Düşünce bir kişinin değil bütün bir medeniyetindir
T.C. Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile Medeniyetin Burçları Derneği’nin birlikte düzenlediği “Kayseri Uluslar arası Öğrenciler Akademisi” 11. hafta dersleri ile devam etti. Kayseri Valiliği Konferans Salonu’nda devam eden akademi derslerinin 1. oturumunda Kayseri Valisi Orhan Düzgün "Türkiye ve Kayseri'de Turizm Potansiyeli" konusunda akademi öğrencilerine gerek Kayseri turizmi ve gerekse turizm potansiyelleri ilgili açıklamalarda bulundu. Akademinin 2. oturumunda Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Fatih Şeker "Osmanlı Entellektüel Geleneği" konusunu ele aldı. 3. oturumda da yine Doç. Dr. Mehmet Fatih Şeker "Öteki" başlığı ile insanların ve toplumların nasıl ötekileştirildiği konularında değerlendirmelerde bulundu.
Kayseri Valisi Orhan Düzgün “Liderlik Atölyesi” öğrencileriyle bir süre sohbet etti. Onların sorularını cevaplandırdı. Medeniyetin Burçları Derneği Başkanı Ali Dursun ile beraberindeki Afganistan, Cezayir, Moğolistan, Somali, Irak, Bulgaristan, Singapur, Endonezya, Azerbaycan, Nijerya, Çad ve Dağıstan’dan gelen “Liderlik Atölyesi” öğrencilerini kabul eden Vali Düzgün, farklı ülkelerden, farklı milletlerden gençlerin dünyayı tanıma ve kişiliklerinin oluşması çağında birbirlerini tanımasının dünya barışı adına son derece önemli olduğunu söyledi.
"FARKLI MİLLETLER OSMANLI BAYRAĞI ALTINDA YÜZLERCE YIL KARDEŞÇE YAŞADI"
Vali Orhan Düzgün, Osmanlı bayrağı altında yüzlerce yıl farklı milletlerin bir arada kardeşçe yaşadığını belirterek, şöyle devam etti:
“Sadece Müslüman unsurlar değil gayri Müslim unsurlar da aynı bayrak altında barış içinde yaşamışlardır. Talas’taki Ali Saip Paşa Sokağında camiler ile kiliselerin yan yana olduğunu görürsünüz. Bu da yüzlerce yıl beraber farklı dinlere mensup insanlar, aynı sokakta kardeşçe yaşamış olduklarının en güzel göstergesidir. Müslümanlar Ermenilerin Paskalya bayramını kutlamış, Ermeniler de Müslümanların Ramazan bayramını kutlamış hatta Ramazan aylarında Müslümanların gözü önünde yemek yemekten bile kaçınmışlardır.”
Vali Düzgün, öğrencilerden gelen sorulara da cevap vererek, “Liderlik Atölyesi” öğrencilerine Türkiye’de il idaresi ve bir liderin, yöneticinin iş ve sosyal hayatında nelere dikkat etmesi gerektiği hakkında bilgiler verdi:
'Başarılı bir yönetici olabilmek için öncelikle iyi dinlemek lazım.’ diyen Vali Düzgün, bir olayla ilgili tüm tarafları dinlemeden son kararı vermemeleri gerektiği konusunda da öğrencilere nasihatlarda bulundu. Vali Düzgün, çalıştığınız kişilerle ilişkilerin de dengede olması gerektiğine vurgu yaparak, “Eğer birlikte çalıştığınız kişilere sert davranırsanız, sadece sizin duymak isteyeceğiniz şeyleri dile getireceklerdir. Doğruları öğrenemezsiniz, sizinle beraber çalışan insanların size doğruları söyleyecek kadar onlara cesaret vermeniz, onların görüşlerine açık olduğunuzu ifade etmeniz gerekir. İdarecilikte sertlik ve yumuşaklığı bir arada tutmak lazım, eğer çok yumuşak olursanız karmaşa olabilir, ama çok sert de olursanız o zaman siz tek başınıza kalırsınız. Sizi kimse doğruya yönlendirmeyebilir. Bu hassas dengeyi çalışanlarınız ile kurmanız gerekir. Yöneticilik bir takım oyunudur, astlarınız sizden bazen olayı daha net görebilir bunu göz ardı etmemeniz lazım” diye konuştu.
Farklı ülkelerden ve milletlerden öğrencileri bir arada görmüş olmaktan duyduğu memnuniyeti dile getiren Vali Düzgün, ‘Sizler de inşallah buradaki eğitimlerinizi bitirince dünyanın dört bir tarafına dağılacak ve insanlığın gelişimi ve kalkınması için büyük gayret göstereceksiniz. Bu süre zarfında da inşallah şehrimizden, ülkemizden güzel hatıralarla ayrılacağınızı ümit ediyorum ve ülkenize döndüğünüzde de turizm elçilerimiz olarak Kayseri’yi tanıtmanızı arzu ediyorum.’ dedi.
Kayseri Valisi Orhan Düzgün, Kayseri Uluslararası Öğrenciler Akademisinde turizmle ilgili tecrübelerini öğrencilerle paylaştı
"TÜRKİYE VE KAYSERİ’NİN TURİZM ELÇİSİ OLACAKSINIZ”
Uluslararası Öğrenciler Akademisi öğrencilerine “Türkiye ve Kayseri’nin Turizm Potansiyeli” konulu konferans verdi. Konferansta Vali Düzgün, öğrencilerin eğitim gördükleri alanlarda ülkelerine döndüklerinde çeşitli hizmetler yaptıklarını hem de Türkiye'nin ve Kayseri'nin birer turizm elçisi olacaklarına inandığını belirtti.
