• Haberler
  • Gündem
  • CİDDE MEKTUPLARI / İLK SA'Y - BİRİNCİ ŞAVT GEL EY AFRİKALI

CİDDE MEKTUPLARI / İLK SA'Y - BİRİNCİ ŞAVT GEL EY AFRİKALI

Değerli okuyucu,Harem-i şerife giriş yaptığım ilk yazımdan ve ilk tavafımı anlattığım ikinci yazımdan sonra şimdi de ilk sa'y yaptığım anın hatırasını sizlerle paylaşmak istiyorum…

İç harem bölgesinin Safâ kapısından girip Mes’â alanına ulaşıyorum. Benim gibi pek çok kardeşim  de dalgalar halinde hafif rampa olan Safâ tepeciğinde  yüzümüzü Kâbe’ye dönerek dua ediyor, Kâbe’yi selâmlıyoruz. Safâ tepeciğinden ( kaypak taş demek)  Merve tepeciğine (çakıl taşı demek) dört gidiş ve üç dönüşten ibaret olan sa’y İbrahim, Hâcer ve İsmail’i hatırlatacak bir ön bilgiye sahip değilseniz ruhsuz mermerlerin, pervanelerin ve ışıkların altında yürünen bir mermer yol oluyor…Daha Kâbe ile buluşmamın heyecanını ve mahcubiyetini atlatamamışken ilk sa’ye başlamak düşler kentine yeniden uçuruyor beni…

Rabbim ne murad etmişti? Neden sa’y etmeyi de hacc ve umrenin birer nüsuku yapmıştı ki? Ayetleri hatırlamaya çalışıyorum: “Hakikat, Safâ ile Merve Allâh’ın şeâirlerindendir, onun için her kim hacc veya umre niyyetiyle Beyti ziyaret ederse tavafı bunlarla yapmasında ona bir günah yoktur, Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse şüphesiz Allâh ecr ile meşhur kılar, âlimdir” BAKARA 158 Elmalılı tercümesi
Tarihin bence  en fevkalâde vakıası, Rasul aleyhisselâmın da sıklıkla zikrettiği ve hâlen zikredilegelen İbrahim, Hâcer ve İsmail’in kıssasını hatırlıyorum.
İbrahim Peygamberin,  bebeğiyle çölde bırakıp gittiği eşi Hâcer vardı buralarda. Bir kırba su, kuru bir ağaç gölgeliği ve çorak bir arazi… Hafif bir yükselti çöl ortasında… Eğer ki Hz.İbrahim bir peygamber olmasa aklından şüphe ederdik önce ama bunu, İlâhî irade ile yaptığını bilince ”amenna ve saddekna” deyip bu kez İbrahim’in Allâh’a tâ’atindeki coşkunluğuna, Hâcer’deki  teslimiyetin kıyaslanmayacak büyüklüğüne  hayran oluyoruz. Safâ tepesi hafif bir rampadan ibaret… Merve daha hafif bir rampa. İkisi arasında 500 metreyi bulmayan bir yürüyüş yolu var. Safâ’da  vechimizi  Rasulüllâh Aleyhisselâmın bize öğrettiği gibi Kâbe’ye çevirip selâmımızı verdikten sonra Merve’ye doğru yol almaya başlıyoruz. Bunun ismi  Sa’y. Sa’y etmenin tefsirini hatırlamaya çalışıyorum. Kur’an’da zikredilen sa’yın olumlu ve olumsuz formatlarıyla bağlantılar kurmaya çalışıyorum… Sa’y: Yürümek, koşturmak, cür’et etmek, hayır veya şerr amelde çalışmak anlamlarına geliyor…Cum’a günü salâtı ikame için çağrıldığımızda sa’y etmemiz istenir. Hz.İbrahim kendine alıştırdığı kuşları Allâh’ın emriyle her bir dağa koyduktan sonra onları geri çağırdığında sa’y ederek geleceklerini  hatırlıyorum. Ahireti isteyerek amel edenlerin de bu amelleri sa’y olarak zikredilir. Aksine insanları Allâh’ın yolundan alıkoymaya çalışanların amelleri de dağınık sa’y olarak geçer Kerim Kitapta. Yine Yasin sûresindeki elçileri taşlamak üzere olan kavme nasihat eden adam da sa’y ederek gelir, sonra şehid edilir. Bu kadar anlamlı bir kelime yalnızca Safâ ile Merve arasında gidip gelme olmasa gerek diye düşünüp, anlamları bir yere oturtmaya çalışıyorum.
