bırakarak ‘Allah’ın eseri’ olan yeşilin milyonlarca tonu arasında cennet bahçeleri güzelliğinde koku ve lezzet ortamında, gözleri ve gönülleri büyüleyen bir tablo oluşturuyor. Su ve yeşilin tonları her aşamada doğal bir iklimlendirme sağlamakta. Şu anda görmekte olduğumuz manzara, 700 sene önceki ilk orjinalinin belki de binde biri mesabesinde. ‘Cennet’ül Arifin’ denilen bahçeler arasındaki yazlık saray bölümü, avlular dışında ferahlatıcı yeşil alanlar, fıskiyeli havuzlar, akar çeşmeler ve bahçelerden ibarettir.
Botanik alimlerinin ve İbni Sina’nın bitki üzerine yaptığı çalışmalar burada nevş’ü nemâ bulmuştur.
Girift bir yapıya sahip olan Elhamra Sarayı, mahremiyet esasına dayalı birbiriyle bağlantılı sayısız odalar ve salonlar, bu mekanların arasında yer alan avlularla beraber, insanın kendini bakmaktan alıkoyamadığı yüzlerce taç kapılar, mukarnaslar, rengarenk seramiklerle, yapının, yeşil ve suyla beraber uyumlu bir fotoğrafı sanki.
Elçiler salonundaki 114 yıldız, Kur’andaki sureleri temsil eder. Tezyinatta, İran, Çin ve Hind sanatı mezcedilmiştir.
Elhamra Sarayı, zarif ve zengin süslemeleri, bahçeleri ve havuzlarıyla bir şiir gibidir. Fakat Şarlken Endülüs’ü zaptedince sarayın bir bölümünü yıktırdı ve yerine Rönesans üslubunda bir saray yaptırmak istedi. 1522′deki bir depremde, 1590′daki bir patlamada saray bir miktar daha hasar görmüştür. Ancak, 19. yüzyıl ortalarından itibaren korunmaya alınmış ve günümüze dek gelebilmiştir.
Bu eser Hristiyan hakimiyetinde yerle bir edilebilir, ortadan kaldırılabilirdi. Ne kadar kinle yüklü olursa olsun, hiçbir, akıl, vicdan ve iz’an bu muazzam eseri yok edecek kadar sanat, zerafet ve estetik düşmanı olamaz.
Sarayın her santimetre kare alanı, ince ve zarif oymalarla, desenler ve insanı şaşkına çeviren tezyinatla süslenmiş. Bu kadar değişik malzemenin, uyumlu renklerle hangi mahir ustaların elinde mükemmel bir esere dönüştüğünün şaşkınlığı aynı zamanda bu sanatı gözlemleyen Müslüman zihinde bir özgüven de oluşturmuyor değil. Tek ve Kendinden başka mutlak Galip olmayan Allah’ın kullarının, mağlubiyet anında bile ortaya koyabilecekleri mükemmel eserleri, İslam Medeniyetinin, Batı’ya kafasına çaka çaka kabul ettirdiği en güzel birikimi.
‘La Galibe İllallah’ lafzının zikre dönüşüp, duvardan tavana, kapıdan pencereye, sütundan mukarnasa, muhtelif malzemelerle nakşedilmesi, zikrin sanat ve estetikle oluşturduğu uyumlu birlikteliği de gözler önüne seriyor.
Sarayın bitişiğindeki Cami yıkılarak onun yerine ortamdan uyumsuz, absürt ve hantal bir kadetral yapılmış.
V. Karlos tarafından Elhamra’nın bitişiğine yapılan saray ise bununla boy ölçüşmek şöyle dursun, hilkat garibesi yapısıyla dikkat çekmektedir.
Son Gırnata Sultanı Ebu Abdullah tahta oğlunu geçirir ve oğlunu ihtida eden yabancı bir gelinle evlendirir. Daha sonra döner ve oğlundan emirliği geri alır. Oğulun babasına karşı olan bu kini, onu hristiyanlarla ittifak yapıp babasını yıkmaya götürecektir. Hristiyan saldırıları sonucu Elhamra’ya sıkışan baba Ebu Abdullah, fazla dayanamaz ve halkının hayatı karşılığında sarayın anahtarlarını İsabel’e teslim eder. (2 Ocak 1492) 6 Ay içinde bütün Müslümanlar malvarlıklarını bırakarak yarımadayı terk edeceklerdir. Müslümanların hüküm sürdüğü 8 asırlık mazi hüzünlü bir şekilde sona erecektir. Bu tarihten sonra Yahudiler de Müslümanlarla aynı kaderi paylaşacaktır.
Gırnata İslam Devleti’nin egemenliğinin son yıllarında Akdeniz’in Batısında deniz üzerinde egemenlik kurmaya çalışan Avrupa ve Kuzey Afrika arasında mekik dokuyan ve namları yavaş yavaş yayılmaya başlayan Midilli’li Yakup ağanın dört oğlu vardır: İshak, Oruç, Hızır ve İlyas reisler. İspanya ve Avrupa kalelerinden yağmaladığı ganimetleri Kuzey Afrika’ya getirirler ve burada söz sahibi olmaya başlarlar. Deniz ticaretinde kullanılan yüklü gemilere el koyup, Avrupa’nın deniz ticaretini önemli ölçüde sekteye uğratırlar. Endülüs’ü terk etmek durumunda kalan Müslümanların güvenle kuzey Afrikaya geçmelerine önemli katkılar sağlarlar. Ele geçirdikleri yüklü bir gemiyi de Piri Reis himayesinde Yavuz Sultan Selim’e armağan ederler. Oruç Reis, İspanyollarının kolonileştirdiği Cezayir kentlerini ele geçirerek Cezayir Emirliğini eder. İlyas Reis Rodoslu şövalyelerce öldürülürken, İspanyolların Cezayir’i geri almak için başlattıkları taarruzda da İshak ve Oruç Reis öldürülür. Hızır reis Yavuz Sultan Selim adına para bastırıp, hutbelerde adını okutarak, biatını yeniler. Bunun üzerine Hızır Reis Cezayir Beylerbeyi makamına getirilir. 1519’da İspanyol Donanmasını ağır bir yenilgiye uğratır ve Osmanlı Kaptanı Deryalığına kadar yükselerek, Barbaros lakaplı ‘Hayrettin Paşa’ namıyla Akdeniz’i Osmanlı gölü haline getirir.
Yazan: Osman Gerçek