BATIL(I)LAŞMA TEMAYÜLÜ

Toprağın tüm aşamalarından geçirilip suyla karıştırılarak pişirilmiş çamura dönüşen ve bir suret verip Allah'ın ruhundan üfleyerek yaratmış olduğu dem'in (insanoğlunun) yaratılış fıtratına, geçmiş düşünürlerin varlığın nedeni olarak tartıştığı hava/su/toprak ve ateş bileşenlerinin tamamı kodlanmıştır. Diğer mükellef varlık olan İblis'in ise fıtratına, ateşin her türlüsü kodlanmış ve kıyamete kadar bitmeyecek TEVHİD ve ŞİRK mücadelesinin iki figürü olarak yeryüzü sahnesine indirilmişlerdir. Yaşamsal mücadelelerini sürdürebilmeleri ve kulluk sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için, hakikatin-batılın, doğrunun-yanlışın, iyinin-kötünün ne olduğunu Allah kelimeleri ve eşyayı öğreterek göstermiştir. İsyan İblis'in yaratılış kodlarındaki üstünlüğü gerekçe göstererek Allah'ın diğer yaratmış olduğu insana secde etmesi (kabullenmesi) emrine karşı duruşu ile başlamış ve kıyamete kadar secde etmediği insanı azdıracak her türlü yol/yöntemi uygulamak için izin verilenlerden olma isteği ile devam etmiş ve ilk Sur'a üflenecek ana kadar da devam edecektir.

Toprağın tüm aşamalarından geçirilip suyla karıştırılarak pişirilmiş çamura dönüşen ve bir suret verip Allah’ın ruhundan üfleyerek yaratmış olduğu Âdem’in (insanoğlunun) yaratılış fıtratına, geçmiş düşünürlerin varlığın nedeni olarak tartıştığı hava/su/toprak ve ateş bileşenlerinin tamamı kodlanmıştır. Diğer mükellef varlık olan İblis’in ise fıtratına, ateşin her türlüsü kodlanmış ve kıyamete kadar bitmeyecek TEVHİD ve ŞİRK mücadelesinin iki figürü olarak yeryüzü sahnesine indirilmişlerdir. Yaşamsal mücadelelerini sürdürebilmeleri ve kulluk sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için, hakikatin-batılın, doğrunun-yanlışın, iyinin-kötünün ne olduğunu Allah kelimeleri ve eşyayı öğreterek göstermiştir. İsyan; İblis’in yaratılış kodlarındaki üstünlüğü gerekçe göstererek Allah’ın diğer yaratmış olduğu insana secde etmesi (kabullenmesi) emrine karşı duruşu ile başlamış ve kıyamete kadar secde etmediği insanı azdıracak her türlü yol/yöntemi uygulamak için izin verilenlerden olma isteği ile devam etmiş ve ilk Sur’a üflenecek ana kadar da devam edecektir.
İzin verilenlerden olan İblis Allah’ın kullarının yolları üzerinde durarak onların çirkin amellerini güzel göstermek suretiyle azgınlaştıracak, yoldan çıkaracak, saptıracak ve kendisi gibi isyan edenlerden olması için yoğun çaba harcayacaktır. Bu O’nun başarılı olması için hiçbir şeyden kaçınmayacağı, hiçbir kutsalı tanımayacağı, hiçbir kırmızıçizgiye de sahip olmayacağı anlamına gelmektedir. Saptırmak isteyeceği insanoğluna ise, Allah rahmetinin bir gereği olarak kendi aralarından seçip çıkaracağı Nebi/Resulleri ile hakikati, doğruyu ve güzel olanı bildirip, batılı, yanlışı ve çirkin olanı da açığa çıkaracaktır. İradeli iki varlığın mücadelesinde tercihlerin kendi elleriyle seçtikleri olması ve yeniden dirilişin kaçınılmaz olduğu ahiret yaşamında bunlardan dolayı hesaba çekilecekleri bilgisi dünya sahnesindeki üstlenen rollerin nasıl uygulanacağının da ipuçlarını vermektedir.
