Batum'un ezansız camii

ORTA CAMİ: Limana bakan tarafta ilginç süslemelerle dolu renkli ve estetik bir ana kapısı olan, içi de renkli ahşap işlemelerle bezeli Orta cami 1866 yılında ibadete açılmış. Ancak ezan sadece cami içinde okunuyor. Dolayısıyla Batum'daki Müslümanlar ezan sesine hasretler. Ancak çevre ilçe ve köylerde serbestçe okunduğunu öğreniyoruz.

 Öğleden sonra bir boşluk bularak sahile iniyoruz. Bizi Batum’un tek camisi olan Osmanlı yadigarı Orta Camii’ye götürüp bilgi veren Erdoğan bey, cami çevresindeki Türk lokantalardan birinde yemek ısmarlıyor. Türkçe bilen Gürcü hanım garsonlar taleplerimizi hızla yerine getiriyorlar. Mütevazı, zarif minaresiyle liman çevresinde dikkat çeken ve Türklerin buluşma yeri olan caminin etrafı adeta bir Türk mahallesine dönüşmüş. Burada berberinden dövizcisine, lokantasından kasabına, kafesinden pastanesine kadar herkes Türk. Taksi şoförleri dahil diğer insanlar da mutlaka az-buçuk Türkçe biliyorlar.

Limana bakan tarafında ilginç süslemelerle dolu renkli ve estetik bir ana kapısı olan, içi de renkli ahşap işlemelerle bezeli Orta cami 1866 yılında ibadete açılmış. Ancak ezan sadece cami içinde okunuyor. Dolayısıyla Batum’daki Müslümanlar ezan sesine hasretler.  Ancak çevre ilçe ve köylerde serbestçe okunduğunu öğreniyoruz. Halkın çoğunluğunun Hıristiyan olduğu Batum’da bir de sinagog bulunuyor. Çoğunlukla Acara’da toplanan Müslümanların Batum’da da yüzde 50 civarında oldukları belirtiliyor. 

Miraç gecesi akşam namazını da burada kılmak nasip oluyor. Müthiş bir yağmur var. Zaten Batum’un yağmurları tıpkı bizim Doğu Karadeniz gibi bol ve uzun sürüyor. Cami tamamen dolu. Ancak giriş kapısından itibaren sağ tarafı aktığı için oradaki halılar tamamen toplanmış.

 

Ortak yemeklerimiz

 

Yemekleri genellikle buradaki Türk restoranlarından yiyoruz. Avrupa Futbol Şampiyonasının bazı maçlarını da burada yemek yerken seyrediyorum. Beraber geldiğimiz arkadaşlarımız dini hassasiyetle Gürcü lokantalarını pek tavsiye etmiyorlar. Bu yüzden çok merak ettiğim Gürcü mutfağını ilk gidişimde maalesef test edemiyorum. Ancak ceviz ve mısır ağırlıklı olduğunu öğreniyorum. Haçapuri denilen peynirli pideden ve Hinkali denilen Gürcü mantısından tatmak da nasip olmuyor. Birçok yemek ve tatlı isminin bizle ortak veya benzer olduğunu araştırmalarım sırasında öğreniyorum. Mesela lobya (barbunya), badrijani (patlıcan, badılcan), hamsa (hamsi), tolma (dolma), haşlama (haşlama), basturma (pastırma), ıspanakhis (ıspanak) ve çay. 

Ülkenin balı da çok ünlü. Kestane balı (kilosu 15 lira) ve et bize göre ucuz. Gittiğimiz yerlerde sıkça ikram edilen armut aromalı gazozu da çok seviyor ve evle işyerine hediye olarak birkaç şişe getiriyorum. İçen herkes çok seviyor. Bir daha gitmek nasip olursa daha büyük şişelerde getirmeyi düşünüyorum. Yine hediye olarak getirdiğim Gürcü fındığı, peynir, kabuklu ve iç çekirdek (ayçiçeği) de beğeniliyor.

 

İçkinin çok yaygın olduğu Acaristan’da sofranın liderine Tamada deniyor. İçki içmeyi ve yemek yemeyi Tamada başlatıyor. Tamada’nın ikram ettiği içkiyi içmemek çok ayıp karşılanıyor. İçki, maalesef Müslümanlar arasında da yaygın. Rusların sevdirdiği “kbac” isimli, hafif alkollü ucuz içecek de çokça tüketiliyor.

 

Pansiyoncu Dodo

 

Yemeğin ardından bir dahaki gelişlerimizde kalabileceğimiz hesaplı bir yer sormam üzerine Erdoğan bey bizi Dodo’nun pansiyonuna götürüyor. Orta Camii’ye çok yakın olan güzel bahçeli şirin bir pansiyon. Yıllardır burayı işleten ve Artvin’den buraya gelen Dodo isimli yaşlı hanımefendiyle tanışıyoruz. Bir kişi gecelik 50 lira. Hafta içi daha sakin olduğunu söylüyor. Burası, Gürcistan Devlet Başkanının rezidansı olan kule görünümlü binanın da çok yakınında. Saakashvili’nin şehri çok sevdiği ve haftada birkaç gün geldiği söyleniyor.


 

Lari-lira, pul-puli

Gürcülerin parasının ismi bizim paramıza çok benziyor: Lari. Bizim paramızdan biraz değerli. 1 Lari 112 kuruş civarında. Paranın tam karşılığı da “puli”ymiş. Bizde de “para-pul” birlikte kullanıldığından buradaki benzerlik de dikkatimi çekiyor. Bazı paralarda efsanevi kraliçeleri Tamara’nın resmi var.

