TEŞHİRCİ MODERNLİK- Mehmet AYMAN
Biraz iddialı bulunabilir ama modern (Çağdaş) medeniyetin kendisini gösterme ve görünür kılma başka bir anlamıyla teşhir etme üzerine kurguladığını söylemek yanlış olmaz. Çağdaş uygarlık ve doğal olarak kendisini bu uygarlığın mensubu olarak hissedip yaşamlarını ona göre düzenleyenler, nesi var nesi yok her şeyini, abartılı bir şekilde teşhir edebilir. (Affınıza sığınarak söylemek zorundayım.
Gösteriş kelimesi ise; başkalarını aldatmak, şaşırtmak veya kendisini beğendirmek için yapay davranmak anlamlarına gelmektedir.
Yazımızın başlığındaki teşhir ve gösteriş kelimelerinin içerik ve anlamlarından da anlaşılacağı gibi konumuz görme ve gösterme ile görünme isteklerinin modernizm ve gelenek bağlamında değerlendirilmesi olacaktır.
Önce kısa bir girizgh yapalım.
Bir tüccar pazarlamak/ satmak istediği malını müşterisine göstermek amacıyla pazarda veya malının birkaç örneğini mağazasının vitrininde teşhir eder. Helal olmak şartıyla, Teşhir edilip gösterilen mal ile satılan mal arasında nitelik/ kalite farkı yoksa yani teşhir edilen mal satılmak istenilen malın bir örneği ise veya teşhir edilen mal toplumun dini ve ahlaki değerlerini rencide edecek bir türde sergilenmiyorsa, böyle bir durum ticaretin bir gereğidir ve gayet normal bir durumdur. Yani tüccar belli bir para karşılığında malı satın almış, satılacak hale getirmek için bir emek harcamış, işlemiş, masraf yapmış ve makul bir karla satacaksa elbette elindeki ticaret malını müşterilerine göstermek amacıyla herkes tarafından görülebilecek bir yerde teşhir edecektir. Bu durum gayet sıradan bir durumdur ve bizim konumuzla alakalı bir durum değildir.
Bizi ilgilendiren kişinin daha çok sahip olduğu değerleri başkalarına üstünlük sağlamak, ve bu sayede onların üzerinde psikolojik ve sosyolojik hkimiyet kurmak, otorite tesis etmek amacıyla teşhir etmesi ve gösteriş durumunu (ki böyle bir durum gayr- i ahlaki bir durumdur) sosyo-psikolojik yönden değerlendirmeye çalışacağız.
Görme kavramı ve onun türevlerinden olan görünme ve gösterme (ing;show) gibi kavramlar gelenek ve modernite 'nin ayırıcı kavramlarından (alamet-i farika) birisidir.
Biraz iddialı bulunabilir ama modern (Çağdaş) medeniyetin kendisini gösterme ve görünür kılma başka bir anlamıyla teşhir etme üzerine kurguladığını söylemek yanlış olmaz. Çağdaş uygarlık ve doğal olarak kendisini bu uygarlığın mensubu olarak hissedip yaşamlarını ona göre düzenleyenler, nesi var nesi yok her şeyini, abartılı bir şekilde teşhir edebilir. (Affınıza sığınarak söylemek zorundayım. Mesela çağdaş batılı bir bayan son derece mahrem olması geren doğum yapma olayını internet kanalıyla naklen yayınlatacağını duyurmuştu.)
Bu anlamda ayıp günah, haram, ahlak dışı gibi kavramlar onun dünyasında yoktur. Hayatın her alanındaki teşhir edilmiş müstehcenlik ve pornografi çağdaş, aynı zamanda primitif batı uygarlığının bir ürünüdür. Ve işin acı tarafı bu sıkıntılı durum İslam dünyasında da kendisini fazlasıyla hissettirmektedir. Daha fazla örneğe gerek var mı bilmem.
Bu bağlamda modern çağa teşhir ve gösteri(ş) çağı demekte sanırım bir sakınca olmaz. Modernite basın ve yayın araçları özellikle de görsel basın araçları vasıtasıyla bir illüzyon ve simülasyon ortamı oluşturup gerçekte var olmayan şeyleri varmış gibi gösterir. Daha sonra da oluşan bu sanal durumdan bir propaganda malzemesi olarak faydalanır.
Mesela topluma karşı bireyi öne çıkardığını söyler. Bu anlamda bireysel özgürlükleri yeniden tanımlar ve bireyi bu özgürlükleri kullanma konusunda şartlandırır. Bireyin saçlarını hangi marka şampuanla yıkayacağından tutunda, dişlerini hangi marka macunla fırçalayacağını, hatta yılın hangi günlerinde hangi yemekleri yiyeceğini ve ne giyeceğini
moda ve reklamlar vasıtasıyla empoze eder. Bir müddet sonra bakarsınız ki toplumda aynı yaş grubundaki insanların çoğu aynı tip giyecekle dolaşıyor, hatta aynı marka saati ve gözlüğü takıyor. Saçların aynı tip kestirip sakallarını aynı şekilde bırakıyorlar.
