• Haberler
  • 'ARAP BAHARI' BAHAR HAVASI ESTİRMEDİ

'ARAP BAHARI' BAHAR HAVASI ESTİRMEDİ

1971 Kayseri Hacılar doğumlu olan Ortadoğu uzmanı-Gazeteci-Yazar İslam Özkan İstanbul Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu… Yüksek Lisansını İlahiyat İslam Felsefesi bölümünde yaptı. Çeşitli gazetelerde ve televizyon kanallarında çalıştı. 1 yıl selam gazetesinde çalıştıktan sonra TV 5'de ve daha sonra TRT Arapça'da görev aldı. Muhtelif çeviri eserleri yaptı ve şuan da Birleşikbasın.com da dış haberler editörlüğü yapıyor. Özkan ile Ortadoğu'da ki çalkalanmaların nedenlerini, çalkalanma sonrası gelişmeleri ve Ortadoğu'yu bundan sonra bekleyen süreçleri değerlendirdik.


Arap Baharı başladığında TRT Arapça’da Görev alıyor muydunuz?

Evet. 2010 sonu ve 2011 başıdır Arap Baharı’nın başladığı tarih. Tunus’da ki ayaklanmalar 2010’un sonuna doğru başlamıştı. Mısır’da ise 2011’in şubatında... O sıralarda ben de TRT Arapça’da çalışıyordum.

Dolayısıyla İslam Coğrafyasında ki bu dönüşümleri ve değişimleri Türkiye veya Arap Kamuoyuna duyurmak için yakından izliyordunuz. Bu bilgilerinizi okuyucularımızla paylaşabilir misiniz? Arap Baharı gerçekten bahar havası mı estirdi? Tunus’tan başlayarak bir değerlendirme yapabilir misinizi?

Arap Baharı’nın Tunus’ta başlaması biraz sürpriz oldu. Çünkü Tunus Arap dünyası açısından çokta merkezi bir yer değil. Biraz daha kenarda kıyıda duran bir ülke… Tabi büsbütün önemsiz olduğunu söyleyemeyiz. Yani zaman zaman Tunus Ortadoğu’da ki gelişmelerde aktif rol oynamış bir ülkedir. Kendisine has bir yapısı vardır. Zamanında Fransızların sömürgesi altında kalmıştır. Ortadoğu’da ki en önemli Gelişme FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü), 1982’de İsrail’in Beyrut’u tasfiye ile tehdit ettiğinde FKÖ Beyrut’tan Tunus’a geçmişti. 1982’den özerk yönetimin anlaşmasının imzalandığı yıla kadar Yaser Arafat ve onun kurmay kadrosu Tunus’ta kalmıştır. Tunus böyle bir rol üstlenmişti. Dolayısıyla Ortadoğu’da ki gelişmeler ile ilgili yer yer böyle önemli misyonlar elde etmiş bir ülke. Ama hiş kimse Tunus’da ciddi manada bir değişim, dönüşüm, devrim veya bir ayaklanmanın olabileceğini çok fazla tahayyül etmiyordu. Tabi bir takım Arap stratejistlerden bir müteffekir olan Velid El Abid Arap Baharı’nın olabileceğini yıllar öncesinden öngören Ürdünlü bir yazar. Bölgeyi çok iyi tanıyan insanlar böyle bir beklenti içerisine girmişti. Çünkü diktatör yönetimlere karşı bir memnuniyetsizlik ve nefret vardı. Ekonomik ve siyasi başarısızlığın yanında İsrail’den alınan yenilgiler. Gururuna düşkün olan Arapların her seferinde aldığı yenilgiler de ve sadece savaş boyutunda değil entelektüel boyutlarda da ve diğer alanlarda da yaşanan hezimetler, bir toplumsal kargaşanın habercisiydi. Fakat bunun nerede ve nasıl olacağını kestirmek zordu. Mısır belki bu durumla ilgili en önemli ülkeydi. Çünkü Mısır Arap dünyasının her anlamda merkezi konumunda bir yer. Arap Birliğinin merkezi ve Arap Dil Kurumu’nun merkezi orada…

