• Haberler
  • Dostluk Derghı Akabe Kitabevi

Dostluk Derghı Akabe Kitabevi

 ‘’Paradan önce dost biriktirin.’’ Fethi Gemuhluoğlu

‘’Biz burada kimseye müşteri gibi bakmadık, buraya her gelen dostumuzdur.’’ Esat Ağabey  

 

Stajyer muhabirimiz Nazlı Nur Baykan, çocukluğundan beri tanıdığı, her karne döneminde kendisine kitap hediye eden Akabe Kitabevi’nin sahibi Esat abisiyle sıcak bir söyleşi gerçekleştirdi.

 

“Şimdi aileler daha ilgili, elinden tutuyor anne babalar, okuma kitapları alıyorlar. İyi okuyor çocuklar, ama sınav odaklı çalışan, çabalayan bir nesil var şimdi. Çocukların kendi benliklerini bulmalarında çok olumsuz etkisi oluyor, çocuklar savruluyor, herkes illa okuyup çok başarılı olmalı gibi bakılıyor. Aileler de böyle hırs yapıyorlar, sanki okuyunca her şeyi halledecekmiş gibi bakılıyor. Halbuki okusa da okumasa da rızkını bir şekilde başka şekillerde temin edilebilir. Maalesef bu düşünce kayboluyor. Şimdi çocuklara bir şey anlatsan şıklı anlat diyorlar, başka türlü anlamıyorlar.”

 

Akabe Kitabevi, Kayseri’de yolu okumaktan ve kitaplardan geçen herkesin mutlaka bildiği ve en az bir kere gittiği bir yerdir. Yolu buraya düşen herkesin aklında kesinlikle bir kitapçıdan daha fazlası olarak kalır. Evet, burası yalnızca bir ‘kitapçı’ değildir, hatta mütevazı sahibi Esat (Ayata) abiye göre burası bir kitapçı da değildir, bir ‘kitap evi’dir.

Cumhuriyet Meydanı’ndaki tarihi Sahabiye Medresesi’nde yıllardır hizmet veren Akabe Kitabevi, kuruluşundan bugüne Kayseri’de belli bir entelektüel birikimin oluşumunda, aktarılması ve paylaşımında çok kilit bir noktada bulundu. Bu anlamda Akabe Kitabevi, ortak noktaları kitaplar ve okumak olan her yaştan insanı buluşturan, tanıştıran, muhabbet ve dostluklar oluşmasına olanak sağlayan çok önemli bir ‘kültür mekanı’dır. Kimilerine göre eski İstanbul kıraathanelerinin ‘öğretici’ dilini taşıyan bir akademidir.

Yolu Akabe’den geçen herkesin kendisi için bir ‘dost’ olduğunu söyleyen Esat abi, aslında Akabe’yi diğer pek çok kitapçıdan ayıran, onu kitabevi yapan temel noktayı da böylece vurgulamış oluyor. Burası öncelikle bir dostluk ve muhabbet mekanıdır. Gittiğinizde çoğu zaman farklı insanların bir masada buluşup fikirlerini paylaştığına, çay eşliğinde sohbet ettiğine şahit olabilirsiniz.

Akabe Kitabevi’nin, kitap satmaktan öte bir misyona sahip olduğunu, Esad Abi’nin samimi ve hoş sohbet tavrıyla karşılaştığınızda daha iyi anlarsınız. Medrese’nin tarihi dokusu ile kitapların kokusu bir araya gelince, bir de Esat abinin gelen herkesle kurduğu dost dili üzerine eklenince, burası Kayseri’de okumayı, paylaşmayı, dostluğu ve muhabbeti yaşatan ender mekânlardan biri olarak hayatımızda yer eder.

Akabe Kitabevi’nin bizler için neden bu kadar özel olduğunu, bir kitapçıyı bir ‘kitap evi’ne dönüştüren şeyin ne olduğunu kendisine sorduk. Bunun yanı sıra okumak, gençler, değerler, Kayseri’nin kültür ve düşünce hayatı üzerine Esat abi ile samimi bir sohbet gerçekleştirdik. Tanıyanlar için bir dost sohbeti, tanımayanlar için güzel insanlar ve güzel bir mekân keşfi olması ümidiyle…

Öncelikle bu işe nasıl başladınız? Neden kitapçılığı tercih ettiniz ve nasıl bu şekilde devam ettiniz?

Özel bir tercih değildi aslında, 1977’de liseden mezun oldum. O dönemde siyasal olaylar da var, ekonomik durumumuz çok iyi değil, babam Sümer fabrikasında işçiydi, bir yaz inşaatta amelelik yaptım. Kış gelince iş aramaya başladım. Mehmet Güldeste isminde emekli avukat bir dayım var.  Bir gün bizi ziyarete geldiğinde, ‘dayı bana iş bul’ dedim, o da ‘Medresede bir kitabevi var gel orada çalış’ dedi.  Bu kitabevi şimdiki Vizyon kitabevinin yerinde 20 metre kare bir yer. Ben çok kitap okuyan, okumayı seven bir insan değildim.

