Bir hafta bir yazar: Mustafa İBAKORKMAZ

Kayseri'de marka değerinde olan dergilerin her kademesinde emeği olan bir editör. Yazma tutkusunu etrafındaki herkese sirayet ettiren bir yazar. Kültürün, sanatın ve edebiyatın eğitim safhalarında yer alan bir eğitimci. Resmi ve sivil edebi ürünlerde imzası olan bir danışman. Fildişi kulesinde beylik cümleler kuran değil, hayatın ve insanların içinde işe yarar sözler sarf eden bir söz sarrafı. Mütevazı bir çehre, nahif bir insan.

Mustafa Bey, önce sizleri kısaca tanıyabilir miyiz?

1968 Kayseri doğumluyum. Meslek lisesi elektrik bölümü mezunuyum. Hayatın getirdikleri nedeniyle yüksek tahsili tamamlayamadım. Grafik tasarımcı olarak geçimimi temin ettim. Reklamcılık, gazetecilik, televizyonculuk yaptım. Büyükşehir Belediyesi Stratejik Araştırmalar Merkezinden emekli oldum. Grafiker olarak çalışmaya halen devam ediyorum.  
Yazma serüveni nasıl başladı. Yazma isteği ve yeteneğinin oluşmasında kimlerin katkı ve yönlendirmesi oldu?
Çok küçük yaşlarda şiire heveslendim. Belli bir süre kendimce bir şeyler karaladım. Ama yazma isteğimi asıl oluşturan şey, hemen hemen tüm yazarlarda olduğu gibi okumayı sevmemden kaynaklandı. İyi kitap okurlarında yazıya karşı tutum genelde iki türlü gelişir. Ya, herkes her şeyi yazmış, bu kadar büyük ve önemli yazar varken ben ne yazabilirim der ve yazmaya gerek duymayız. Ya da, birileri düşüncelerini, birikimlerini kaleme almış, bunu ben de yapsam ne olur diye düşünür ve yazmaya istek duyabiliriz. Bende bu ikincisi oldu. Yani okudukça çok iyi, çok başarılı kitaplarla karşılaştım. Bu tür kitaplar gıpta duygusu uyandırdı. Keşke ben de böyle yazabilsem dedim. Öte yandan eser niteliğindeki güzel kitaplar cesaretimi kırdı. Ama karşılaştığım bazı örnekler de böyle bir yazı insan içine çıkabiliyorsa ben de yapabilirim dedirtti. Bu iki duygu arasında yazının cazibesine kapıldım. Sonuçta, yazmak insanın kendini tanıması için bir vasıta. Kendini tanıma gayretinde olan her insanın, haddini bilmesi de kaçınılmaz. Ben de haddimi bilerek, yazdıklarımı çok yüceltmeden, ama ortaya koyduklarımın yerlerde sürünmesine de izin vermemeye çalışarak yazmaya çalışıyorum. 
Yetenek konusunun çoğu zaman yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Aslında yetenek kelimesi konuyu kısıtlıyor. Yazı veya sanatın diğer dallarının, birilerine Allah tarafından ödül olarak verilmiş, bu ödülün nasip olmadığı diğerlerinin asla yapamayacağı bir iş gibi görünmesine neden oluyor. Bu doğru değil. Yeteneği tarif eden diğer kelimeleri göz önünde bulundurarak doğru anlayabiliriz. Birincisi kabiliyettir, ki bu insanın çalışmasının karşılığında elde ettiği melekeyi ve başarıyı tarif eder. İkincisi istidattır. Bu da fıtraten yatkınlığı, eğimli olmayı ifade eder. Her iki durumda da öğrenmek, gayret etmek ve çokça çalışmak lazım. Kabiliyet ve istidat sahiplerinin arasında sadece zaman farkı oluşur. Tavşan ve kaplumbağanın yarışı gibi bir durum ortaya çıkar. Kabiliyetli insan her işte olduğu gibi çalışmasının karşılığını alır. İstidat ise sahibi tarafından fark edildiğinde hızla mesafe kat ettirir. Ama istidadına güvenen çalışmazsa yarışı kaybeder.