 

Hulo (Khulo) yollarında…

 

Gürcistan’daki ikinci günümüzün sabahında (pazar) Khulo’daki (Hulo) sünnet programına katılmak üzere dağlık bölgeye doğru ilerliyoruz. Batum’da mazot doldurmak için girdiğimiz havaalanı yolu karşısındaki benzinlik görevlisi Türk olduğumuzu öğrenince bizle yakından ilgileniyor. İstanbul’dan geldiğimizi anladığında adeta gözleri parıldıyor ve ilgi daha da artıyor. Çat-pat türkçesiyle birkaç kez gittiğini ve çok beğendiğini belirterek “nice city” diyor. Gürcistan’da akaryakıt bize göre daha ucuz. Mesela aracımız olan Mercedes Vitonun deposu tamamen dizelle doldurulduğunda ülkemize göre 80-90 lira avantajlı oluyor. Bu durumu bilen bu görevli “isterseniz krikoyla kaldırıp biraz daha fazla yakıt almasını sağlayayım” diyor. Kendisine teşekkür edip dağlık-yaylalık bölge olan Hulo’ya doğru ilerliyoruz.

 

Doğu Karadeniz’in sanki ikizi olan bölgede seyahatimiz sürerken zaman zaman Çoruh’u sağımıza alarak ilerliyoruz. Bir süre sonra kaptanımız, Çoruh’un Acara suyu ile birleşme yerini bize gösteriyor. Vadinin en ucunda sağ tarafta gözüken yüksek dağların da ülkemizdeki Kaçkarlar olduğunu öğreniyoruz. Yol boyunca, dağlarda hayvan otlatırken veya avlanırken yanlışlıkla sınırı geçen Artvinli hemşehrilerimizin sosyalist dönemde Ruslar tarafından yakalanıp sorgulanmalarıyla ilgili trajikomik hikayeler dinleyip gülüşüyoruz. Ben de altta kalmayarak bir gazetede okuduğum ve kesip arşivlediğim fıkra gibi olayı anlatıyorum;

 

Gavur ayılardan şikayet!

 

Artvin’de bir sınır köyünde incelemelerde bulunan devrin Çevre ve Ormancılık Bakanı kahvede oturup çay içer ve şikayetleri dinler. Bal üretimiyle geçinen köylülerin ortak derdi ise ayılardır. Bir tanesi dertlerine tercüman olarak söz alır ve Bakanla diğer bürokratları güldüren şu cümleleri söyler:

 

“Sayin Pakanum! Biz bu ayılardan şikayetçiyiz daaa! Üstelik bizim ayılar olsa neyse… Sınırdan geçen gavur ayılar peteklerimizi yağmalayıp ballarımızı yiyerek kaçiylar.”

 

Öğlene doğru vardığımız Hulo’nun girişinde ilçeyi karşı taraftaki bölgeye bağlayan ve Rusya döneminde kurulan teleferik dikkatimizi çekiyor. Tepedeki caminin karşısında bir de Kuran Kursu var. Burada genç kızlar ve hanımlar eğitim alıyor. Ancak Hıristiyanların da Hulo’ya büyük önem verdiklerini ve bazı papazların kilise kurmak için yer satın almaya çalıştıklarını öğreniyoruz. Tarihte ilk hıristiyan milletlerden biri olan Gürcüler arasında Hıristiyanlık oldukça güçlü. Ancak SSCB’nin dağılmasından ve Gürcistan’ın bağımsızlığını elde etmesinden sonra Müslümanlar arasında da İslamiyet’i tanıma ve yaşama konusunda bilinçlenme görülüyor. Bu yüzden sünnet olmaya da “müslüman” kimliği kazanmak açısından büyük önem veriliyor. Derneğin sünnet organizasyonlarında bu sebeple yaşı 18-20 olan birçok gencin de sünnet için kapıda beklediklerine şahit oluyoruz. Hulo’da sünnet merasimi ilçe girişindeki dini eğitim verilen yurtta yapılıyor. Sünnet operasyonu bir taraftan sürerken öğle namazı için camiye geçiyoruz. Batum’un aksine taşrada dolayısıyla da Hulo’da ezanlar açık olarak okunuyor. Namaza kadınlar da katılıyor. Kalabalık bir cemaatle kılınan namazın ardından Mevlit, Kuran-ı Kerim, konuşmalar ve yemekten oluşan zengin bir program uygulanıyor. Hulo Müftüsü Aslan Abaşidze, Türkiye Dostluk Derneği Başkanı İskender Nadiradze ve Gürcü Müslümanları Birliği Derneği Başkanı eski Batum Müftüsü Kemal Tsetshaldze gönüllere hitap eden konuşmalar yaparak, yarıdan fazlasını çocuklar, gençler ve kadınların oluşturduğu cemaati etkiliyorlar. Gürcüce bilmememe rağmen okunan ayet ve hadislerin ışığında anlatılan konular hakkında az çok bilgi sahibi olabiliyorum. Öğrendiğime göre artık bizdeki gibi Gürcistan’da da devlet resmi müftüler ve imamlara maaş vermeye başlamış. Artık bu iyi bir şey mi yoksa bizdeki gibi tek elden, kontrollü bir din anlayışı mı yorumu sizlere bırakıyorum.

Yazan:Rıfat Yörük

Bakmadan Geçme