• Haberler
  • 'BİR ZAMANLAR ANKARA' VE BAŞBAKANA DESTEK

'BİR ZAMANLAR ANKARA' VE BAŞBAKANA DESTEK

Bir zamanlar evet bir zamanlar fakat çok değil 13 yıl önceydi. Ankara'nın soğuk bir gününde Ankara sokaklarında sabahın yedisinde kaldırımları aşındırırken bu ülkenin geleceğine dair umutlarını kaybetmiş birisi olarak yürüyordum.

28 Şubat’ın insanların üzerinden buldozer gibi geçtiği ve Ankara sokaklarının o zamanlar sessiz sedasız olacakları beklediği yıllar. 1999 seçimleri yeni bitmiş ve çeşitli sebeplerle Müslüman insanların birer birer evlerinden toplandığı günler. Düşünebiliyor musunuz mütevazi bir şekilde Sahabiye Medresesi içerisinde kitapçılık yapan Esat abiyi bile bir ay boyunca cezaevinde alıkoymuşlardı. Ve o günleri hatırlıyorum, CHP’lisinden MHP’lisine kadar herkes akın etmişti Akabe kitabevine destek vermek için.

Peki benim ne işim vardı o soğuk Ankara sabahında Ankara sokaklarında derseniz. Kayseri’de seçim döneminde çıkardığımız bir gazetedeki başörtüsü yazısından dolayı Kayseri’de DGM olmadığı için meşhur 312’nci maddeye muhalefetten hakkımda soruşturma açılmış ve duruşma için bulunuyordum Ankara’da. Bir zamanların meşhur kudretli savcısı Nuh Mete Yüksel’in açtığı bir davaydı. O zor günlerde o dava için kaç kez gidip geldiğimi bilmiyorum Ankara’ya ama sonuçta basın affı dolayısıyla ertelenen ceza ve tam 10 yıl boyunca silinmeyen sicil dolayısıyla yaşanan sıkıntılar. Askerlik hizmeti sırasında sırasında yaşanan sicil sıkıntıları.

İnsanların basit birer sebeple hayatlarının karartıldığı bu dönemde adaleti savunmakla yükümlü yargı mensupları askeri karargahlardan çıkmıyorlardı. Aldığı brifinglerin etkisiyle önüne gelene soruşturma açıp içeri atma telaşı içindeydiler.

Bugün yargının içine düştüğü durumu görünce o yıllar aklıma geldi. O dönemde Müslüman insanlar birer birer içeri alınırken sesini çıkaramayan yargı camiası. Bugün 28 Şubat’ı mezara gömen insanlara karşı savaş açmış durumda. Çok değil daha iki yıl öncesine kadar HSYK zulmü altında oradan oraya sürülen ve işlerine gelmeyen davaları değil açtırmak sözünün bile edilmesine müsaade etmeyen bir HSYK’dan üye sayıları artırılmış ve temsil sistemi geliştirilmiş bir yapıya geldi bugün.

Bütün yargı sistemini karşısına alacak kadar gözü kara bir Başbakanın yaptıklarına karşı şimdi neredeyse Başbakanı içeri atmak için adeta birbirleriyle yarışan yargı mensupları. Hangi zihniyete, hangi cemaate, hangi meşrebe mensup olurlarsa olsunlar bunun adı yargı darbesidir. Üstelik maalesef üzülerek ifade edelim ki bu belki 28 Şubat’tan sonraki dönemde yaşanan yargı darbelerinden daha  kirli bir darbe girişimi olmuştur.

Bu insanlar için “Vefa” sadece bir semt olarak değer taşıyor sanırım. Bütün bir sistemi karşısına alarak yapılanlara direnen bir Başbakana karşı belki de hiç yapılmayacak bir davranışı sergilediler. Üstelik yiğitçe karşısına çıkarak da değil, dolambaçlı yollardan her türlü ayak oyununu deneyerek.

Bundan beş altı ay kadar önce Zaman gazetesinde İmam Hatipler kapatılmalı diye bir köşe yazısı okuduğumda gözlerime inanamamış ve bunun ne demek olduğunu bir türlü çözememiştim. Şimdi daha iyi anlıyorum. İmam Hatip Liselerine yapılan pozitif ayrımcılığın birilerini bu kadar rahatsız edeceğini hiç düşünmemiştim. Ve insanların bu kadar aşağılaşarak belden aşağı vurma telaşına kapılacaklarına inanmak doğrusu çok güç.

Bakın beyler, birileri 28 Şubat’ta İmam Hatip Liselerine dokundu ve hem bu dünyada cehennemi gördü. Hem o sonsuz alemde hesabını veremeyecekleri bir haksızlıkla öbür tarafa göçüp gittiler. Tarihin kaydettiği en büyük sarsıntıyı yaşadı bu topraklar. Bu hem maddi hem manevi bir sarsıntıydı. Hem saltanatlarını, hem itibarlarını kaybettiler.

