DAYATILAN KAVRAMLAR

Demokrasi, İnsan Hakları, Liberalizm

Osman Gerçek 
Yerküreye nizam vermeye çalışan küresel güçler, son elli yıldır tüm toplumlara allayıp pullayarak şu üç kavramı sunmaya ve dayatmaya çalışıyorlar. Demokrasi, Human Rights (İnsan Hakları), Liberalizm.
Son on yılda neredeyse bu kavramsal çerçeve dışında bir düşünüş ve algının oluşmaması için uğraş veriyorlar. Küresel güçler, yeryüzünün en ücra köşesine kadar bu süslü kavramlar gölgesinde tahakkümlerini, egemenliklerini yaymaya çalışıyorlar.
Bu algıdan en küçük sapmaları despotizm ve diktatörlük olarak tahkir edip, hatta Müslümanların tarihlerinde sahip oldukları Nizam-ı Alem sulta’larını/egemenliklerini, aynı tahkirle saltanat, krallık olarak aile despotizmi, din hakimiyeti olarak teokrasi / din despotizmi olarak algılanmasını sağlıyorlar. Tüm medyatik ve muharrir gücüyle, tüm büyüleyici tılsımlarını kullanarak, Müslüman aleminin 1500 yıllık kavramsal algısını ve birikimini kirletip, onları bu dayatmaya ikna etmeye çalışıyorlar. En koministinden, en faşistine, en milliyetçisinden, en ulusalcısına, hatta son zamanlarda en şeriatçısına kadar tüm kesimler, mahkum oldukları bu kavramsal algıyı en ileri düzeyde savunma durumunda kalmışlardır. Bu algıyı, eleştirmek, tenkit etmek, karşı durmak şöyle dursun en ufak bir şekilde alnını kırıştırmak dahi küresel düzen ve bu düzenin ikna edilmiş uzantıları tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmakta. Bu kavramsal algı, Samiri’nin buzağısı, cahiliye Mekke’sinin Hübel’inden daha güçlü ve büyüleyici etkisiyle kitlelerin gözünde alternatifsiz yegane nizam ve düzen olarak her geçen gün etkisini artırmakta. Müslüman dünya da bu kavramsal algıya düşünsel bir karşı duruş gerçekleştiremediği gibi, Müslüman akla uygun hale getirip içselleştirmek durumunda kalmıştır.
Çoğunluğun, halkın, milletin iradesinin tecellisi olarak görülen demokrasi, niteliksiz kalabalıkların önlerine onları cezp edecek şekilde çıkarılan ve hatta dayatılan adaylarla kendini yönettiği zannı oluşturulan bir sistem.  Ekser’en nas olan çoğunluk her zaman, hakkın ve doğrunun temsilcisi olmayabilir. Çoğunluğun her söylediği doğruyu ifade etmediği gibi, azınlığın her söylediği de her zaman yanlışı ifade etmez. Demokrasi bazen yeterli kalmadığında ileri demokrasi, liberal demokrasi, katılımcı demokrasi, koruyucu demokrasi, çoğunluk demokrasisi, Batı demokrasisi ve sosyal demokrasi gibi kılıflara bürünse de 300 den fazla ‘ne idüğünü’ belirlemeye yönelik farklı tanımlama ile ideallerine göre tutarsızlığı, standart sabitelerinin olmayışı ve siyasal mekanizmaların şekillendirmesine göre farklı şekiller alabildiği gerçeği göz önünde bulundurulması gereken bir gerçek.
Demokrasi kavramını ayakta tutup destekleyen İnsan hakları ve Liberalizm kavramları da son zamanların popüler ışıltılı kavramlarından.
Kişiyi alabildiğince bireyselleştirip hevasının arzu ve isteklerine köle yaptıktan sonra, ‘kul hakkı ve kişi hakkı’ çerçevesinde şekillenen İslam İnancının mensuplarına, İnsan Hakları dersi vermeye çalışan Batı aklının bu tutarsızlığı ve aymazlığı göz ardı edilerek, Human Rights havarisi kesilen Müslümanlar, büyük bir zihinsel paradoks yaşamaktadırlar.
Batı’nın insan hakları diye pazarladığı ideolojinin kökeninde, döktüğü kan, saçdığı kin ve fitne tohumları, ayrımcılığın, asimilasyonun ve sömürgeciliğin her türlüsünü bulmak mümkün. Demokrasinin ve insan haklarının beşiği olduğu iddia edilen ülkelerde ‘zencilerin de insan olduğu’ ve toplu taşıma vasıtalarından istifade edebileceği kararının üzerinden henüz kırk yıl bile geçmemişken, ifade hürriyeti, fikir ve vicdan hürriyeti ve her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılacağı söyleminin hiçbir reel değeri yoktur.
Dileyenin,  dilediğini ekonomik ve bireysel olarak dileğince yapabilmesi anlamında Liberalizm, free yaşam biçimini öngördüğü için geniş kitleler tarafından kabul görmekte. Vahiy endeksli kulluk bilinciyle taban tabana zıt olan bu kavram, maalesef ve ne yazık ki bir kısım Müslümanlarca da savunulur hale gelmiştir. Savunulmasa bile bir yaşam biçimi olarak yaşanır hale gelmiş ve kişinin istediğini istediği gibi yapabilmesinin önü sınırsız bir şekilde açılmıştır. Başkasının yaşam biçimini tenkit etmek, kişi hakları ihlali olarak kabul edilmiştir. Seküler yaşamın aşırılıkları kısıtlanmaya çalışıldığında, bu kesim can hıraş bir şekilde yaşam tarzını koruma refleksi geliştirmektedir.
Müslümanların, her kesime ve herkese iyiliği emretme, kötülükten nehyetme misyonu ve söylemi elinden alınmakla kalmamış ‘mahalle baskısı’ kavramıyla tahkir ve ta’zir edilmiştir.
Şimdilerde öne çıkarılan ‘ötekileştirme’ kavramının ezici baskısı altında Müslümanlar, kimlikleri ve kişilikleriyle karşı karşıya getirilmiştir.
Müslüman kimlikli ‘biz’i biz yapan değerlerimiz hiçe sayılarak, ‘hepimiz, biziz’ anlayışı ile Müslümanlar farklı anlayış ve yaşam biçiminde olanlarla eşit şartlarda, onları ‘ötekileştirmeden’ yaşamaya zorlanmaktadır. ‘Biz müslümanız, Müslümanlardanız ve Müslümanlarlayız’ söylemi, ‘ötekileştirme’ tazir ve kavramıyla kimlik olmaktan çıkarılmaya çalışılmakta. Ötekileştirme ile kimliğimizi değersizleştirme, itibarsızlaştırarak misyon ve ideallerimizi asimile etme, ötekilerle bizi denkleştirme, müminle kafiri, muvahhidle müşriki harmanlama gayreti vardır.
Bu topraklarda ezanla haç, hiçbir zaman aynı şeyi ifade etmediği gibi inananla inanmayan da hiçbir zaman denk kabul edilmemiştir.
Aleme Nizam verme idealimiz ve misyonumuz varsa, küresel gücün dayattığı bu kavramlara karşı durarak, vahiyle şekillenen kendi mantıksal algımızı oluşturmak ve korumak zorundayız. Unutmayalım ki, batı mamulü ne kadar inanış ve düşünce varsa hepsi, mundar, cenabet ve cerahatlidir. Bunları bu minvalde görüp, yakınlığımızı ve yaklaşımımızı ona göre ayarlamalıyız. 

Bakmadan Geçme