Ama o dönem kitabevini ziyaret eden öğrenciler var. Bazı öğrenciler saatlerce kitap karıştırırlardı, ben de tezgâhtarım ya içimden sinirlenirdim. Onlarla vakit geçire geçire zamanla namaza başladım.  Sonra kitapçılığı sevmeye başladım. O dönemde Sezai Karakoç revaçta, kitapları da çok ucuz. Üzerine etiket yapıştırılıp satılamazdı, onları okumaya başladım. Askerliğe gittim geldim, devam ettim bu işe. Kendimizi kitabevinin içinde bulduk, bir daha da kopmadık.

Kitabevine herkes gelir, muhabbet eder. Mesela dayımın arkadaşları gelirdi, geniş bir çevresi vardır, biri pide getirir, biri çemen, biri karpuz, mevsimine göre ikram edilir. Bu arada muhabbet edilir. Kitabevleri,  ticarethane olarak düşünülecek mekanlar değil, buluşma noktası, muhabbet yeri, görüşme yeridir.

Akabe kitabevi nasıl oluştu?

1985’te o küçük yerden ayrıldık, 1994’te buraya geçtik.

Medresenin yeni halinden memnun musunuz?

Eski hali bizim için daha güzeldi, üst katımız vardı, orada kitaplarımız vardı, çay içiliyordu. Restorasyonda kubbenin görünmesi istendi, görüntü olarak ferahladı aslında ama arka kapımızı kapattılar. Biraz havasız kaldık, yazları pek durulmuyor.

Sizce medresenin Akabe Kitabevinin bugünkü halini almasında bir etkisi var mı?

Mutlaka vardır, burası Selçuklu yapısı, tarihi bir yer.1200’lü yıllarda yapılmış, içine girdiğinizde sizi kucaklıyor. Bizim için farklı bir yeri var. Bazen buradan hiç çıkmak istemem. Gelen giden insanlarla muhabbet etmek bize keyif veriyor.

Geçmişten günümüze sizce gençlik profili nasıl ve ne yönde değişti? Gençlerin fikir hareketleri bir dönem çok yoğundu, günümüzde nasıl?

O dönemde ilahiyattan, edebiyatla ilgilenen ve İslami çalışmalara öncülük eden insanlar vardı. Çok gayretlilerdi, çok okurlardı, onlardan sonra gelen nesil de öyle, diri canlı sıcacık insanlardı. 1990’lara kadar böyle devam etti. Yavaş yavaş bu ilgiler azalmaya başladı. Şimdi de var tabii ama o dönem daha farklıydı. İnsanlar ne varsa birbirleriyle paylaşıyorlardı.

Sattığınız kitaplar okuyucu profiline göre bir değişiklik gösterdi mi?

Eskiden tasavvuf üzerine kitaplar okunurdu. Seyyid Kutup’un Fizilal-il’i, Sezai Karakoç’un kitapları ve dergiler çok satılırdı.

Dergicilik o dönemde daha mı aktifti?

1980-1990 arası çıkan dergiler içerik olarak çok yoğun ve satışları fazlaydı. İslam dergisi 75’e yakın satılırdı. Mehmet Alagaşlar’ın çıkardığı İnsan dergisinin satışları 150’ye kadar çıkardı. İktibas, Sebil, Şura dergileri yine o dönemde çıkan dergilerden birkaçı. Dergilerin bugün o satışı yakalamaları mümkün değil. Bazısı üç tane geliyor, hepsi iade oluyor. Şimdi dergi çıkaran çok fazla ama daha az okunuyor.

Neden sizce?

Kısmen internet ve cep telefonu bunda etkili oldu. Yine de derginin kitabın yerini tutmaz. Kitabı alacaksın altını çizeceksin, başkalarına vereceksin, tartışacaksın üzerine konuşacaksın. Kitap ve dergi bunun önünü açar.

Burada çok farklı alternatif kitaplara da yer veriyorsunuz. Talep edildiğinde ya da benim gözlemlediğim, ben çocukken bana her karne zamanı kitap hediye ederdiniz. Hediye etmeyi çok seviyorsunuz, gönlü geniş bir insansınız, bunu nasıl sürdürüyorsunuz? Mesela bir alacak defteriniz yok mu?

