BİZİM KAMPÜS'TE BU HAFTA ''KALİTELİ EĞİTİM SİVİL HAYATA KAYMAKTADIR''
Bizim Kampüs olarak bu sayımızın konusunu 'Türkiye'deki Eğitim Sisteminin Sorgulanması.' Haftanın röpartaj konuğu ise Erciyes Üniverstesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Faruk Karaaraslan oldu. Türk Eğitim sisteminde bir dişli olan Sayın Karaaslan, eğitim sisteminde aksaklıklara neden olan unsurlara değinirken ''Kaliteli eğitim sivil hayata kaymaktadır'' dedi.
Sayın hocam! Öncelikle bizlere zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Başlangıç olarak sormak istediğimiz konu; Kur’an- ı Kerim’de ilk inen ayet “oku”dur. Peki okumak nedir? Biz okumayı doğru anlıyor muyuz?
Okumayı doğru anladığımızı söylemek çok mümkün değil. Kelime anlamı itibarıyla düşündüğümüzde okumanın ne manaya geldiğini bildiğimiz söylenebilir fakat üzerine tefekkür ettiğimiz ve neticelere ulaşarak gündelik hayatımıza uyguladığımız bir eylem olmadığı düşüncesindeyim. Dahası bu gün eğitim sisteminin hiçbir yerinde okumanın yazmanın ne manaya geldiğini neden bu melekelere ihtiyaç duyduğumuzu bunun insan olmakla ya da farkındalık geliştirmekle ne alakasının olduğu üzerinde durulmamaktadır. Sürekli roman ya da kitap okumak gerektiği salık verilir fakat bunun neden ve nasıl olacağı anlatılmaz. Daha doğrusu bu felsefi bir sorgulamaya dönüşmez. Atom bombasını icat edenin ya da Amerika’nın sömürgeci politikasına yön veren düşünce adamlarının ‘çok okuduğunu’ varsayarsak salt okuma eyleminin neticesinin çokta iyi olduğunu söylemek mümkün değil. Burada temel bir soru ortaya çıkıyor. Okumanın ya da yazmanın ahlak ile olan ilişkisi nedir? Bu soruyu cevaplamadan okuma eylemine girişmek ya da okuma grupları kurmak bence neticesi kibre ve zulme dönecek ürünler ortaya çıkarabilmektedir. Bu noktada neden okumamız gerektiği nasıl okumamız gerektiğinin belirleyeni olacaktır. Ki Usul muhtevayı betimler. Bir nazar geliştirmeden manzaraya işaret edilemez. Yani okumanın edeple, düşünceyle, kavramla, modern dünya ile ilişkisi üzerine düşünmeden ve okumanın bir zorunluluk olduğunu kavramadan bir okuma eylemi yapmış olmayız. Tabi ki burada okuma fiilinin sınırları da genişletilebilmelidir. Okuma yazma bilmeyen birisinin bakarak daha iyi okuduğunu ifade etmek mümkündür. Zira sadece harfler okunmaz. İnsanlar, binalar, şehirler, tabiat vs. okunur. Yani onlara kulak verilir. Oradaki hikmet kavranmaya çalışılır. İslam’ın ilk ayetlerden başlayan okumaya dair vurgusunu ben bu şekilde anlıyorum. Farkına varma, İç görü geliştirme, üzerine biraz kafa yorma, eşyanın hakikatine vakıf olma çabası olarak.
‘’Üniversiteler aynı zamanda resmi ideolojinin halka geçiş kanallarıdır’’
Toplumumuzda üniversite okumayanın adam olmayacağı kanısı var. Halbuki toplumun birçok mesleki alanı var. Herkes üniversite okumalı mı?