Valilik Konferans salonunda gerçekleşen Uluslararası Öğrenciler Akademisi 11. Hafta Programında Vali Düzgün, Kayseri’nin ve Türkiye’nin sahip olduğu turizm değerlerini ve bu değerlerin turizm sektörüne en iyi şekilde sunulması hakkında öğrencileri bilgilendirdi.
Vali Düzgün, dünyada bir yılda yaklaşık 1 milyar insanın turizm etkinliğinde bulunduğunu belirterek artık insanların deniz turizminden daha çok farklı turizm alanlarına yöneldiklerini ve bu sektörlerde turizm sektörünün geliştiğini vurguladı. Her ülkenin bu alanlarda gelişmeleri yakaladıkları takdirde turizminin geliştirdiğini belirtti.
Vali Düzgün, bir bölgede turizmin gelişebilmesi için öncelikle 3 ana unsurda eksiklerinin olmaması gerektiğini belirterek, bu 3 ana unsuru konu başlıkları altında örnekler ile öğrencilere anlattı. Turizmde gelişmek isteyen bölgelerin ve illerin bu alanlarda çalışma yapması gerektiğini belirterek bunun ilk şartı da kolay ulaşım olduğunun altını çizdi.
Vali Düzgün, ulaşım yanında diğer iki ana unsurun, konaklama ve tanıtım faaliyetleri olduğunu belirtti. Özellikle havayolu imkanlarının geliştirilmesinin bunun birinci şartı olduğunu belirtti. Bunun yanında karayolu imkanlarının da gelişmiş olmasının önemine vurgu yaptı. Standartlarının geliştirilmesinin de turizmin gelişmesine önemli katkı sağlayacağını ifade etti. Seri ve konforlu ulaşımın önemine vurgu yaptı. Ulaşımın hemen ardından gelen diğer önemli imkanın konaklama imkanı olduğunu ve insanların kolay ulaşabileceği konaklama yerlerinin olmasının önemine vurgu yaptı. Hava limanından sonra insanları iki üç saat kalacakları yere götürmenin uygun olmadığını belirtti. Kayseri'nin turizmde yatak kapasitesinin 6 bin olduğunu ve bu imkanların Türkiye'de giderek arttığını belirtti. Türkiye'nin turizm gelirlerinde dünyada altıncı sırada olduğunu belirterek, bugün itibariyle ülkemize 30 milyon turistin geldiğini ve özellikle daha fazla gelir getiren turizm alanlarına örneğin kongre ve sağlık turizmine yönelmenin faydalı olacağını ifade etti. Bu anlamda turizm geliri ile turist sayısının orantılı olmadığını vurguladı. Vali Düzgün konuşmasında şunları kaydetti:
"Son yıllarda Erciyes'te Erciyes Master Planı çerçevesinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı bünyesinde yürütülen çalışmalar Kayseri Büyükşehir Belediyesi uhdesine verilmek suretiyle şu anda oradaki alt yapı çalışmaları, kayak tesisleri ile ilgili çalışmalar sürdürülüyor. Bu sene yeterli kar yağışı sebebiyle kayak sezonu devam ediyor. Geçtiğimiz yıl 1 ay kadar önce sezon kapanmıştı. İnşallah bundan sonraki yıllarda da Erciyes'ten verimi elde edebiliriz. Daha fazla turist geldiğinde bunların kalma imkanı ile ilgili de çalışmalar yapılıyor. Erciyes'te şu anda 9 otelin yapımı devam ediyor ve kısa zamanda yatak kapasitesi 6 bine çıkacak. Diğer bir konu, turizmin gelişmesi için olmazsa olmaz şeylerden birisi de tanıtımdır. Türkiye'ye gelen turistler gideceği yerleri tercih ederken, niçin Kayseri'ye gelmeleri gerektiğinin cevabını vermemiz gerekiyor. Tanıtımın da birkaç yolu var. Basın yayın yolu ile, internet yolu ile ve sosyal medyada bu tanıtımların yapılması gerekiyor. Ve isteyenin istediği dilde bu materyallere ulaşması gerekiyor. Bu tanıtımın mutlaka yapılması gerekiyor. Bir diğeri de farklı ülkelerde açılan fuarlara katılmaktır. Bu fuarlar sektörün bir araya geldiği yerlerdir. Buralarda da seyahat acentelerinin ve tur operatörlerinin sizin ilinizi paketlerine almaları gerekir. Bu amaçla biz de geçtiğimiz yıl içerisinde yedi sekiz ülkeden tur operatörlerini davet ederek Kayseri'yi tur kapsamına alınması için çalışmalar yaptık. Ayrıca insanların boş vakitlerinin olduğu yerleri tespit edip oralarda tanıtım yapmak etkilidir. Örneğin herkesin uçağa bindiği ortamda uçaktaki yayınlar ve dergiler gibi alanlarda da yer almak etkili tanıtım sağlar. Bu amaçla da çeşitli uçak ve otobüs firmalarının dergilerinde yer aldık. Bu anlamda farklı alanlarda tanıtım yapmaya gayret ettik. Bu yıl birçok yerde Erciyes'in tanıtımına yer verdik. Kayseri'yi tanıtıcı anlamda yapılan tanıtım filminin de gösterimini farklı dillerde yayınladık, gösterime sunduk. Bu çalışmaları çeşitli tur operatörlerine gönderdik. Bilboardlarda da yer almanın önemini inanıyorum. Özellikle havaalanlarının bulunduğu yerlerde tanıtım yapmak çok önemlidir. Kayseri bugüne kadar turizm faaliyetlerinden istediği katkıyı sağlayamadı. Bu konuda alt yapı eksiklerinin giderilmesi için çalışmalar devam ediyor. Kış turizmi adına yapılacak şeylerin tamamlanması, bunun yanında kültür varlıkları ile ilgili kültür mirasımız, tarihi eserlerin restorasyonun yapılması, rehberlik hizmetlerinin eksiklerinin giderilmesi bu yapılanlar arasındadır. Bunun için çok önemli bir proje gerçekleştirdik. Stap to City adında bir projeyle, akıllı telefonlara indirilebilen bir sistemle çeşitli mekanlarının tanıtımını sağladık. Yeme, içme, turistik mekanlar ve tarihi mekanlar konusunda bu projeden faydalanılabilir."
