BİZİM KAMPÜS

DEĞERLERİMİZLE YAŞAMAK 
İnsanın kendiyle uyum içinde olması; ruhen kendini iyi ve yeterli hissetmesidir. Bu hususta özgüven geliyor akıllara. Aklını ve kalbini güçlendirerek yaşamak da denilebilir.
 Özgüven sahibi kimse kendini kabullenmiş, tanımış ve sevmiş kimsedir. Klasiktir hep bu şekilde tanımlanır zaten. Okul hayatımın son demlerinde sayılırım ve bu hayata adım attığım ilk günden bu günlere kadar aynı uyarılar tekrarlanır; çekinme, kalk ve aklından geçeni söyle, yap, sor, savun, kendine güven, pısırık olma, aman ha utanma sosyal bir birey utangaç olmaz.. vs İşte buradan sonrası 'özgüven' anlayışımıza kalıyor...
Yıllardır utanmanın kötü bir duygu olduğu, bir özgüven eksikliği olduğu dile getirilir. Utangaçlığı, utanma duygusunu yenmeye çalışmak gibi uğraşlar da vardı, hala var; teyzelerimiz çocukları için, öğretmenlerimiz öğrencileri için... Utanmanın bir eksiklik olduğu, yenilmesi gereken bir hal olduğu düşüncesi almış başını gidiyor. Her şeyin aşırısı zararlı olduğu gibi utangaçlığın da fazlası zarardır; burada hemfikiriz. Fakat utanmak da, utanma duygusuna sahip olmak da çok kıymetlidir, kaybedilmemesi hatta yok ise kazanılması gereken bir değerdir. Önemine binaen aklımda soru işaretidir: ''Utanma duygusunu kaybedenler, millete ve memlekete ne kazandırabilir?''
 Acaba her şeyden önce: öğrenmelisin, devamlı öğreniyor olmalısın, okumalısın, bilmelisin; bilgiyi, ilmi, büyüğü, küçüğü, bileni, bilmeyeni, hayanın insan ruhuna kattığını manayı.. sonra bildiklerinden emin olmalısın, daha sonra kendinden emin olmak ile kibrin o ince farkını kavramalısın mı denmeliydi? Daha sonra özgüven ile ukalalık arasındaki o uçurumlar kadar farkı mı anlamalıydık? Bilir kişi önünde, bir büyüğün önünde iki büklüm olmanın, yeri gelince biliyorken bilmiyormuşcasına dinlemenin utangaçlık değilde saygı olduğunun bilincine mi varsaydık önce.
 Zaman ilerledikçe, elde ettiklerimiz artıyorken, manevi kayıplar yaşıyorsak bir öz eleştri yapmakta fayda var. Bir derdi, davayı, ilmi, yolu.. vs anlatırken yahut savunurken biliyor olmanın yanında tevazuyu elden bırakmamakta fayda var.
RUMEYSA KURT

DUVARLARI SARSMA VAKTİ
Halkımızin genel ihtivasının islamı benimseyen , islamla yaşamak isteyen bir görünümü bulunmakta.Fakat gerek zamanında kabul edilmiş kalıpsal nakiller,gerekse bizim tembelliğimiz halkımızı yaşama,eyleme geçme anlamında atalete sürüklemiş durumda.Yaşayan değil konuşan,hareket eden değil hareket edilmesini söyleyen bir yığınla beraberiz.Bundan önce bu olay tamamen güllük gülistanlikti demiyorum fakat gözle görülür miktarda şekilcilik hastalığına yakalanmış durumdayiz,gösteriş olmazsa olmazımız örnek olsun diye yaptığımız her eylem artık sonucunu tepkisel olarak Allah'tan değil insanlardan bekleme istemine dahi getirilmiş durumda , mahlasının Rabbin zatının yanında acizliğini belirten Fuzuliyi,bir medeniyeti inşaa eden Yahudisini,Nasranisini,Bedevisini adil bir biçimde yaşatan tonca alim çıkaran fakat her sütuna,her yapının kilit noktalarına "La Galibe İllallah" yazan Endülüsü unutmuş,umursamaz olmuş durumdayız.Şekilciliğimiz bürokraside,sivil hayatta,hayatın her yerinde.Eyvallah bilirim , önemli mücadeledir fakat mutluyuz biz bu halimizle.Biz sonucunu dünyada görmek isteminden mutluyuz.Yalnız kalınca yıkılan dünyalarimiz var artık.Düşünememe,düşünmeme hayatımızı, kendimizi bir muğlakta bırakıyor ve ne olduğumuzdan ne olmamiz gerektiğinden en basitinden bunlari düşünmekten bir haberiz.Çünkü bizim en iyi ne yapabileceğimizi,ne için yaratıldığımızi bulunduğumuz sistemler bütünü belirler... Biz ne yapmamiz,ne olduğumuz,ne olacağımız gerekliligini yani bunca insan arasından kim olduğumuzu rafa kaldırdık.Kendimizi oyalayan , gösteriş peşinde koşan bir yığın halindeyiz.Artık sarsılamaz duvarlarımızı sarsma vaktidir .
Musa Akkoç