Herkes üniversite okumamalı elbet. Bu gün üniversitelerin öğrenciyi adam etme gibi bir misyonu da yok. Üniversitenin sosyal hayatta gördüğü birçok işlevin içinden sadece birisinin meslek edindirme olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanı sıra üniversiteler aynı zamanda resmi ideolojinin halka geçiş kanallarıdır. Vatandaş yetiştirme mekanlarıdır. Gözetim sağlamanın basit yollarındandır. Eğlence merkezleridir. İdeolojik örgütlenmelerin başat noktalarıdır vs vs. Bu günkü duruma baktığımızda bir çok üniversite öğrencileri açısından dört yılın biraz eğlence ile karışık doldurulması ve sonrasında bir kariyer getirmesi beklenen kurumdur. Halk dilinde yaygın bir şekilde yer edinmiş “üniversite hayatı” tanımlaması da buna işaret etmektedir. Dahası üniversitelerle gelen uzmanlaşmanın özellikle el işçiliği gerektiren mesleki alanlarda usta-çırak ilişkisini öldürdüğünü belirtebiliriz. Mesleki alanlar üniversiteler bünyesinde istihdam sağlayacaksa dahi bu usta çırak ilişkisinin bir şekilde ikame edilmesi gerektiği gözden kaçmaktadır.
Eğitim sistemimizde eğitim süresi, üniversite sayısı, okuyan sayısı artmasına rağmen; niçin aynı doğrultuda niteliksel bir artış göremiyoruz?
Aslında yukardaki soruda kısmen bu sorunun cevabını verdim. Modern dünyada üniversiteler ya da eğitim kurumlarının nitelikli bir toplum tasavvurundan ziyade başka işlevleri vardır. Bunu birçok sosyoloji metninde açık ve seçik bir şekilde görürsünüz. Hatta modern eğitim kurumları tek tipçi yapısı sebebiyle mevcut bir çok potansiyeli söndürmektedir. Belki bu noktada İvan İllich’in “Okulsuz Toplum” ya da Catherina Beker’in “Zorunlu Eğitime Hayır” adlı eserlerini yeniden okuyup düşünmemiz gerekmektedir. Örneğin sanat alanında önemli eserler koymuş bir çok isim üniversiteli değildir. Hatta bazılarının öykülerine bakarsanız eğitimi kurumlarının kendi sanat anlayışlarını törpüleyeceği düşüncesiyle üniversitelere mesafeli bakmışlardır. Daha basit bir soru sormak gerekir belki bu gün tanınmış şairlerin kaç tanesi Üniversitelerde Edebiyat alanında öğretim üyesi dahası edebiyat fakültesi mezunu. Örneğin Nuri Pakdil Hukukçu, Rasim Özdenören’de hukukçu ve yıllarca Devlet Planlama Teşkilatında çalıştı, Mehmet Akif Baytar, Turgut Uyar subay vs.
nasıl bir eğitim sistemi genç nüfusla övünen ülkemiz için bir enerjiye; bireysel, ülkesel ve evrensel başarılara imza atmamızı sağlar?
Çok uzun ve çok yönlü bir soru bu. Önce bireysel, ülkesel ve evrensel başarıdan ne kastettiğimizi uzun uzadıya konuşmak icap eder. Eğer bu başarılardan küresel sistem içinde güçlü bir konumda olmayı planlıyorsak tuttuğumuz yolun çok yanlış olmadığını ifade edebiliriz. Yani sadece nitelikli bir azınlığın çok iyi bir eğitim görmesi geriye kalan çoğunluğun eğitim kurumlarında vakit geçirerek suya sabuna dokunmaması doğru bir strateji. Ama bu başarılardan anladığımız başka bir şey ise onun üzerine tekrar düşünüp cevaplar bulmamamız gerekecektir.
Alternatif bir eğitim sistemine ihtiyaç var mı? Varsa nasıl bir eğitim sistemi?