Vali Orhan Düzgün, daha sonra Kayseri'de gezilip görülebilecek yerlerle ilgili kısa bir bilgilendirme yaptı. Bu kapsamda, Kapuzbaşı Şelalesi, Soğanlı Ören Yeri, Selçuklu eserlerinin bulunduğu mekanların bunlar arasında olduğunu belirtti. Ayrıca Mimar Sinan'ın Kayserili olması hasebiyle, doğduğu evin bulunduğu Ağırnas'ın da gezilebilecek yerler arasında olduğunu vurguladı.
"FARKLI MİLLETLER KAYSERİ'DE YÜZYILLARCA KARDEŞÇE YAŞADI"
Konferans sonunda öğrencilerden gelen soruları da yanıtlayan Vali Düzgün’e özellikle Afrika ülkeleri ile olan ulaşım imkanlarının zorluğu soruldu. Vali Düzgün'de grup olarak çıkılan gezilerde çok daha uygun koşullarda bu imkanların sağlanabileceğini ve bu noktada da arz imkanlarının artmasının önemine vurgu yaptı. Bu anlamda burada öğrenim gören öğrencilerin okullarını bitirmelerinin ardından ülkeleri ve Türkiye arasında turizm elçisi olmalarının aradaki irtibatın artmasına vesile olacağını belirtti. Arz ve talebin birlikte olmasının önemli olduğunu ve özel sektörün bu anlamda teşvik edilmesi gerektiğini belirtti.
Vali Düzgün'e Ermeni lobisinin Türkiye ile ilgili olumsuz faaliyetleri ve Ermeni iddiaları ile ilgili Türkiye'nin daha aktif davranıp davranamayacağı ile ilgili soruya karşılık, Türkiye'de birçok inanç sahibi kişinin Kayseri'de yüzyıllar boyunca yaşadığını, saygı ve sevgi kültürü içinde birlikte yaşam kültürü oluştuğunu belirtti. Ancak Osmanlının son döneminde Ermenilerin kışkırtılması sonucu Ermenilerin ülke içerisindeki isyanların sonucunda bazı nakillerden hem Ermenilerin hem de Türklerin zarar gördüğünü ve örneğin Van ve Kars gibi birçok ilde müslümanların katledildiğini altını çizerek, Türkiye'nin bu haklı tezini anlatmak için gayretler edildiğini ancak bu alanlarda uluslararası konularda farklı yaklaşımların görüldüğünün altını çizdi. Haklılığımızın anlatılmasının önemli olduğunu ancak bazen ön yargıların bu tür bilgilerin anlaşılmasını engellediğini vurguladı.
Bazı tarihi eserlerinin özellikle Talas'taki kilise ve Amerikan Kolejinin kapalı olması ile ilgili soruya karşılık Vali Düzgün, bu eserlerin gerek restorasyonu gerekse açılışı ile ilgili çalışmaların devam ettiğini belirtti ve bazılarının yakın bir zamanda açılacağının altını çizdi. Özellikle restorasyonu tamamlanan eserlerle ilgili de bilgiler verdi. Öğrencilerin betonlaşma ile ilgili bir sorusu üzerine, Kayseri'nin tarihi dokusunun olduğu bölgelerde yüksek binaların olmadığını bu konunun belediye hizmetleri ile ilgili bir durum olduğunun altını çizdi.
İllerin Valileri ile ilgili yaptıkları görev ve sorumluluklarının neler olduğu ile ilgili soruya da valinin sorumluluğunda olan konularla ilgili bilgeler aktardı. Eğitim, sağlık, tarım gibi konularda sorumluluğunun olduğunu vurguladı. Yerel yönetimlerinin de yetkilerinin farklı alanları kapsadığını belirtti.
Kapuzbaşı Şelalesi'nin ulaşım imkanları ve konaklama imkanlarının az olmasının sorulması üzerine, yol hizmetlerinin makul bir şekilde olması için çalışmalar yapıldığını ancak bu yolun çok genişletilmesinin de doğaya zarar vereceği için mümkün olmadığını belirtti. Ayrıca Kapuzbaşı'ndaki konaklama imkanlarının da gelişmesinin gerektiğini ifade etti.
Kayseri'ye gelen turist sayısı ile ilgili soru üzerine de verdiği cevapta Vali Düzgün, Kayseri'ye geçtiğimiz yıl 60 bin civarında turistin geldiğini belirtti ve Kayseri'nin bu konuda mesafe katetmesi gerektiğini ifade etti. Tanıtımın artmasının önemli olduğunu ve Kapadokya'ya gelen turistlerin yaklaşık yarısının Kayseri havaalanını kullandığını ve bunun bir imkan olduğunu belirterek, Ürgüp, Göreme için gelen turistlerin Kayseri'de konaklaması için ve Erciyes için gelen turistlerin de oralara yönlendirilmesi için çalışmaların olduğunu ve bunun gelişmesi gerektiğini belirtti.
