BATILI İNSANIN ÇIKMAZI

Batı toplumlarını bugüne kadar geçirmiş oldukları evrimi izlersek, orada önce kilisenin ruhani nüfuzunun hkim olduğunu, peşi sıra bu egemenliğin krallığın maddi kudretine teslim olduğunu görürüz.


Yine görürüz ki, bu sonraki egemenlik de burjuva sınıfının refah ve zenginliği ile kendini gösteren bir demokrasi yönetimini meydana getirmiştir. İşte bencil ve maneviyatla ilgilerini asgariye indirgemiş bir sanayici burjuva sınıfının bu debdebe ve zenginliği yüzündendir ki batı toplumlarının son evrim döneminde, ekonomik konular ahlaki ve toplumsal nitelikle konuların zararına olarak, müstesna bir önem kazanmıştı.

Avrupa’nın büyük bir kısmı bilhassa ve her şeyden önce zevk ve hazza hizmet eden bir ekonomiyi yeniden kurma ve genişletme yoluna girdiler. Fransa’da ve İngiltere’de kısmen İtalyan tesiri altında ve büyük bir dereceye kadarda Hollanda da 17.yüzyıldan itibaren başlıca endüstri dalları daha lüks ve müreffeh bir hayat için tüketime yönelik mal, eşya yapımına yönelmişlerdi. On yedinci asır başındaki sanayi ekonomisinin başlıca hedefleri ise lüks konutlara ve buralarda kullanılacak, her çeşit tezyinata, mefruşata salon takımları, oturma ve yatak takımları ile eğlence yerlerinde kullanılacak müzik aletlerine, toplantılarda giyilecek elbise ve ayakkabılar ile statü göstergesi olarak ta kabul edilen otomobillere yeni bir şekil vermekten ibaretti.

Yani sanayi tamamen müzik, eğlence ve moda gibi tüketim sektörüne hizmet etmek için çalışmaktaydı.

        Oysa insanın gerçek mutluluğu açısından bakıldığında, öncekiler yani ahlaki ve toplumsal konular daha önemli idi. Bu durum, onların bu evrim aşamasını çok özel bir nitelikte işaretledi. Netice şu oldu: Bireylerin zengin olarak büyük debdebe içinde yaşama arzularını son dereceye kadar körükledi, bencillik duygusunu, vurgunculuk ve başkalarını istismar eğilimlerini tasavvur edilebilecek derecelerin de üstüne çıkardı. Nihayet sınırsız bir servet kazanma arzusu ve bu servetin temin edeceği bütün maddi ihtiyaçları tatmin için her şeyin kendilerine mubah olduğu kanaatini verdi.

İnsanlık son üç yüz yıllık tarihinde teknik ve makineleşme açısından daha önceleri kat ettiği ilerlemenin yüzlerce misli üstüne çıktı. Teknik ve teknolojik ilerleme açısından geleceğin neler getireceğini tahmin etmek te çok zor. Teknoloji bizim takip etmekte dahi zorlandığımız göz kamaştırıcı bir hızla ilerliyor.

        Şimdi başka uzaydaki varlığı muhtemel başka dünyaları keşfe çıkan ilim ve tekniğin, insanlığa vaat ettiği gelecek nedir? Bir düşünelim bakalım. En iyimser görüşle bütün bu gayretler, bir gün yetmeyebileceği düşünülen dünya nimetlerini takviye veya ondan daha fazla pay kapmak için değil mi?

Peki uzay ve bilgi çağında her an göz alıcı bir şekilde ilerleyip gelişen ilim ve tekniğin bunların ve sağladığı imkânların insanlığa yeni bir dünya ve daha huzurlu bir yaşam kazandıracağı umulabilir mi?

İnsanlığın daha mutlu ve müreffeh bir hayat beklentisiyle, neredeyse her an yeni bir keşif ve buluşla sürekli ilerleyen ilim ve tekniğin münasebetlerini, bu mantığın müspet imkânları içerisinde düşünsek sonuç ümit verici olabilir mi? Elbette olamaz. çünkü İlim ve teknikteki göz kamaştırıcı ilerleme insanı sadece geçici mutluluklarla oyalamakta onlara kalıcı bir huzur vaad edememektedir.

        Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde neredeyse her yıl yapılan uluslararası kriminoloji kongrelerinde” dünyanın her tarafında suçların baş döndürücü bir hızla artması, suçluların çoğalması” modern zamanların karakteristik bir özelliği olarak oy birliği ile kabul edilmiştir. Bu durumun sebeplerini izah ederken Amerikan Kriminologları, başta kendi ülkeleri olmak üzere dünyamızın bir “cinayet okyanusu” haline geldiğini, bütün insanlığın az çok suç işlemeye mütemayil olduklarını ve herhangi bir çarenin de görülemediğini umutsuzluk içinde tespit etmişlerdir.

        Dünyamızı saran cinayet ve terör dalgasından en ciddi şekilde maddi yönden en gelişmiş memleketlerden bazıları etkilenmiş bulunmaktadırlar… Maddi ilerleme ve gelişmeye ye rağmen insan hayatı hiçbir zaman bu gün olduğu kadar, emniyetsiz olmamıştır.

Sonuç itibariyle savaş ve cinayetlerin yaygınlaşması topluma veya şahsa karşı çeşitli şekilleriyle yönelen hırsızlık, dolandırıcılık, görevi suistimal ve örgütlü terör, modern yaşayış tarzı ve ilerleme için ödenen yüksek bedeli ifade etmektedir.

        Çağdaş Amerika’yı en iyi tanıyanlardan biri olan Arthur Miller, bunalım çağı çocuklarının suça temayülü üzerinde dururken şöyle diyor: “Suçluların müşterek bir vasfı vardır: Boğulurcasına can sıkıntısı içinde bulunuyorlar… Etrafta maksatsız dolaşmak ve hiçbir şey beklememek, ölmeye çok yakındır…”

        Özellikle ençlerin suç işleme temayülü yalnız gelişmiş, büyük şehirlerin problemi değildir; elbette. Kırsal bölgeleri de ilgilendirir. Sırf kapitalizmin değil, aynı zamanda sosyalizmin de problemidir, yalnız yoksulluğa ait olmayıp, zenginliğe de aittir. Ben inanıyorum ki, şimdiki şekliyle bu insanın kendi başına bir değer olduğu anlayışını yok eden modern anlamdaki ilerleme düşüncesinin bir mahsulüdür. Kısacası ruh yok olmuştur. Belki iki harbin vahşiliği onu dünyamızdan dışarı atmıştır veya teknolojik sürecin kendisi onu insanlığın içinden emmiştir.

        Batının içine düştüğü çıkmaz, Avrupa kültürü karşısında hala şahsiyet kavgası verenler için ciddi bir ışıktır. Buradan bakıldığında mesele çok açık ve ortadadır. Avrupa kültürü en sonunda, insanın ruhunu çalıp, onu kupkuru bir maddeye dönüştürerek tüketmektedir. Yaratılmışların en şereflisinin ufkunu, aşağılık nefsi ile sınırlamaktadır, bizim için böyle bir kültüre açılmayı düşünmek ve devam etmek ilahi planda büyük bir nasipsizlik beşeri ölçüde ise feci bir ihanettir.

        Batının seçkin kafaları, yirminci asrın getirdikleri yanında, Avrupa insanından alıp götürdüklerinin de farkındadırlar. Şimdi çoktan sanatı ile düşüncesi ile, insanın kaderini kovalamakla meşguldür. Kimi buhranın geleceğe akseden korkulu rüyaları ile ürpererek, kimi de tehlikelerin üstüne üstüne giderek.

        O halde hiç şüphe edilmemelidir ki, batı toplumu insan topluluklarına tam bir istikrar temin eden gerçek ve değişmez ahlaki ve toplumsal ilkeleri henüz bulamamıştır. Bu ilkeler olmadan da toplumsal mutluluk, hiçbir zaman sağlanamaz. Sağlansa bile mükemmel ve kalıcı olamaz.

 

        1-Said Halim Paşa: İslam ve Batı toplumlarında siyasal kurumlar¸ Pınar Yay.İst, 1987,s.47-48-49.

        2-John Nef: Sanayileşmenin Kültür Temelleri, Kalem Yay.İst,1980, çev. Erol Güngör,s.177.

        3-A.Ali İzzetbegoviç: Doğu ve Batı arasında İslam, Nehir Yay.İst,1987,.1.116-118-119-122.

        4-Nevzat Köseoğlu: Kitap Şuuru (Denemeler), Genç Sanat Yay.Ank.?,s.52-53

Mehmet Ayman'ın yazısı

Bakmadan Geçme