VELİLİK KAVRAMI

Kur'an'daki velilik kavramını ele alıp incelersek İslam toplumundaki veli kavramının nasıl bir anlam farklılaşmasına uğradığını kavrayabiliriz. Velilik kavramı bugün genellikle asıl anlamından oldukça farklı bir şekilde kullanılmaktadır. Bunun en önemli nedeni ise neredeyse 1000 yıldır belirleyici formlarını muhafaza ederek gelen Ehl-i Sünnet olarak kendini tanımlayan anlayışın İslam Dünyasındaki hakimiyetidir. Eğer velayet kavramının kaynağı Kur'an ise bu kavramı Kur'an bütünlüğü içerisinde ele almak zorundayız.


 Kur'an anlaşılmaya çalışılırken elbette mutlak bir objektif yaklaşımdan bahsedilemez.  Ancak ne kadar fazla önyargımızı silebilirsek ve samimi olursak o derece Kur'an'ı daha iyi anlayabiliriz. Bu anlamda Kur'an'ın anlaşılması muhafazakar anlayışlar için risklidir. Otoritelerin tartışılmaz yönlendiriciliğini de zaman zaman devre dışı bırakabilir. Kur'an eğer Allah'ın kullarıyla konuşmasıysa kullarının anlayış kapasitelerine göre vahyedilmiştir. Yok böyle değilse niçin şöyle sormaktadır?
 ''Onlar, Kur'an'ı hiç düşünmüyorlar mı, yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var? '' (47 Muhammed 24)
 ''Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?'' (54 Kamer 17,22,25,32,40)
 Ayetlerde hep Kur'an'ın yol göstericiliği vurgulansa da Müslümanlar asırlar boyu Kur'an'dan ayrı bir din anlayışı oluşturdukları için Fıkıh, Kelam, Tarih, Hadis, Tefsir gibi disiplinleri uzmanlarına havale ettikleri gibi Kur'an'ı okuma-anlama işini de çoğunlukla onlara havale ettiler. Çoğu zaman Müslümanların Kur'an'ı anlama-okuma çabalarını beyhude hatta sapma ve hatta küfür olarak değerlendirdiler. Böylece bu anlayışın katkısıyla zaten Kur'an'ı anlama yönünde fazla da gayretli olmayan Müslüman toplumlar tümden Kur'an'dan uzaklaştı. Halbuki Kur'an'ı anlama ameliyesi sadece din uzmanlarının yapacağı bir iş değil her Müslüman bireyin sırtından atamayacağı bir sorumluluktur. Bu kitap uzmanlarına inmedi bilakis bütün insanlığa indi. O halde kitabın muhatabı sadece Müslümanlar da değildir. Kitab 'ya eyyühennas' (ey insanlar!) diye seslenirken bizler insanlara ''siz bu Kur'an'ı dinlemeyin anlayamazsınız,  biz Müslümanlar bile alimlerimizden bu kitabın anlamını zor öğreniyoruz'' mu diyeceğiz?
 

Evrensel İslami anlayış ancak Kur'an ile kazanılabilir. İhtilaflar ancak Kur'an ile çözülebilir. Bu hem çok kolay hem de çok zordur. Kolaylığı Kur'an dilinin sadeliği, ikna yöntemi, bozulmamışlığı kolay anlatılır ve anlaşılır olmasındandır. Zorluğu ise Müslümanların asırlar boyu birikmiş taassuplarını bir çırpıda söküp atamayışlarındandır.  İşin daha acı yönü ise genellikle her yeni mühtedi  bile bu taasubî mirası devralmakta Kur'an dışı bilgilerin oluşturduğu çatışma anlayışını devam ettirmektedir. Evrensel anlamda Kur'anî din dilini yakalayamamış Müslümanlar tarihi süreçte oluşturulmuş dini söylemi ister istemez tekrar etmektedirler.  

Kur'an ekseninde gelişmeyen din anlayışının başka bir mahsuru ise devasa bir külliyat haline gelen dini bilginin, konunun mütehassıslarının bile takat yetiremeyeceği bir hacme ulaşmasıdır. Din gibi bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gereken bir alanda bütüncül bakışın kaybedilmesi, bilgi sahibi bunca insanın ister istemez dinin bir alanında ve hatta o alanın da ancak belli konularında söz söyleme selahiyetini kendilerinde bulmalarına yol açmaktadır. Bu insanların çokça yakındıkları lim profilinin azlığı veya yokluğu konusuyla da yakından ilgilidir. İşte Kur'an ekseninde gelişen bir ilmî yoğunlaşma bu devasa külliyatla baş edebilme problemini de önemli ölçüde ortadan kaldıracaktır.  Kur'an anlayışı konusundaki bu genel değerlendirmeden sonra velilik konusuna dönelim. Kur'an anlatımına göre Allah ile resulleri, mü'minler, melekler arasında bir velayet bağı bulunmaktadır. Kafirler ile şeytan arasında ise yine bir velayet bağı bulunuyor. Ancak bu ikinci velayet bağı suni ve geçicidir. Asıl kalıcı ve gerçek olan ise birinci velayet yani rahmani olan, şeytani olan değil.
 Kur'anda birçok ayette mü'minlerin vasıflarından bahsedilmektedir. Bu vasıflardan birisi de velilik vasfıdır ki Allah bütün mü'minleri kendisinin ve resulünün velileri ilan etmiştir.
 Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkr edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.'' (2 Bakara 257)
 'Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir.'' (5 Maide 55)
 O halde gerçek anlamda iman etmiş kişinin dostu (velisi) Allah Tealadır. Teorik anlamda bir kulun imanının hakiki mi yoksa zahiri mi olduğunu kavrayabilme imkanına sahip değiliz. Biz ancak zahiri verilerin ışığında değerlendirmede bulunabiliriz. Kalpleri bilen Allahtır. Bu aynı zamanda gerçek velilerin kim olduğunun Allah tarafından bilinebileceği anlamına gelmektedir. Mü'minleri dereceleri de elbette farklılık göstermektedir. Bu farklılığa göre velilikteki yakınlık değişmektedir.
 

''Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız,  takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, alîmdir, habirdir..''(49 Hucurat 13)  

Ayetin açık hükmüne göre üstünlük takva yönüyledir. Takvaca kimin önde olduğunu ise Allahtan başka kim bilebilir? Takvaca önde olan velilik yönüyle de önde demektir. Takva ise doğru bir imandan sonra Allah'ın yasaklarından kaçınmak ve O'nun emirlerini yerine getirmektir. Takvanın tam olarak ideal anlamda gerçekleşmesi insan gerçeğiyle pek uyuşmaz. Takvanın bütünüyle gerçekleşememesi demek kişinin velilik dışına itilmesi anlamına gelmez. Allah'a ve dinine karşı bir tavır alma, meydan okuma gerçekleşmediği sürece takva ve velayet tamamıyla ortadan kalkmaz. Aslında velilikten emin de olunmaması gerekir. Kendi veliliğinden veya başka birinin veliliğinden emin olunması demek  cennetten emin olunması anlamına gelir ki bu Kur'an'da  bize öğretilen Allah korkusuna aykırıdır. Kul kendi beraetini ilan edemez, başka birinin beraetini ilan ise daha abestir. Ancak genel anlamda Kur'an'ın bize haber verdiği Peygamberlerin, Müminlerin, Muhacirûnun, Ensarın kurtulduğunu söyleyebiliriz.  ''Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, onlar mahzun olacak değildirler. Onlar iman edenler ve  korkup-sakınanlardır.'' (10 Yunus 62,63)
 Bu ayet bize İman edenlerin Allah'ın velileri olduğunu bildiriyor. O halde Mü'minleri Allah'ın velayetinden kim azad edebilir? Allah Tealanın verdiği bu rütbeyi ondan kim sökebilir? Allah'ın bir velisine yani bir mü'mine imanından dolayı düşmanlık eden elbette ki Allah'a düşmanlık etmektedir.
 Yukarıda anlamını verdiğimiz Yunus Suresi  62. Ayetinde geçen '' onlar için korku yoktur, onlar mahzun olacak değildirler'' pasajı Kur'an da tam 12 yerde geçmektedir. (2/38,62,112,262,274,277-3/170-5/69-6/48-7/35-10/62-46/13) Bu ayetler incelendiğinde burada bahsedilenlerin Mü'minlerden ayrı bir zümre olmadığı açıkça görülür. O mü'minler ki; Din kalesinin muhafızları, Cennet yurdunun varisleri, şehitler ve sıdıklardır onlar.
 ''Allah'a ve O'nun resûlllerine iman edenler; işte onlar Rableri katında sıddîklar ve şehidlerdir. Onların ecirleri ve nurları vardır. İnkr edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise; işte onlar da cehennem halkıdır. ''(57 Hadid 19)
 İmanı sıradan bir olaymış gibi algılayıp Kur'anın bunca övgüsüne rağmen Mü'minlerin üstünde ayrıca seçkin bir sınıf oluşturarak onları  alt tabakadan himmete muhtaç kalabalıklar olarak avam katagorisinde değerlendirmek nasıl açıklanabilir? İman olgusunu insanlar zihninde hafifletmek için   kendilerinin veli gördüklerinin dışındakileri sıradan Müslümanlar, Cennet ile avunan nasipsizler, zahir kabuğunun taliplileri gibi tahkir sözleriyle alaya alanlar had ve hudud sınırlarını bir hayli zorlamaktadırlar.
 

Ehl-i tasavvufa göre; Marifetullah ilminin sahibi ariflerdir onlar. Ehlullahtır onlar incitilmez, gayretullaha dokunur. Hak aşıkları gafletten uyarıcı mürşitler eteklerine yapışmak gerekir. İman onlar ile kemale erer can onlar ile canana teslim edilir, hak ve hakikat onlar ile bilinir. Onlar her daim Allah iledir Allah yolunun erenleri gözü uyuyup kalbi uyumayanlardır. Onları kılavuz yapmazsak kılavuzumuz şeytan olur. Onlar olmasa ne yer kalır ne gök Kainat onların yüzüsuyu hürmetine ayakta kalır. Onlar ölmez hakka kavuşur. Onların sözleri Haktandır, ilhamdır itiraz edilemez. Onları eleştirenler belalara uğrar çarpılır. İşlerimizin rast gidişi onların himmetiyledir. V.s.  