Aslında her daim alternatif eğitim sistemleri kurumsal anlamda olmasa da var olagelmiştir. Aile, vakıf ve dernekler bazı gönüllü yapılanmalar, halen varlığını devam ettirebilen resmi ya da gayrı resmi medreseler dahası halk değişleri, türküler ve anlatılar alternatif eğitim sistemi olarak görülebilir ve bu kanallar üzerinden alternatif eğitim imkanları genişletilebilir. Buradaki sorun diplomadır. Yani resmiyettir. Resmi olarak kabul görmeyen eğitimin muteber kabul edilmemesidir. Halbuki Aşık Veysel hiç eğitim görmeden çok kaliteli ürünler verebilmektedir. Ya da bir inşaat ustası bir inşaat mühendisliği mezunundan çoğu zaman çok daha iyi iş çıkartabilmektedir. Sosyolojiye dair hiçbir şey okumamış bir kişi bir çok sosyologdan daha isabetli tespitler yapabilmektedir. Bu anlamda alternatif olarak belirtiğiniz eğitim kurumlarının itibarı artırılabilir ve bu gün örneğin sanayide çırak olarak çalışan ve yetişen bir kişinin resmiyete ihtiyaç duyulmaksızın o işi yapma ehliyetine saygı duyulabilir. Yapılabilecek çok şey var elbette. Bunlar uzun uzun konuşulmalı ve tartışılmalı. Dahası eyleme geçilmeli. Yukarıda belirttiğim kanalları toplumsal anlamda besleyerek ayakta tutma çabasını gütmeli. Bu anlamda sevindiricimi üzücümü olduğunu bilemediğim bir tespiti paylaşabilirim. Bu gün iyi okuyan ve eğitimli insan yetiştiren resmi kurumlar iflas etmiş durumdadır. Kaliteli eğitim sivil hayata kaymaktadır. Onun için ilgili okuyan yazan öğrenciler vakıf ve dernek bünyesinde bir şekilde örgütlenmektedir. Benim buralarda verdiğim dersler ile üniversitede verdiğim dersler arasında dağlar kadar fark olduğunu ifade edebilirim. Sivil ortamdaki derslere katılanlar çok daha ilgili, heyecanlı ve talip. Bu anlamda kaliteli eğitimin diplomayı gerektiren resmi prosedürün yanı sıra sivil hayata kaydığını ifade etmek mümkündür.
M.SAFA ASAROĞLU- [email protected]
YA VERİN ALİMLERİMİZİ,YADA GÜNAH BİZDEN GİTTİ!
Hasan el-Benna'yı anmak istiyorum.
İlmi hayatına değil hayatı ilmine indirgeyen,gece namazlarına ve pazartesi perşembe oruçlarına devam eden,15 yaşında hafızlığını tamamlayan,üniversiteyi Daru'l Ulum'da okuyup,bitirme imtihanlarında onsekizbin beyit şiir ve bir o kadarda nesir ezberleyen,İslami davası adına İsmailiyye merkezli olan İhvan-ı Müslimin'i kuran ve yine bu dava yolunda Kral Faruk tarafından şehid edilen bir Hasan...
Ve baktıkça çağımızda ki Hasanlara,eşi tarafından yemeğine koyulan zehirle ciğerleri parçalanarak şehid olan Hz.Hasan'ı anmak,anlamak ve anlatmayı daha çok arzu ediyorum.
Bu insanları hayatımızdan çıkarıp bir kenara atmamızın nedeni sanırım biraz daha eskilere dayanıyor.
Bizler biliyoruz ki alimsiz toplumlara cahiller yön verir ve cahillerin yön verdiği toplum asla iflah olmaz.Ve yine biliyoruz ki bizim alimlerimizi meydanlarda -tabiri caizse gözünün üstünde kaşın var diyerek - "şapka takmadın,laikliğe karşı geldin" diyerek,Mesnevi Hakkı İbrahim Efendi'nin İstiklal Mahkemelerinde idam kararını duymadan vefat etmesi üzere mezarı açılıp ölüsünü idam edenler şimdi gençliğin duruma,eğitim sistemine sövüyorlar.
Ben bir üniversite öğrenci olarak diyorum ki:
Türkiye'nin eğitim sistemine kulp bulmayın kardeşim!
Bizler gençliğin bu haline ağlarken sizler "beden benim çocuk benim"diyerek ahlaksızlığı meşrulaştırdınız.Bu durumu düzeltmeye çalışmayı bir kenara bırakın,çocuk ve gençlerimize merhem olacak dersleri getirenlere taşlar attınız.
Kusura bakmayın kardeşim!
Ya verirsiniz bizlere Diyarbakır'da 47 arkadaşıyla beraber idam edilen Şeyh Saitlerimizi,Ankara'da asılan İskilipli Atıf Hocalarımızı ; ya da ağlayın hamile kalan kızlarınızın haline!