İNSANDAN HURMAYA
<<Halanız olan nakhleye saygı gösterin çünkü bu ağaç Adem(a.s)'ın çamurundan kalan artıklardan yaratılmıştır.>> Hadis-i Şerif Hurma denilince kutsal mekanların kokusu,nefis terbiyesinin mücadelesi içerisindeyken Rabbimle buluşmaktan sonra en büyük sevinç olan oruçlunun orucunu açması,Efendimiz (s.a.v)' in muazzam hurma kütüğün yanında hutbe okumayışıyla yükselen ağlama sesleri çınlardı kulağımda,düşündürürdü sevgiyi, ayrılığı ,özlemi,kime,nasıl verilmesi gereken değeri... Gün boyu maddi,manevi üstünlüklerin ardından acıkan bir insan bedeni vardı ve güç toplaması için hediye edilmişti iftar...Onu her sofrada bekleyen hurma insan vücudunda bulunması gereken temel karbonhidrat,protein ve yağdan zengin bir besindir yemekten önce hiç tatlı yenmemesi gerekirken hurma istisnadır düşen kan şekerini dengelemek için tercih edilmelidir.Hurma lifli bir besin olduğundan hazmı kolaylaştırır mide bağırsak hareketlerine yardım eder,içerisindeki demirden dolayı demir eksikliğinde tüketilir, folik asit bulunmaktadır bu yüzden hamile kadınlara ve süt artırıcı özelliğinden dolayı emzikli kadınlara önerilir,içerisindeki fosfolipitler beyin sağlığına katkıda bulunur,yaşlanmayı geciktirir,A,B ve C vitaminlerinden zengindir antioksidandır kanserden koruyucu etkisi vardır,Kalsiyum,magnezyum ve potasyum bulunduğundan kalp hastalıklarında kullanılır kemikleri güçlendirici etkisinden çocuklar için çikolata gofret yerine verilebilir,hurmanın büyük şekerleri küçük şekerlere dönüştürme özelliğinden dolayı unlu mamüllerde kullanılabilir. Hurma gerek içerdiği besin ögelerinden,gerek üreme ve büyümesinden dolayı insana çok benzemektedir.Hurma ağacında dişilik ve erkeklik vardır döllenme olayı için dişi ağacın tepesi polen koyduktan sonra örtülür yavru olunca ağaçtan tıpkı sezeryan gibi alınır annenin yanına dikilir biraz büyüyünce başka yere dikilir ,hurmanın ömrü ortalama insan ömrü kadardır en verimli yılları gençlik çağımız olan 15-40 yaş arasıdır, kış aylarında olmak üzere yılda bir kere meyve verir,insanda olduğu gibi kafayı kopardığın anda hayatı son bulur diğer ağaçlar gibi yanlardan büyümeye devam etmez,insanın suya çok ihtiyacı olduğu gibi hurmanında suya çok ihtiyacı vardır.İnsan ve hurma benzerliğinin kalplere ve akıllara dokunuşu her seferinde hayran bırakıyor. Öğrenmek, şükrümüze şükür katarken yarım hurma dahi olsa ramazanda daha çok vermenin verebilmenin hazzını bekliyoruz...
Ayşe Acar

