Arakan'da neler oluyor?

İHH'nın düzenlediği Kurban organizasyonu çerçevesinde bayramı Arakan'da geçiren Erdal Ergenç bölgeye dair izlenimlerini kaleme aldı.

1000 yıllık geçmişe sahip olan bir coğrafya Myanmar coğrafyası. Tarih boyunca okyanusa olan kıyıları, körfezleri ve doğası ile birlikte ticaretin merkezi olmuş. Bengal Müslümanlarının çabaları sonucunda İslamlaşan ve uzun sayılabilecek bir zaman aralığında İslam devleti olarak hayatını sürdüren Rohingya Müslümanları, Burmalı Budistlerin saldırıları sonucunda yenilgiye uğramış ve gelinen noktada, ülkenin kuzey doğu bölgesine sıkıştırılarak, kendi ülkelerinde yabancı konumuna düşmüşlerdir.

1800’lü yılların sonlarına doğru Avrupa’da esen sanayi devrimi ve bu devrimin getirdiği sömürgeleştirme politikaları sonucunda, Avrupa’daki devletler kendilerine ekonomik kaynaklar sağlayacak güçsüz devletleri sömürgeleştirmiş ve bölgede yaşayan halklara musallat olmuşlardır. Birinci ve ikinci dünya savaşlarından yorgun çıkan batı ülkeleri, konjonktürün trendi olan sözde demokratik yönetim hakkını, sömürdükleri ülkelere vermek zorunda kalmış, bu devletlerin bağımsızlıklarını kazanmalarına engel olamamışlardır. Bu yıllarda İngiltere’nin sömürgesi olan coğrafya 1948 yılında bağımsızlık hakkı kazanmıştır. Bağımsızlık mücadelesi sırasında Arakan bölgesinde yaşayan Rohingyalı Müslümanlar, Burma bölgesinde yaşayan Budistler ile birlikte olmuş, bağımsızlık mücadelesini birlikte yürütmüşlerdir. Kazanılan bu zafer sonucunda 1962 yılına kadar Myanmar’da yaşayan tüm etnik gruplar eşit şartlarda yaşamını devam ettirmişlerdir.
1960 yılında gerçekleşen askeri darbe sonrasında bu eşit yaşam hakkı standartları inkıtaya uğratılmış, askeri cunta bu yıldan sonra Müslüman Rohingyalıları sürekli ve programlı bir şekilde ötekileştirmeye, kimliksizleştirmeye ve hatta yok etmeye başlamıştır. Bu süreçte, memur olma, temsil etme ve edilme, askerlik, serbest dolaşım, sağlık, eğitim gibi hakları elinden alınan Müslümanlar sürekli olarak Arakan bölgesine sıkıştırılmaya çalışılmış. Gücü tekelleştirerek zulmü yaygınlaştıran Burma’lı cunta, öncesinde herhangi coğrafi tanım kullanmazken, Müslümanları sıkıştırdıkları Arakan bölgesine Rohingya şeklinde coğrafi bir tanım getirmişler. Üç bölgeden oluşan bu siyasal yapıyı tanıyan cunta yönetimi, bölge içinde yaşayan yerleşik halkı ayrıştırmak ve birbirlerine düşman kılmak için her türlü politik, siyasal oyunu oynamış, hatta terör faaliyetlerini bile mübah görerek bölge halkının birbirine düşmanlık yapmasını sağlamışlar.

Bu toplumsal ayrışmayı, kin ve öfkeyi besleyen cunta, sözde karışıklığı gidermek ve yeni bir düzen getirmek niyeti ile bölgede yaşayan yerli haklın tüm siyasal haklarını elinden almışlar. Sosyolojik olarak büyük bir kırılma yaşayan Müslümanlar, Myanmar cuntasının bu oyunlarına karşı içe dönük koruma refleksleri geliştirmişler. Bu dönemde bölge Müslümanları arasında silahlı savunma grupları, siyasal örgütler oluşmaya başlamış. Bu arada İngiltere hükümeti soğuk savaş sonrası kazandığı sinsi ve politik yeteneklerle hazırladığı oyunları bölgede uygulamaya koymuş, bölgenin tüm doğal kaynaklarını sömürmeye devam etmiş. İngiltere bu sinsi tavrına davam ede dururken, Müslüman halk arasında yoğun ilgi gören siyasal ve askeri grupların farkına varan cunta, yeniden bu gruplarla masaya oturarak bölge Müslümanlarına, bir süre önce ellerinden alınan hakların birçoğunu geri vermiş.