Bugün bu eğitim sistemi içerisinde öyle ya da böyle bir iftihar vesilesidir İmam Hatip Liseleri. Eğitim seviyeleri bitme noktasına gelmiş diğer okullara göre çok üst seviyede okullardır bu okullar. Davranışlarıyla, hareketleriyle, tavırlarıyla diğer okullardaki öğrencilerle mukayese dahi edilemez.

Kendi okullarınıza bir alternatif olarak düşünüp bitirmek istiyorsanız meşrebiniz, mezhebiniz ne olursa olsun buna pişman olursunuz. Hem bu milletin gözünde, hem de mahşeri vicdanlarda.

Müslümanlar bundan 1400 yıl önce bir hata yaptılar. Bir Peygamber damadının karşısına çıkan bir sürü bir fitne kaynağı, ne idüğü belirsiz insanlar topluluğu vardı. Evet Sıffin Savaşından bahsediyorum bunun detaylarına girmeyeceğim ama sadece şunu belirtmek istiyorum. Müslümanların o gün ki yanlışı, kılıçlarının ucuna Kur’an’ı asıp sahtekarlık yapacak kadar aşağılık mahluklar haline gelen birilerini Peygamber aşığı, Peygamber damadı Hz. Ali’ye tercih etmeleri oldu. İşte o gün Müslümanlar kaybetmeye başladı. Zaten bu sahtekarlıkları çok değil bir süre sonra ortaya çıktı. Tamamen düzmece bir oyunla Hz. Ali’yi şehit ettirip kendilerine de düzmece bir saldırı düzenlettirip güya Hz. Ali’ye de Muaviye’ye ikisine de suikast düzenlenmiş süsü verdirdiler. Ne hikmetse bu suikastten Hz. Ali kurtulamıyor şehit oluyor. Muaviye denen zatı muhterem sapa sağlam kurtuluyor. Ne tesadüf değil mi. İşte bu zokayı yuttukları zaman kaybetti Müslümanlar. Çok şey kaybettiler. Kerbela’nın zeminini hazırladılar. Meşru bir hilafeti kaybettiler. Can yakıcı bir saltanat dönemi başladı. Babadan oğla geçen ve hiç de meşru olmayan hükümdarlar dönemi geldi. Hala daha o günleri anlatırken canım iki Müslüman taraf arasındaki ihtilaftı fazla büyütmemek lazımdı denir. Amalı fakatlı cümleler kurulur. Ama hiç kimse Hz. Ali’nin o günlerden sonra yaptığı konuşmalara, hutbelere hiç değinmez. Onlar sinirle söylenmiş sözlerdir. Sinirle söylenmiş denen o sözler aslında çok şeyler anlatıyordu İslam ümmetine ama hep kulak arkası ettik ve Hz. Ali’yi değil o saltanat sahiplerini kollayıp koruduk.

Açık söyleyeyim bütün bu yapılanlardan sonra Muaviye’ye falan Hazreti demek hiç içimden gelmiyor. O zaman ne yapalım Kerbela’da peygamber torunlarını katleden Yezid’e, Haccac’a da hazreti diyelim mi? Bu adamları o koltuklara kim oturttu. Oğlunu kendi yerine bu zulümleri yapsın diye kim getirdi. Liyakatli olana, ehil olana değil bizden olan gelsin de kim gelirse gelsin mantığının bizi getireceği yer işte Kerbela faciasıdır. Bugün İslam dünyasında her saniye bir Kerbela yaşanıyorsa Müslümanların haklının yanında sapa sağlam duramamalarından oluyor. Biliyorum bu konu çok uzun, bu konu çok derin. Ama Müslümanlara naçizane tavsiyem Hz. Ali’nin Nehcül Belaga’daki konuşmalarını, hitabelerini mutlaka okumalarıdır. Müslümanlar Hz. Ali’yi dinlemediler. Dinleselerdi İslam ümmeti için çok hayırlı neticeleri olacaktı. En önemlisi de Kerbela gibi bir felaket olmayacaktı. Bugün de safları belirleme zamanıdır. Kökü dışarıda olan çok açık bir oyunla karşı karşıyayız. Bu oyunu bozmakta bu oyunun bir piyonu olmakta bizim elimizde. Allah doğrunun yanındadır ve mutlaka gerçekler ortaya çıkacaktır.

Son olarak başa döneyim. Ankara’yı şehir olarak hiç sevemedim. Soğuk, donuk, ruhsuz bir şehir olarak gördüm hep. Yazımın başındaki “Bir zamanlar Ankara”yı hatırlatarak bitirmek istiyorum. Ankara her zaman soğuk ve dondurucudur. Ankara’yı ancak insanların sıcacık kalpleri ısıtabilir. Bu noktadan sonra bu sıcaklığı Başbakana göstermek zorundayız. Çünkü Ankara’nın karanlık dehlizlerinde bu sıcaklığa çok ihtiyacı var. Vesselam…

 Vedat Önal yazdı

[email protected]

Bakmadan Geçme