YERSİZ BİR OKUL DİZİSİ EDEPSİZLİĞİ
Ey… yerli sinema ve dizi yapımcıları size sesleniyorum. Bu yaz çok geç kaldınız okul dizisi çekmekte. Bir tane yetmez, her kanalda okul dizileri istiyoruz. Niçin bu kadar zorlandınız anlamadım. Bir iki Amerikan filminden “coppy- paste” tamam. Fındık kadar beyninizle fazla bir şey üretmenizi beklemiyoruz, alışık olduğumuz ahlaksızlıklarınızda kendinizi ne kadar geliştirebilmişsiniz görmek istiyoruz.
Öyle bir okul dizisi çekin ki; dizi, hiç okulda geçmesin. Gençlere okumakla ilgili hiç bir kaygı ve endişe uyandırmayalım. Ancak okul koridorlarını bir korgu ve gerilim anında kullanabiliriz.
Bu dizide öğretmenlerin tamamı eski kafalı, halden anlamayan, gençleri sürekli yargılayan ve sürekli kendilerini tekrar eden insanlar olsun ki, öğrenciler onlardan bir şey öğrenmeye kalkmasın. Okulun en iyi hocası ise öğrncilerin her edepsizliğine hoşgörüyle bakan biri olsun ki herkes onlardan arasın.
Bu okul dizisinde mesela, kimse kitap taşımasın, Orhan Veli’nin ismi kimsenin yapamadığı kazık bir sınav sorusu olsun mesela. Herkes cep telefonlarıyla gezsin koridorlarda. Kitap taşıyan bir anadolu çocuğu olursa, tüm öğrencilere dalga geçirttirelim, kimse cesaret edemesin bir daha buna.
Başrole bir kız koyalım mesela, okulun en güzel kızı, zengin, güçlü ve okulun en yakışıklı erkeğiyle çıkan. O kadar güzel olsun ki mesela her edepsizliği hoşgörülsün başkalarının nazarında. Zeki olan, akıllı olan, edepli olan yıkılsın onun güzelliği karşısında. Ruhunu güzelleştirmek için değil kütüphanelerde, bedenini güzelleştirmek için sıra olsunlar kuaför kapılarında.
Bir de anadolu kızı koyalım sınıflara. Mini etek giymediği için ezilen, makyaj yapmadığı için beğenilmeyen, akıllı olduğu için alay edilen. Vurulsun yüzüne hakir görülerek fakirliği. Zengin olmayı istemeyi öğretelim kıza, bu yolda yaşadığı her maskaralığı alay konusu edinelim kendimize mesela. Çatal, kaşık tutmasını bilmesin, markasız elbiseler giysin, annesi ev hanımı, babası Eminönü’nde simitçi olsun mesela.
Okulun en zengin ve yakışıklığı çocuğu aşık olsun bu kıza, kızda ona. Başkaları fakirliği ve edebi yüzünden dalga geçerken, oğlan kızı korumaya çalışsın, kendi edepsizlik seviyesine çekerek. Elbiseler alsın kıza, abisinin yolcu ettiği kızı evinin önünden mersedesi ile alsın, balolara götürsün. Ama sırıtsın üzerindeki dekolte elbise, herkes alay etsin topuklu ayakkabı ile yürüyemiyor diye. İlk kez alkol alsın kız, hiç te kötü olmadığını orda öğrensin. Sarhoşken bilmesin kimlerle dans ettiğini ve eve geç saatlerde gelsin, annesi yalan söylesin babasına arkadaşlarında ders çalışıyor diye. Bu da öğretilsin ergenliğinde aşk hayalleri kuran herkese.
Oğlan evlenmek istesin ve ailesi kızda ne kadar güzel haslat varsa aşağılasın, aşağılasın, aşağılasın. Oğlan ailesini reddetsin bir ajitasyon numarasıyla. Kız kendi ailesiyle utanç duysun mesela.
Zengin ve güzel kızımız da boş durmasın. İntikam duygusuyla başka erkeklerin koynuna girsin, her doğal insan gibi(!)
Okumakta bir yere varılamayacağını bilsin her fakir kız, zengin bir koca bulmak için kitaplara değil aynalara baksın, beyninin ve kalbini değil bedenini güzelleştirmeye çalışsın. Her gün farklı bir marka elbise giyilsin, günlük makyaj yapmak için kozmetiğe yatırımlar yapılsın, dudaklarını beğenmeyip silikonlar yapılsın, moda trendleri kaçırılmasın, erkekleri cezbedecek kırkbin çeşit yollar aransın.
Okullardan ders çalışmadan mezuniyetler verilsin mesela, yıl sonu baloları yapılsın, hangi erkeğin hangi kızla birlikte olmayı hayal edeceği.
Öyle bir okul dizisi olsun ki, hayallerini gerçekleştiremeyen her gence ilham olsun. Kimse heder etmesin kendini okul sıralarında. Yaşayamasa bile yaşıyormuş gibi kendisini bulsun bu dizilerde mesela.
Öyle bir okul dizisi olsun ki, içinde hiç okul olmasın!
YUSUF DUMAN

BİLEMEZSİN ÇOCUK
Koştuğun kadar yorulmuyorsun çocuk
Durduğun kadar beynin yoruyor seni
 
Gözlerin puslanıyor belki de
İncinen gönlüne ince ince
 
İşleniyor hafızana nakış gibi
Bedenin hafızan kadar koşmuyor çocuk
 
Yüzün mutlu her mevsim
Mevsimler sana vurmuyor çocuk
 
Zaman akıp gittikçe
Masumluğun seninle gelmiyor çocuk
 
Bedenin kadar narin
Bir ömür geçmiyor çocuk
HASİBE ÖZGÜR ([email protected])


 

Bakmadan Geçme