Muharref dinlerin ilk günah teoremine delil teşkil eden Âdem/Havva ikilisinin yasaklanmış ağacın meyvesinden “ebedilik” vadi ile aldatılmaları neticesinde yemeleri ile başlayan süreç bugünde devam etmekte, gelecekte de devam edecektir. Âdem/Havva ikilisi işledikleri günahlarının farkına vararak büyük bir pişmanlık duygusu ile ve bir daha tekrarlanmayacağına tüm benlikleri ile Rablerine “Tevbe” ederek söz vermişler ve affedilen/bağışlananlardan olmuşlardır. Âdem’in iki oğlunun kıssası hak-batılın, teslimiyet-isyanın ve adanmışlık-başkaldırının farklı bir anlatım şeklidir. Kerim kitabımız çok sayıda peygamber kıssaları ile yaşanan çağın insanlarına karşılaşabilecekleri her türlü farklı yaşam biçimine geçmişten yaşanan örneklemeleri sunmak suretiyle yollarını müstakim üzere tayin etmelerini sağlayacak ipuçlarını ve yol işaretlerini vermektedir.
İlk insanın yaratılışından kıyamete kadar devam edecek bütün zaman dilimlerinin değişmez tek hakikati “Ulûhiyette (İlahlık) ve Rububiyette (Rablikte) bir ve tek olan Allah’a iman” etmektir. Bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, yaratmış olduğu varlıkların kendi tercihleri ile Kendisine (Allah’a) kul olmalarını, yardım beklentilerini sadece O’na sunmalarını, yaşamlarının dizaynını O’nun vahyetmiş olduğu hakikatler çerçevesinde düzenlemelerini istemekte, bunun pratikteki uygulamalarının nasıllığını/niceliğini gönderdiği elçileri vasıtasıyla bildirmektedir. İyinin, adaletin, doğrunun, erdemin, ahlakın mümtaz temsilcileri olan bu elçiler, yoldan çıkmış, insan olma fıtratının aykırısına davranışlar sergilemeye başlayıp, azgınlaşarak zulmün, kötülüğün, çirkinliğin, ahlaksızlığın adeta bir yaşam biçimine dönüştürüldüğü toplumlarının ihyası için çok çetin mücadeleler vermişlerdir. Yeryüzünde İblis’in temsilcileri ile girişilen bu mücadele bir kısmının şehadeti ile sonuçlanırken, diğer bir kısmı bu mücadele de bir avuç insanın imanını sağlamış ve bir kısmı da devletleşerek yüzbinlere ulaşacak bir sonuca ulaşmıştır.
Toplumlar yaşamsal mücadelelerini inançlarının ve ideolojilerinin bir tezahürü olarak şekillendirirler. Nasıl bir hayat süreceğine, devlet/mülkiyet/kâinat ile olan hukukuna ve nihai noktada insan ile olan ilişkisini şekillendiren unsur inancı veya ideolojisidir. Bu hakikat bütün çağlarda -sadece kullanılan materyaller dışında- değişmeyen bir olgudur. Nefislerde olan değişim/dönüşümün yaşama ayna tutan bir yansımasıdır. İnsan fıtrat kodlarına yüklenen bilgiler çerçevesinde “Mutlak bir yaratıcı” ya inanır. Ateizm (Tanrı tanımazlık) kelimenin tam anlamıyla fantastik bir yaklaşımdan öte bir şey değildir. Kendisinde Rablik ve İlahlık iddiası ile ortaya çıkarak sembolleşmiş figürler Firavun ve Nemrut dahi bir yaratıcıya inanmaktadırlar. İsyan edenlerin ilki olan İblis ’de de Allah’ın varlığını ve birliğini tanımada en ufak bir sorunu yoktur. Tüm kavim kıssalarında mücadele “yok” olan bir yaratıcının varlığını kabullendirme değil, “Var” olan yaratıcıya koşulan ortakların reddidir. Allah Kerim kitabımızda “Kâfir” tiplemesi ile bilinen hakikatlerin üstünü örten, inkâr eden, tahrip edip değiştirenler için kullanmaktadır. Tevhid mücadelesi kelimenin açılımı ile de anlaşılacağı üzere “bir” ve “tek” olma mücadelesinin adıdır. Kendilerine elçi gönderilen tüm kavimlerin (toplum) ortak özelliği Allah inancına sahip olmalarıdır. Bu inandıkları Allah’a bir takım varlıkları/nesneleri ortak koşmak suretiyle zalimleşmeleri, küfre düşerek tuğyanlaşmalarıdır.
