Çanakkale ruhu yaşıyor
Çanakkale demek... Durmak demek... Düşünmek demek... Ölümle kalım arasındaki o ince çizginin muhteşem bir teslimiyete dönüşmesi demek... Sonsuz bir saygı ve minnettarlık demek...
Bu vesile ile buradan tekrar Çanakkale, Diyarbakır, Türkmenistan ve bütün Müslüman ülkelerdeki şehitlerimizi için tekrar ruhlarını birer Fatiha yollamanızı şiddetle öneririm. Onlar çünkü bundan çok daha fazlasını hak ediyor. Siz çocuklarınızla mutlu ve özgür yaşayasınız diye her biri evlatlarını babasız bırakarak aynı Çanakkale ruhu ile toprağa girdiler.
Çanakkale geçilmez...
Çanakkale anlatılmaz...
Çanakkale ancak yaşanır...
Kayseri’den meslektaşlarımızla Bandırma’da verdiğimiz bir moladan sonra Allah’a şükrederek, ecdadımızın vatan savunması için hiç çekinmeden canını verdiği topraklara büyük bir heyecan ve merakla, kafalarda bin bir türlü sorularla ulaşıyoruz.
“Dur yolcu!
Bilmeden gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yerdir.”
Merhum Necmettin Halil Onan’ın bu çarpıcı dizeleri ile silkinip kendimize gelmeye çalışırken milli şairimiz Mehmet Akif’in;
“Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.”
dizeleri ile yeniden saygıda kusur etmemek için ellerimizi açıp dilimizin döndüğünce dualar etmeye gayret gösteriyoruz.
Onların tereddütsüz canlarını verdikleri, kanlarını suladıkları topraklara basmaya kıyamayarak.
Nasıl kıyabilirsiniz?
Bir metre karesine 6 bin merminin düştüğü Çanakkale’ye?
Nasıl?
***
Vatan toprağı için...
Ay yıldızlı bayrak için...
Millet için...
İstiklâlimiz, hürriyetimiz için...
Bizim için hayatlarının baharında “bir gül bahçesine girer gibi kara toprağa giren” aziz şehitlerimize nasıl kıyabilirsiniz?
***
Çanakkale ile ilgili çeşit çeşit yaşanmış olayı mutlaka duymuşsunuzdur.
Ama bu seyahatimiz esnasında beni en çok etkileyen, duygulandıran birkaç inanılması güç yaşanmış olayı da paylaşmadan geçemeyeceğim.
***
İşin özü; şu soruda saklı aslında.
Oğlunuzu, ciğerparenizi, evladınızı ölüme terk edebilir misiniz?
Daha can alıcı bir soru da peşinden gelsin.
Vatan için siz acaba neyinizi feda edebilirsiniz?
Yalnız dikkat edin, onlar kadar fedakar olabilecek misiniz?
Bir sargı yeri hikâyesi
Çanakkale demek...
Durmak demek...
Düşünmek demek...
Ölümle kalım arasındaki o ince çizginin muhteşem bir teslimiyete dönüşmesi demek...
Sonsuz bir saygı ve minnettarlık demek...
Çünkü onlar; bizim özgürce yaşayabilmemiz için kemiklerinden ve bedenlerinden yıkılmaz bir temel attılar. Kendilerini öldürmeye gelenlere bile kucaklarını açıp insanlık dersi verdiler her siperde. Düşmanına dünyada eşi benzeri olmayan dersler vererek gül bahçesine girer gibi kara toprağa girdiler.
Bu maneviyatı tahayyül bile edemeyen düşman savaştan yıllar sonra bile durumu idrak edememiş her seferinde türlü türlü geri dönüşlerle dimağlarının almadığı olayları kimi buldularsa anlatmış, şaşkınlıklarını yıllardır gizleyememişler.
***
El ele verip: “Ey tüm dünyanın insanları işitin: Burası Çanakkale, BURASI İNSANLIĞIN SAVAŞI YENDİĞİ YER !” dediler.
***
Kelimeleri saygıda kusur etmemek için tek tek tartarak yazsak da onların bizim için yaptıklarını anlatmaya ciltler yetmez, bunu biliyor ve sadece ruhlarına yollanacak bir Fatiha’da katkımız olur umuduyla devam ediyoruz.
Tam da burada bunun için.
İfade ederken, sürç-i lisan edersek affola.
***
Dünya sınavının son bulduğu yerlerden bir cennet bahçesinde Şahindere’de. Sargı yeri, (seyyar hastane ) yani tedavi yeridir. Savaştan çok yoklukla ve hastalıkla savaşan bir nesil... Silah, mühimmat, araç gereç, ilaç yemek içecek, yol, doktor, hasta bakıcı, sargı bezi, uyuşturucu morfin, yok denecek kadar az.
Zaman az, yaralı çok.
Birkaç saat içinde on binlerce askerimiz yaralanıyor.
Ağır yaralılara yapılabilen tek şey, ağaç diplerinde bırakılıyor, iyi olabilecek askerlerin tedavileri ise sağlanıp tekrar cepheye gönderiliyor. Vatan herkesten hizmet bekliyor. Düşman uyur mu, düşman durur mu? Vatan elden gitmemelidir.
Ağır yaralıların en büyük sorunu da, sinekler ve kurtçuklar tabi ki, tek istekleriyse, sadece bir dua. Bir de şehit olabilmek. Başka ne için ölünür ki? Şehitlikten gayri ne istenir ki?
***
Orada görev yapan doktorlardan biri de Askeri Doktor Salih (Dörtbudak) Beydir.
Salih doktor, gece gündüz yaralılarla uğraşmakta, cansiperane hizmet vermekte.
Hizmetin yanında da sınavın en büyüğünü...
