Bu şehri görmek için sudan sebeplerimiz var!
Adriyatik'in prensesi Venedik Venedik Avrupa'da merkezine motorlu taşıtlarla girilmesine izin verilmeyen tek şehir olarak bilinmektedir. Venedik'te alışageldiğimiz araçlar dışında su taşıtları aracılığı ile ulaşım sağlanmakta.
San Marco Meydan’ı şehrin merkezinde yüzlerce turistin buluşma noktasıdır. San Marco Bazilikası, Aziz Mark Çan Kulesi Torre del Orologio Saat Kulesi, Dükler Sarayı ve Arkeoloji Müzesi meydanı çevreleyen yapıtlardan bazıları. Aziz Mark’ın Çankulesi üzerinde bulunan seyir terası Venedik’e kuş bakışı bakmak isteyenler için en güzel noktalardan biri.
Dar sokaklardaki dükkanlarda İtalya’ya has bir lezzet olan makarnanın envai çeşitlerine denk gelebilirsiniz. En küçücük makarna dükkânı bile uzun uzun inceleyip yeni lezzetler keşfetmeye değer. Ayrıca şehirde el işlerinin de oldukça önemli bir yeri var. Sokaklarda gezerken el emeği ürünlerin satıldığı ufak dükkânlarda dantel işlemeli ürünler, işlenmiş cam ürünler ve özel tasarım maskeler bulabilirsiniz. Dünya çapında meşhur olan Venedik Karnavalı, maskelerin popüler olmasının sebebi.
14. yüzyılda Venedik’te meydana gelen veba salgını esnasında hastalıktan kendilerini korumak veya vücutlarındaki yaraları gizlemek için uzun kıyafetler ve maskeler kullanırlarmış. Acı bir olay için kullanılırken zamanla festivale dönüşen bu kostümler rengârenk olmasına rağmen maskelerdeki ortak özellik olan donuk ve üzgün yüz ifadesi vebalı günleri sembolize ediyor.
Birbirine sevimli köprülerle bağlanan onlarca minik adacığın birleşmesi ile oluşmuş, sokakları sudan bir şehir hayal edin. Sular üzerine kurulmuş, içinden geçen kanallarını birbirinden zarif gondollarla ziynetlendiren şehir; Venedik, İtalya’nın kuzeydoğusunda Adriyatik Denizi kıyılarında bir prenses edası ile varlığını devam ettirmektedir. Anakarada bulunan Mestre şehrinden 4 km uzunluğunda bir karayolu ve demiryolu ile ulaşılan kanallar şehri Venedik 118 küçük adacığın üzerine kurulmuş bir şehirdir. Bu adaların arasından süzülen 170 kanal ve bu kanalların üzerinde adaları birbirine bağlayan 400 köprü bulunmaktadır.
Uzun süre Murcia’da kaldıktan sonra ben ülkeme dönmeden önce Endülüs Bölgesi ve civarında bulunan şehirleri gezme hayali kurarken ailem marjinal bir karar vererek araba ile Türkiye’den Avrupa’ya gelmeye karar verdi. Hali hazırda Shengen vizesi almışken ve araba ile gelmişken 17 gün içerisinde imkanlarımız dahilinde gidebileceğimiz her yeri gezmeye karar verdik. Ailem Yunanistan üzerinde bindiği feribot ile Venedik’e doğru gelirken ben de Barcelona aktarmalı olarak Venedik’e uçtum. Onlar Türkiye’den, ben İspanya’dan ayrılmadan önce telefon ve internetten ulaşma imkanımız olmaması ihtimaline karşın bir buluşma yeri belirledik; havaalanının otoparkı. Şimdi aklıma geldikçe halimize gülüyorum. Marco Polo Havaalanının dahilinde 4 farklı otopark olduğunu Venedik’e ulaştığımda öğrenmiştim. Tamamen bir tevafuk üzerine ailemle havaalanında karşılaşamasak saatlerce birbirimizi aramış olmamız büyük ihtimaldi. Her biri ile sıkı sıkı sarılıp ufak çaplı özlem giderdikten sonra sanki aylardır birbirinden ayrı kalan biz değilmişçesine büyük bir heyecanla seyahatimize odaklanıp Venedik’e ulaşmak için yola koyulduk.