Tunus’ta olayın patlak vermesi eğitimli işsiz kesiminin sayısının fazlası olmasından kaynaklıydı. İşsizlik oranlarına baktığımı zaman Tunus ile Türkiye arasında çok fazla farklar yok. Ama Tunus’un farklılığı Üniversite mezunun işsiz sayısının çok olmasından kaynaklanıyordu. Üniversite mezunu işsizin olması çok tehlikeli bir durum. Çok bu insanların beklentisi çok yüksektir. Özellikle Tunus’ta eğitimin de kaliteli olduğunu belirtmek istiyorum. Tunus’ta Lise mezunları bile çok kaliteli eğitim aldığını ve liseyi de bitirmenin de çok kolay olmadığını düşündüğümüzde, burada ki üniversite mezunu insanların yönetime ne kadar büyük bir öfke duyduğunu…. Bu arada bütünüyle ekonomik olarak başarısız olduklarını söylemekte mümkün değil. Ekonomik veriler çokta kötü değil. Bu konuyla ilgili entelektüel Arap dergilerinde yayınlanmış araştırmalar var. Mesela dünya bankası ve IMF’in Arap Baharı’nda çok ciddi manada tökezlediğini ve yanılgıya düştüğünü ifade ediyor bu araştırmalar. Çünkü makro ekonomik veriler, Tunus ve Mısır ekonomisinin iye gittiğini, imalat ve üretim sektörünün çok ciddi manada geliştiğini ifade eden verilerle doluydu. Bu ayaklanma olunca birdenbire şok oluyorlar. Tabi ekonomik çevrelerde dünya bankası ve IMF üzerine ciddi eleştiriler yapılmaya başlandı. Yani siz hem Arap Baharı’nı görmediğiniz gibi bir de olumlu bir hava estirirken birden bire böyle bir şey meydana geldi.

Sosyal adaletsizlik üniversite mezunu işsiz oranının fazla olması, zengin ile fakir arasında ki uçurumun çok fazla olması tetikleyici bir unsurdu. Ama sadece ekonomik verilerle açıklanamayacak onur ve şeref kavramının ayaklar altına alınmasının önemi büyük.  Diktatörler İsrail ile savaştıklarını bahane ederek çok fazla özgürlük veremeyeceğini söylemiştir.

Küçük bir esnaf işlerini biraz ilerletip büyük bir market kurduğunda hemen rejimin adamları gelip, o markete el koyuyorlar. Ya büyük oranda haraç talep ediyorlar ya da o markete el koyuyorlar. Tunus’ta kendini yakan Muhammed Bouazizi üniversite mezunu bir işsiz aynı zamanda… Kendini niçin yakıyor? Tezgâhına el koymalarından dolayı yakıyor. Yani İşportacılık yapmasına bile izin vermiyorlar. Sizin bazı ihtiyaçlarınız var. İşportacılıkla bile bunu karşılamaya razısınız ama buna bile rıza gösterilmiyor. İte o olay toplumsal patlamanın son damlasıydı.

Anlatımlarınız da şöyle bir sünettüllahın gerçekleştiğini, insan hemen düşünüveriyor; tarihte baskı ve zulümlerin yoğunlaştığı dönemlerde bu baskı ve zulümlerden kurtulmak için çareler arayan insan sayısı da fazlalaşıyor. Tunus şuanda Müslümanları sevindirecek bir konumda mıdır?

Tunus’da ki şuan ki yapı İslami Nahta Partisi’nin çoğunluğu elde ettiği bir parlamento ve o parlamentonun seçtiği hükümet iş başında… Tunus’ta bazı gelişmeler var ama sanki henüz istenilen hedeflere ulaşılmamış gibi gözüküyor. Bu anlamda diğer ülkelerde olduğu gibi Tunus’da da devrim devam ediyor.

Tunus’un en büyük sorunu şimdi iç meseleleri ile boğuşuyor olması, bir tarafta ekonomik sorunlar diğer taraftan yaşanan müthiş bir kaos devlet henüz otoritesini kurmuş değil. Daha çok kendi içine kapanık selefi ile batı yanlıları arasında ki bir çatışma olarak devam ediyor. Bu çok üzücü bir durum. Halk ayaklandığı hedeflerin dışına çıkmış gibi görünüyor.

Mısır 40 yıla yakın halkına zulmeden Hüsnü Mübarek yönetimindeydi. Mısır’da ki gelişmeler nasıl oldu ve orada ki süreç ne durumda?

Mısır’da da devrim başlarda doğru bir şekilde ilerliyordu. Kayıplarda diğer ülkelere göre daha az yaşanmıştı. Fakat devrimden sonra yaşananlar Tunus’da yaşananlar gibi oldu.

Bugüne geldiğimizde Müslüman kardeşlere bir sempati var. Ama halktan gelen bu teveccühün ne kadar doğru kullanılacağı belirsiz. Selefiler halktan gelecek talebi karşılayamayacak. Doğru bir siyasi duruş sergilemezlerse uzun süre talepleri karşılayamamaklarını düşünüyorum. 