Değişim ve dönüşüm önce nefiste, özde, kişilikte, kişide oluşması lazım. Daha sonra etkileşim en yakınlarından başlayarak aile, akraba, mahalle, şehir… devam etmelidir. Bu değişim Allah’ın istekleri (vahyi) doğrultusunda olduğunda müspet bir sonuç oluştururken, İblis’in istekleri doğrultusunda olduğunda menfi bir değişim ifade eder. İnsanın zihin dünyasında başlayan değişim kullandığı malzemelere ve doğaya da yansıyacak ve egemen olan inanç sisteminin eşyasal tezahürlerini ortaya çıkaracaktır. Bu tezahürler o toplumların nerede durduklarının anlaşılmasını sağlayacak eserlerdir. Rabbani toplumlar “mabed” ekseninde sade/samimi/duyarlı yaşam merkezleri oluştururken, karşıt düşünce yaşamın merkezine kapitali yerleştirerek, gösterişli/şaşalı/ihtiraslı/sınıfsal farklılıkların oluşturacağı yaşam merkezleri kurgulamakta ve gerçekleştirmektedirler. Şehir ve kent kavramlarındaki ayırım, aslında bu tezahürlerin kavramsallaşmış şekilleridir. “Şehir” (Medine); Din ile aynı kökten gelen ve din-dünya (laik/seküler) ayrımı yapılmayan yerleşimlerin adı iken, tek kutuplu/dünyevî yerleşimlerin adı “Kent” olmuştur.  
Allah’a Kul olma kabulü, düşünsel ve yaşamsal bir takım yükümlülükleri de beraberinde getirmektedir. İnsanoğlu yaratıcısının hakkını korumak ve onun razı olacağı eylemlerde bulunmak zorundadır. Bu iman ile başlayan bir kabuldür. İman; Allah’tan başka Rablik ve İlahlık iddiası ile ortak koşulan tüm varlık ve nesnelerin, kesin reddi ile başlayıp, istenen şeylerin hayata yansıması ile devam eden bir olgudur. İtaatin ve teslimiyetin koşulsuz olarak yapılması ve gözetilmesi gereken hakların en üstünüdür Rabbe kulluk. Bunda oluşacak her türlü eksiklik/noksanlık mütekâmil bir hayatın ne tasavvurunu, ne de gerçekleşmesini mümkün kılmayacaktır. İnsanoğlu son nefesini vereceği ana kadar hayatı bununla şekillendirecek, yaşamına bununla anlam kazandıracak, eşya/tabiat ile ilişkilerini bununla kurgulayacaktır. Bu öyle bir kabul ki, insanı kabuğuna sığdırmayıp, kıpır kıpır bir heyecanın tüm benliğini sardığı, elde ettiği pozitif enerji ile etrafını aydınlatan bir fanusa dönüştüğü, en büyük kazanımı olan mutluluğu/huzuru hayatın temel felsefesi kılmak suretiyle kendisinde ve toplumda diriliş muştusunun ışığı olduğu andır.
Sonra aile gelir ki, batılı düşünce akımının tehdidinden korunması gereken en önemli sığınaktır insanoğluna. Allah Âdem’i yarattıktan sonra kendilerinde sükûn ve huzur bulunacak kendi cinsinden eşler yaratarak sevgi ve merhametin yeşerdiği yuvaların kurulmasını salık vermiştir. Çocuklarla zenginleşen bu müessese toplumun en önemli çekirdeğini oluşturmaktadır. Toplumların müspet/menfi geleceğini şekillendirecek bir kurumdur aile. Helal ve meşru yollarla oluşmuş sağlıklı ailelerde bireyler üzerlerine düşen sorumluluğun bilincini kuşanmış ve hayatı “ben” merkezli olmaktan çıkararak “biz” merkezliye dönüştürebilmişlerdir.