Marco Polo Havaalanından indikten sonra Venedik’e ulaşmak için anakarayı adaya bağlayan “Porte della Liberta” olarak bilinen 4 kilometrelik Özgürlük Köprüsü’nü geçmemiz gerekti. Araba ile yaklaşık 20 dakika süren ulaşımın ardından arabamızı bulduğumuz otoparka bıraktık. Venedik Avrupa’da merkezine motorlu taşıtlarla girilmesine izin verilmeyen tek şehir olarak bilinmektedir. Venedik’te alışageldiğimiz araçlar dışında su taşıtları aracılığı ile ulaşım sağlanmakta.
Venedik’te binalar deniz sularının altında bulunan ve kil özelliği taşıyan topraklara çakılan kalın ve uzun kazıkların üzerine inşa edilmiş. Ahşap olan kazıkların su altında oksijen bulunmadığı için çürümenin aksine gün geçtikçe sağlamlaşıp kayalaşmış. Venediklilerin yıllar önce şehirlerini korumak için akarsuların yönünü değiştirmesi üzerine şehrin etrafı sularla çevrilmiş ve bugün kanallar şehri olmasına sebep olmuştur. Şehre ilk girdiğimizde valizlerimizi bırakıp rahatça gezebilmek adına bir otel arayışı içerisine girdik. Uğradığımız her otelde pahalı bir şehirde olduğumuzu fark ediyorduk. Buna rağmen Venedik şartlarında uygun fiyata 3 yıldızlı bir otel bulduk. Oldukça rahat ve temiz olan otelde bir gece için 200 Euro ödedik. Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra Venedik sokaklarına attık kendimizi. Uzun bir yoldan gelmiş olmanın verdiği yorgunluk ve açlık hissi ile gördüğümüz ilk ‘helal’ yazan restorana daldık. Yemek yerken İtalya gibi bir yerde helal bir restoran bulmuş olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzu düşünürken yemek sonrası restorana sadece 5 kişilik yemek için 140 Euro ödediğimizde ve Venedik’te gezerken sık sık helal restoranlara rastladığımızda hayal kırıklığına uğradık. Avrupa seyahatimiz boyunca ve hatta Rusya’da bile sık sık Venedik’teki ilk yemeğimizi hatırlayıp halimize güldük. Venedik sadece konaklaması ile değil yemekleri ve alışverişi açısından da pahalı bir şehir. Bir avuç kiraza 21 Euro ödemiş olmamız da bunun kanıtlarından biri. Aynı rakama Murcia’da kilo kilo birkaç çeşit meyve almanız mümkün.
Karnımızı doyurduktan sonra nereye gittiğimiz bilmeden uzun uzun yürüdük şehrin içinde. Bütün sokaklar ve kanallar birbirine benziyor gibi görünse de her adımda ayrı bir keyif veriyor şehri keşfetmek… Evlerin arasından geçen kanalların üzerinde bulunan ve adacıkları birbirine bağlayan köprüler ve yol boyunca size eşlik eden minik rengârenk çiçeklerle Venedik yıllar öncesinden bugüne kadar yaşamayı başarabilmiş bir prenses gibi. Şehir tarih kokan atmosferi ile birlikte sokaklarda yürüyen modern giyimli insanlar dışında ortaçağdan bugüne tarihi görünümünden ve zarafetinden hiçbir şey kaybetmemiş. Geçmişten günümüze gittikçe azalan nüfusunun çoğunu orta yaş ve üzerinin oluşturması Venedik’in orjinalini korumasını sağlayan en büyük etkenlerden olsa gerek. Genç nüfus daha hareketli bir yaşam için anakarada bulunan şehirleri tercih ediyormuş.