YABANCI ÖĞRENCİLERDEN VALİ ORHAN DÜZGÜN'E ÇOK ÖNEMLİ PROJE TEKLİFİ
Kayseri'de çeşitli Afrika ülkelerini tanıtıcı yerlerin ve çeşitli mekanların yapılması ve o ülkeleri tanıtıcı müze veya buna benzer gibi bazı uygulamanın yapılmasının güzel olacağı ile ilgili bir soruya ise şu cevabı verdi:
"Bu gerçekten güzel bir proje, Birleşmiş Milletler Müzesi gibi bir proje. Her öğrencimiz kendi ülkesini tanıtıcı bir birim kursa bu Kayseri'de turizmi de geliştirir. Bu hem bu ülkelerin kültürünün temsili anlamında hem de böyle bir müzenin olduğunu bilenlerin burayı görmek isteyebilirler. Bununla ilgili bir proje yürütelim. Birleşmiş Milletler Köyü, Dünya Köyü şeklinde bir alan oluşturulabilir. Bu mali imkanlara göre her ülkenin kendi mimarisini yansıtan bir ev yapılarak orada o ülkenin özelliklerini yansıtan eserler yer alabilir"
Turistlere karşı yapılan olumsuz davranışlar ve yabancı bilmeme konusundaki eksikliğin ve Kapuzbaşı Şelalesi'nin yeterince tanıtılmamasının eksiklik olduğunun sorulması üzerine Vali Düzgün, bu konularla ilgili olarak esnafların bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi ile ilgili çalışmaların yapıldığını ve bu çalışmaların artarak devam edeceğini belirtti.
Konferansın sonunda, Kayseri Valisi Orhan Düzgün'e katkılarından dolayı teşekkür plaketi takdim edildi. Ayrıca Medeniyetin Burçları Derneği tarafından yeni yayınlanan Sezai Karakoç kitabı da Vali Düzgün'e hediye edildi. Öğrencilerle birlikte çekilen toplu fotoğrafın ardından konferans sona erdi.
Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Fatih Şeker:
"DÜŞÜNCE BİR KİŞİNİN DEĞİL BÜTÜN BİR MEDENİYETİNDİR"
Uluslararası Öğrenciler Akademisi 2. oturumunda konuşan Medeniyet Üniversitesi İktisadi ve Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Fatih Şeker "Osmanlı Entellektüel Geleneği" konusunda bilgiler verdi. Şeker, konuşmasında Osmanlının entellektüel birikimi ve düşünce geleneğimizin zirveye çıktığı Osmanlı asırları konusunda bilgiler verdi. Özellikle Osmanlı düşünce geleneğinin yokluğundan bahseden fikir ve düşünce adamlarının düştükleri hatalar üzerinde durarak, düşüncenin varlığı ve yokluğunu belirleyen şeyin bir medeniyet düşüncesi olduğunu dolayısıyla düşüncenin sadece bir kişinin değil bütün bir medeniyetin mahsulü olduğunun altını çizdi. Batılıların ilgi duyduğu Osmanlı Düşüncesine ve batıda kurulan Osmanlı Araştırma Merkezlerine de değinen Şeker, bu kurumların faaliyetleri ve gördükleri işlevlerden de bahsetti. Şeker konuşmasında şunları kaydetti:
"Maziye gidip gelmeye çalışan bir insan geçmişin günümüze nasıl aktarılabileceğinin mücadelesini veriyor demektir. Geçmişte ne olduğunu bilen gelecekte ne olacağını bulacaktır. Tarih felsefemiz çevrimseldir. Keser döner sap döner bir gün gelir hesap döner anlayışı vardır. Dünyanın belli merkezlerinde Osmanlıyı araştıran kürsüler kurulmasının sebebi, bu adamlar bu kadar yıl dünyaya hükmettiler. Bu yüzden gelecekte de muhtemelen bu olabilir. İşte bu endişeyle, bu düşünceyle Osmanlı tarihi araştırıyorlar. Osmanlı deyince herkesin kafasında bir tablo vardır. Birçok Osmanlı tanımı vardır. Görebildiğim kadarıyla Osmanlının ne olup olmadığı ile ilgili en önemli tanımı iki kişi yapıyor. Gelibolulu Mustafa Ali ile Bağdatlı Ahmet Haşim yapıyor. Ahmet Haşim şarklılar az çok birbirine benzer. Türk, Arap, Acemin orta seviyede bir benzeri olan Osmanlı ise hepsine birden benzer. Bu tanım, Osmanlı Türkçesine de benzer. Osmanlıca aslı Çağatayca olan ve Arapça ve Farsçayla söz hazinesi zenginleşen bir dildir. Nasıl ki Osmanlının dünya görüşü coğrafyasını kucaklayacak derecede meziyete sahipse, Osmanlı Türkçesi, yani Osmanlıca dediğimiz dilin içinde hakim unsur Arapça ve Acemcedir. Arap, Acem, Türk, aklımıza gelebilecek ne varsa bir kazana koyduk ve kaynatmaya çalıştık. Bu bizim dünyamızda böyle olduğu gibi Avrupalıların dünyasında da böyledir. Milletleri mayalayan şey kan değil dindir. Mesela Osmanlı entellektüel geleneğinin cümle kapısı olabilecek, cümle kapısı olarak mukayese standardı olarak görebileceğimiz kişi Gazali'dir. Gazali'nin aslı nerelidir Farslıdır. Fakat şunu söylüyor, Selçuklu Devleti'nin geleceği endişesiyle hayatım karardı. Veya Sokullu Mehmet Paşa. Paşa köken itibariyle nedir, bir rivayete göre Boşnak veya Sırp papazıdır. Fakat nerede yatıyor Eyüp Sultan'da yatıyor. Yani Fatih Sultan Mehmet kadar bu topraklara ait bir adamdır. Bir nesebi asabiyet var yani kan bağı dediğimiz şey, bu Cenab-ı Hakkın lütfettiği şeydir. Bir de sebebi asabiyet var. Yani zihni ve fikri seviyede insanları biraraya getiren