Gönülden gönüle yol gizli gizli
Hayat nasıl geçip gidiyor anlayamıyoruz. Ömür dediğin masal gibi… Bir varmış, bir yokmuş. Nasıl olduğunu anlamadan yıllar geçiyor. Bir bakmışız o geçip giden yıllarda ne varsa hepsi mazi olmuş. Bir mekân olarak Ehl-i Dil üzerine yazmam gerektiğinde gereğinden fazla zorluk çektim. Çünkü sadece bir mekânı değil aynı zamanda kendi hayatımın da bir dönemini yazmam gerekiyor. Ehl-i Dil, gönül ehli demek. Gönül eri, kalender, rind demek.
Kendimde biraz böyle bir hava hissederim oldum olası. Mekân olarak Ehl-i Dil de zaten öyle bir yerdir. Genellikle bu tabiri hak eden müdavimleri vardır. Müdavimlerin ilklerinden ve en uzun süre devam edenlerinden biri olarak Ehl-i Dil’e verdiğim ciddi bir mesai vardır. Nart Noyan sigorta primimi yatırsaydı emekliliğime az kalmıştı. Dile kolay on yıldır haftanın birkaç günü uğradığım, arkadaşlarımla buluştuğum bir mekândır. İş bunun ötesine geçmiştir, öyle ki yaprağı çay tabağı olan, ince belli bardağı da lale şeklindeki logosunu bile bendeniz tasarlamıştır. Böylelikle kendimi ne kadar dışta tutmaya çalışsam da başaramayacağım bir yazıya giriş yapıyorum.
Ehl-i Dil’in sahibi ve orada ortaya çıkan atmosferin sorumlusu Nart Noyan’dır. Kendisiyle tanışıklığımız oldukça eskilere dayanır. Kayseri tarihi açısından başka ve ayrı önemi olan bir başka mekânda, Bilge Kitabevi’nde tanışmıştık kendisiyle. O da ben de Bilge Kitabevi’nin önce bodrumunda, sonra üst katında vazife ifa eden kitap kafenin müdavimiydik. Bilge Kitabevi aslında bambaşka ve başlı başına bir başka yazının konusu olmalı. Çünkü orası yerine getirdiği birçok işlevin yanı sıra Ehl-i Dil’in bu gün temsil ettiği misyonun öncüsüydü dersem abartmış olmam. Bir nevi, bir kültür mekânı olarak Bilge Kitabevi modelinin çay ocağına evrilmiş hali diyebilirim. Aradan yıllar geçtikten sonra, bir başka çay ocağında, bizim Ahmet’in açtığı “Çaycı” adlı mekânda Nart Noyan’la yeniden yolumuz kesişti. O dönemde “Çaycı” da farklılığıyla öne çıkan bir mekândı. Açıldığı zamana kadar Kayseri’de örneği olmayan bir yerdi. Ankara’daki ünlü Sakarya ve Gökkuşağı çay evlerini andıran bir havası vardı. O mekânları da bilen tanıyan biri olarak bir müddet “Çaycı”ya da takıldım. Ama unutamayacağım bir olay Nart Noyan’la arkadaşlığımızı pekiştirdi. Burada o mevzuyu uzun uzadıya açmayacağım. Zaten birçok ortamda, birçok kez anlattım. Bir bayram gecesi uzun bir sohbetin ardından, mistik bir yolculuğa çıktık. Gidişimiz, dönüşümüz her biri ayrı hikâye ve hayatımızda kapladığı yer itibarıyla güzel bir arkadaşlığın başlangıcı olmak bakımından oldukça tatmin edici bir tecrübeydi. Öyle ya, birini tanımak için önemli kriterlerden birisi de birlikte yolculuk yapmaktır. Kısa bir süre sonra, Nart bir çay ocağı açmaya karar verdiğini söyledi. Kiraladığı mekânı bize gösterdi. Temizliği boyası derken kısa süre içinde Ehl-i Dil faaliyete başladı. Bugün güneşten solmaya başlayan tabelasını yapmak da yine bana nasip oldu. Nasılsa arkadaşlarımızla bir şekilde buluşuyor, oturup çay içip muhabbet edecek bir yer buluyoruz. Bir arkadaşımız, eşiniz dostunuz bir yola çıktığında karınca kararınca yanında olmamız icap eder. Nitekim biz de öyle yaptık. Hem oturup muhabbetimizi yapalım, hem çayımızı içelim dedik. Gelen geçen orda bir kalabalık görürse merak eder takılır dedik. O günden itibaren buluşma yerimiz, oturup sohbet etme yerimiz, mekânımız Ehl-i Dil oldu.