Bırak kardeşim sınav sistemini! Sizler bizim örtülü kardeşlerimizin yaradılış sistemini bozmaya çalışanlarsınız! Üniversite kapılarında ya zorla başlarını açtırdınız ya da gözleri yaşlı evlerine döndürdünüz.
Budur tarihin yazdığı en büyük eğitim sorunu.
Ya ana baba olarak siz verin şu çocukların hayat bilgisini, ya da kesin sesinizi biz verelim evlatlarımıza ahlak dersini.!
Ya sizler anlatın çocuklarınıza gayrimeşru ilişkiyi, ya da kapatılsın şu çocuk esirgeme kurumları.!
Ya sizler gönderin uzaya baş örtülerimize takılan füzelerinizi, ya da bizler çıkaralım başımızdaki örtülerimizi.!
Ya sizler öğretin yavrularınıza zinaya yaklaşmamayı, ya da bağırmasın kimse " kürtaj yasaklanmasın" diye.!
Ya bizler dönüp bakalım artık kendimize, ya da yalvarmayalım Rahman'a nedir halimiz diye!
Kısaca kardeşim..!
Bizde bu Hasanlar,Seyyidler,Ahmed Yasinler,Mücahidler,Furkanlar oldukça ne eğitim sistemini ne gençliğin sorunlarını sizle tartışmayacağız.
Bizim formatımız bellidir.
Bir Kitap,biraz su,belki kalem,bolca dua ve sonuna kadar teslimiyet.
Bizdeki hayat bilgisi budur.
"O" ne kadar istediyse.
Selam ve dua ile...
Sena Beyza Polat- [email protected]
İlme Talib Olanlara Selam Olsun
Yazıma bir soruyla başlamak istiyorum. Çükü buna vereceğimiz cevap çok önemli. ’’Üniversiteye hangi amaçla geldiniz’’. Soru bu, sizin için ben muhtemel cevapları da vereyim. O kadar okuduk üniversiteye de gideceğiz tabi, bir diplomamız olsun ki mutlaka bir yerde lazım olur. Ortam olsun ya da bizim oğlanda üniversiteyi kazandı dedirtebilmek için vs. cevaplar çoğaltılabilir. Cevaplarınız bunlardan biriyse yazının bundan sonrasını okuyarak sizi fazla meşgul etmiyeyim diğer yazılara, fotoğraflara göz gezdirmeye devam edebilirsiniz.
Bir kere üniversiteye geliş amacımız tam anlamı ile zihnimizi devamlı meşgul etmezse hedefsiz gemi gibi dolanır dururuz. Eğer seçtiğimiz veya okuduğumuz bölümü benimser isek birinci aşamayı anca geçmiş oluyoruz. Çünkü asıl iş bundan sonra başlıyor. Günlük 3-5 saatlik teori dersi ile bu iş yürümüyor. Çalışmamızı günün geri kalan kısmına da yayarak o bölüm ile alakalı bir şeyler üretmeyi hedeflemek gerekmektedir. Üniversiteler işin usulünü gösterir, tam anlamı ile size o alanda yetkin bir konuma getiremez. Yani anahtarı size verir, gerisi ve asıl iş size kalmış demektir. Bugün diplomalı işsizler bunun güzel örneklerindendir. Ya da geçmişe baktığımızda medreselerin başarısı teorik ile pratiğin birlikte vermesinden kaynaklanmaktadır. Bunun yanında tabi ki de üniversite ortamının bize sağlayacağı imkânlardan faydalanmamız gerekecektir. Sanat, spor, siyaset vs. den de alakadar olmamız bizi o diplomayı alan diğer insanlardan daha yetkin kılacaktır. Örnek verecek olursak sanattan anlamayan bir mimarın eseri, metafizik değerlerden yoksun mühendisin eseri hep yarım kalacak demektir. Hele ki İslami ilimlere az da vakıf olmayan bir insanın ortaya koyacağı her türlü çalışma birçok değerden eksik olarak ortaya çıkacaktır.