şeydir. İşte Osmanlıyı farklı kılan şey bu sebebi asabiyet dediğimiz beraberlik anlamında insanları bir kıvamda tutmasıdır. Bir cümle ile söyleyecek olursak, tefekkür etme noktasında ortak tavra sahip olan insanların aynı milletten olduğunu söyleyebiliriz, hangi coğrafyadan gelirse gelsin. Bu batılılar için de böyledir. Mesela 1. Dünya savaşında Alman ve Fransız askerleri savaşıyor. Fransız askerlerinin sırt çantasında Alman düşünür Heideger'in kitapları var. Milletleri mayalayan şey kan değil, duygu, düşünce ve dindir. Mesela batı felsefesi dediğimiz de akla kim gelir. Modern batı felsefesi Kant'a düşülmüş bir dipnottur. Amerikalılar, İngilizlere ne diyor. Bu Almanları ortadan kaldıralım. İngilizler, akıllı ve kurnaz bir millettir. Bu bizim işimize de gelir. Kaldırmaya kaldıralım da bu Kant'ı ne yapacağız diyorlar. Dolayısıyla Kant'ın Alman olmasıyla, modern batı düşüncesinin kurucu filozofu olan Descartes'ın Fransız olması esaslı bir ayrım değildir. Mesela Sopenhaur Kant'ın en önem verdiği talebesi fakat İngiltere'yi vatanı bilen bir Alman. Mesela Rus coğrafyasına geçtiğimizde de değişmez. Rus denildiğinde aklımıza Dostoyevski geliyor. Onun Puşkin üzerine yaptığı konuşmalarda Rusya'nın geleceğinin Avrupa ile bağlantılı olduğunu, Ari ırkın kaderiyle geleceğiyle aynı olduğunu söyler. Zindanda okuduğu kitaplardan birisi Kant'ın, Saf Aklın Tenkidi kitabıdır. O yüzden Dostoyevski okuyacak bir adamın önce Marks'ı okuması gerekir. Aynı şekilde Kant'ı da okuması gerekir. Günlüklerinde, İstanbul'u ne zaman fethedeceğiz diyor. Kafayı İstanbul'u almakla kırmış bir adam. Soruyu şöyle sormak lazım. Dostoyevski İstanbul'u fethetti mi sorusudur. Burada üstad Nuri Pakdil'in bir sözünü hatırlatmak gerekiyor. Ortalama bir dünya vatandaşı olabilmek için Dostoyevski'yi en az üç kez, ortalama bir yazar olabilmek için ise en az beş kez okumak gerekir. Şimdi bu sözden hareket edersek, Dostoyeski İstanbul'u fethetmiş midir? Bu taraftan doğru ama madalyonun öbür tarafından bakarsak, Dostoyevski'nin sadece İstanbul'u değil dünyayı fethettiğini söyleyebiliriz. Dünyanın çeşitli yerlerinden insanların okuduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla birinci dünya savaşında çarpışan Fransız askerlerinin çantalarında Alman düşünür Heideger'in kitapları var. Dolayısıyla birbirimize en uzak olduğumuz zamanlarda bile aslında zannedildiğinden daha yakınız diyor Dostoyevski. Bir başka örnek ise, 1933'de Heideger'in Der Spegel'e verdiği bir mülakatta, bizi bir tek Tanrı kurtarabilir diyor. Kimin Tanrısı bu Hristiyanlığın Tanrısı. Aynı cümle Yeraltından Notlar kitabında Dostoyevski'de şu şekilde karşımıza çıkıyor. Yeryüzünde hayranlığa değer yegane sembol Hz. İsa'dır. Neyi anlatmaya çalışıyorum. Birisinin Rusya'da birisi Almanya'da olmasına rağmen, endişeleri nedir bu insanların endişeleri aynıdır. Coğrafya, kan insanları ayırsa da aynı düşünceleri, aynı hedefe, aynı dünya görüşünü paylaşmak insanları birleştiriyor. Bir Osmanlı Düşünce Geleneği var mıdır yok mudur. Kimler yok diyor kısaca bakalım. Mesela Firizabadi diyor; İlim güneşi Arapların burcunun ucunda doğdu, Acemlerin memleketinde zirveye vardı. Anadolu'da da dibi gördü. Yani Türklerin olduğu yerde düşünce falan olmaz tarzında bir iddia ileri sürüyor. Bir başka örnek. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, hayatının bir dönemini Paris'te geçirmiş bir insan. 300 yıllık bir hikaye. Hoca Tahsin'in bir lafı; Paris'e git be hey efendi aklı fikri var ise, dünyaya gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris'e. Hoca Tahsin'in bu sözünün peşine düşüp Paris'e gidiyor ve dönüşte kurduğu cümle şu; Türkiye'de bir düşünce hayatı olduğunu düşünmek Sibirya'da hurma yetiştirmek gibidir. Yani Ziyaeddin Fahri'de bir Türk, Osmanlı düşüncesinin olamayacağını söylüyor. Hilmi Ziya Ülken ise şöyle diyor; Garp mütefekkirleri ile karşılaştırılabilecek bir Osmanlı düşünürü yoktur. Bir diğer örnek Cemil Meriç ne diyor; Osmanlı'da büyük düşünür çıkmadı. Çünkü ellerinde kılıç vardı. Çünkü kılıç düşünceye, kaleme ihtiyaç bırakmıyordu. Şimdi bu adamlar önemli adamlar. Bu sözlerini Osmanlı kaynaklarına vurduğumuz zaman bu insanların ellerinde iyi niyetlerinden başka bir şeyin kalmayacağını düşünüyorum. İsmi var cismi yok gibi bir şey, bir anka kuşu gibi bir şey Osmanlı düşüncesi. Burada gözden kaçırılan şey şudur; Düşünce bir kişinin değil, bütün bir medeniyetindir. Yok diyen adamlar bu yokluğun içine, yokluk deryasına kendilerini atıyorlar. Düşünce bir kişinin değil bir medeniyetindir. Bu sözü söyleyenlerden