YAZMA ALIŞKANLIĞINIZ VAR MI?
Toplumumuzda zaman zaman okuma alışkanlığının yetersiz olduğu, okuma alışkanlığı olanlarınsa, okumalarının disiplinsiz, seviyesiz, yöntemsiz ve belki de dengesiz olduğu noktasındaki tespitler resmi, gayri resmi ağızlarca dillendirilmektedir. Ne var ki bu sorunun nasıl aşılacağı noktasındaki çözümler yetersiz ve mevzi kalmaktadır. Örneğin okuma-yazma seferberliği sonucu belki birkaç insan gazete, dergi, mektup(e-mail/mesaj) okuyabilmekte ise de bu sorunun yanında pek de istenilen hedefe ulaşılamamaktadır.
Örgün eğitim sisteminde de “yazı okuma’yı öğretmek hedeflenirken, okuma alışkanlığı maalesef kazandırılamamaktadır. Biz hele okuma-yazmayı öğretelim veya hele çocuklara ders çalışma alışkanlığı kazandıralım yeter diye düşünülmektedir adeta. Çünkü ne öğretmen ders dışı kitap okuma alışkanlığı olan kitapsever bir insandır, ne de gösterilen müfredatlar öğrenciyi teşvik etmektedir. Çünkü çocuk maalesef öğretmenini, sigara içerken ya da cep telefonu ile bir iş bitirirken gördüğü kadar kitap okuduğuna şahit olmamıştır.
İnsanlar okumayı A, B, C…diye temrin ve talim ederken, yazarak öğrenmesine rağmen okumayı öğrendiğinde yazma işi ve eylemi biter. Yazmayı öğrenmesine rağmen iyi bir yazar olması bir yana, iyi bir mektup yazan bile olamaz.
İlkokulda çocuk okumayı öğrenirken, yazmayı da kısmen öğrenir. Ortaöğretimde ise bir kompozisyon yazmaları istenince de zorlanırlar.”İşleyen demir pas tutmaz” gibi gayet basit ve açık olan bir atasözü onlar için anlaşılamaz ve açıklanamaz bir hal alır. Bir şeyler yazabilenler ise öğretmenler tarafından iyi düşünceleri ve doğruları görülmeksizin yanlışları görülür, eleştirilir. Çocuk ise öğretmenin bu gibi tavırları karşısında, onun için yazma eylemi bir hobi olacağına bir fobi olur ve sevgili öğretmeni tarafından cesareti belki de yeteneği engellenmiş olur.
Ortaöğretim ve üniversite sıralarında öğrencilere özellikle Türkçe/edebiyat öğretmenleri tarafından beylik bir soru yöneltilir; “Okuma alışkanlığı(z) var mı?” Genele sorulursa, bir-iki kişi, tek tek sorulursa üç-dört kişidir bu soruya olumlu cevap veren. Velhasıl manzara içi açıcı değildir. Başlar, muhterem kaygılı öğretmen(ler), okumanın fazileti, erdemliliği ve ayrıcalıkları üzerine nutuklar çekmeye. Belki birileri heveslenir bu uzun ve anlamlı konuşma sonucu. Ders biter sınıftan/okuldan çıkılır ve her şey orada kalır. Çünkü dışarıda ilgi alanı çoktur ve bunun sonucu tabiî ki okuma ve yazmaya tabiî ki vakit yoktur. Sadece anlatmakla yetinen bu gibi eğiticilerin yanı sıra, okuma alışkanlığı kazandırmak için öğrencilere, yazılı/vize de(birkaç) kitaptan sorumlu tutan, öğrenci bir başarı gösterince kitapla taltif eden veya okuma saati diye çalışmalar yapan öğretmenler yok değildir. Ne var ki okuma alışkanlığı böyle mevzi/lokal kalan etkinliklerle başarılabilecek bir durum değildir. Daha da kötüsü, evlerde ise ebeveynler televizyona ayırdığı vaktin binde birini okumaya ayırmazlar.
Pekâlâ, okuma serüvenimiz böyle iken ya yazma serüvenimiz nasıldır?