1978 yılında yapılan seçim sırasında Bangladeş ile Myanmar sınırındaki bir bölgenin Nüfus sayımına dahil edilip edilmemesi ile ilgili çıkan anlaşmazlık sonucunda daha önce imzalanan Banglu Anlaşması yürürlükten kaldırılmış. Böylece sağlanan kısmi barış ortamı, tüm etnik grupların tekrardan silahlanması ve Burma hükümeti ile savaşmaya başlaması ile sona ermiş.

82 Anayasası…
1982 yılına kadar devam eden bu süreç, ülkeyi içinde bulunduğu kaostan kurtarmak ve uluslararası standartlara ulaştırmak kaygısını tetiklemiş. Ancak yeni vatandaşlık tanımı ile aslında bu kaygının hiçte samimi olmadığını ortaya koymuş. Yeni vatandaşlık tanımına göre Myanmar halkı, Tam Vatandaş, İlgili Vatandaş ve İlgisiz Vatandaş olarak 3 gruba ayrıştırılmış. Budist Burmalılar 1. Sınıf, daha önce coğrafi tanımı yapılan Rohingya dışında yaşayan diğer etnik ve dinsel gruplara 2. Sınıf, Rohingyalılara ise 3. Sınıf vatandaşlık hakkı verilmiş. Rohingyalılar eğer isterlerse 1. Veya 2. Sınıf vatandaşlığa geçebilirler ancak dinlerinden ve etnik kimliklerinden vazgeçmek şartı ile. Cunta tarafından yapılan söz konusu teklifi kabul etmeyen Rohingyalı Müslümanlar kendi ülkelerinde kimliksizliği tercih etmişler.

1988 yılında, 1982 anayasasında tanımlanan vatandaşlık tanımına göre kimlik dağıtımına başlanmış ancak ülke genelinde yaşayan Müslümanların yüzde 60’ı hiçbir vatandaşlık tanımına dahil edilmeyerek kimlikleri verilmemiş.
90’lı yıllara kadar oyalama, sindirme politikalarını devam ettiren cunta yönetimi Rohingyalı Müslümanları sistemin dışına atmaya başlamışlar. Sahipsiz, korumasız ve kırılgan bir yapıya sahip olan Arakanlı Müslümanların, bu tarihten sonra acımasızca ve insanlık dışı yöntemler ile yaşam hakları ellerinden alınmaya başlanmış.

Zulüm Ağırlaşıyor…
2012 yıllarında bu zulümler en üst düzeye ulaşmış. Cunta yönetimi Arakanlı Müslümanların içinde kendilerini savunmak ve yapılan bu zulümlere karşı bir direniş sağlamak amacı ile kurulan silahlı grupları da bahane ederek bölge halkını sürgüne zorlamış, toplama kampları oluşturmuş ve neredeyse tüm yaşam haklarını ellerinden almışlar.

2016 yılının sonuna doğru kurulan Arakan Rohinga Salvation Army (ARSA)’nın yaptığı eylemler sonucunda 2016 yılında binlerce insan ölmüş. ARSA Rohingya Müslümanlarının genelinden destek almadığı gibi yaptığı eylemler genel olarak cuntanın siyasal hedeflerine hizmet ettiği söyleniyor. Bölgede yaşayan halkın içine girerek kendilerini kamufle etmeye çalışan bu örgüt üyelerini bulmak için operasyonlar düzenleyen cunta ordusu ve güvenlik güçleri bölge halkı ile örgüt üyelerini birbirinden ayıramadığı için veya böyle istediği için, yerleşim yerlerinde yaşayanların tümü, göçe zorlanıyor, evleri yakılıyor, direnenler öldürülüyor, direnişi kırmak için çoluk çocuk, kadın, yaşlı demeden kıyımdan geçiriyorlar.

25 Ağustos olayları…
Nobel barış ödülüne layık görülen ve şimdiki Myanmar Hükümetinin başında bulunan Ang San Su Çi göreve geldiği tarihlerde eski Birleşmiş Milletler Sekreterliği yapmış olan Kofi Annan’ın başında bulunduğu komisyona ülkesindeki karışıklığın sona ermesi ve barışın hakim olması için bir rapor hazırlamasını istemiş. Hazırlanan Kofi Annan komisyonu raporunda yer alan çözüm önerileri Hükümet ve askeri cunta tarafından yürürlüğe sokulmak ve kanunlaştırılmak üzere 24 Ağustos 2017 de kabul edilmiş. Rohingyalı Müslümanlar tarafından da büyük bir heyecan ve beklenti ile karşılanmış.

