AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE

AVRUPA BİRLİĞİNİN OLUŞUMU VE TARİHSEL GELİŞİMİ          

Genç ASKON Kayseri Şube Başkanı Ahmet Esat Talo Kayseri Gündem okuyucuları için “Avrupa Birliği’nin Oluşumu ve Tarihsel Gelişimi”ni ve AB Türkiye ilişkilerini kaleme aldı.
Avrupa Birliği tarihçesine baktığımız zaman tablonun bugün ki durumuna gelmeden önce nasıl kaotik bir durumdan ortaya çıktığını öğrenince eminim birçok kişi gibi sizler de şaşkınlığınızı saklayamayacaksınız. Evet inanılacak gibi değil aslında. Bugün ki durumuna gelmeden önce ki, o günlerin Avrupa Birliği sadece filozoflarla önsezili kimselerin düşüncelerinde yaşayan bir hayal olarak değerlendirildi sadece. Elbette ki bu oluşumun bugünlere gelmesinde ve bu denli etki alanına (en belirgin olarak siyasi ve ekonomik anlamda) sahip olmasında birçok etken vardı belki ama,  bunlar içerisinde en önemlisi, o günlerin Avrupa'sında yüzyıllarca süre gelen kanlı savaşların engellenmesi ve barışın sürdürülebilir hale gelmesi için atılan bir adımdı.

Sürecin bu şekle gelmesinde önemli bir rol oynayan, aynı zamanda da Avrupa Birliği'nin mimarı pozisyonunda olan kişilik, dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman 'nın şu ifadesi aslında bize birçok konuda ipuçları veriyordu. Schoman: İkinci dünya savaşından sonra kalıcı bir barış sağlanacaksa, bunun kültürel ve siyasi birliktelikten önce ekonomik bir birliğin oluşturulması gerektiğine vurgu yapıyordu. Hele ki bunu da dönem içerisinde yaşanan savaşlarda yoğun olarak kullanılan ve savaşın hammaddesi niteliğinde olan kömür ve çeliğin barışın araçları olarak kullanmaktan geçtiğiydi söylemesiydi. Schuman deklarasyonunun bir sonucu olarak kurulan ve kısa adı AKÇT (Avrupa Çelik ve Kömür Topluluğu-1951) Avrupa Birliği'nin temelleri atılmış ve artık resmiyet kazanmış bir kurum halini alıyordu. İzleyen yıllarda (1957) Roma Antlaşması ile birlikte artık sadece kömürden ve çelikten bir birlikteliğin olmaması gerektiğini, bunların yanında malların, işgücünün, sermayenin serbest dolaştığı ortak bir pazarı savunan bir yapı olarak karşımıza çıkıyor sonralarındaysa bunu gümrük birliği takip ediyordu.

Kurulduğu andan itibaren sürekli olarak kendini yenileyen ve genişleyen Avrupa Birliği artık kurucu olan 6 üyeden oluşmayacak ( Belçika, Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda) ilk genişleme dalgasını 1973 yılında İngiltere, İrlanda ve Danimarka topluluğa üye olmasıyla başlatacaktı. Buna müteakiben genişleme 1981 Yunanistan'ın 1986 İspanya ve Portekiz' in katılımlarıyla üye sayısını 12 yükselecekti. Tarihler 1995 yılını gösterdiğinde Avrupa Birliği yeni bir genişleme dalgası içerisine girecek ve Avusturya, Finlandiya ve İsveç'in katılımlarıyla üye sayısını 15'e yükseltecekti. Avrupa Birliği tarih sahnesindeki en büyük genişlemesini 2004 yılında gerçekleştirmiş ve bu bağlamda Çek Cumhuriyeti, Estonya, GKRY (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi), Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Slovakya ve Slovenya birliğe dahil olmuşlardı. 2007 yılına geldiğimizde Bulgaristan ve Romanya, 2013 yılında da Hırvatistan’ının da katılımlarıyla Avrupa Birliği üye sayısı 28'e ulaştı. Son olarak 2017 yılında Bosna Hersek'in birliğe dahil olmasıyla birlikte şuan ki mevcut üye sayısı olan 29'a yükseldi. Avrupa Birliği'nin bugünlere nasıl geldiğini kronolojik olarak açıkladıktan sonra gelin isterseniz asıl konumuz olan bu yapının bize katacağı değerleri kendimizce bir değerlendiremeye tabi tutalım.