birisi de Osmanlı'da düşünce yok diyen Hilmi Ziya Ülken'dir. Yani zahiren yok diyor. Ama cilayı kazıdığın zaman altından koca bir var çıkıyor. Andre Jeat diyor ki; Her şey çoktan söylendi diyor. Zannederim, Mevlana'nın Mesnevisinde de böyle bir ifade var. Osmanlı kaynaklarımıza vurduğumuzda elimizde iyi niyetlerimizden başka bir şey kalmaz. Osmanlı medrese veya düşünce geleneğinin zirvesindeki şahsiyeti Taşköprüzade 'dir. Onun Şakaiki Osmani yani Osmanlının içinde ve dışında yer alan herkesi Osmanlı düşüncesinin bir parçası olarak ele alıyor. Yani Kanuni döneminin ruhuna uygun olarak geride bırakılan mirasın tamamının Osmanlı tarafından içselleştirildiğini söylüyor. Osmanlının geçmişle olan irtibatının tabii bir oluşum haline koyuyor. Yani biz Osmanlıya baktığımız zaman İslam entellektüel geleneğinin bütününü görebiliriz. Gazali'nin peşine düşülmesinin esprisi de budur. Osmanlı Gazalicidir. Az önce dedim ya İngilizler Amerikalılara ne demişti. Peki şu Kant'ı ne yapacağız. Bu sözü biz söyleyecek olsak ne derdik Amerikalılara, şu Türkleri ortadan kaldıralım deseler cevap olarak ne derdi İngilizler, Peki Gazali ne yapacağız derlerdi. Gazali, hem entellektüel standardı üst düzeyde olan insanları besleyen bir adam, hem de en alt düzeydeki hacı amcaya bile hitap eden bir dili tutturan bir adamdır. Eskiden köylerde Gazali'nin İhya-ı Ulumiddin kitabı vardı. İhya, İslam'a ait bütün kitaplar yok olsa bütün düşünce geleneğimizi bu İhya'dan hareketle kurabiliriz."
"OSMANLIDA DÜŞÜNCE YOKTUR DEMEK ASLA DOĞRU DEĞİLDİR"
Doç. Dr. Mehmet Fatih Şeker, Osmanlı'da düşünce yoktur diyenlerin görüşlerinin doğru olmadığını açıklayan, İslam düşüncesinin klasik dönemlerine ait düşünürlerden de örnekler vererek, düşüncenin bir medeniyetin ortak mirası olduğunun altını çizdi. Şeker konuşmasında şunları kaydetti:
"Osmanlı'da düşünce yok diyenlere verilebilecek cevaplardan birisi de şudur. İslam entellektüel klasik zamanlarında büyük düşünür diye selamladığımız adamları büyük kılan şey nedir. Antik felsefi mirastan akıp gelen unsurları ne yapılar yeniden güncelleştirmeleridir. Osmanlı'da aynı şeyi yapıyor. Kendisinin önceki birikimi alıyor. Öncekiler orjinal düşünür oluyor da sonrakiler olmuyor. O orjinal düşünürlerden birisi olan Farabi'dir. Medinetül Fazıla'yı yazıyor. Birisinin düşünür olabilmesi için hem bilecek hem de uygulayacak diyor. Ancak kendisinin böyle bir şansı yok. Bir ideal devlet nasıl kurulur ancak bunu yapabilme şansı yok. Osmanlılar diyor ki, biz hem biliyoruz hem de bildiklerimizi hayata geçiriyoruz. Örneğin Kanuni veya Fatih Sultan Mehmet hem hükümdar hem de filozof kral mıdır. Bir tarafı ile kraldır diğer tarafı ile de filozoftur. Farabi ne diyor. Yaşadıkları dönemin en birinci sınıf adamlarını etraflarına toplamalıdır. Bu adamlar da o dönemin en iyi insanlarını bir araya toplamışlardır. Siyaset dünyayı tanzim etme sanatıdır. Dolayısıyla hükümdarla, düşünürler birbirinden ayrı değildir. Mesela Hitler'i Yahudileri öldürmeye sevkeden şey, Kant'tır. Mesela Sopenhaur Kant'ın felsefe tarihinde yaptığı en önemli başarı, Hristiyanlığa sızan Yahudi tanrıcılığını ortadan kaldırdı. Yani Yahudi düşüncesini gaz odasına atan Kant'tır diyor. Fakat siz Kant'a küfreden bir batılı gördünüz mü? Hitler'den hiçbir farkı yoktur. Bunlar Hitler'in yaptığını üniversite kürsüsünde yapmışlardır. Dolayısıyla bunlar arasında doğrudan bir irtibat vardır. Peki Osmanlılar ne diyordu. Klasik gelenekten farkımız şu, biz hem biliriz hem yaparız. İşte ortadaki örnekler de şunlar, şunlardır. Dolayısıyla şunu da söylüyorlar, Nübüvvet Hz. Peygamberle sona ermiştir, milletler de Osmanlı ile sona ermiştir değerlendirmesini yapıyorlar. Fakat Osmanlı'da düşünce yoktur diyenler ne diyor. Ortada siyasi açıdan kemale eren bir devlet yapısı var ama bu devlet 600 sene düşüncesiz yaşamış, burada fatura kime kesiliyor, Gazali'ye kesiliyor. Gazali'nin yaşadığı dönem, Selçuklu dönemi. Dolayısıyla bu dönemde düşünce yoktur diyor. Yani sistem, siyasi olarak göremediği hesabı ne üzerinden görüyor, fikriyat, düşünce ve felsefe üzerinden görüyor. Bunlar da bir felsefe yok, Gazali'de filozof değildir diyor. Gazali gerçekten filozof değil mi, bütün lise ve üniversite kitaplarında şu söylenir. Gazali ile birlikte felsefe bitmiştir. Halbuki bir filozofun hesabını gören bir adamın iddiası nedir. Ben bu işleri ondan daha iyi biliyorum ki, onun hesabını görüyorum demektedir. Ancak Gazali bütün bu iddialara karşı kendisi de cevap veren kitaplar yazmıştır. El-Munkız Mineddelal kitabını bunun için yazmıştır."