O hikayeyi hiç açma alacak defteri filan. (J) Kazanıyoruz, veriyoruz. Hediyeleşmek çok güzel bir şey. Bir anımı anlatayım; onbeş yıl kadar önce bir kızcağıza Çöle İnen Nur’u hediye etmiştim. “Getirme, parasını istemem, bir kitapla ne zengin olurum ne de batarım” demiştim. Geçenlerde bir zarf geldi, bir de mektup, olaydan bahsediyor mektupta. O dönem Kayseri’den ayrılmak zorunda kaldığını, gelip parasını ödeyemediğini yazmış. Mesela böyle geri dönüşler gördükçe insan duygulanıyor, güzel şeyler bunlar… İnsan yaptığı şeyin yanlış olmadığını, doğru olduğunu anlamış oluyor,  orada bir mesaj veriyorsun karşındaki insana.

Çocuk okuyucular nasıl peki?

Şimdi aileler daha ilgili, elinden tutuyor anne babalar, okuma kitapları alıyorlar. İyi okuyor çocuklar, ama sınav odaklı çalışan, çabalayan bir nesil var şimdi. Çocukların kendi benliklerini bulmalarında çok olumsuz etkisi oluyor, çocuklar savruluyor, herkes illa okuyup çok başarılı olmalı gibi bakılıyor. Aileler de böyle hırs yapıyorlar, sanki okuyunca her şeyi halledecekmiş gibi bakılıyor. Halbuki okusa da okumasa da rızkını bir şekilde başka şekillerde temin edilebilir. Maalesef bu düşünce kayboluyor. Şimdi çocuklara bir şey anlatsan şıklı anlat diyorlar, başka türlü anlamıyorlar.

Buraya her yaştan insan geliyor, oturuyor muhabbet ediyorlar. Burada neler konuşuluyor, dertleri ne insanların?

Herkesin ilgisi farklı tabi, kimisi siyasetten güncel meselelerden konuşmak istiyor, kimisi tasavvuftan konuşmak istiyor,  kimisi başka konuları…

Eskiden daha müsaitti yerimiz, daha havadardı, dışarıdan gelen konuşulan konulara kulak misafiri olur, merak eder, eşlik eder dinlerlerdi. Şimdi kapı önünde onu devam ettiriyoruz, bir masa atıyoruz, sonra bir bakıyoruz üç masa olmuşuz.

Peki sizce biz nasıl oluyor da bu ortamı başka kitapçılarda değil de burada yakalayabiliyoruz. Sırrı nedir bunun?

Biz pek çok yere göre klasik kalıyoruz galiba. Kitabevinden gelen bir gelenek var, çoğu ticarethanede seni fazla tutmak istemezler. Ama biz burada kimseye müşteri gibi bakmadık, buraya her gelen dostumuzdur dedik. Ne zaman ticari olarak düşünürsün, o zaman bu sıcak havayı kaybedersin, bu güzel dostlukları kazanamazsın. Dile kolay 38 yıl oldu, müthiş bir hayat tecrübesi kazandık, hep güzel insanlarla dost olduk.

Kimler geldi kimler geçti buradan?

O kadar çok ki şimdi aklıma gelmiyor bir anda. Ama şu an pek çok önemli yerlerde bulunan, akademisyen, yazar, siyasetçi, devlet adamı insanların yolu geçti buralardan.

Bir dönem beyin fırtınası diye bir program yapıyorduk, 90’lı yıllarda, ayda bir imza günleri yapıyorduk, Ali Bulaç, İsmet Özel, Rasim abi (Özdenören), İskender Pala, Mustafa Çalık, Mustafa Özel gibi pek çok isim geldi o dönem. Karşılıklı soru cevap şeklinde çok seviyeli çok güzel geçiyordu. Bu tür şeyler ticari kaygılarla yapılmaz. Şimdi ekonomik olarak bunu çok sağlayamıyoruz.

Şimdi yazarlar da değişti, çağırdığın zaman ekstra para isteyenler oluyor. Biz önceden yol, kalacak yer gibi masrafları karşılardık. Ama bugün daha fazlası olunca çok yapamıyoruz.

Kayseri’de genel olarak kültürel faaliyetleri bu anlamda yaşanan değişimi nasıl görüyorsunuz?

Bugün yine dergi çıkaranlar, gayret gösterenler, yazan çizen okuyanlar var. Bir emek var takdir ediyoruz elimizden geldiğince destekliyoruz. Ancak bugünkü içerik geçmişe göre daha yavan, daha boş geliyor, geçmişte daha yoğun bir içerik vardı. (Dertleri daha büyüktü o insanların…)

Peki sizin mutlaka okunmalı dediğiniz kitaplar neler?

Öyle çok büyük iddialarla öneri yapmak istemem ama ‘illa öner’ dediğinde, Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Mustafa Kutlu mutlaka öneririm.  Bu insanların yerini dolduracak insanlar henüz gelmedi.

Söyleşi: Nazlı Nur Baykan    Fotoğraf: Ramazan Karakuş

Bakmadan Geçme