Belki ismi (hani Avrupa ya), belki yapısı  (Hristiyan dinine mensup devletlerden oluşması) belki taşıdığı değerler (insan hak ve özgürlüklerini kendilerinin işine geldiğine göre yorumlamaları) , belki kültürel yapısı, belki dinsel anlamdaki endişeleri (kendilerinin çıkardıkları ve artık kontrol edemedikleri İSLAMAFOBİ) belki yaşayışları, belki amaçları (ki artık bunları da gizlemeyerek alelade dile getirip icra ediyorlar PKK'sından FETÖ'süne terör elebaşlarını korumaları), belki planlamaları  (Ortadoğu bağlamında bölgede güçlü bir TÜRKİYE yerine onların hegemonyasında bir devlet ve millet anlayışı) ve elbette bu saydıklarımızın yanında belki de en önemlisi Müslümanların hamisi niteliğindeki Türkiye'yi dünya nazarında itibarsızlaştırmaya yönelik her türlü gayretleri Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecini 50'li yılından günümüze kadar getirmiştir. Yaşananlardan anlaşılıyor ki bu süreç Avrupa Birliği üye devletlerinin mantalitelerini ve Türkiye'ye karşı yürüttükleri politikaları değiştirmediği müddetçe süreç daha içinden çıkılmaz bir hal alacak.   


Türkiye'nin Avrupa Birliği serüveni

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşundan itibaren çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda uluslararası konjonktürdeki gelişmeleri yakından takip etmiş ve bu bağlamda OECD, NATO gibi uluslararası örgütlenmelerin etkin bir üyesi olmuştur. Bu doğrultuda, şuan ki yapısı itibariyle sözüm ona insanlık tarihinin en büyük barış projesi olarak nitelendirilen Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun (AET) 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Türkiye, 31 Temmuz 1959'da Topluluğa ortaklık başvurusunda bulunmuştur. Türkiye adına bu başvuruyu, dönemin Demokrat Parti lideri ve Başbakanı Adnan Menderes yapmıştır. Rahmetli Menderes, bu başvuruyla, Türkiye'nin Avrupa'ya ilk adımı attığını ifade etmiştir. "12 Eylül 1963" Ankara Antlaşmasıyla devam eden süreç darbeler ve siyasi istikrarsızlıklardan dolayı belli bir dönem askıya alınmak durumunda kalınmış olsa da sonraların da 1987 yılında Ankara Antlaşmasında öngörülenler süreç devam ederken üyelik başvurusunda bulunulmuş birlik tarafından belli gerekçeler gösterilerek üyelik isteği kabul edilmemiştir. Tabi ki bu yaşananlardan sonra Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne girmesi Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine ayrı bir boyut kazandırması Türkiye artık aday bir ülke olma konumuna yükseltmiştir.
Türkiye-AB ilişkilerinin dönüm noktası, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki'de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'dir. Bu zirve de Türkiye'nin adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir. Helsinki Zirvesi'nde, diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmasına karar verilmiştir. Türkiye için hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde AB Konseyi tarafından onaylanmış ve Katılım Ortaklığı Belgesi'nde yer alan önceliklerin hayata geçirilmesine yönelik program ve takvimimizi içeren Ulusal Program, 19 Mart 2001 tarihinde Hükümetimiz tarafından onaylanarak Avrupa Komisyonu'na 26 Mart 2001 tarihinde tevdi edilmiştir.
Katılım Ortaklığı Belgesi Avrupa Birliği tarafından, 2003, 2005, 2006 ve 2008 yıllarında tekrar gözden geçirilmiştir. Ulusal Program ise, 2003, 2005 ve 2008 yıllarında güncelleştirilmiştir. Avrupa Birliği'ne üyelik yolunda kararlılığını her fırsatta ortaya koyan siyasi irade, reform çabalarına da ivme kazandırmıştır. Böylece, müzakerelerin açılması için ön şart olan siyasi kriterlerin karşılanmasına yönelik uyum yasası paketleri yoğun bir şekilde Meclisten geçirilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin kapsamını genişleten, demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce, ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi alanlarda mevcut düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan reformlara devam edilmiştir. Bu çerçevede 2002-2004 yılları arasında 8 Uyum Paketi, 2001 ve 2004 yıllarında da 2 Anayasa Paketi TBMM'de kabul edilmiştir.