Benim yazı hayatımda katkısı olan isimler öncelikle sevdiğim, takdir ederek takip ettiğim yazarlar oldu. Bunların ismini burada zikretmeyeceğim. Çünkü dönem dönem değiştiler ve sayıları oldukça fazla. Ama şunu söyleyeyim, yerli, yabancı, şu ya da bu ideolojinin taraftarı diye ayırt etmedim. Herkesten öğrenilebilecek bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Kayseri için birkaç isim vermem ise vefa açısından önemli. Birincisi Kayseri Lisesinde öğrenciyken beni adeta keşfeden ve teşvik eden rahmetli Mustafa Parlak hocamdı. Bir diğer isim ise yine rahmetli Muzaffer Tok idi. Bunlar yaşça benden büyük olanlar. Bir de akranlarım vardı ki onlar hayatımı tamamen değiştirdiler. Bu isimlerin başında da Mehmet Uçar bulunuyor. Yönlendirmeye çok müsait bir yapım olmadığı için, bu macerayı daha çok etkilenme şeklinde yaşadığımı söyleyebilirim.

Pekala Mustafa Bey, yazma tutkusu olan, yazar olma hayalleri taşıyan her yaştaki insanlara neler tavsiye edersiniz?

Bu sorunun cevabını daha çok gençleri gözeterek vermeye çalışayım. Ama bir de gençliğinde heves edip de içinde ukde kalanlar, ileri yaşlarında gençlik hayallerine yazıyla ulaşmaya çalışanlar var. Onları da genç sayalım. Öncelikle, yazma tutkusu olan biri, yazdıklarını yazıya ilgi duymayan yakın çevreleriyle paylaşmamalılar. Çünkü bu çok heves kırıcıdır. Yazmayı seven ve yazar olma hayali taşına her yaştaki insan evvela iyi bir okur olmak zorunda. Çünkü bir kitap nesne haline gelmeden önce bir yazarın çalışması, emeği ve hayalleriyle oluşur. Yani bir kitabı okuyan, esasında bir yazarın zihninde, gönlünde neler olduğunu görür. Kitabın satırları arasında, ardında gizli duran, ya da görünmeyen bir insan olarak yazarı kitabıyla tanırız. Okumak burada farklı bir boyut kazanır. Yazarı tanırken, onun yazı üslubunu, bilgi dağarcığını, ifade ediş biçimlerini inceleme fırsatı buluruz. Bir kitabı okurken yazarın kimliğini, kişiliğini, dünya görüşünü, edebiyat anlayışını inceleyerek kendi yazı maceramızda bir yol bulabiliriz. Bir tek yazarla da olmaz. Bir çok yazar arasında ruh akrabamızı, fiziken karşılaşmadığımız arkadaşımızı bulmamız gerek. Onun ne zaman, nerede yaşadığının da önemi yoktur üstelik. Sonrasında, taklitten başlayarak ama asla orada kalmayarak, farklı tekniklerle kendi yazarlığımızı geliştirmenin yolunu aramamız gerekiyor. Yazmayı tutku olarak hissetmek bu yüzden önemli. Çünkü başaramadığımız her tecrübeye rağmen işin peşini bırakmamak bu tutkuya bağlı. Bol bol okuma, bol bol müsvedde. 
Önemli bir konu da unutulmamalı. Kendimiz gibi olanları arayıp bulmamız gerekiyor. Çünkü yazarlık bir muhitin içinde oluşur ve gelişir. Ama kendimiz gibi olanlarla bir arada olmak bazen tehlikeli olabiliyor. Aynı acemilik, aynı niteliksizlik bir ortam haline geldiğinde kırılamayan bir kabuk gibi bizi kuşatabilir. O yüzden, kendimiz gibi olanlarla tanışmakla birlikte, bu işi kimler profesyonel düzeye ulaştırmış, kimler ülkemizde kabul görmüş. Buna bakmamız ve araştırmamız gerekiyor. Etrafımızda yoksa bulmak için çaba göstermeliyiz. 

