Darbeler geleneğinin son örneği: 28 ŞUBAT

İktibas Dergisi Kayseri Temsilciliğinde 10 Şubat Pazar günü 'Bilinmeyen Yönleriyle 28 Şubat' konulu bir söyleşi gerçekleştirildi. Tarihçi-Yazar Süleyman Kocabaş'ın konuşmacı olduğu söyleşide '28 Şubat yüzyıllık Türk darbeler geleneğinin son halkasıdır' ifadelerini kullandı.

 Kocabaş gerçekleştirdiği söyleşide 28 Şubat’ın 2 cepheli bir savaş olduğunu belirterek Son 200 yıldır ortaya çıkan seçkinci, devletçi ve devrimci geleneğin sivil asker bürokratlarla, liberal, evrimci, muhafazakar dediğimiz sivil asker ve halk kesiminin kavgası olduğunu söyledi.

            Cuntaların ilk ortaya çıkışı

28 Şubat sürecini hazırlayan durumların tarihsel süreç içerisinde değerlendirmesini yapan Kocabaş; “Osmanlı’nın yükseliş devrinde batı hep küçük görülürdü. Avrupa medeniyeti ilerleyip, Osmanlı gerilince Avrupa’yı taklit etmeye çalıştılar. Tanzimat’a geldiğimizde bürokratlar Avrupa’nın sadece ilimde ve tekniği ile kalkınamayız, Avrupa’nın anayasasını, kanunlarını, kültürünü, medeniyetini neredeyse her şeyi alacağız dediler. Bu şekilde topyekun batılılaşacaklarını söylediler. Bunun karşısına sivil asker muhafazakar bürokratlar çıktı. Sadece Avrupa’nın bilim ve tekniğini almak istediler. Sosyal değerlerimiz var ve onları terk edemeyiz dediler. Bunlara İslamcılar denildi. Batıyı topyekun alacağız diyenlere de batıcılar denildi. Tanzimat ile beraber Türkiye’de batıcı-İslamcı kavgası başladı. Yönetime giderek batıcılar hakim oldu. O sıralarda bugünkü Ergenekon tarzı cuntalar kuruldu. 1876’da Mithat Paşa ve Hüseyin Avni Paşa cuntası Abdülazizi devirerek I. Meşrutiyet’i ilan ettiler. Ardından Enver Paşa cuntası 1908’de meşrutiyeti yenilediler. Enver, Talat ve Cemal üçlüsü diktatörlüğünde İttihat ve Terraki rejimi kuruldu. Bu rejimle beraber Türkiye’de seçkinci devletçi devrimci dediğimiz kesim ülkenin başına geçti. İslamcılar büyük oranda tasfiye edildi” dedi.

Kocabaş’ın söyleşisi 28 Şubat sürecini günümüze kadar değerlendirdiği konuşması şu şekilde devam etti;

İttihatçılar milletten kopmuştu

İttihatçıların çoğu İslamdan soğumuşlardı. O zamanın Genel Kurmay Başkanı Ahmet İzzet Paşa hatıralarında Jön Türklerin tamamının dinsiz olduğunu söylüyor. Gerçi dindar olanlarda vardı. Onların böylece milletten kopmuş olduklarını söylemek için söylüyor bunu. İstiklal harbinden sonra Türkiye Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak üçlüsünün otoriter yönetimine girdi. Mustafa Kemal en üst derecede batıcı seçkinci ve devrimci sivil asker geleneğini temsil eden biridir. Batıcılığı benimsedi. Artık ışık batıdan geliyor, doğuya sırtımızı çevireceğiz ve batıda ne varsa bizde de olacak. Devrimleri bunun için yapacağız. Halk istemese de bu devrimler olacaktır. Kan akıtarak da olsa hilafeti kaldıracağız. Arap harflerini kaldıracağız. Tesettürü kaldıracağız gibi icraatların içine girdiler. O zaman bir halk oylaması yapılsaydı Arap harfleri kalksın diye %90 hayır derdi. Burada toplumun iradesine göre değil, toplum mühendisliği statüsünde halk adam edilecek bir kesim olarak görüldü. Halkı küçük gördüler. Halkın vazifeleri ve ödevleri vardır. Bu ödevleri biz veririz. Bu sırada liberal devrimci ve muhafazakar olarak Kazım Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy 1925’te Terakki Perver cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. Mustafa Kemal bunlar irticai unsurlardır diye kapattı. Liberal evrimci muhafazakar kesim Mustafa Kemal ve İsmet İnönü döneminde tasfiye edildi. Bu sırada Tevhid-i Tedrisat kanunu çıkarıldı. Medreseler kapatıldı. Oraya 4. madde eklendi. Din adamı yetiştirilen medreseler yerine imam hatipler kuruldu. Artık bu okullarda din adamı yetiştirilecek dediler. Okullara din dersi konuldu. İlahiyat fakültesi açıldı. İslami araştırmalar enstitüsü kuruldu. Daha sonra Bunların hepsi 1932’de kapatıldı. 1934’te dini neşriyat yasaklandı.