Bu durumun biraz daha kronikleşmesi halinde birey adeta buharlaşıp ortadan kalkar ve kimliksizleşip kütlenin, halk yığınlarının sıradan bir parçası haline gelir.
Dışarıdan bakıldığında bu fertlerin adeta bir merkezden yönetilen, ezoterik (ruhani) bir cemiyetin İnisiye edilmiş (bir nevi büyülenmiş) müntesipleri olduğu kanaatini uyandıran bu durum, insan için bir trajediye dönüşüyor. İnisiye edilmiş fertlere televizyon ve moda vasıtasıyla neyin ilericilik ve çağdaşlık, neyin gericilik ve çağ dışılık olduğu yeniden tanımlanıyor. Bu bağlamda çıplaklık, müstehcenlik övülüp çağdaşlık olarak tanımlanırken, örtünme ve tesettür çağ dışılık olarak tanımlanıp ötekileştiriyor. Toplum dışı (asosyal) ve modernite dışı olmaya cesaret edip böyle bir duruma güç yetiremeyenlerde, bu sefer yapay modernliklerin, kötü, üçüncü sınıf birer taklitçisi olarak ömür tüketmeye mahkûm oluyorlar.
Daha çok büyük metropollerde (büyük şehirlerde) merkez-çevre ilişkisinin sağlıksız gelişmesi sonucu oluşan bu trajik durum, insanı acınası bir hale sokuyor. Özellikle her şeyini hatta tüm mahrem alanlarını dahi teşhir ederek var olabilen moda sektörü kendi inisiyeli üyelerine öncelikle çok zenginlerine kreasyon (ing:Creation=Yaratma) adı altında mamuller üretiyor. Her türlü iç çamaşırından tutunda ev kıyafeti, spor kıyafeti, partilerde kokteyllerde hatta cenaze merasimlerinde giyecekleri kıyafetlere kadar.
Ürettikleri bu mamulleri defile adını verdikleri bir çeşit ayinde inananlarına teşhir ediyor. Onlar da çoğumuz için servet sayılabilecek bir miktara satın altıkları kıyafetlerle kendilerini ve zenginliklerini topluma teşhir ediyorlar. Nerede mi? Her yerde; Kimi zaman özellikle magazin basınını da davet edip, sokaklarda, kimi zaman TV kanallarında vs. Bunda ne gariplik var diyecekler olabilir. Belki ilk bakışta anormal bir şey yokmuş gibi görülebilir. Tabii, Mesela, On binlerce liraya satılan küçücük bir kalemi veya saat veya gözlüğü, küçücük bir şemsiyeyi saymazsanız. Veya milyonlarca liralık son derece lüks, saray misali konutlar, otomobiller, yatlar, kotraları saymazsanız. Ve aynı insanların yanlarında çalışan beş çocuklu bir aile reisine çalıştığı bir aya karşılık sadece yediyüzelli lira verdiğini saymazsanız.
Peki trajedi bu işin neresinde? Trajedi yukarıda bahsettiğim periferi (Çevre, kenar) dekilerin yani taşranın daha da açık bir ifadeyle gecekondu ve kenar mahalle gençliğinin merkezdekilere öykünmeye başlamasıyla birlikte başlıyor.
Modern ve çağdaş olmak bir yana, öyleymiş gibi görünmek için siyah uzun saçlarını kısaltıp sarıya boyayan, akşam çekeceği acıları bilmesine rağmen on iki santim topuklu ayakkabılar giyerek kendine gün boyu eziyet eden, her pahalı markanın ucuz taklitleriyle (emitasyon veya çakma tabir ediliyor) arz-ı endam edip, vücudunu teşhir ederek varlıklarını toplumun diğer bireylerine hissettirmeye çalışan gösteriş budalası hanımlarla, keçi sakalı bırakarak, saçlarını jöleleyerek modern olacağını zanneden okuma yazması bile kıt zavallı erkeklere bakınca insanın içi açıyor. Bu üçüncü sınıf modernite kurbanları iki satır yazıyı okuyup, iki anlamlı cümleyi bir arada telaffuz edemiyorlar. İnsanlığını ve onurunu koruyup yüceltecek hiçbir değere sahip değilken, bunun bile farkında değiller. Kendileriyle konuştukça ve hallerine baktıkça içlerine düştükleri trajediye biraz daha şaşırıyor ne diyeceğinizi bilemez halde susup kalıyorsunuz.