ÖTEKİ ALGISI
Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Fatih Şeker, konferansının ikinci bölümünde ise "Öteki" algısı ve ötekinin özellikle İslam Medeniyeti açısından ne ifade ettiği üzerinde durarak, batı medeniyetinde ve İslam medeniyetindeki öteki algısı arasındaki farklar üzerinde durdu.
"İSLAM MEDENİYETİ BİR HAREKET VE TRANSİT MEDENİYETİDİR"
Doç. Dr. Mehmet Fatih Şeker düşünce ve fikir dünyasında öteki algısı ile ilgili açıklamalarında, İslam Medeniyeti ve diğer medeniyetlerde etkilenmelerin karşılıklı olduğunu vurguladı. Şeker şunları ifade etti:
"Fatih İstanbul'u fethettiği zaman lakapları şunlardır. Hem hükümdar, hem padişah, hem hakan, hem kayzer, yani doğuya da batıya da hitap edebilecek bütün hasletleri daha protokolde kullandığı ünvanlardan görebiliyoruz. Tabi etkilenme karşılıklıdır. Muhammed İkbal'in, İslam'da dini düşüncenin yeniden teşekkülü isimli bir kitabı vardır. Burada diyor ki, batı düşünce geleneğinin, rönesansın arkasında ne vardır, İslam düşüncesi vardır. Biz an önce belirttiğim gibi antik felsefeden etkilendiysek, onlarda etkilenmişlerdir. Burada bununla alakalı Rasim Özdenören'in bir sözünü hatırlatmak gerekiyor. Batı bu değerleri alırken içlerini boşaltmıştır diyor. Bunu biz şöyle anlayalım, yani kendi iklimine uygun hale getiriyor. Naima tarihinde güzel bir örnek vardır. Büyük düşünürlerin burunları mumdandır. Bu burnu siz çekip istediğiniz tarafa götürebilirsiniz. Karizmatik otorite diye bir ifade var. Yani Aristo üzerinden konuştuğunuz zaman daha etkili oluyor. Burada anlattığım konuları bazı yerlerden alıntı yaptığım gibi, bazıları bir yerlerden alabilir. Etkilenme karşılıklıdır. Dante, İlahi Komedya'yı yazarken, İbn-i Arabi'nin cennet ve cehennem tasvirlerini ödünç alarak yazdı diyorlar. Mesela büyük Alman şairi Goethe, zannediyorum ihtiyarladıktan sonra Hammer'in, İranlı şair Hafız'ın çevirilerini okuyor ve Farsça öğrenme ihtiyacı hissediyor. Mesela Don Kişot'un yazarı Cervantes, Dostoyevski bu eser için insanlığın en zirve noktasıdır der. Cervantes, İstanbul'da köle olarak bir caminin inşaatında çalışıyor ve Osmanlıya ve müslümanlara olan hıncını orada çıkarıyor.
İslam Medeniyeti, ötekinden bahsedecek olursak, bunu büyük harflerle, sülüs harflerle yazmamız lazım, bir transit ve hareket medeniyetidir. Türkistan'dan başlar, Rumeliye kadar uzanan ırk, millet hareket halindedir. Her dil birbirinden almadır. Her dilin içinde mutlaka başka unsurlar vardır. Birbiriyle bağlantısız gibi gözüken şeyler birbiri ile bağlantılıdır. Biz tarihi olarak hem fiziki olarak hem de kültürel olarak diğer milletlerle karışmışız. Dolayısıyla siz böyle bir ortamda ırkçılık yapamazsınız. İslam öncesi dönemde bizim en çok irtibatta olduğumuz millet Çinlilerdir. Bir başka etkilendiğimiz millet Farslardır. Peygamber diyoruz, Resul demiyoruz. Müslüman Farsçadır. Namaz, oruç, abdest, şehzade, payitaht hepsi Farsçadır. Selçuklu sarayında Keyhüsrev, Keykubat bunların hepsi Farsçadır. Dini ıstılahlarımızın çoğu kendileri vasıtasıyla müslüman olduğumuz acemden geliyor. Daha sonra biz onları askeri olarak hakimiyet altına alırken onlarda medeniyet olarak tesirleri altına alıyorlar. Minyatür nereden geliyor bize Acem'den geliyor. Osmanlı siyaset düşüncesinin kaynaklarına gittiğimizde hep örnek olarak eski İran hükümdarları verilir. Mesela adalette en çok vurgu yapılan isim Hz. Ömer'in yanında Nurşi Revan'dır. Adaleti gerçekleştirmek için 80 bin insanı astığı söylenir. Her düşünür kendi kültürüne kök salarak başka kültürlere dal budak salar. Eflatun için denir ki, bütün batı felsefe geleneği Eflatun'a düşülmüş bir dipnottur. Fakat Eflatun kimin adamıdır Yunanlıların adamıdır. Yunan kültürünün içinden çıkarak konuşur. Evrensel olmak için önce yerel olmak lazımdır."