Cenaze namazı kılacak imam kalmamıştı

 Laiklik ve Türkiye’yi batılılaştırma kisvesi altında Avrupa dinden ne kadar uzaklaştırılırsa o kadar medenileşir. Bizde milleti ne kadar dinden uzaklaştırırsak o kadar medenileştiririz diye halka karşı İslam’a karşı propagandalar yapıldı. İslami yayınlar din propagandası yapıyor diye yasaklandı. 1947’ye kadar böyle devam etti. O sırada halk yorganından kafasını çıkardı ve kendisini ifade etmeye başladı.  Anadolu’dan gelen delegeler İnönü’ye gittiler; “paşam böyle olmuyor. Biz 6 köy komşuyuz. Bu 6 köyde bir imam kaldı. Ölülerimizin cenaze namazını nöbetleşe kıldırıyoruz. Ne olur artık bir açılım yap. Dini bir açılım yap. Hiç olmazsa imam yetiştirelim talebinde bulundular. İnönü, buna onay verdi. İmam Hatip ve İlahiyat okulları açtı. Okullara din dersi kondu. İnönü’ye Atatürk ilkelerinden taviz veriyor diye karşı çıktılar. İnönü de; “Biz bunu yapmak zorundayız” dedi. Çevrenin talepleri yönetime yansımaya başladı. Biraz Amerika’nın da tesiri ile yönetim bunu yapmayı kabul etti. Amerika bu millet dinsiz yaşıyor, komünizmin etkisine giriyor diye İslamiyet’i yaygınlaştırın dedi. Menderes liberal muhafazakâr biri olarak iktidara geçti. İnönü’nün Kur’an kurslarını imam hatip okuluna çevirdi. Radyoda Kur’an okunmaya başlandı. Ortaokullara da din dersi konuldu. İslam Enstitüleri açıldı. 16 haziran 1950’de Ezan Arapçaya çevrildi. Laik kesim Menderes’i sırf bunun için devirdi.