Bölgedeki Rohingyalı Müslümanlar ile ilgili sorunlara siyasal anlamda somut ve gerçekçi çözüm önerileri sunan raporun kabul edilişinden bir gün sonra 25 Ağustos 2017 tarihinde ARSA tarafından derhal üstlenilen bir eylem sonucunda Myanmar hükümetine bağlı onlarca karakol basılmış, birçok asker ve güvenlik görevlisi öldürülmüştü. Sonrasında ise zaten vatandaş olarak sayılmayan ve kimliksiz olarak yaşamlarını devam ettirmeye çalışan Rohingalı Müslümanları yok etmeye ayarlanmış cunta, Mungdav bölgesinde yaşanan bu olayları bahane ederek sekizyüzbin insanın yaşadığı bölgeye operasyonlar başlatmış; yaklaşık üç bin kişiyi katletmiş, üçbine yakın evi, işyerini, yaşam alanlarını yakarak yok etmiş, yine yaklaşık üç yüz bin kişinin evinden yurdundan göç etmesine ve mülteci olmasına yol açmıştır.

Gelinen noktada, onlarca yıldır bölge abluka altında tutulmakta, giriş çıkışlar yasaklanmış ve bölgeden herhangi bir resmi haber alınamamaktadır. Haberler Hükümet tarafından verildiğinden, doğrulukları konusunda endişe duyulmaktadır. İnsan hak ve hürriyetlerinin yok sayıldığı, saldırıldığı artık somut olarak uluslararası kamuoyunda kabul edilen bu coğrafya halen kimsesizliğini, savunmasızlığını ve kırılganlığını korumaya devam etmekte.

Arakan izlenimleri
İHH’nın düzenlediği Kurban organizasyonuna katılmak için uzunca bir uçuştan sonra ulaştığımız Myanmar’ın Yangon kentinde faaliyet gösteren, Sivil Toplum Kuruluşları ve İnsan Hakları Kuruluşlarının yetkilileri ile görüşmelerimiz sonucunda edindiğim ve doğruluğu konusunda endişemin olmadığı bu bilgileri sizinle paylaşmak istedim. Görüştüğümüz ve bölgede yardım ve insan hakları ile ilgili programlar yürüten sivil toplum kuruluşlarının yetkililerinin çözüm önerileri ise gerçekten dikkate şayan. Görülmemiş bir iştahla dillerden düşürülmeyen modern demokratik hayatın yaşanması istenilen bir zamanda, uluslararası güçlerin Demokrasi adı altında gerçekleştirdikleri zulmü birde bu pencereden görmenizi istiyorum… İşte yaşadığımız çağda sosyolojik bir problem gibi görülen ancak tamamı ile kökende dinsel kaynaklı probleme çözüm önerileri… Bölgede yaşayan halkın içinde bulunduğu durumun fotoğrafı:

  1. Sınırı belli olmayan insani yardım faaliyetleri (tüm azınlıklara)
  2. Ordunun operasyonlarının şeffaf olması, doğru bilgilerin verilmesi. Cenevre konversiyonu çerçevesinde güvenlik güçlerinin eğitilmesi.
  3. Serbest dolaşım hakkının verilmesi
  4. Yerel insanların kendileri hakkında bilgi vereceği ve kendilerini savunabilecekleri bir mekanizmanın oluşması.
  5. Vatandaşlık haklarının uluslararası standartlara ulaştırılması.
  6. 82 anayasasında bulunan tanımlamalar sonucu oluşan ve toplumsal ayrışmaları tetikleyen kanunların kaldırılması (bu yasalardan dolayı farklı etnik gruplar birbiri ile evlenememektedirler)
  7. Uluslararası standartlarda özgür araştırma komisyonunun kurulmasına ve çalışmalar yürütmesine izin verilmesi.
  8. Kofi Annan komisyonu raporunun yürürlüğe geçirilmesi.
 

Bu tahliller, bilgiler ve ortaya çıkan kaos fotoğrafı bir yana, ocağımdan binlerce kilometre uzakta, bizi bekleyen ve gördüklerinde gözleri dolan onca kardeşimin olması gurur verici bir duygu. Yangon hava limanında bizi güler yüzü ve ilgisi ile karşılayan Faysal kardeşin o takdiri hak eden sabır ve iştiyakı yaşanmaya değerdi. Saatlerce hiç yorgunluk belirtisi bile göstermeden ulaşmamız gereken her noktaya ulaşmamızı sağladı sağ olsun.
Kurban Bayramını idrak etmeye, hiç tanımadığım insanlar ile birlikte saf tutarak başladık. Esmer tenli ufak vücutlarından havanın nemli olması ve sanırım kurbanlık hazırlanması sonucu ortaya çıkan ter damlalarını hissederek pekiştirdik gardaşlığımızı. Camiye giderken adımladığımız yol boyu saf saf dolmuştu. Uzaklardan bile duyulabilecek yükseklikte, eşsiz kıraat ve ses ile okunan ayetler bizleri daha çok yakınlaştırıyordu. Göğsüm kabarıyor, daha dik ve daha onurlu oluyordum.