Bireylerden oluşan aile ve ailelerden oluşan en güçlü dayanışma mekanizması cemaattir. Cemaati oluşturan asli unsur, kan/irsiyet bağı değil inanç bağıdır. Aynı yaşam tarzını içselleştirmiş, ortak ideal uğruna önkoşulsuz, büyük bir sevgi ve merhamet etrafında kardeşini kendisine tercih edecek kadar erdemli duruşların tezahürünün gerçekleştiği sosyolojik bir yapıdır cemaat. İyiliğin en yüksek paye, kötülüğün ise değersizleştirilerek dışlandığı müesses bir kurumdur cemaat. Yaşadığı şehre rengini veren, varlığı ile toplumun üzerinde pozitif tesirler bırakıp hayır yarışında mahalle baskısı oluşturan, akrabalık hukuku başta olmak üzere, yetimin, yolda kalmışın, öksüzün, komşusunun açlığını kendisinin mütekâmil insan olamayışına bağlayacak kadar kadirşinas bir yapıdır cemaat.
Her Resul/Nebi, toplumlarındaki statükocu yapının önde gelenleri tarafından atalarının alışageldikleri inanç sistemine müdahalecilikle suçlanmak suretiyle güçlü bir direniş ile karşı karşıya kalmışlar ve bu direnci kırmak için yoğun bir çaba içerisine girmişlerdir. “Hepiniz Âdemdensiniz, Âdem ise topraktan yaratılmıştır” söylemi sınıfsal farklılıkların her türlüsünü ayaklar altına aldığını, alışageldikleri statükonun bundan sonra devam edemeyeceğini haykıran İlahi söylemin toplum vicdanlarında yankı bulan elçi mesajıdır. Bütün bunlara karşın bu elçiler; tarih boyunca insanoğlunu saplandıkları cahiliye bataklığından çekip çıkarmak, kişilik/karakter kazandırmak suretiyle kölelikten, hiç kimseye bir fayda/zarar sağlayamayacak olan puta tapıcılıktan kurtarıp insan olma izzet ve şerefi ile özgür ufuklara yelken açacak aydınlıklara çağrılar yapmışlardır. Şehirlerin ileri gelenleri tarafından her türlü tehdit ve baskı ile sınandıkları gibi, uzlaşmacı sinsi tekliflerle de denenmişlerdir. İlahi vahyin toplum vicdanında kabul görmemesi için elçilere, krallık ile makam duygusunu, zenginlik ile mülkiyet duygusunu, kadın ile de şehvet duygusunu okşayıcı tekliflerde bulunulmuş ve ayaklarını kaydırmanın, kendi saflarına çekmenin mücadelesini vermişlerdir. İşte bu üçlü saç ayağı (şeytan üçgeni) tarih boyunca İblis’in âdemoğlunun yolunda durarak çirkin amellerini güzel gösterme söyleminin/eyleminin somutlaşmış tezahürleri olmaya devam edegelecektir.
Din kemale ererek tamamlanmış ve artık Resul/nebi gelme dönemi Hz. Peygamber ile açılmamak üzere mühürlenmiştir. Kurtarıcı formatlı Mehdi/Mesih/Müceddid beklentileri kıyamete kadar kurtuluşu başkalarından bekleyen insanoğlunun ümidi olmayı sürdürmekten öte bir anlam ifade etmeyecektir. Her insan kendi çağını yaşayacak ve sorumluluğu da sadece bu yaşam süresi ile sınırlı olacaktır. Öncekilerin ve sonrakilerin ne yaptığı değil kendisinin yaşamı boyunca mükellef kılındıkları noktasında nasıl bir aksiyonerlik ortaya koyduğu önemlidir. Hayat, nefes alıp vermeyle devam edip, mükellef varlık kılınmasını sağlayan insanoğlunun akli melekesini kullandığı zaman diliminden kıyamete kadar bir imtihan mücadelesi olarak akmaya devam edecektir. Tek harfine bile müdahaleye izin verilmeyecek ve Vahyin geldiği ilk günlerinden, ilk sura üflenerek dünya hayatını sona erdirecek zamana kadar diriliğini, tazeliğini ve canlılığını sürdürecek korunmuş Kerim Kitabımızdadır kişinin yaşamını anlamlı kılıp müstakim bir sırat üzere çıktığı yolculuğu şekillendirecek olan bütün yol işaretleri.
