CENAZEMİZ VAR, ZİYAFETE BUYURMAZ MISINIZ?

Kayserili tanınmış şair-yazar Muhsin İlyas Subaşı, geleneği din ambalajına sardığımız bir konunun da cenaze sonrasında verilen şatafatlı yemekler olduğunu söyleyerek bu durumu eleştirdi.

Cenaze sahibini yemek telaşına sürüklemek!
Sosyal medya hesabından ‘cenazemiz var, ziyafete buyurmaz mısınız?’ başlıklı bir yazı paylaşan Subaşı, “Düğünlerde verilir, hani o bir sosyal adettir diye bakarsınız. Ancak, cenazede bu izah edilecek şey değildir; cenaze evinde, cenaze sahibini ölüsünü defin derdinden önce yemek derdine sürüklemenin ne anlamı var? Bizim çocukluğumuzda çok iyi hatırlarım, cenazesi olan eve üç gün boyunca komşuları ya da yakınında bulunan akrabaları yemek getirirlerdi. Doğru olanı da budur. Bunun kısmen uygulandığı yerler vardır. Ancak meseleye bütünlüğü içerisinde baktığımız zaman bu da terk edildi ve şimdi insanlar cenaze defnine gelenin karnını doyurma telaşına düştü. Bu dini bir uygulama mı? Hayır, değil. Onu biz din haline getirmişiz.” ifadelerini kullandı.

“Perşembe diye bir adeti icat edenler…”
Subaşı, “Yakınını kaybetmiş bir insanı düşünün. Bu eşi olabilir, evladı olabilir, anne ya da babası olabilir. En acılı günüdür, teselliye muhtaç durumdadır, ama siz ondan yemek bekliyorsunuz. O da yetmiyor, bir de ‘Perşembesi’ âdetini çıkarmışlar, Perşembe günü de daha gösterişli bir yemek servisi yürütülüyor. Belki bunları, cenaze sahibinin bir yakını üstlenmiştir. Öyle de olsa, bir can kaybının hüznünü yemek saltanatına boğdurmak doğru mudur?” ifadelerini kullanarak eleştirilerini şöyle sıraladı,
“Doğru olanı, ölüyü definden sonra mümkünse mezarlıkta başsağlığı dilenmeli, yakınları da evine kadar gidip orada onun acısına ortak olmalıdır. Perşembe diye bir adeti icat edenler, cenaze evini merasim evine çevirmektedirler. Belki gelirken bazıları baklavasını böreğini alıyor, meşrubat ya da ayranını temin ediyor, ama akşamın erken saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar insanlara yemek servisi yapmak, yemek esnasında keyif verici sohbetlerde bulunmak, ölüye mi saygıdır, ev sahibinin acısına mı ortaktır? Şahsen bunu pek anlamış değilim. Sonra neden ‘ ölünün perşembesi’ deriz buna? Düşünün cuma günü kaybettiğiniz bir yakınınız için bir hafta boyunca ‘yas gösterisi’ yapılacak. Ben buna adet değil, gösteri diyorum. Bu doğru bir şey mi? Hâlbuki meselenin dinî olan tarafı, defnin 3. gününden sonra herkesin normal hayatına dönecek şekilde bunların bitirilmesidir.”

“Belediyeler bunu sokağa taşıdı”
“Şimdi belediyeler, ‘taziye çadırları’ ile bunu evden sokağa taşıdılar. İyi mi ettiler, bilemiyorum. Doğu halkının uydurduğu bir uygulamayı batı insanının da sahiplenmesi, işi biraz da evin dışına taşımak için galiba? Siz bir köşede yemek ikramında bulunacaksınız, yakınınızda birisi düğün dernek eğlencesi yapacak.
Refahın sağladığı imkânları ölenin kaybından doğan acıyı örtmek için kullanmak, ölüye de, ölü sahibine de hizmet değildir! İnsanımızın bu tür anlamsız uygulamaları bırakması gerekir. Bunun öncülüğünü Diyanet İşleri personeli; yani müftülüklerimiz, vaizlerimiz, hatta hocalarımız yapmalı ve böyle şeylerin dinî hayatımızı da zedelediğini topluma anlatmalıdır. Unutmayalım, dine yamanan her gelenek dini kendi iç dokusundan uzaklaştırmak için atılmış tehlikeli adımdır!”
(Haber: Ufuk Çamdal)

Yorumlar 1
Ali SALMAN 12 Ağustos 2017 20:23

Sevgili dostum Muhsin İlyas hocam yazınızı baştan sona ilgiyle okudum. Yüreğine sağlık. Çok önemli bir konuyu islemişsiniz. Ancak Anşayn'ın da dediği gibi "önyargıları yıkmak bazen atomu parçalamaktan da zor oluyor." Hele konu dini motifli ise dinsiz olmakla bile suçlanabilirsiniz. Ancak sizin de değindiğimiz gibi inancından şüphe edilmeyecek din adamların buna önayak olması ve topluma anlatması...

Bakmadan Geçme