Şu  halde sa’y Safâ ile Merve arasında gidip gelmek değil…N e o zaman?  Üstelik yedi kez gidip gelmek var, bu ne anlama gelir ? Hâcer’in suyu bulmak için sa’y etmesini nasıl aktüelize etmeliyim? Zem zem bu anlamda neyle irtibatlıdır? İsmail kimdir o zaman, Hâcer hangimiz?
Ve Rabbim daralan sadrıma bir sekînet veriyor… “ Su rahmettir ey nefis” diyorum kendi kendime. Berekettir, vücudun yaşam menbaıdır. Su semadan tenzil edilir. Kerim Kitap da semadan tenzil edilir. Yani şu an tüm âlemin muhtaç olduğu şeyi yani İslâmı, yani teslimiyeti, yani erdemi, yeni her bir güzel şeyi barındıran vahiy semadan bir su  gibi iner ve değdiği topraklara rahmet dağıtır. O halde Hâcerin arayıp durduğu su Allâh’ın vahyidir. O halde İsmail suya ihtiyaç duyanı temsil eder. Yani İslâmın bereketine muhtaç tüm insanları ve toplumları İsmaille somutlaştırabilirim. Hâcer ona su arayandır, o halde insanların ve toplumların kurtuluşu için su arayan herkes bir Hâcerdir.  Bu kara, bu zayıf, bu garib kadın, eteklerini toplayıp iki tepecik arasında koşturarak zemzemi bulmuş ve  ‘suyun nasıl bulunacağının’  formülü dağıtmış ötelerden.Gözlerimden akan yaşlara mani olamıyorum bu esnada.…Bir İsmail oluyorum bir Hâcer… Bir su isteyen oluyorum bir su arayan…
Ancak halen çözemediğim bir mesele var…Bu yedi kez gidip gelmek de ne o zaman? Yedileri gözden geçiriyorum; Yedi nefis mertebesi, yedi kat sema, yedi cehennem, yedi iklim, yedi gün, ‘tekrarlanan yediyi verdik’ ayeti…Uzayıp gidiyor yediler. Yanımdan yakınımdan geçen her  tür renkteki  insanlar  Yedi kıtayı getiriyor aklıma. Evet, yedi kıta diyorum kendi kendime…Her şavtı  bir kıta için yapmalıyım, yerkürenin yedi kıtası için... Her kıtada Aziz İslâmın bereket menbaına muhtaç milyar insanlar var. Her biri bir İsmail olmuş, isteyerek ya da istemeyerek aziz, duru İslâmdan uzaklığın kırık düşlerini yaşıyorlar. Her birine sunmak lâzım bu sudan. Hâcerleşiyorum yeniden, Cebrailin suyu işaret ettiği noktayı kestirmeye çalışıyorum. İsmailler Safâ tepeciğinde kaldılar, susuzluktan çatladı çatlayacaklar…Koşuyorum,  Cebrail nerde? Bu çabayla ilk şavtın bir kısmını yürümüşken, Peygamber aleyhisselâmın sünnetine tabi olup hervele yapanlara, hızlı yürüyerek destek oluyorum. Bu kez ilk şavtı hangi kıtaya adayacağımı düşünüyorum.
İlk sa’yimin ilk şavtını hangi kıtaya yapmalıyım? Aklıma ilkin Afrika geliyor, zira bu suyu arayan ve bulan kadın yani Hâcer  bir Afrikalıydı. En son gördüğüm bir haritada Afrika’nın kendi aç insanları gibi kurukafaya benzeyen şekli kalmış aklımda. Yanımda yöremde yüzlerce Afrikalı kardeşimle, şehirlerin anası Mekke’den, Harem-i Şerifin dibinden  Afrika’ya sesleniyorum ruhumun derinliklerinden.