OKUL GIBI
Ehl-i Dil ilk günlerinden itibaren bir çay ocağı olmanın ötesinde bir mana üzerine kurulu mekân oldu. Soğuk kış akşamlarında Aydın Abi ile birlikte ekip olarak düzenli soh- betlerimiz başladı. Bu sohbetler asla normal bir çay ocağı muhabbetine benzemiyordu. Derin felsefi meseleler, siyaset bilimi, tarih, tasavvuf, edebiyat üzerine katılanların ufkunu açan muhabbetler açılıyor, gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam ediyordu. Bir dönem sinema sanatı ve tarihi açısından önemli yönetmenlerin filmlerini izledik, üzerine Aydın abinin yorumlarını, film okumalarını dinledik. Akira Kurosawa, Tarkovsky filmleri ve benzerleri. Sonra fotoğraf gösterileri ve fotoğraf okumaları yaptık. Dursun Çiçek, Maruf Şinik gibi şehrin önde gelen fotoğrafçıları birikimlerini Ehl-i Dil’in mekanına taşıdılar. Aydın Karakimseli ile altı yıla yakın süre devam eden Füsus el Hikem okumalarımızın hatırı sayılır bir dönemi Ehl-i Dîl’de gerçekleşti. Farklı gruplar Niyazî i Mısri ve Yunus Emre okumaları yaptılar. Bunun yanı sıra Cahit Zarifoğlu okumaları da yine Ehl-i Dîl ile birlikte anılacak etkinliklerden biri oldu. Zaman içerisinde öyle bir ortam oluştu ki, aramıza katılan müzisyen arkadaşlar enstrümanlarıyla mini konserler vermeye başladılar. Sinan, Muhammed, Kamil sanat müziğinin seçkin eserleriyle her yerde bulunamayacak ziyafetler verdiler. Sonra Lütfü, Kayseri türküleri ve Neşet Ertaş türküleriyle kulağımızın pasını sildi bir müddet.
Zaten müzik ve özellikle türkü Ehl-i Dil’i tanımlayan en önemli vasıflardan biridir. Ne zaman gelirseniz gelin mutlaka türkü saatine denk gelirsiniz. Nart’a göre türküler bu milleti ayakta tutan direktir. Şimdi yeri mi yoksa ayrıca mı değinmeliyim onu da bilemedim ama madem yeri geldi onu da zikredeyim. Ehl-i Dil’in kalbi ehline malumdur. Oraya herkes giremez. Müdavimler, misafirler ve özel dostlar için özel sohbetlerin yeridir. Bahçede mutlaka ayrı ayrı masalarda hatırı sayılır muhabbetler, sohbetler vardır. Ama Ehl-i Dil’in kalbinde mesele derinleşir. Orada tasavvuf müziğinin klasikleri, saz eserleri, türküler son sesle dinlenir. Gecenin ilerleyen saatlerine ulaşılmadan, türkünün, musikinin, sanatın, tasavvufun dibine vurmadan yukarı çıkılmaz. Burayı fazla açmaya da gelmez. Ehline malumdur, gayrına mahremdir biraz. Dostluğa belli bir kemalâta ulaşmadan vakıf olunmaz. Ehl-i Dil’in içi dışı, altı üstü bir nevi mekteptir. Bu mektepte uzun uzun edebiyat konuşulur. Bazen gelenek/modern çelişkisi tartışılır. Fotoğraf, tiyatro, sinema, müzik, tasavvuf konuşulur. Bazen imza günleri düzenlenir. Bazen sergi açılır. Bir bakmışınız bir masada iki yazar yeni yayınlanacak bir kitap dosyası üzerine konuşuyorlar. Bir bakmışınız, antik çağ tarihi hakkında akademik bir muhabbet dönüyor. Bir başka masada iktisat tartışılıyor. Bir diğerinde fotoğrafçılar buluşmuş. Ehl-i Dil’de siyaset de konuşulur. Ama ideolojik tartışmalara pek rastlanmaz. Birbiriyle taban tabana zıt dünya görüşleri aynı masada şakalaşarak bir araya gelebilir. Bir şeyler öğrenmeden, bakış açısını kontrol etme ihtiyacı hissetmeden kalkılmaz o masalardan. En çok da ön yargılar yıkılır, kesin inançlar, keskin kenarlar törpülenir. Bilginin ışığında ama epeyce şakayla karışık... En azından şöyle bir şeye zorlar. Bilmediğiniz şeyi araştırır bir sonraki buluşmaya öyle gelirsiniz. Çünkü burası desteksiz atışa, rastgele sallayışa müsait bir yer değildir. Kılığına kıyafetine bakarak amele sandığınız biri bütün paradigmalarınızı yerle bir edebilir. Tasavvufun her meşrebinden birileriyle karşılaşabilirsiniz. Akademinin değişik disiplinlerin- den gelen