Kendisine karşı devrim yapılan Hüsnü Mübarek’in çizgisinde olan Ahmet Şefik adlı ismin %45’lere varan oy almış olması bu ciddi bir karamsarlığa itecek bir nokta… Tabi bu noktada Mısır halkının niye böyle bir tercihte bulunduğunu, her ne kadarda Mursi Cumhur Başkanı olsa da kıl payı bunu kazanması ve Hüsnü Mübarek rejimi yanlısı bir ismin büyük oy almış olmasının gerekçeleri irdelenmeli. Bunu irdelediğimizde eğer Mısır’da istikrarsızlık ve kaos bu şekilde devam ederse halk kendince istikrar getirecek siyasi yönelimi ne olursa olsun bazı isim ve kuruluşları başa getirebilir. Mısır’da bir an önce istikrarın sağlanması gerekiyor. Yaşanan bu süreçler devrimin daha sona ermediğini gösteriyor.

Sistemler Allahın istediği makul hallere getirilmedikçe siz sokakta ve parlamentoda ezan okumuşsunuz ne anlam ifade eder? Böyle bir istek ne derece makul bir istek?

Sizin söylediğinizi farklı bir şekilde ifade edeceğim. Büyük dönüşümler gerçekleşmeden o büyük dönüşümlere hizmet etmeyen çok küçük tali istekler peşinde koşmak hem kendi taraftarlarını küstürür, hem de sizin aslında gitmek istediğiniz büyük dönüşüme yarar yerine zarar getirir. Mevzi kazanımlarla ilerleme kaydedilebilir. Bunda herhangi bir mahsur yok. Toplumun daha fazla dindarlaşması ile ilgili parlamentoda ve yasada bazı işlerin yapılması beis değil. Ama İslami hedeflerin doğru algılanması var. Bana göre İslami hedeflerin 2 amacı var; birey için kamil insan; ahlaklı ve erdemli insan, ikincisi ise toplumda adaleti sağlamak. Bu bireysel ve toplumsal hedefi gerçekleştirdiğiniz anda İslam’a hizmet olmuş olursunuz. 

Arap Baharı’nda Libya sürecini anlatır mısınız?

Tunus ve Mısır’da ki gelişmelerden etkilenen Libyalılar da yıllardır bir kapalı rejim altında yaşıyorlardı. Açık bir ülkenin ve kapitalizmin ne olduğunu çok iyi bilmiyorlardı. Tabi Arap Baharı’nı bu şekilde değerlendirenlerde var. Kapitalizmin sermaye yapısının kapalı ülkelere girişi noktasında ciddi bir rol üstlendi. Kapitalizmin sermaye yapısının girişi noktasında ciddi bir rol üstlendiği noktasında tespitlerde var ki bütünüyle göz ardı edilecek tespitler olmadığını görüyoruz.

Kimin ithalat kimin ise ihracat yapacağını iktidar karar verirdi. Dolayısıyla belki de insanlar medya ve sosyal paylaşım sitelerinde diğer ülkelerde gördüğü sistemin hayalini kurmaya başladılar. Öyle bir sistemin çok daha iyi olacağını düşündüler. Ancak onlar kapitalist sistemin ne demek olduğunu bilmediği için böyle bir tercihte bulunmuş olabilirler. Libya’da devrim sonrası yaşanan güvensizlik ortamı Libyalıların maalesef, Kaddafi dönemini arar hale gelmeye başladıklarını görüyoruz. Dolayısıyla da Libya’da da devrim amaçlarından sapılmış bir durumda. Şuanda Libya’da da devrimin sonu nereye gideceği meçhul bir durumda …

Çok kısa sürede gideceği belirtilen Esed’in konumunu korumuş durumda… Suriye’de neden istenilen bir süreç gerçekleştirilemedi?

Suriye’de ki siyasi ve toplumsal yapı diğer Arap ülkelerine göre çok farklı bir yapıya sahip olduğu için burada ayaklanma amacına ulaşılamadı. Burada ki ayaklanma da amacında sapıp. Barışçıl gösteriler yerine savaşçıl bir tavrın alması sürecin daha fazla tıkanmasına neden oldu. Eğer barışçı yollar takip edilseydi ben rejimin daha fazla köşeye sıkıştırılacağı kanaatindeydim. Yani sivil insanların masumane taleplerini yerine getirmeleri için yaptıkları gösterilerden ibaret olacaktı. Toplumsal hareketlerden silahlı mücadeleye dönüşüm olunca tabi işin seyri değişti. Bu aynı zamanda Suriye ulusal konseyinin ve Suriyeli muhaliflerin ortaya koyduğu ilkelerle de çelişmek anlamına geliyordu. Suriye Muhalefeti benimde katıldığım ilk programlarda, şiddette hayır, uluslar arası müdahaleye hayır ve mezhepçiliğe hayır şeklinde üç ilke belirlemişti. Fakat muhalifler bu ilkelerini tek tek çiğnedi. Suriyeli muhaliflerin içeride ve dışarıda yeterince koordineli olamamaları Suriye içerisinde ki yapıların kendiliğinden bu mücadeleye dönüşmesine neden oldu.

Söyleşi: İlahiyatçı-Yazar Abdulhamid Bayırbaş 

Bakmadan Geçme