Venedik’te genellikle evlerin iki ayrı kapısı var. Biri yaya yolunun üzerinde kara kısmında bulunurken diğer kapı kanal tarafında bulunmakta ve kanaldaki kapıların önünde şehir içi ulaşım için gondollar tabiri caizse park edilmiş beklemekte. Kapıda ekleyenin araba olması dışında bir gondol olması şehri bambaşka bir atmosfere sürüklüyor. Şehirde toplu taşıma aracı olarak su otobüsleri ve taksileri veya turistler için özel olarak süslenmiş afili gondolları kullanabilirsiniz. Peki şehrin büyülü havasına yavaş yavaş alışırken Venedik’te nerelere gidilmeli, neleri görmeli?
Su trafiğinin yoğun olduğu Venedik’in içinden “Z” şeklinde geçen ve diğer küçük kanalların buluşma noktası olan Büyük Kanal üzerinde yapılacak olan gezi Venedik’in demosu diyebiliriz. Kanal turunu ‘vaporetto’ olarak bilinen deniz otobüsleri veya gondollar aracılığı ile yapabilirsiniz. Gezerken 13. yüzyıldan günümüze Gotik, Bizans mimarisi ve Barok tarzında inşa edilmiş yapıtlar kanal turunda misafirlere eşlik eder. San Marco Meydan’ı şehrin merkezinde yüzlerce turistin buluşma noktasıdır. San Marco Bazilikası, Aziz Mark Çan Kulesi Torre del Orologio Saat Kulesi, Dükler Sarayı ve Arkeoloji Müzesi meydanı çevreleyen yapıtlardan bazıları. Aziz Mark’ın Çankulesi üzerinde bulunan seyir terası Venedik’e kuş bakışı bakmak isteyenler için en güzel noktalardan biri. Uzun bir giriş sırasında beklemenin ardından terasa çıkmayı başaranların anlattıklarına göre şehre kulenin üzerinden bakıldığında şehrin içerinden geçen kanalları görünmüyormuş. Yine içini görmek için uzun bir sıra beklemeniz gereken yerlerden biri de San Marco Bazilikası. 9. yüzyılda yapıldığı bilinen bazilika yapılırken Ayasofya Camii’nden ilham alındığı söyleniyor.
Venedik fotoğraflarında sık sık gördüğümüz yüzlerce köprü arasında en popüler olanları Rialto ve Ahlar köprüleri. Venedik’e giden herkesin yolu bir şekilde bu köprülerden geçer. Dar sokaklardaki dükkanlarda İtalya’ya has bir lezzet olan makarnanın envai çeşitlerine denk gelebilirsiniz. En küçücük makarna dükkânı bile uzun uzun inceleyip yeni lezzetler keşfetmeye değer. Ayrıca şehirde el işlerinin de oldukça önemli bir yeri var. Sokaklarda gezerken el emeği ürünlerin satıldığı ufak dükkânlarda dantel işlemeli ürünler, işlenmiş cam ürünler ve özel tasarım maskeler bulabilirsiniz. Venedik, kanalları kadar maskeleri ile de ünlü olan bir şehirdir. Dünya çapında meşhur olan Venedik Karnavalı, maskelerin popüler olmasının sebebi. 14. yüzyılda Venedik’te meydana gelen veba salgını esnasında hastalıktan kendilerini korumak veya vücutlarındaki yaraları gizlemek için uzun kıyafetler ve maskeler kullanırlarmış. Acı bir olay için kullanılırken zamanla festivale dönüşen bu kostümler rengârenk olmasına rağmen maskelerdeki ortak özellik olan donuk ve üzgün yüz ifadesi vebalı günleri sembolize ediyor.
Renkli kültürü, şehrin sıra dışı oluşumu ve lezzetli mutfağı ile Venedik elbette görülesi şehirlerden birisi. Ve imkânınız varsa Venedik’e yapacağınız seyahati baharda veya Venedik Karnavalı’na denk gelen bir zaman diliminde yapmanız şehirden daha fazla keyif almak adına imkân sağlayacaktır.
Yazan: Huri Eloğlu