Asrısaadet döneminin hemen arkasından başlayan iktidar çatışmaları, fethedilen topraklarda tanışılan kültür ve medeniyetlerin İslam topraklarına da yansıtılması girişimlerinden başka bir şey değildir. Mescit etrafında şekillenen sade/sınıfsız/mütevazı hayat, itibar arayışlarının mekânlara indirgenmesi kompleksi ile saray etrafında buluşmuş ve sınıfsal farklılıkların, gösterişin, israfın temeli bu topraklara atılmaya başlanmıştır. Devlette başlayan değişim kişilere indirgenerek batılılaşma temayülleri bilim/sanat ekseninde bu toprakların ayrıştırıcıları olarak işlerliğini başlatmıştır. Zihinlerin kırılması ile başlayan süreç eşya ile olan ilişkinin geçicilik mi? Ebedilik mi üzerine kurgulanmasına neden oluşturacak yaşamsal kırılmalar tartışılır hale getirilmiştir. Kamu mekânlarındaki itibar arayışlarının göstergesi olan binalar ve araçlar, kişisel mekânlarda ki bina ve araçların aynı ile tezahürünü sağlamış ve “Allah nimetlerini kulunun üzerinde görmeyi ister” gibi bugünün deyimlerinin o günün çağında ki söylemleri ile meşrulaştırılmasıdır.
Batının tarihine baktığımızda Tevhidi dinlerle bir kavga ve mücadele içerisinde olduğunu görürüz. Bu mücadele çoğu zaman zor ve baskıcı yöntemlerle olur iken, bazı dönemlerde de uzlaşmacı tavrı seçerek sunmak istedikleri zehri bal ile karıştırıp ikram etmektedirler. İsevilikle yapılan mücadele insanlık tarihinin vahşet ve zulümde sınır tanımazlığının ortaya konulan sahneleri ile doludur. Yüz milyonlarca insanı, kendi ideolojilerinin dinleştirildiği dönemlerde ateş gayyalarında yakılmak suretiyle yaşamlarına acımasız bir şekilde son vermişlerdir. Vahyi dinler üzerinde tahrifatlar yapmak, dini hayattan soyutlayarak etkisizleştirmek batı insanının yaşam felsefesi olmuştur. Bugünün dünyasında da uluslararası arenada etkin söylem sahibi olmaları hasebiyle doğu insanın nasıl yaşayacağını, nelere inanıp/inkâr etmesi gerektiğini, kimlerle dost/düşman olması gerektiğini ve daha ilginç olanı nasıl iman etmesi gerektiğini de bunlar belirleme yetkisinde kendilerini görmektedirler. Düşman konsept tanımlamalarını yaptıkları din ve ideolojinin vahşileştirilmiş temsilcilerini laboratuvarlarında tasarlayarak dünya sahnesinde insanoğluna sunarak algı operasyonunda nasıl düşüneceğimize, neyin iyi-kötü olduğuna bizler adına onlar karar vermektedirler.
İnsanların zihin dünyalarına hükmeden irade düşünsel ve yaşamsal standartlarında belirleyicisi olma güç ve yetkisiyle bu algılara göre amentülerini oluşturmaktadır. Batılı yaşam tarzı, Tevhidi dinlerin yaşam sahnesinde ki etkinliklerini azaltmak, daha modern, daha pozitivist, kendi çağının egemen kılınan sosyo-politik ve sosyo-ekonomik dayatmalarının içselleştirilerek, kişinin inancından kaynaklanan bir takım ritüellerle de eklemlemeler yapmak suretiyle insanlara bir yaşam tarzı sunma/dayatma mücadelesidir. Gerek nebevi, gerek beşeri olsun her hareket, değişim ve dönüşümü Âdemoğlunun zihin kodlarına müdahale ile başlatmışlardır. Zihinlerde ki dönüşüm eşyaya, yaşama, mekânlara, her eşeye yansımıştır. Sömürgeci batı mantalitesi bu çerçevede ülkeleri işgal ederek bunu yerli halklara çok kolay bir şekilde kabullendirmiş ve özgürlük, refah, insan hakları, kalkınmışlık… gibi argümanlarla kulağa hoş gelen söylemleri gerçekleştirmişlerdir. Bizlerin dillerine pelesenk ettikleri özgürlük kavramı ile insanı her şeyden (Tanrıdan dâhil) özgürleştirme, hak arayışlarını insan fıtratına müdahale olan ve sapkınlığın en üst mertebesini oluşturan eşcinsel savunuculuğuna kadar götürmektedirler. Bu senaryo aslında kişiliksiz bir toplum yaratma mühendisliğidir.