17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesi'nde, AB-Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası daha yaşanmış ve Zirve'de Türkiye'nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005'te müzakerelere başlanması kararı alınmıştır.3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg'da yapılan Hükümetler arası Konferans ile Türkiye resmen AB'ye katılım müzakerelerine başlamıştır. Yine aynı gün bir basın toplantısı düzenlenerek Türkiye için Müzakere Çerçeve Belgesi yayımlanmıştır. Böylece, Türkiye ile AB arasındaki inişli çıkışlı ilişki, çok önemli bir dönüm noktasını aşarak yepyeni bir sürece girmiştir. Katılım Müzakerelerinde mevcut durumda şu ana kadar 14 fasıl müzakerelere açılmış, bir tanesi geçici olarak kapatılmıştır. Süreci bu kadar detaylı anlatma gayretimiz şudur ki, şimdiler de konuşulan ve ülkemiz içerisinde de ne yazık ki güruh bir kesim tarafından desteklenen Türkiye'nin AB sürecinde gerektiği kadar reformları icra edemediği ve ister alırsınız ister almazsınız tavrında olduğu varsayımını destekleyici açıklamalarda bulunmalarıdır. Türkiye AB üyeliği ile alakalı üstüne düşeni iyi niyetli olarak en iyi şekilde programlamış ve uyum yasaları dahil sosyal ve ekonomik anlamda beklenenleri karşılayacak şekilde hatta ötesinde çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bundan sonrasında da iyi niyetli yaklaşımlara karşı da kendi üstüne düşeni layıkıyla yapacağından kimsenin şüphesi yoktur.
Aslında Türkiye'nin adaylık sürecinin diğer aday ülkelerin süreçleri gibi olmayacağını yukarıda da belirttiğimiz üzere bizler için büyük bir sürpriz değildi aslında. Kendi benliğinden, tarihinden, kültüründen, toprak bütünlüğünden ve devlet yapısından taviz vermeyeceğimizi sağlam bir siyasi duruş sayesinde artık daha belirgin bir şekilde hükümetlerimiz tarafından dile getirilmekte ve bu konuda da hassasiyetlerimizin Avrupa Birliği açısından da saygıyla karşılanması beklenilmektedir. Bunun yanında AB genişlemeden sorumlu komitenin diğer ülkeler için dikkate almadığı belki de göz ardı ettiği birçok konuyu mevzubahis Türkiye olduğu zaman olmazsa olmaz dayatmaları sürecin kısırdöngü haline girmesinden başka bir sonuç çıkarmayacaktır.  Emin olun şunun herkes farkında, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye kattığı değer ile Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne kattığı değer mukayese edilecek olsa Türkiye'nin AB katacağı değer her manasa daha değerlidir. Hem coğrafi konumu itibariyle bölgesel anlamda taşımış olduğu değer hem de sosyal kültürel ve ekonomik anlamda büyüyen gelişen bir Türkiye tüm konsorsiyumlar, birliktelikler için cazibe merkezi niteliğindedir.
Onun için bizler devlet ve millet olarak dün olduğu gibi bugün de birlik ve beraberliğimizi koruyarak bölgesel ve küresel anlamda duruşumuz olan, HAK'ın yanında olarak ZALİM'in karşısında dimdik durarak tavrımızı açık bir şekilde göstermeli; büyümemizi ve gelişmemizi sürekli olarak sağlayacak hamlelerle dünya mazlumlarının umudu zalimlerin de korkusu olma yolunda devam etmeliyiz. Etmeliyiz ki talep eden biz olmayalım arayan biz olmayalım; talep edilen aranan bir devlet olalım aynen tarihimizde olduğu gibi...
 

Bakmadan Geçme