Çağımız yazarların işini kolaylaştırıyor. İnternet kimseye muhtaç olmadan bir yazar için yayın mecrası olarak imkan veriyor. Matbaalara, kopya merkezlerine ulaşmak çok kolay. Dolayısıyla karaladığımız yazıları kolayca kitap haline getirebildiğimiz bir dönemdeyiz. Yazar olmak isteyenler için hiçbir zaman kestirme yollar ve kesin formüller yoktur. Ama ben yine de bir püf noktası vereyim. Kolay ulaşılan hiçbir hedef büyük bir hedef değildir. Gerçek bir yazar olmak bunu bilmekle ilgili. Küçük olsun benim olsun mu diyeceğiz? Yoksa zor ve çetin yollarla büyük bir hedefe mi ulaşmaya çalışacağız? Tercih tamamen bizim.i

Kitaplarınızın veya eserlerinizin isimlerini öğrenebilir miyiz?

Kitaplarımın adını söylemeden evvel, bir önceki soruya cevap niteliği taşıyan bir şeyi de söyleyeyim. Benim yayınlanmış dokuz tane kitabım var. Ama, bu dokuz kitapta yer alan yazı ve şiirler, kitap olmadan önce ülkemizde çıkan belli başlı dergilerde yayımlandılar. Benim nazarımda şiir ve yazılarımın kitap haline gelmesi için dergilerde yayınlanmış olmaları bir mihenk oldu. Eğer dergilerde yayımlatamadığım yazılarımı ve şiirlerimi kitaplaştırsaydım daha çok kitabım olurdu.

İlayda, Beytül Ahzan, Yağmur Divanı adında üç tane şiir kitabım bulunuyor. Sonra, Yazarlık Üzerine Notlar ve Geride Kalanlar Kitabı adında iki deneme kitabım var. Okuduğum kitaplarla ilgili yazdığım eleştirel denemelerden oluşan üç kitabım da, Okuma Notları, Notlar Kitabı ve Yakın Okuma Gözlüğü adını taşıyor. Bir de Gezgin Dervişin Kamburu adında romanım yayınlandı.
 

Yazarlık serüveniniz de unutamadığınız bir hatıranızı paylaşabilir misiniz?

Mesleğimin grafik tasarım olduğunu söylemiştim. Ben bu mesleği otuz küsur yıl önce kitapla içli dışlı bir meslek olduğu için seçmiştim. Dolayısıyla yazarlık serüvenim, hem arkadaşlarım, hem meslek hayatım hem hobim olarak okur yazarlık hayatımın tamamını kapladı. Böyle olunca iyi kötü, acı tatlı bir çok hatıram var. Bu soruyla karşılaşınca geriye doğru şöyle bir zihnimi taradım. Anıların arasından hangisini burada anlatayım diye. Ama gördüm ki, bir tek anı değil, bir çok anı birikmiş ve bunlar belki de kitap olmayı hak edecek hale gelmiş. 

Madem bir şey söylemem lazım. İlk şiir kitabım çıktıktan belki on yıl sonra, bu kitapla Avusturalya’da karşılaşan bir okurumdan aldığım maili söyleyebilirim. Bu okurum beni çok mutlu etmişti. Çünkü, Avusturalya’da yaşadığı için Türkçe kitaplara fazla ulaşamadığını, çağdaş Türk şiirine dair okuduğu ilk kitabın benim kitabım olduğunu ifade etmişti. Türk şiirini sizin sayenizde sevdim demesi beni çok mutlu etmişti.

Mustafa Bey vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Söyleşiyi yapan: Mustafa BALABAN


 

Bakmadan Geçme