Çağdaşlaşma, ileri, gitme, müreffeh toplumları yakalama, Modernizm gibi kavramlar bedevi gördükleri toplumların yaşam dönüşümlerinin her çağda yankılayan sloganlarıdır. Batının doğu toplumlarına karşı -vahşetin ve ilkelliğin her türlüsünü yaşadığı çağda dahi kendisini muaf tuttuğu- kullandığı deyimlerdir. Zira batının modernleşme, çağdaşlaşma gibi bir sorunu yoktur, bilinen dünyanın yaratılışından itibaren yaratılışla elde edinilen bir kazanımdır. Protestan ahlakın teoremini yazan Max Weber Modernizm ve rasyonalizm batının en temel varlığıdır, diğer toplumların bu değerlere ulaşabilmesi için kendilerini takip ve taklit etmekten öte yapabilecekleri bir şey yoktur diyerek bunu net bir söylemle deklare etmektedir. Objektif bakış açısını yitirmemiş tarihçilere göre, İslam toplumu 15. Yüzyıla gelene kadar Uygarlık, çağdaşlık, adına söylenebilecek her türlü gelişmişliği sağlamış, bilim, sanat ve ekonomide altın çağını yaşarken, batı karanlık dünyasında kendi kendini tüketmekteydi.  
Tüm tevhidi dinlerin ortak adı olan İslam, insanı insana kul olmaktan kurtaran, hurafelere, putlara, dogma ve tabulara savaş açan, insanlığın ufkunu genişletici, aklını ve iradesini düzgün kullanmasını teşvik edici, ideal insan tiplemesinin iyilikleri yapan / kötülüklerden sakınan ve bunu Rabbinin razı olacağı duygusuyla gerçekleştiren, sosyal ve toplumsal olaylara duyarlı ve tüm eylemlerini ahirette elde edeceği kazanımlara endekslemiş bir varlık kılma mücadelesidir. 
İslam dini bir takım ritüellerle sembolleşen ve yaşamı sadece tapınakların içerisine hapseden inançlar manzumesi olmayıp, hayatın tamamını kuşatan ve her anına söyleyecek sözü olan mükemmel bir tasavvur ve gerçektir. Sosyal ve ekonomik hayatın tamamını kuşatan ve bunu adalet, erdem, ahlak öğretisi ile taçlandıran İlahi mesajın hayat aynasındaki yansımasıdır. Kılınan namaz, tutulan oruç, verilen zekât ve gidilen hac her ne kadar bireysel bir çağrıyı seslendirse de etkisi etkileşim içerisinde olduğu tüm fertlere yansıyan bir hayat manzumesidir. Batının kendi dünyasında kurguladığı ve yaşamdan soyutlayarak kişinin vicdanı ve tapınak içerisine hapsedilmiş din algısıyla hiçbir zaman örtüşmeyecek bir realitedir. Bundan dolayıdır ki İslam ümmetinin yaşam kaynağını oluşturan bu ilahi öğretiyi hayatlarından koparamayacağı için sentezlemeler, eklemeler, etkileşimler oluşturarak asli unsurlarından koparmaya çalışılmaktadır.