Onlara göre Kur'anda veli olarak adlandırılan kişilerin özellikleri bunlardır. Fakat bunca tarife rağmen aradığımız veliyi nasıl bulacağız. Kimisine göre bu vasıftakilerin hepsi mezardadır. Ancak bu ölülerin himmeti bizi irşad eder. Kimilerine göre bu vasıflar kendi şeyhindedir diğer şeyhler bu vasıfları taşımamaktadır. Kimileri ise engin bir hoşgörü ile bütün velilik iddiasında bulunanları hoş tutarak yukarıda sayılan vasıfları mevcut iddiacılar arasında paylaştırmaktalar. Kimileri de tasavvufun çok doğru bir yol olmadığını savunup yine de açıkça tavır almaktan çekinerek mevcut şeyhler için kimisine hazretleri, kimisine bedi, kimisine hoca efendi diyerek bunları hoş tutmaktalar. Yine çok moda bir tabir var sahte şeyh. İslam'da şeyhlik diye gerçek bir kurum mu var ki sahtesi olsun? Gerçeği olanın ancak sahtesi veya taklidi olabilir.  İslam'da bu şekilde evliyalar, ermişler, şeyhler diye ayakları yere basmayan her şeyleriyle Müslümanlardan soyutlanan bir zümre yoktur. Bunun varlığını iddia etmek başta  Kur'an'a  aykırıdır. Hz. Peygamber (a.s.) ve onun ashabı da bu şekilde  bir ayırımı kesinlikle yapmamışlardır. Bu iddiayla ortaya çıkanlar İslam'a aykırı bir batıl inanışı İslam'a sokmuşlardır. İslam'ın en temel prensibi kula kulluk aracılığıyla Allah'a kulluk  değil, aracısız bir kullukla Allah'a kulluktur. Bu  sonradan İslam'a sokulan velilik inancını bütün te'vil gayretlerine ve açık zorlamalarına rağmen savunucuları Kur'an'a onaylatamamaktadırlar. Ve bir gün yani Ahir gün geldiğinde Allah'ın kitabında bütün Müminlere verilen velayet sıfatını bir takım seçkin kabul edilen insanlara vermenin hesabını vereceklerdir.
 Rabıta gibi bir ibadeti dahi İslami saymak darda kalınca ölmüş veya yaşayan kişilerden istimdat etmek, bugün kendisinin Kur'an ve Sünnet çizgisinde tasavvufi akım içerisinde olduğunu iddia eden nice kişiler tarafından son derece  doğal hatta mübah ötesi bir gereklilik olarak kabul edilmektedir. İşin ilginç olanı ise her bir bağlısının mürşidinde gördüğünü iddia ettiği olağanüstülüğü keramet, diğerlerini ise öğrenilmiş ilim, sihir hatta istidrac olarak kabul etmektedir. Velev ki  Allah dışında bir varlık darda kalıp yardım istenince yardıma geliyorsa ondan yardım mı isteyeceğiz. Meded falanca cin, meded ya Cibril, Meded ya Ali, Meded ya Muhammed mi diyeceğiz. Bütün hakların fevkindeki Allah'ın hakkı nice olur o zaman. Yarın Huzuru İlahîde ''Allah'ım bizim niyetimiz halisti derdimiz sana daha yakın olmaktı'' mı diyeceğiz.
 ''Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) 'Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.' Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.''(39 Zümer 3)
 İbadet nedir? Secde midir? Ruku mudur yoksa kalben teslim olup inanmak, çağırmak mıdır? Yine Kur'an'da ehli kitabın nasıl şirke düştüğü şöyle ifade edilir;
 ''Onlar, Allah'tan başka alimlerini, din adamlarını ve Meryem oğlu Mesih'i de rabler olarak kabul ettiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah koştukları şirkten uzaktır.'' (9 Tevbe 31)
 Bütün bu ayetlerde sonradan oluşmuş bu velayet telakkisine hiç  değinilmiyor mu? Bunlar müşriklere ehl-i kitaba inmiş bizi ilgilendirmiyor mu? Bunu iddia etmek nasıl mümkün olabilir!?
 Bu velayet vasfının verildiği ve kitlelerin arkasından gittiği zevat ise elbette bu sorumluluğun büyüğünü yüklenmekteler. Kendisine tazim edildiğini görüp te sessiz kalanlar, sözlerinin ve kitaplarının kutsandığını görüp karşı çıkmayanlar, karşı çıkmayı bırakın kendileri bunu teşvik edenleri ise Allah Teala en iyi bilmektedir. Şu ayeti okuyarak yazımızı bitirelim;
 ''Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden ve O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Şüphesiz O, suçlu-günahkarları kurtuluşa erdirmez.'' (10 Yunus 17)
 

                                                                                                                                               Yazan:  Mustafa KAHYA

Yorumlar 1
meva 07 Temmuz 2016 19:10

ellerine sağlık

Bakmadan Geçme