Konuyu biraz daha kendi okuduğum fakülteye, ilahiyat özeline çekmek istiyorum. Genel çerçeveye baktığımızda ilahiyat öğrenci profili, başka fakülteye gidememiş olduğundan ya da kısa yoldan bir iş sahibi olma arzusundan bölümü seçen öğrencilerden oluşmaktadır. Bu ve buna benzer niyetlerle başlayan öğrenci, alimlik şöyle dursun imamlık, kuran kursu öğreticiliği, öğretmenlik görevlerinin bile hakkını veremediğini görmekteyiz. Öğrenci iken gördüğü derslerin usulünü öğrenip üzerine bina edilemeyen ilim eksikliği, İslam’ın felsefesini öğrenip hayata geçirilmeyen ameller, işi daha da çıkmaz hale getirmektedir. Hatta bunları halledip alanında birde açılımlar sağlamak gerekmektedir. Bu yola kendini veren bir kişinin hazır unları tüketmek yerine bir de değirmen kurması gerekmektedir. Yıllarca tekrarlanan bilgileri hazmederek üzerine yeni şeyler bina edilmesi gerektiği çok aşikârdır. Bunu bir örnekle açıklayıp sonlandırmak istiyorum. İslam hukukuna göre alım-satım yapılacak bir malın ortada olup satın alanın neyi satın aldığını görmesi lazım. Ama günümüz şartlarında her ürün için böyle olması neredeyse imkansızdır. Bu anlamda hukukun bu tarz kuralları güncellemesi ihtiyaç haline gelmiştir. Ya da zekât miktarının, kimlere verileceğinin ülke standartları ile birlikte düşünülüp güncellenmesi gerekmektedir. Örnekler çoğaltılabilir. Bunlar sadece ilahiyat fakültesi okunarak yapılması çok zordur. Ama bunları dert edinecek, ilahiyat ile de sınırlı kalmayan insanlara ihtiyaç vardır. Bunları dert edinmeyen kişiler için ise para kazanmanın daha kolay yolları vardır oraların tercih edilmesi daha isabetli olur.
Sonuç olarak her geçen gün ilim sahibi insanlara ihtiyacımız artmaktadır. Hele ki İslami ilimlere vakıf, aynı zamanda dünya gündeminden haberdar olan ve en önemlisi kitap arasına sıkışıp kalmamış sahada da olan insanlara ihtiyacımız vardır.
Selam olsun böyle insanlara. EMRAH YILMAZ-[email protected]
KÜLTÜR SANAT
Özgürlük Mücadelecisi ve İslam Düşünürü ALİYA İZZEBEGOVİÇ
Aliya İzzetbegoviç’i anlamak için ilk önce onun hayatını bilmek gerekir diyen Faruk Karaarslan kitaba Bilge Kral’ın hayatını anlatarak başlamıştır. Aliya İzzetbegoviç’in biyografisinden, büyüdüğü çevreden, gençken okuduğu düşünürler ve kitaplarından ve Yugoslavya’nın o dönemdeki halinden bahsetmiştir. Aliya İzzetbegoviç’in düşünce hayatına etki eden faktörler olduğunu düşünmüş ve bunları şöyle sıralamaştır; Çevredeki siyasal ortam, aile hayatı, genç Müslümanlar örgütü, hapishane hayatı. Bunların altını doldurarak detaylı bir şekilde bahsetmiştir. Bunun devamında konuyu tüm Bosnalılar gibi Aliya İzzetbegoviç’in hayatını en çok etkileyen olaylardan biri olan, Bosnalı ve müslümanların zülüm gördüğü, Sırpların her türlü ahlaksızlığa başvurduğu, katliamın Avrupa’nın tam ortasında olmasına rağmen Avrupalıların sadece izlediği fakat her şeye rağmen Aliya İzzetbegoviç önderliğinde Bosna’nın bağımsızlığını kazandığı Bosna Savaşına getirmiştir. 1990 sonrasında oluşmaya başlayan ‘yeni dünya düzeninin: av sahası olmaya” çok müsait bir bölgeydi. Yugoslavya’nın çözülmeye başlamasından Bosna savaşının bitimine kadar bu bölge NATO ve Birleşmiş Milletler açısından deney sahası olarak kullanılmıştır.