Batının doğu toplumuna ilga ettiği ise; Namaz kılan, oruç tutan, hacca da giden bunun yanı sıra içkisini de içip, faizi ile ticaretini büyüten, kazancının nasıllığını sorgulamadan harcamalar yapmak suretiyle sınıfsal farklılıklara katkı sağlayan, dinin kalplerdeki arınmadan öteye taşınmaması için öğretiler geliştirip bunun içselleştirilmesi noktasında yayınlar yapan bir zihniyet dönüşümüdür hayatlara kazınmaya çalışılan. Batının din adamlarının huzurunda “günah çıkarma” eylemine karşın, yaptığı melanetleri kamu önünde deklare ederek anlatıp ve sahte kurtarıcıların eteklerine yapışmak suretiyle yalancı cennetlerinin müntesibi kılınmaya çalışılan bir yozlaşma çabası. Lokman’ın (as) evladına öğütlerini hiç hatırlamayıp, batının zihinlerimizde oluşturduğu kirliliğin dışa vurumu olarak çocuklarına iyi bir meslek, kariyer, makam ve mevki edinmenin vazgeçilmez sarhoşluğuna kapılarak yarış atı muamelesine tabi tutulan nesillerin kirlenmişliğidir. Eşlerinin başörtüsünü vazgeçilmez kılıp sıra kız çocuklarına geldiğinde kulaklarının üzerine yatan çaresizler dünyasının temsilcileri. Nelerimizi değiştirip/yozlaştırmadılar ki… Ticaretimizi kapitalist ve liberalist argümanlar eşliğinde geliştirmekten, kamu ile olan hukukumuzu rantiyeci mantığa çevirmekten, Gelişmişliği maddeci zihin algısı ile modernitede aramaktan, ihtiyaç belirlemelerde dünyevileşmekten, inançlarımızda ve siyaset algımızda sekülerleşmeye kadar. Tatil algımızın batılı değerlerle tanımlanmasından dolayı “Kapris”lerimizi alternatif tatil beldelerinde gidermeye, yeme içme kültürümüzün “fastfood”laşmasına, Müslüman bayanların örtünme emrinin vazgeçilmez bir parçası olan başörtüsünün, türbanlaştırılmak suretiyle içini boşaltılıp kıyafetlerin birer tamamlayıcı aksesuarına dönüştürülerek tesettür algısından uzaklaştırılmasına kadar. Ve saymakla bitiremeyeceğimiz kadar bize ait olmayan dünyanın bize indirgediği ve içselleştirerek normalleştirdiği yaşam biçimi.
On sekizinci yüzyıldan itibaren bu toprakları yöneten irade batılılaşma alanında önemli adımlar atarak kişilerde ve kurumlarda dönüşümler gerçekleştirdiler. Bunların bir kısmını devlet zoru ile bir kısmını da mahalle baskıları ve empoze edilen kültür enformasyonu ile gerçekleştirildi. Gerilemenin en temel nedenini şekilselcilikte ve bir takım kompleks takıntılarda arayan zihniyet batının yaşam şeklini oluşturan bir çok unsuru bu topraklara taşı(t)mışlardır. İlimde, sanatta, edebiyatta, musikide başlatılan değişimin ilk uygulayıcıları saray sahipleri ve iktidarın yakın çevresi olmuştur. Seküler ve modern zihniyet algısı mahrem sınırları bile zorlayarak harem dairesine kadar girebilmiş, eğitimciler, mürebbiyeler, müzisyenler batıdan getirttirilerek geleceğin yöneticilerini eğitmişlerdir. Çağdaşlaşmanın ve uygarlaşmanın mümtaz temsilcileri yetiştirilerek toplumsal dönüşümün dinamiklerini oluşturmuşlardır.
Bu çağın insanı batı ile ilişkilerini nasıl kurguladı? İslam toplumu İlahi dinin temsilcileri olarak batının tezgâhına ne oranda geldi. Fiili ve fiziki sömürgeciliğin egemen olduğu, işgallerle ülkelerin istila edildiği yüzyılımızda İlahi vahyin temsilcileri dünya için bir umut olmayı sürdürebildi mi? Bunlar ve daha ilave sorular cevaplanması çok zor ama mutlaka cevaplanmak zorunda olan sorular. Bugünün yüzyılında Modernizm ve batılı değerler İslam dünyasını adeta buldozerden geçirerek din algısını kendirlerinkine benzettiler. Emeviler’den itibaren başlayan kırılmalar bu yüzyıla gelindiğinde tavan yapmış dünyaya fundamentalist (bağnaz, aşırı) ve modernist iki toplum tiplemesi çıkararak ifrat ve tefrit örneklemeleri yaşamış ve yaşamaya devam eden bir İslam toplumu sunulmaktadır.