Ey kara kıtanın kara çocukları, kara İsmailleri. Ey bakir aşkların, hâlâ çıkarsız sevebilenlerin yurdu!  Ey rahmeti rahmanın bahşettiği bebelerini, dakikalar içinde toprakla paylaşan  kıta…
Ey beyaz suratlıların sevmediği ancak acıdığı, ey insancıllığımızı en son gördüğümüz, karanın, kırmızının ve kahverenginin yurdu. Ey  topraklarında herkesin zengin, asıl sahiplerinin fakir olduğu Afrika…
Senin muhtaç olduğun su burada. Kurumuş dudaklarını sahtekar batının sahte sularıyla ıslatmayı bırak. Sen bendensin ben de senden. Beni, bizleri sulayan şu âb-ı hayat sıkıştırılmış bulutlardan damla damla inen rahmet, seni de doyurur, korkma.
Gel ey anakıta, gel ey atakıta. Gel ey liberal Avrupa'nın kuyumcu dükkanı. Gel ey müstekbir Amerika’nın işçi bulma kurumu. Seni cetvellerle bölen zihniyetin, yalancı barış elçilerine at tokatını. Senin damarında yok bölücülük kardeşim. Nerelisin diye sorana hala Afrikalıyım diyorsun, bu senin yalancı ulus devletciklere fıtratının isyanıdır. Evet sen ne Somalili, ne Nijerli, ne Sudanlı ne Zimbabveli, ne Mısırlısın. Sen seni 60 ülke edip parçalayan canavar batının inadına Afrikalısın,
Dostum Afrikalı. Kur’an’dan aldığın ilhâmla nurlandır gecelerini… Tecrûbe ile gördün ki sana fecr-i kâzibi gösterip “işte bu senin aydınlık şafağındır” diyenler yalan söylediler… Senin fecr-i sadığın ancak Kur’an’la olur.  Seni ancak teslimiyet-i Hakk mes’ud eder. Sen ancak Allâh ile ihya olur, O’na ram olarak, seni kendilerine ram eden zalimlere isyan edersin.
Gel bu sa’yimizi yani bu koşturmamızı seninle birlikte yapalım Afrikalı. Birlikte çalışalım, birlikte koşturalım dünyayı selâm yurduna çevirmek için.  Sen içleri kokmuş emperyal canavarların kapital makinası değilsin. Sen toprağının altındaki demiryollarının, toprağının üstündeki demiryollarından daha uzun olduğuna neden şaşırmıyorsun? Sana Allâh’ın bahşettiği zenginliklerini yeraltından hortumlayanlarla neden hâlâ dost kalabiliyorsun?
Ben düşler kentinin sokaklarında  Afrika’ya doğru ilerlerken yanımdan, sağımdan solumdan geçen Afrikalı kardeşlerime, “Siz de böyle düşünüyor musunuz diye sorasım geliyor… Fakat ne acıdır, İttihad-ı İslâmın kal’asında, İbrahimin,  İsmailin,  Hâcerin, son elçinin memleketinde seninle ancak İngilizce konuşabilirim…Bu nasıl bir zillettir ya Rabbî ???
Ve ilk şavtın sonuna doğru ilerlerken Hâcerin Merve tepesine çıkışını tasavvur ediyorum… Kara bir kadın. Merve tepeciğine çıkacak ve etrafa bakacak. İsmail için bir damla su bulabilir miyim diye.Bu esnada  merhum Ali Şeriati’nin şu cümleleri akıyor ruhuma:  “Bir kadın, hakir görülmüş bir Afrikalı siyah cariye… Sâre adlı bir kadının Habeşli hizmetçisi! Bütün bunlar beşeri düzende böyle. Ama Tevhid nizamında bu cariye Allâh’ın muhatabı, Allâh’ın büyük peygamberlerinin anası, Allâh’ın yarattığı en güzel ve en yüce değerlerin tecelligâhı. Hacc tiyatrosunda, başrol oyuncusu, en önemli sima, Allah’ın Harem’indeki tek kadın, Tek anne!”
Ve bu siyahî kadının ruhuna rahmet dileyerek Afrikalı kardeşlerime seslenmeye devam ediyorum:
Gel ey Afrikalı! Aldatılmışlına, hakir görülmüşlüğüne, sömürülmüşlüğüne lanet okuma oturduğun yerden. Gel ve sa’y et, koştur ve yorul, tatil yok, bir yanını kurtarınca öbür yanın için koştur.