Bütün bu örneklerden vardığımız sonuca göre modern kültür tamamıyla başkalarının tükettikleriyle beslenen bir canavara benziyor. Var olmak için de başkalarının kutsalları dhil nesi varsa her şeyini tüketime sunuyor. Mesela Erkek ve bayanların fiziki güzelliklerini sinema sektöründe, seslerini müzik sektöründe vs teşhir edip tüketime sunuyor. Bunun adını da sanat koyup adeta tabu haline sokuyor ve dokunulmazlığını ilan ediyor. Karşı çıkanları da sanat düşmanı ilan edip modern toplumun dışına itiyor. Fiziki güzellikleri ile özellikle eğlence sektörü, moda defileleri, deniz ve tatil kültürü oluşturup hanımların bedenlerini teşhir edip, kamulaştırıyor ve tüketiyor. Tüketmekten de öte sermaye haline getirip pazarlıyor. Yazın sıcağında tatil yapacağı bahanesiyle sahillere akın eden inisiyeli ve yapay modernlik kurbanı kitleler kendilerinin nasıl bir tuzağın parçası haline geldiklerini anlamadan yaşamlarına kaldığı yerden devam ediyorlar. Ta ki gelecek yıl tatil sezonuna kadar.
Gösterme ve bu sayede görünür olma tutkusunun birinci şekli vücudun teşhiri vasıtasıyla olurken ikinci şekli de bireyin sahip oldukları vasıtasıyla olur.
Mesela bu durumda diyelim ki makam ve unvan sahipleri bu özelliklerini öne çıkarırken, zenginler ve mal mülk sahipleri de bu teşhir işini zenginliklerini öne çıkararak yaparlar. Örneğin bir tanışma anında kendisini Ben Prf Doktor falan filan diye tanıtan bir kimsenin karşıdakine ilettiği gizli bir mesaj vardır. Bu kimse akademik titrini teşhir ederken, 'kiminle konuştuğunuza dikkat edin' mesajını iletir. Muhatapları da bu mesajı aldıklarında konuşmanın seyri değişir. Herkes birden farklı tavırlar sergiler ve koskoca profesörden iyi mi bileceksiniz psikolojisini yüklenip pasifleşir ve ikinci plana çekilirler. Burada kişinin sahip olduğu ünvanını teşhir etmesi durumu (gösteriş) ve üstünlük taslamak amacıyla kullanılan, psikolojik bir durumdur. Aynı zamanda ahlaki bir zaafın öne çıktığı bir durum olup maalesef bir çok kimse bu ahlaki zaafa yakalanmıştır.
Buna benzer bir durumda kişinin sahip olduğu mal, mülk vs nesi varsa onları teşhir edip zenginliği ile övünmesi ve bu durumla başkalarına üstün olduğu kanaatini uyandırmaya çalışmasıdır ki açıkça anlaşılacağı gibi bu durum da ahlaki zaafın işaretidir.
Bu konuyla alakalı olarak vereceğimi son örnek de kişinin mensubu olduğu ailenin şöhreti, soyu sopu, asaleti, zenginliği ile övünüp bu sayede başkalarına karşı biraz daha imtiyazlı bir birey olduğu kanaatini uyandırmaya çalışmasıdır ki maalesef günümüzde bu ahlaki zaaf ta çok yaygındır. Mesela trafikte kural ihlali yaptığı için görevli bir memur tarafından uyarıldığında veya haksız bir talebi yerine getirilmeyen kişinin muhatabına ilk söylediği şey 'bana bak sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben filanım veya falanın akrabasıyım' diyerek imtiyazlı birisi olduğu hissini uyandırmaya ve sayede karşısındakine üstünlük kurmaya çalışır. Anlaşıldığı üzere böyle bir durumda ahlaki bir zaafiyetin sonucu oluşan bir durum olup modern insanın sıklıkla başvurduğu bir durumdur.
Yazımızın başlangıcından buraya kadar anlatmaya çalıştığımız ve ahlaki zayıflık olarak nitelendirdiğimiz bir çok durumun insanın olduğu her zaman ve zeminde farklı biçimlerde var olabileceğini elbette biliyoruz. Bu durumun sadece modern zamanlarda ve modern toplumlarda oluşmadığının da farkındayız.
Burada asıl dikkat çekmeye çalıştığımız nokta şudur ki; Böyle durumlar geleneksel toplumlarda ayıplanıp düzeltilmeye çalışılırken, hata yasaklanırken modern toplumların bu durumları içselleştirmesi ve yaşam biçimi olarak kabul edilmesidir.
Maalesef bu tür modern toplumlarda yaşayan ve kendisini muhafazakr, dindar kabul eden kimselerde de böyle olumsuz durumların biri veya birkaçı kendisini hissettirmektedir. Yazımızın sonraki bölümünde modern teşhirciliğin ve gösterişçilik hastalığının dindarları nasıl etkilediğini anlatmaya gayret edeceğiz.