28 Şubat süreci ekonomik kaygılarla başladı

            24 Aralık 1995 seçimlerinde ittifakla Refah partisi Doğruyol ile hükümeti beraber kuralım dediler. Çünkü sermaye çevreleri Doğruyol’a hükümeti kurdurmadılar. 16 Haziran 1996’da Refahyol kuruldu. Refahyol kurulunca şeriat devleti ele geçirdi dediler. Ne yapıp edip devirmeye karar verdiler. Tabi ekonomide burada etkili oldu. Erbakan ekonomiyi disiplin altına aldı. Özelleştirmeleri durdurdu. Havuz oluşturdu ve 105 fonu oraya aktardı. Rantiyecilere olan kredileri kesti. Ankara-İstanbul-İzmir eksenindeki TÜSİAD’a bağlı sermaye çevreleri hükümete cephe aldılar. Sırf ekonomik kaygılardan dolayı irtica yaftasını vurdular. Zaten basının %70’i de onların elindeydi (Dinç Bilgin ve Aydın Doğan). Böylece hücuma geçtiler. Erbakan’a karşı eylül-şubat sürecinde Türkiye’de irtica olduğuna dair şu konuları işlediler. Bu tamamen Türkiye’nin İslami yaşam alanlarının daraltılması, Müslüman halkın serbestçe gelişmesini önlemeye yönelik tedbirlerdi. Mesela Kur’an ve ezan Türkçe okunmalı dediler. Namaz kılmayan adamlar, benim namazımda sureler Türkçe okunsun diye propaganda yaptılar. Kur’an kurslarını budamak için buraların sayısı çok ve burada şeriatçı yetişiyor diye diyanetin kontrolüne geçsin dediler. Sahte Kur’an kursu ürettiler. İmam hatip propagandası yaptılar. Erbakan, İmam Hatipler arka bahçemiz dedi. Bu da imam hatiplerde Refah’a ordu yetişiyor. Oralara irtica kaynıyor denilmesine neden oldu. İlahiyat fakültelerine kafayı taktılar ve ders içeriklerini değiştirdiler. Kurban farz değil dediler. Hatta Yaşar Nuri Öztürk’ten fetva aldılar. Kurban derisini dinciler toplayıp zenginleşiyorlar dediler. Kurban derisi Türk Hava Kurumu’na verilmesi için genelge yayınladılar. Camilerde vaazlar yoluyla irtica propagandası yapılıyor, bunların tek merkezden okunması gerekiyor dediler. Ezanlar merkezden okunmaya başladı. Hutbelere kafayı takıp onları da devletleştirdiler. Ankara’da okunan hutbeler Türkiye’nin her yerinde okunmaya başlandı. Vaizler devlet propagandası yapıyor diye onlarda devletleştirildi. Ankara’da yapılan hutbeler yurdun her yerinde okundu. Hac’a çattılar, Araplara para kazandırıyormuşuz.

Kutsal değerlerimize çattılar

            O sırada Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı ve Fadime Şahin ekseninde bütün gazete ve televizyonlar bunu gündeme getirdiler. Sonra bunların hepsinin iç yüzü ortaya çıktı. Sonra Generaller ne günlere gelmişiz Türkiye’yi bunlar ele geçirecek diyorlar. Ardından İslami vakıflara yükleniyorlar. Bunlar devletleştirilmeli ya da kapatılmalı beyanatında bulundular. Diyanet İşleri Vakfı kuruldu ona da tepki gösterdiler. Vakfın başına bir albay getirdiler çeki düzen versin diye… Cemaatlerin yurtlarına çattılar. Türbanı dini simgedir diye yasakladılar. Türbanlıları üniversiteye almadılar. Büyük kriz yaşandı. Camilere kafayı taktılar. Camileri Avrupa standartlarına getirelim minareleri olmasın dediler. Özel Güvenlikler kuruldu diye hemen yaygara kopardılar. Refah ordu kuruyor diye yorumladılar. Yeşil sermaye ortaya çıktı. İzmir-İstanbul-Ankara dükkalığı, Anadolu insanının ticaret yapmasını istemedi. Onların isteği Müslümanların zengin ve inançlı olmalarını engellemekti.

Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız Kudüs Gecesi düzenledi. İki gün sonra Sincan sokaklarında tanklar yürüdü. Çevik Bir’e tankları sordular; “balans ayarı yapıyoruz” dedi. Basında hemen darbe naraları attı. Erbakan tarikat liderlerine yemek yedirdi diye eleştirildi. Erbakan eksen değişikliğine gitti. Batıdaki G8’lere karşı, D8 kurdu. Erbakan, İslam ortak pazarı kuracağız dedi. Hemen alarma geçtiler. Avrupa medeniyetinden bizi ayırmaya çalışıyorlar denildi.

Tüm darbeleri basın yaptı

            27 Mayıs’ı nasıl basın yaptıysa 28 Şubat’ı da basın yaptı. Türkiye’de ki darbelerin tümü basının yaptığı darbelerdir. Yargıyı ve üniversiteleri harekete geçirdiler. Kapatma davları açıldı. 5’li çete dediğimiz TOBB, DİSK, Türk-İş, Tisk, Tesk sendikaları harekete geçirdiler. Bu beşli çete eğer Erbakan hükümetten istifa etmezse genel greve gideceğiz dediler. Erbakan tabi bu baskılarla istifa etmek zorunda kaldı.