***
Şimdi tam da burada Salih Doktorun imtihanında siz kendinizi koyun... Akabinde de şu soruyu tekrar kendinize sorun? Ben seyahatten döndükten sonra en çok bu soru kafama takılıyor. Acaba diyorum? Acaba?
Cevap mı?
Kocaman bir belirsizlik...
Salih doktorun önüne sedye ile genç bir yaralı getirilir. Karnı parçalanmış bağırsakları dışarıda, bir bacağı da kopmak üzere, her tarafı kan toz toprak içerisinde tanınamayacak bir halde. Bu yaralıyı Doktor Salih Beyin önüne koyarlar. Salih Bey, gelir yaralıya bir bakar, durumu çok ağırdır. Askerlere emir verir, kaldırın bu yaralıyı, bir kenara bırakın der. Kafasını çevirmek üzereyken, yaralı asker son bir gayretle, doktora sesini duyurmak üzere iç burkan bir haykırmayla sesini duyurur:
-Baba, babacım!
Salih Bey birden döner, bakar şöyle, tanıyamamıştır oğlunu, bir hançer daha sokulur Doktor Salih Beyin yüreğine, boğazı düğümlenir, konuşamaz,
Evladına sarılıp, öpüp koklamaya başlar,
-Oğlum, benim oğlum! Bu benim oğlum!
Ne var ki, yüzlerce yaralı Mehmetçik sırada, hatta ameliyat masasına bir yiğit yatmış, Salih Beyi beklemektedir.
Salih Bey, bir bakar etrafına, Mehmetçikler derman, vatan da hizmet beklemektedir.
O halde baba mıdır, doktor mudur? Bir karar vermek zorundadır Salih Bey,
-Bu benim oğlum, oğlumu gölge bir yere kaldırın.
Salih Bey, tekrar tedavi bekleyen diğer Mehmetçiklerle ilgilenmeye başlar.
Saatler sonra, bir boşluk bulduğunda biricik oğluna bakmaya gider,
Bakar ki oğlu Çanakkale’de, on binlerce şehit olan Mehmetçikten birisi olmuştur.
Doktor Salih Bey, Çanakkale’de oğlunu diğer Mehmetçiklerden ayırt etmemiştir.
Salih Bey’in oğlu huzurunda bütün Çanakkale şehitlerimizin ve bu vatan toprakları için halen verilen bütün evlatlarımız için hep birlikte diyorum tekrar ruhlarına el Fatiha..
Çanakkale Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor…
Bunlardan biri Lapseki’in Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.
– Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım… Arkadaşıma ulaştırın…
Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur:
– Ben… Ben köylüm Lapsekili İbrahim onbaşından 1 Mecit borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin.
– Sen merak etme evladım, der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de:
– Söyleyin hakkını helal etsin, olur…
Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getirilir. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşer. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılır.
İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan gözyaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine nede gözyaşlarına engel olamaz:
– Ben Beybaş Köyü’nden arkadaşım Halil’e 1 Mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim.
Ama şuna inanıyorum...
Aynı durumda ben, sen ve o kanı taşıyan herkes aynı durumda olsa eminim aynı şeyi yine yaparız.
Neden bu kadar eminim.
Rehberimizin bize anlattığına göre her yıl Anzakların ayin törenlerini yaptıkları mezarlıklarına bakan bizim gençlerimiz durur mu? İstanbul’dan, Kayseri’den Trabzon’dan Van’dan motosikletleriyle gelerek bizim şehitlerimize dualar ederek; “biz de varız hala buradayız. Unutmadık, unutturmayacağız!” diyorlar.
“Dövmeli, uzun saçlı, dış görünüşüne bakınca ümitlerinizi yitirdiğiniz o gençler var ya o gençler kocaman bir yürek taşıyorlar. İnanın insanın tüyleri diken diken oluyor. Ben gençlerden ümitliyim. Siz de ümitlerinizi yitirmeyin. O kan damarlarımızda aktığı sürece. Onların yaptığını hiç tereddütsüz şimdi olsa yine yaparız. Ben onlarda onu gördüm. Gururlandım. Ve eminim” diyene kadar gençlerden açıkçası biraz ümitsizdim. Ama bundan sonra ben de ümitliyim.
Neden mi?
Diyarbakır Sur’da da aynısı ve daha fazlası her geçen gün yaşanıyor. Duyduklarımız bize tekrar var olan gücümüzü bize tekrar tekrar hatırlatıyor.
Bu vesile ile buradan tekrar Çanakkale, Diyarbakır, Türkmenistan ve bütün Müslüman ülkelerdeki şehitlerimizi için tekrar ruhlarını birer Fatiha yollamanızı şiddetle öneririm. Onlar çünkü bundan çok daha fazlasını hak ediyor. Siz çocuklarınızla mutlu ve özgür yaşayasınız diye her biri evlatlarını babasız bırakarak aynı Çanakkale ruhu ile toprağa girdiler.
Düşmanını siperden çıkarak diğer sipere bırakıp geri siperine dönen yiğitlerimiz Çanakkale’de bitmedi, bitmeyecek... Günlerce bu kahraman Türk Askerinin cesareti, güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu. Konuşulacak da...
DÜNYANIN EN YÜREKLI VE EN KAHRAMAN ASKERİ MEHMETÇİĞE DERİN SEVGİ VE SAYGILARIMIZLA...
Tekrar ediyoruz ruhun şad. Mekânınız cennet olsun...
Son olarak diyorum ki; biraz olsun dedelerimize olan vefa borcumuzu ödeyebilmek adına unutma...
UNUTTURMA...
EVLATSIZ YAŞANIR...
VATANSIZ YAŞANMAZ...
Fatma Ural Metin Yiğit