birileri mutlaka o masalarda oturuyordur. Genellikle Ehl-i Dil’deki hiçbir masada boş muhabbet dönmez. O yüzden yeni gelen birileri etrafa kulak kabarttığında şaşırır. Bazıları korkar, Ehl-i Dil’i yanındaki masada kim muhabbet ediyorsa onlardan ibaret zanneder. İlk iş olarak nasıl tanıdıysa öyle yaftalamak olur. Ama işin aslı elbette ki öyle değildir. Ehl-i Dil’in ismiyle müsemma müdavimleri vardır. Her birinin kendi hayatında biriktirdiği tecrübeleri, her birinin ayrı uzmanlık alanı, mesleği, toplum içinde hatırı vardır. O yüzden kimi zaman bir genç kulak kabarttığı yan masadaki insanlarla tanışmaya yeltenir. Bunun kapısı da çoğu zaman sonuna kadar açıktır zaten. İşte böyle tanışmalarla hayatı değişen, Ehl-i Dil mektebinde unutamayacağı anılara sahip olan, çok şey öğrenen gençler vardır. Dedik ya Ehl-i Dil adeta bir okul gibidir. En çok da arkadaşlık, dostluk nedir o öğrenilir.
MÜDAVIMLER VE MISAFIRLER
Mekân üzerine çok düşünmeyiz. Çünkü ya evimizdir, ya işyerimizdir. Onun da felsefesini yapacak halimiz yok ya. Ama mekânlar alışkanlıklarla da ilgili. Ev ve iş yeri arasındaki zorunlu ikamet, zaman geçirmenin dışında, mekânın ne olduğunu, hangi anlama geldiğini düşünmek için zorlayan ve fırsat veren durumlardan biri sosyal hayattır. İnsanın kendini tanıması için gerekli olan şeylerden biri münasebette olduğu insanlarsa, diğeri o insanlarla nerede bir araya gelindiğidir.
Onun için hacı hacıyı Mekke’de, sofu sofuyu tekkede bulur. İnsan mekânla kurduğu ilişkide kendi kişiliğini ve sosyal konumunu çoğu zaman hesap etmek zorunda hisseder. O yüzden müzisyenlerin, siyasetçilerin, edebiyatçıların, ideolojik kampların, değişik hobilerin bir araya gelip kendilerini dış dünyaya kapattıkları mekânlar vardır. Buraya kadar bahsettiğim şekliyle Ehl-i Dil’in alışılagelen, ya da bilinen sosyal mekânlardan olmadığı anlaşılmıştır sanırım. Bunu anlamak ve görmek için biraz da müdavim- lerden bahsedelim. Mesela an itibarıyla Ehl-i Dil’in demirbaşlarından kabul edebileceğimiz Ömer Faruk Dayı en başta yer almayı hak ediyor. Müdavimler ve iz bırakanlar listesinde İzzettin Erbay Hoca, Aydın Karakimseli’yi özellikle belirtmeliyiz. Sonra Efdal Emre var bir de. Yaşları büyük olduğundan ve farklı kişilik özellikleri, onları şehrin bir değeri yapan birikimleriyle Ehl-i Dil’de oturup çay içtikleri zaman dilimlerinde etraflarına zihinsel katkıda bulunmadan, fikir fırtınaları estirmeden , kolay ulaşılamayacak bilgiler sunmadan kalkıp gitmezler. Onlar Ehl-i Dil’in ağır abileridir. Sonra bir de gelip geçenler, hoş sadalar bırakarak aramızdan ayrılanlar da oldu zaman içerisinde. Daima rahmetle andığımız Mustafa Ağca hoca ve Emir Kalkan Ehl-i Dil’in unutulmaz anıları arasında yerlerini aldılar. Allah rahmet eylesin. Onlarla geçirdiğimiz zamanın kıymetini iyi ki bilmişiz diye düşünmeden edemiyorum. Müdavimlerin yanı sıra bir de misafirleri vardır. Ehl-i Dil’in. Alanlarında Türkiye’nin en ünlü simalarıdır onlar. Kayseri’ye hangi vesile ile gelmiş olurlarsa olsunlar Ehl-i Dil’e uğramadan gitmezler. Bir kere gelmişlerse mutlaka diğer geldiklerinde de Ehl-i Dil’i ziyaret ederler. Onlar da bir nevi Ehl-i Dil’in şehir dışı müdavimleridir. Şayet Kayseri’de yaşıyor olsalardı sürekli müdavim olurlardı muhtemelen. Onlar kim mi? Kimler yok ki o isimlerin arasında. Ömer Tuğrul İnançer, Ahmet Özhan, Hasan Kaçan, Hayati İnanç, İsmail Kasap, Halil Necipoğlu, İsmet Özel, Erkan Oğur, Nevit Müsmir, Kemal Sayar, Bülent Akyürek, Ebubekir Kurban, İsmail Doğu, Yusuf Kaplan, Serdar Tuncer, Göksel Baktagir, Yurdal Tokcan, Ali Bektaş, Senai Demirci, Mustafa Öztürk ve daha kimler kimler....