“ Okuma alışkanlığın(ız) var mı?” sorularına muhatap olan bizler için hiçbir zaman şu soru ile karşılaştık mı veya düşündük mü böyle bir soruyu muhataplarımıza yöneltmeyi. “Yazma alışkanlığın(ız) var mı?” Bu soruyu soran/muhatap olan sayılı kişilerdir diye düşünüyorum. Gönül isterdi ki okumanın yanı sıra yazmanında erdemliliği, elzemliliği ve aydınlığı bize/çocuklarımıza anlatılsın/öğretilsin. Hem okuyan hem de yazan insan(lar) olalım. Okumak güzel bir eylemdir. Okuyanın ufku, dünyası, seviyesi ve verimliliği farklıdır ama yazma alışkanlığı da olmanın bunun yanı sıra. Salt okuma aslında hazırcılıktır, tüketiciliktir ve daha ötesi ve kötüsü belki de yalnızlıktır.
Okumanın yalnızlığını yazmanın kalıcılığı ve anlamlılığı ile besleyelim, büyütelim. Yazması sayılı karakter kadar olanlardan olmayalım. Şöyle bir okul serüvenimizi hatırlayalım. Yazma alışkanlığı olan kaç kişidir acaba. Hangi arkadaşımız yazmanın anlamlı, heyecanlı ve aydınlık yollarında bir kâşif gibi yeni dünyalar keşfetmiştir.
Üzülerek görüyor ve biliyoruz ki; okuma alışkanlığı toplum olarak yok, yazma alışkanlığımız ise neredeyse hiç yok.
Yazar olanlarsa sayılı insanlar. Ama sayılan insanlar. Belki de yazar(lık)lar ulaşılmaz insanlardır bir çoğumuza göre.
Oysa onlarla konuşsanız/tanışsanız yazı hayatına başlangıçları çok basit ve olağan bir durum/duygu sonucudur. Kimisi bir mektup yazarken, kimisi bir konuda araştırma yaparken, kimisi de günlüğüne not düşerken.
Bir insan yazmanın tadına varmaya görsün. Artık o sırlarını/sınırlarını aşar, duygularla, düşüncelerle heyecanlarla dolup taşar. Onun için yazmak okumak kadar önemli ve anlamlıdır. Onun için yazmak var olmaktır, var kalmaktır. Zaten bu kişi(ler), kuvvetle muhtemel önce iyi bir okuyucudur. Okumuş okumuş sonunda kendisinin de paylaşacakları, anlatacakları, tartışacakları bir şeylerin olduğunu görmüştür. Yani yazma serüveni, okuma serüvenin bir sonucudur. Önce duyguları, düşünceleri okur(lar), sonra başka insanların belleğine, yüreğine doku(nur)lar. Onların söyleyecekleri çok şey vardır. Yazanlar aslında yaşayanlar, yaşatanlardır.
Ben yaz(a)mam demek aslında atıl kalmak, yalnız olmaktır. Tabii ki her başlangıç zordur. Örneğin bisiklet kullanmayan bir insan için iki teker üzerinde durmak zordur. Oysa kullanmayı öğrendiğinde görülecektir ki, o insanın elinden bisikleti almak zordur. Önce bindirmekte zorlanırken daha sonra indirmekte zorlanacaksınızdır. Çünkü artık onun ayakları yerden kesilmiştir. İşte yazmakta böyle bir başlangıç ister. Bir de bakarsınız yazıyorsunuzdur artık. Yazmanın mutluluğunu, ayrıcalığını ve güzelliğini yaşıyorsunuz ve yazıyorsunuzdur. Ben de yazabilirim, başarabilirim demek yazar olmanın/kalmanın önkoşulu ve başlangıcıdır. Ben yazamam, yapamam gibi sözler insanı durağanlaştırır. Korkmamak, cesur olmak gerek. Herkes bir şeyler yazabilir ama kalıcı yazar olanlar ise idealleri, hülyaları ve aşkları olanlardır.
“Oku rabbinin adıyla” vahyine kendini muhatap görenler ve okumanın gerekliliğine inananlar ne zaman ki; “Nun, kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun” vahyini de dikkate alırlarsa işte o zaman, “Yazma alışkanlığın(ız) var mı? “ sorusunu yöneltenler ve cevap verecek eller/erler olacaklardır. Ve ne zaman ki okumanın, A, B, C’sini öğretenler yazmanın da elifbasını öğretirlerse toplumumuz o zaman seviyesiz, renksiz ve sevgisiz bir atmosferden seviyeli, bilgili, nitelikli ve diri bir aydınlığa yola alacak ve karanlıklar dağılacaktır.