            28 Şubat’a Milli Güvenlik Kurulu toplantısı yapılacaktı. Basın hemen hareket geçti. Amaçları bir muhtıra yayınlanmasını sağlamaktı. Generaller hükümeti uyaracak, Generaller hükümete haddini bildirecek, yüzlerce dosya ile geliyorlar gibi manşetlerle askeri dolduruşa getirdiler. Bu baskılarla 2 saat sürmesi gereken toplantı 9,5 saat sürdü. İrtica tartışıldı. Dosyalar getirildi. Dosyalar tamamen gazete kupürlerinden oluşuyordu. Toplantı sonunda 18 maddelik bir karar çıktı. Bu 18 maddeyi ya uygula ya da git dediler. Erbakan bu 18 maddeyi imzalamamak için tam bir ay direndi. Ben müttedeyin halkı rahatsız edemem ve bunlar uygulanamaz dedi. Tansu Çiller’e de baskı yaptılar. Sen laik, Cumhuriyetçi bir kadınsın bu gerici adamla nasıl hükümet kurarsın dediler. Çiller’de ben onu kontrol altına alırım dedi. 18 maddenin imzası için Erbakan’a baskı yaptı. Ya imzalarsın ya da hükümeti bozarım dedi. Erbakan mecbur kaldı ve imzaladı. Daha sonra Erbakan haziranda istifa etmese darbe olacak ve asker fiilin yönetime el koyacak diye her gün gazetelerde yazılar çıktı. Erbakan, baskılara dayanamadı ve istifa etmek zorunda kaldı. Bunun ardından hükümeti ANASOL-M hükümeti dediğimiz Mesut Yılmaz Başbakanlığında kurdu. Kartel medya bayram etti. Tamda bizim aradığımız hükümet geldi dediler. Milliyet gazetesi manşetinden duyurdu bu hükümet iş yapar dedi. Gerçektende o hükümet iş yaptı. Rantiyecilerin gelir borularını tekrar açtı. POAŞ’ı Aydın Doğan satın aldı ve tekrar rantiyeci düzen kuruldu.

Kriz 28 Şubat kararlarını unutturdu

Mesut Yılmaz 8 yıllık eğitim sistemini çıkardı. Tabanından tepki geldi. Mesut Yılmaz siyasi hayatım sona ersede bunu yapacağım dedi. İmam hatiplerden gerici, irticacı adamlar yetişiyor. Bunun önünü keseceğim dedi. Halk tepki gösterdi sen bunu nasıl söylersin diye… Mesut Yılmaz ne yapacağını şaşırdı. 8 yılı askerin baskısı ile çıkarttı. Mart ayına geldiğimizde 28 Şubat’ın sadece bu kısmı gerçekleştirildi. Askerler, Mesut Yılmaz’a bu nedenle muhtıra verdi. İrticai önleme yasası altında 9 tane yasa maddesi çıkardılar. Askerlerin dayatmasına rağmen halk tepki gösterir diye bu maddelerin hiçbirini uygulamaya sokmadı. Daha sonra onu da düşürdüler. Ecevit azınlık hükümeti kurdu. Bu azınlık hükümeti de bu maddeleri uygulamadı. Fethullah Gülen’e karşı bir operasyon yaptılar. Ecevit, Gülen’e sahip çıktı. Ecevit’e maddem bu maddeleri kabul etmiyorsun, o zaman şu 100 bin irticacı memuru dairelerden uzaklaştır dediler. Her gün kartelci medyada bu işlendi. Ecevit, kararname çıkardı. İki müfettiş ile bakanlar kurulu YAŞ’ta ki gibi hemen memuru görevden alınabilecekti. Ahmet Necdet Sezer’in demokratlığı tuttu kararnameyi elinin tersiyle itti. Şubat 1999’da MGK toplantısında Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan Anayasa kitapçığını fırlattı. Ekonomik buhran yaşandı. Amerika’dan Kemal Derviş getirildi. Devlet bakanı yapıldı. Anayasa kitapçığının fırlatılması ile 28 Şubat jilet gibi bitti. Artık irtica ile mücadele yasalarını herkes unuttu. Herkes kendini kurtarmaya çalıştı. AKP 28 Şubat’a alınanları geri vermeye başladı. 

Haber: Bünyamin Gültekin

Bakmadan Geçme