DIŞARDAN BAKILDIĞINDA
Ehl-i Dil dışarıdan bakıldığında, özellikle Sahabiye’de yer alan birçok çay ocağından sadece biridir. Dekorasyon olarak belki diğerleri kadar cazibesi olmayan mütevazı bir mekândır. Civardaki herhangi bir çay ocağında arkadaşlarınızla buluşabilirsiniz. Oturup çay içebilir, hatta kendinizce en derin muhabbetlere dalabilirsiniz. Ama emin olunması gereken bir durum var. Eğer sohbetinizin bir derinliği, muhabbetinizin bir anlamı varsa onu tamamlayacak mekânda değilsiniz demektir. Şüphesiz her işletmenin müdavimleri, kıymetli müşterileri vardır. Her sohbetin kendince derinliği ve değeri vardır. Ama Ehl-i Dil bir başkadır. Bu başkalık rastgele tesis olmamış, bunun için gerekli her türlü yatırım yapılmış, her türlü fedakârlık gösterilmiştir. Ehl-i Dil, dışarıdan bakıldığında sıradan bir çay ocağıdır. İçerisinde barındırdığı özgünlükler nedeniyle dışarıdan bakıldığında kolay anlaşılmaz bir sosyal mekândır. Bu yüzden kimilerinde olumsuz bir imaj uyandırdığı, korkutucu, ürkütücü dedikodular çıktığı da görülmüştür. Yiğidi öldür hakkını yeme ilkesi mucibince her şeye rağmen Kayseri’de benzeri olmayan bir ortam olduğunu teslim etmek gerekir. Ehl-i Dil deyince akla türkünün gelmesi gönülden gönüle giden gizli yolu bilen insanların mekânı olmasındandır. Tarkovski’nin bir filminde, Dede Efendi’nin bir nağmesinde, bir kitabın, bir kelimenin izinde yol almadan bu sırlı yola girmek mümkün olmaz. İnsanın mana ile demlendiği mekândır Ehl-i Dil…
En başta dediğim gibi açıldığı günden beri müdavimi olduğum bu mekan hakkında objektif olma iddiası gütmeden çoğunlukla duygularımı bir kenara bırakmadan anlatmaya çalıştım. Dilim döndüğünce övdüysem de yerdiysem de beni bağlayan sözler sarf ettim bundan sonrasında karar kendisi şahit olmak isteyenlere kalmıştır.
On yıllık müdavimlik macerasının ardından aklımda şöyle bir soru bekliyor. Mekana müdavim olunur mu? Benim cevabım olunurmuş. Çünkü çay deyince arkadaşlarla buluşmakta deyince aklıma Ehli Dil den başka bir yer gelmiyor. Bu yüzden belki de kullanım kılavuzu hazırlayıp “ dikkat bağımlılık yapar” diye insanları uyarmak lazım…
Mustafa İbakorkmaz- Şehir Dergisi
MHP'li Ersoy: 'Asgari ücretteki işveren desteklerinin artırılmasının kıymetli olacağı kanaatindeyiz'
Yunus Akgün: 'Taraftarımızın desteği ile kazanacağımızı umuyorum'
YRP'nin iki başkanı Ak Parti'ye geçti
ERÜ ile Karabük Üniversitesi arasında iş birliği protokolü imzalandı
Fuarların gözdesi: Erciyes
Milletvekili Dursun Ataş'tan Başkan Yalçın'a ziyaret