Kişide başlayan batılı yaşam tarzı etrafımızı şekillendiren mekân ve eşyalarla da devam etmektedir. Kâşane, saray, malikâne, Villa, köşk, site, yaşam merkezleri olarak dünyamıza girmekte ve bu mekânların zihnimizde oluşan değişim/dönüşümüne göre şekillenmesi sağlanmaktadır. Kıyafet, giyinmek/örtünmek için değil, görünmek/fark edilmek için marka tercihleri ile şekillenmeli ve mümkün mertebe birlikte olunan insanlar tarafından görselliğine hitap edecek şekilde logoları belirgin hale getirilerek sergilenmelidir. Renk uyumu tüm aksesuarları ile sağlanmalı, bedevi/köylü imajı verilmemelidir. İmage maker’ların tavsiyeleri bir dini önder titizliği ile takip edilmelidir. Evlerde ki eşyalar tasarlanırken gelecek misafirin çok daha rahat etmesi, daha çok misafir ağırlamak suretiyle paylaşımcı kardeşlik duygularının gelişmesi için değil, gösteri şovuna dönüşümünün bilinçlerin altına kazınmasıdır. Evin hanımı malikânesini, villasını, dairesini, yani kendine ait olan mekânları kendisi ve kızları ile değil, Müslüman fakir/zavallı/miskin hanımları temizlikçi olarak çağırarak büyük bir infak(!) etme duygusunu yaşayarak gerçekleştirmeleridir. Kısacası kirlenen algılarımız ve zihinlerimiz, Yahudilerin doğuştan üstün ırk kılındıkları tezlerinin kendilerine ve çocuklarına nasıl inkişaf ettiğinin farkında olunamamasıdır.
Şehirlerimiz Medine olmaktan çıkıp kentleşerek, kapitalizmin ve liberalizmin sembolleşmiş yapıları ile inanç dünyamızın yaşam akislerini alt üst etmektedir. Beş yıldızlı oteller, AVM’ler, eğlence merkezleri, gökyüzünü tırmalayan binalar ve kuleler, kafeler, restoranlar insanımızın inanç, zihin ve algı dünyasının yeni sembollerini oluşturmakta, zamanın ve nesillerin tükenilişi buralarda gerçekleştirilmektedir. Şehri yönetenler kalkınmışlığı, gelişmişliği, batılılaşmanın en temel unsurları olarak gördükleri bulvarlarda, caddelerde, eğlence merkezlerinde, AVM’lerde, stadyumlarda aramakta ve bunlarla ilgili yapılan iltifatlarla itibar artışı bularak, göğüsleri kabarmaktadır. İnancının, akidesinin dünya görüşünün bunlarla nasıl değişti(rildi)ğini, kendi zihin dünyasında doğrulanıp/meşrulaştırılıp vicdani rahatlamalar ile toplumsal dönüşümlere olumsuz katkı sağladığını anlayamamaktadır. Devasa projeler olarak sunulanlara baktığımızda “finans merkezi”, “modern yaşam merkezi”, “ticaret merkezi” gibi tamamen liberal ve seküler söylemlerin egemen olduğunu görüyoruz. Bir “külliye” oluşturma projesi çok mu ilkel ve geri kalmışlığı sergilemektedir ki, dillendirilememektedir. Yoksa “farklı gözükme hastalığı” mıdır bizleri bu tür projelerden uzak tutan. Büyük medeniyetler örneklik teşkil ettirebilecek insanlar ile yükselir ve kuşaklara aktarılır. Asrı Saadeti farklı kılan Hz. Peygamber’in yetiştirdiği ve yaşadıkları çağa şekil veren Ömerlerin, Ebu Bekirlerin, Alilerin, Musabların, Hamzaların, Osmanların, Fatımaların, Ayşelerin, Zeyneplerin ve ismini saymakla bitiremeyeceğimiz o güzel şahsiyetlerin yaşamlarının toplumu şekillendirmesiyle gerçekleşmiştir. Her çağın öncüllerini yetiştirecek anlayışa sahip olamadığımız müddetçe fundamentalist veya modernist bir kıskacın arasında boğulup, batının bunlarla oluşturmaya çalıştığı “İslamofobi” ekseninde kıvranır dururuz. Biz bununla kıvranır dururken batı yeryüzünü kana bulamaya, bütün kaynaklarımızı sömürmeye, bizleri birbirimize karşı ötekileştirip/nefret ettirmeye devam edecektir.

Bakmadan Geçme

Kayseri Gündem - Bizi Sosyal Medyada Takip Edin!
WhatsApp İhbar Hattı
0533 704 84 10
ÇEKİN, GÖNDERİN, YAYINLAYALIM!