(Karaaslan, 2015: 28) demiştir. Nazi soykırımdan sonra Avrupa’daki en büyük katliam olan Bosna Savaşı’nın detaylarından bahsetmiştir. Faruk Karaaslan, Aliya İzzetbegoviç’in Ahlak ve Siyaset Anlayışı adlı bölümünde, Aliya İzzetbegoviç’in ahlak ve özgürlük ilişkisini, ahlak ve akıl ilişkisini, ahlak, din ve tanrı arasındaki ilişkiyi ele almıştır. Ahlak kavramının Bilge Kral’ın düşünce hayatında merkezi bir yerde olduğunu söylemiş ve Bilge Kral’ı ahlak düşünürü olarak tanımlamıştır. Bunun devamında ahlak, din ve tanrı arasındaki ilişki alt başlığında Aliya İzzetbegoviç’in ahlakı dinle ilişkilendirdiğinden bahsetmiş ve sözü Mahmut H. Akın’a bırakmıştır. Mahmut H. Akın Aliya İzzetbegoviç’in Savaş Ahlakı adlı bölümü kaleme almıştır. Konuya şu sözlerle başlamıştır; İzzetbegoviç’in hayatını ve fikriyatını anlamak için hayatının tamamına yayılan özgürlük mücadelesini göz önünde bulundurmak gerekiyor(Akın, 2015: 67). Devamında İzzetbegoviç’in en çok üstüne durduğu kavramlardan biri olan özgürlük kavramına detaylı bir şekilde yer vermiştir. Mahmut H. Akın Aliya’nın özgürlüğe bu derece önem vermesini özgürlük ve ahlak arasındaki ilişkiye bağlamıştır. Aliya İzzetbegoviç’e göre özgür olmayan yani seçim yapamayan insanın ahlakından bahsedilemezdir bu yüzden ikisi arasında güçlü bir ilişki, bağ vardır der. Mahmut H. Akın yazdığı bir diğer bölüm olan Aliya İzzetbegoviç Düşüncesinde Kültür ve Medeniyette Aliya İzzetbegoviç’in üzerinde en çok düşündüğü konulardan olan kültür ve medeniyet kavramlarını açıklamaya çalıştır. Ona göre kültür insanın ruhundan beslenen bir yapıdadır. Medeniyet ise insanın bedeninden hareketle açıklanabilir ve insanın doğa ile kurduğu maddi ilişkinin bir sonucudur. İnsan ise hem manevi hem de maddi yönlere sahip bir varlıktır(Akın, 2015: 86) der.
Kitapta yukarıda anlatılanların detaylı bir hali vardır. Genel hatlarıyla Aliya İzzetbegoviç’in hayatından, özgürlük, ahlak, kültür, medeniyet anlayışından detaylı bir şekilde bahsedilmiştir. Bunun yanı sıra siyasetçi, komutan, yazar, islam düşünürü, baba, entelektüel kimliklerinden de bahsedilmiştir. Kitap, bütün Müslümanların tanıması ve kitaplarının okunması gereken, çağın müslüman önderlerinden olan Aliya İzzetbegoviç’i tanımaya yeni başlayanlar için güzel bir kaynak. 8 bölümden oluşan kitap, akıcı, anlaşılır ve açıklayıcı niteliktedir.
Künye
Mahmut H. Akın – Faruk Karaarslan, Özgürlük Düşünürü Olarak Aliya İzzetbegoviç, Pınar Yayınları, 2015, 150 sf.
Burak ELAGÖZ [email protected]
YÜREKTEN KAĞIDA DÖKÜLENLER
Ya Öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen , ya da ilmi seven ol. Fakat sakın beşincisi olma (yani bunların dışında kalma) helâk olursun. HZ. MUHAMMED
Halk için en büyük felaket, düşünce ve bilim adamlarının düşük ahlaklı kimseler oluşudur. HZ. ALİ
İhya etmek için ne kadar ilim lazımsa imha için de o kadar cehalet kafidir. NECİP FAZIL KISAKÜREK
Planınız bir yıl içinse pirinç ekin, on yıl içinse ağaç dikin, yüz yıl için ise insanları eğitin. HUANG-CE
Eğitimin kökleri acı
fakat meyveleri tatlıdır.
Aristotle
M.Furkan Alat