"YAHUDİLİK BU DÜNYAYA, HRİSTİYANLIK AHİRETE, İSLAM HER İKİSİNE DE BAKAR
Aliya İzzetbegoviç'in, Doğu ve Batı Arasında İslam adlı kitabına da değinerek, İslam ve Hristiyanlık mukayesesini en iyi yapan kişi olduğunu belirterek şunları kaydetti:
"Aliya İzzetbegoviç'in, Doğu ve Batı arasında İslam" kitabı, çağdaş dönemde yazılan eli yüzü düzgün, okunmaya değer, 10 kitap saysak bunlardan birisidir. Eflatun ve Farabi'nin filizof kral anlayışını hem müşahhas hem de soyut olarak ete kemiğe büründüren birisidir Aliya İzzet Begoviç. O diyor ki, İslamiyeti anlamak için önce Hristiyanlığı ve Yahudiliği anlamak gerekir diyor. Benzer ifadeler Mevlana'da da vardır. Öteki dediğimizde bizim kültürümüzde hristiyanlık ve yahudilik akla gelir. Yahudilik dünyeviliği ve sol eğilimi temsil eder. Yahudiler cenneti bu dünyada ararlar. Ünlü filozof Spinoza, Yahudi cemaati tarafından kovulmuş bir yahudidir. Halbuki Spinoza hakiki bir yahudidir. O panteisttir. Yani kainat dediğimiz şeye Tanrı diyor. Yani aleme Tanrı diyen bir adam bütün uhrevi olanı bu dünyaya getirmiş, indirgemiş oldu. Yani Yahudilerin dünyadaki cennet arayışının başka bir şeklidir. Mesela yeryüzünde cenneti arayanlardan birisi kimdir işçi sınıfı üzerinden Karl Marks'tır. Bütün ütopyalar diyorlar Yahudi kaynaklıdır ve Karl Marks'ta bir Yahudidir. Yani Yahudiliği Marksizme uyarlamıştır. Aziz Agustinus'da hristiyanlığa uyarlamıştır. İslam tarih felsefesi daireseldir. Yani Endülüs'te düşersin, İstanbul'u fethedersin. Yeryüzündeki bütün iktisadi ve sosyal gelişmeler Yahudi menşelidir. Yahudiler hiçbir zaman kültüre iştirak etmezler. Hep uygarlığın ve medeniyetin olduğu yerdedirler. Bir yerde kültür bitip medeniyet başladığında Yahudiler hemen oraya postu sererler. Russel'in ifadesidir, bütün ortaçağ boyunca Yahudilik Hristiyanlık üzerinde hiçbir tesir icra edememiştir. Uygarlığa ve medeniyete ait oldukları için. Osmanlı'nın devşirme almadığı yegane millet Yahudiliktir. Şehirli olan adamı devşirme yapamazsın. Atom çağının babası sayılan Einstein Yahudidir. Yahudiler Allah'tan emindir. Hristiyanlar ise tam tersine umudu kesen bir anlayışa sahiptir. Yahudi şunu şunu yaparsam Tanrı bunu yapmak zorundadır der. Bizim klasik gelenekteki insan tipi nasıl düşünür. Kaza gelince göz kör olur. Kadere rıza gösterir. Modern dönemin insan tipi ne der. Göz kör olunca kaza geldi der. Çaktırmadan Allah'ı devreden çıkarır. İşte zihniyet dünyasında Yahudileşmenin çok net örneğidir. Yahudilikte dişe diş, göze göz intikam hissi vardır. Hristiyanlıkta, sağ yanağına vuranı sol yanağını da çevir. Belalara sabredebildiğin kadar sabret. İslam'da ne esas, hristiyanlıktan ve yahudilikten hareket etmeden anlayamazsınız. İslamiyet bu atomlardan bir terkip meydana getiriyor. Kısas esastır ancak affetmeniz Allah indinde sizin için daha iyidir. Yahudilik bu dünyaya bakıyor, hristiyanlık ahirete bakıyor, İslam ise hem bu dünyaya hem de öbür dünyaya bakıyor. Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmak İslam inancının gereğidir. Aliya İzzetbegoviç, hristiyanlığın insan fıtratını zorladığını ve bu zorlamadan dolayı hristiyanların çoğunun riyakar olduğunu söylüyor. Bunu uygulamak zordur diyor. Hristiyanlık dünyadan kopuktur. İslamiyet için konuşacak olursak, peygamber mesela gece teheccüd ile hakka aittir. Gündüz tebliğ ile halka aittir. Hira mağarasına çekilir ama niçin çekilir, halkın dünyasına dönmek için çekilir."
Konferansının ardından, Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Fatih Şeker'e, Medeniyetin Burçları Derneği tarafından yayınlanan Sezai Karakoç kitabı hediye edildi.