O halde,
Haydi kaleme,
Haydi el-ele,
Ama yüreğimizle…
Yazan : Mustafa BALABAN
***
DEĞER SORUNSALI
Güçlerin gençleri istismar etmesi sonucu kavram kargaşası yaşayan gençlerin neye göre hareket edeceğini bilememesi gerçekten içler acısı bir durum. “Yorumlanmış” bir dünyada hayatını sürdürmeye çalışan genç, özüyle içselleştirilmiş ideoloji dayatmasının farkında dahi değil. ”Modern düşünce” diye öne sürdüğü küresel algıyla kendi değerlerinin çatışması sonucu yaşadığı bu kavram kargaşası bir kaosa dönüşmüş durumda. Modern gücün belirlediği idrak bağlamında : Yerine göre kendi değerlerini bir kenara bırakan, “Ben’inin / Nefsinin” tatminini ve mutluluğunu amaç edinen, “akışına bırakan” , hayatını birbirini izleyen “zevkler” doğrultusunda hareket ettiren bir anlayışla yaşaması ; yerine göre de kendi değerinden/özünden sandığı bir anlayışla İslam’ı yaşamaya çalışması; bu ikililiği daha trajik bir hale getiriyor.
Böylelikle küresel algının istediği kendi kodlarıyla düzenlenmiş yeni Müslüman kimlikler ortaya çıkıyor. Bu oluşan yeni “kimlik” modern paradigmanın öne sürdüğü düşünceyle İslam’ı uyumlu hale getirmeye çalışıyor, İslam’ı küresel sistemin ön gördüğü değerlere entegre etmeye çalışıyor, İslam’ı küresel kültürün kalıpları içerisinde süreçlendirmeye çalışıyor, İslamî düşünce sistemini dönüştürmeye çalışıyor… Tüm bunları yaparak hem dini “yaşama” noktasında “vicdanını” rahatlatıyor hem de küresel egemenin ekmeğine yağ sürüyor.
Ne yapılabilir?
Müslüman genç, küresel değerlerin ön gördüğü anlayışı, modernitenin penceresinden bakma durumunu, hakim unsurların belirlediği çizgiyi bırakarak kendi kültürünü, geleneğini ve özünü tahlil ederek, ”sünneti” hayat kurucu konuma getirerek yeni bir “ inşa” hareketi başlatabilir. Yeryüzünde bulunmanın gereği düşünülerek hakikat ortaya konabilir.
Muhammed Enes YÜCE [email protected]
***
YÜREKTEN KAĞIDA SÖZLER
İki günde bir somun geçiyorsa eIine soğuk suyu da oIursa bir kırık testide niçin kendinden kötüsüne kuI oIur insan, ne diye girer kendi gibisinin hizmetine?
Ömer HAYYAM
Beyin özü sözü doğru ve tabiatı güzide oImaIıdır. Bey doğru sözIü oImaIı, tavır ve hareketIeri itimat teIkin etmeIidir ki, haIk ona inansın ve huzur içinde yaşasın.
Yusuf Has Hacib
Tarih mücerret bir iIim değiIdir. Tarih hayat içindir; Tarih miIIetIerin, kavimIerin varIıkIarını muhafaza etmek, kuvvetIerini inkişaf ettirmek içindir.
Yusuf Akçura Sözleri
Ey gönüI!Başkasından yardım ve dostIuk umarak yaşama,düşmandan da korkma!DevIet ve saItanat ancak ALLAH(c.c.)’ın verdiğidir.
Yavuz Sultan Selim
Bakmadan Geçme
Milletvekili Cıngı, “ERVA, kötü alışkanlara giden yolda bir engeldir”
Vali Çiçek, “Kayseri uyuşturucu kullanımının azaltılması noktasında rekorlar kırıyor”
Kent Konseyi çalışmaları hızla devam ediyor
Kayseri OSB İtfaiyesi’nde Görev Değişimi
Erciyes'in karında yeni bir spor müsabakası daha
Kayseri'de nüfusun 100 katı bakın hangi hizmetten yararlandı
WhatsApp İhbar Hattı
0533 704 84 10
ÇEKİN, GÖNDERİN, YAYINLAYALIM!