İttihâd-ı İslâm’a destek ver. Bak ne diyor Sezâi Karakoç;
“Müslümanlar, coğrafyalarını, tarihlerini birleştirme, bu yolla da tek bir kültüre ermek zorundadırlar. İslâm uygarlığının yeniden dirilişine katkıda bulunma, gücü ölçüsünde, her müslümanın borcudur. Müslümanların Birlik İdeali her gencin gönlüne silinmez bir biçimde yerleşecektir. Müslümanların politik birliğe doğru koşmaları, hayat memat meselesidir. Diriliş erinin çağdaş ülküsüdür bu. Durmadan birleşme, durmadan yaklaşma, durmadan kaynaşma. Bu birlik için coğrafi durum çok müsaittir. İslâm ülkeleri birbirine bitişik, birbirine yapışık durumdadır. Afrika’nın bir ucundan, Filipin adalarına kadar kesiksiz bir şekilde uzanmaktadır.  Özülke.  Aradaki sınırlar, bölünüşler politiktir. “
Gel ey Afrilalı… Dağlardan tepelerden İbrahimin diriltici çağrısına  doğru sa’y ederek gel. Bırak dağınık amellerle sa’y etmeyi. Sa’yin meşkur kılınsın istiyorsan bu kez Bediü-z’zâman’a kulak ver, işit;
“Tarif ettiğim ve dahil olduğum ittihad-ı Muhammedînin (sav) tarifi budur ki:
Şarktan garba, güneyden kuzeye uzanan nuranî bir silsile ile bağlanmış bir dairedir.
Bu ittihadın cihetü’l-vahdeti ve irtibatı, tevhid-i İlâhîdir.
Müntesipleri, “Kàlû Belâ”dan itibaren dahil olan bütün mü’minlerdir.
İsim defterleri de Levh-i Mahfuz’dur.
Bu ittihadın nâşir-i efkârı, umum İslâmî kitaplardır. Günlük gazeteleri de, i’lâ-yı kelimetullahı hedef-i maksat eden umum dinî gazetelerdir.
Kulüp ve encümenleri, câmi ve mescidler ve dinî medreseler ve zikirhanelerdir.
Merkezi de Haremeyn-i Şerifeyndir.
Bu cemiyetin reisi, Fahr-i Âlemdir.
Ve mesleği, herkes kendi nefsiyle mücahede, yani ahlâk-ı Ahmediye (sav) ile ahlâklanmak ve sünnet-i Nebeviyeyi ihyâ ve başkalara da muhabbet ve -eğer zarar etmezse- nasihat etmektir.
Bu ittihadın nizamnâmesi sünnet-i Nebeviye ve kanunnamesi şeriatın emir ve yasaklarıdır.
Ve kılıçları da kat’i burhanlardır. Zira “Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir.” Taharrî-i hakikat, muhabbet iledir. Husumet ise vahşet ve taassuba karşı idi.
Hedef ve maksatları da, i’lâ-yı kelimetullahtır. Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler.
Şimdi maksadımız, o silsile-i nurânîyi harekete getirmekle, herkesi bir şevk ve vicdani bir arzuyla, terakkî yolunda kâbe-i kemalâta sevk etmektir. Zira ilâ-yı kelimetullahın bu zamanda bir büyük sebebi, maddeten terakki etmektir.
İşte ben bu ittihadın efradındanım. Ve bu ittihadın tezahürüne teşebbüs edenlerdenim. Yoksa sebeb-i iftirak olan fırkalardan, partilerden değilim.”
Biliyorum ki bir gün, evet, bir gün tüm Afrika, tüm İslâm coğrafyası birleşecek. Afrikalı elindeki İncilleri atacak, rahmet menbaı olan İslâma dönecek. Misyonerleri kovup kolonileri devirecek, ittihadın en saff üyeleri olarak manevi meclisin kürsüsünden yumruğunu kürsüye  vurarak Fekkû ragabe diyecek. (inşallah)
Şeriatî’ye, Sezâi Karakoç’a, Bediü-z’zâman’a ve İttihada destek vermiş tüm alimlere duâlar  ve selâmlar göndererek  İlk umremin ilk sa’yinin ilk şavtını Merve tepesinde bitiriyorum. Vechimi Kâbeye çevirip ellerimi Rahmanür’rahime kaldırıp Hâcer için, Hâcerler için, İsmail için, İsmailler için, Afrika için, Afrikalılar için dua ederek ikinci şavta niyetleniyorum. (Devamı gelecek İnşallâh)

Bakmadan Geçme