Tanımayan, ama yabancı olmayan bakışlar içinde İHH’nın bize verdiği sorumluluk gereği kurbanlıkların yanına kadar ulaştık. İHH’nın Myanmar’daki organizasyonunun bir parçası olan MRF derneği profesyonel bir ekip ve muhteşem çaba ile birkaç saat içinde, Türkiye’den bağışlanan 120 büyükbaş hayvanın kesim, parçalama ve paylara bölme işlemlerini tamamlamıştı.

“Şimdiye kadar yaşadıklarım hiç benzemiyordu”
Asla unutamayacağım, her hatırladığımda, içimin burkulacağı zamanlar yaşadık cami avlularında… Çocuklarımızın yüzüne bile bakmadığı balon ve şekerleri oradaki çocuklara dağıtırken yaşadıkları sevinç ve gözleri ile dudaklarından fışkıran teşekkür ifadeleri, yankılanıp duruyor kulaklarımda. Uç uç böcekleri gibi rengarenk mutluluklar saçarak etrafımıza koşuşturup durdular, orda olduğumuz zaman aralığında. Biz bu duyguların hazzını yaşarken kurban paylarının verileceği ailelerin temsilcileri, bacılarımız, ağabeylerimiz, dedelerimiz sıraya girmişti bile… Çok acı çektim. Birkaç kg et dolu poşeti almak niyeti ile sıraya girdikleri için çok sıkıldım. Bana al uzat şu torbayı diye söylendiğinde, zorlandım, kavruldu sanki ciğerim. Atamadım içimdeki o benzersiz duyguyu ve uzattım poşeti bacımın eline doğru… O an gözlerim neyi görüyor ve ben hangi iklimi yaşıyordum hatırlamıyorum. Şimdiye kadar yaşadıklarım hiç benzemiyordu buna. Yediklerimizin ve israf ettiklerimizin sınırı yoktu… Poşeti elimden almak için uzanan insanoğlunun vücut dili, kirlenmiş kalbimi bir sünger yumuşaklığında silip cilalamıştı sanki. Sol eli ile sağ kol dirseğini avuçlamış, vücut öne doğru eğilmiş ve toprağa yönelmiş bakışlar. İhtiyaç sahibi, kirlenmiş, temizlenmeye muhtaç ve bu ümit ile yola çıkmış ben, yere batıp gözlerindeki mahcubiyetin izini silmek istedim o an.

Gün sona ermek üzere iken caminin fayans kaplı zemininde Rabbimize verdiği nimetlerden dolayı şükürler içeren yakarışlarla secdelere kapandık. Zulmün eşsiz bir seviyede sürdüğü Arakan ve Myanmar’da yaşayan kardeşlerimize dualar ettik. Kendimize, ocağımızda tüten ateşe ve ümmetin geleceğine dair buruk ümitler yüklenerek otel odamıza geri döndük…

Yangon’un sokak aralarında küçük ve sakin adımlarla yürüyen, sadece yaşam alanı ile sınırlı dünyalarında mutlu olduklarını hissettiğim insanların, bir başka bölgede kan içen canavarlara dönüşmesini anlayamadım sonra… Neden sorusu keskin dişleri ile kemirip durdu zihnimi. Nasıl olurdu bu vahşet… Anlamaya çalışmak için çok uğraştık. Çok soru sorduk birbirimize. Birkaç cevap oluştu sonra; Allah’tan korkmayan için insan hayatının bir değeri yoktu. Adalet ancak evreni yaratanın talimatlarına uymakla sağlanabilirdi.

Hal böyle iken, yoğun nem, ekvatoral bölgenin kendine has egzotik bitkilerinin tad ve kokuları, sütlü çay ve ananas suyunun verdiği mistik, öfke içeren, aynı zamanda ümitvar olmaya zorlanan duygular ile 7 günlük bir yaşam arası vermiş oldum kendime.
Erdal ERGENÇ

Yorumlar 1
Mehmet Doğan 16 Eylül 2017 14:54

Allah razı olsun.

Bakmadan Geçme