'SEZAİ KARAKOÇ'
'Büyük adamlar zor zamanlarda doğar, büyür ve büyük fikirler zor şartlarda gelişirlermiş.' Sezai Karakoç'tan bahsediyorum. Yani zor zamanların ve zor şartların insanından. Türkiye'nin en zor zamanlarında (ikinci dünya savaşı yıllarında) ve şartlarında yaşamış olduğundan mı nedir, hep bir umutla karışık hüzün ve keder de hissettirir yazılarında.
Eserlerini okurken koskocaman İslam ümmetinin asırlık yüklerini omuzlarında hissederek yazdığını hemen anlarsınız.
Zamanımızın büyük muzdariplerinden biridir o. Yazdığı her satırda, konuştuğu her cümlede yaşadığı ızdırap hissedilir.
Yaşamı da yüreğinin en derin kuytularında hissettiği ıztırabı da hissettirir anlayanlara. Ne izzet-i ikbal peşindedir bu dünyada, ne unvan, ne para, ne de makam ve mevkii.
Başkalarına teklif edilse kırk takla atarak kabul edecekleri ödüllere, ünvanlara göz ucuyla bile dönüp bakmamıştır.
Onun davası dünya ve dünyalık değildir. Onun davası İslam dini yüce İslam milletidir. Aziz ve aynı zamanda muzdarip bir millet olan İslam milletinin içerisine düştüğü/düşürüldüğü sıkıntı buhran, yokluk ve yoksulluk durumu meşgul eder onu.
Kitaplarında yeri ve zamanı mı diye düşünüp plan yapmadan her fırsatta konuyu İslam ümmetinin içerisine düştüğü hazin ve aynı zamanda acı verici durumu anlatmaya getirir. Yazılarında büyük Osmanlı mirasına ve imparatorluğun yıkılışından sonra Müslümanların hali pür melalini anlatmadan geçemez. İslam medeniyetinin eski muhteşem günlerindeki gibi bir gün mutlaka yeniden dirileceğinin hayalini kurar.
Bu yeniden dirilişi diriliş nesli sağlayacaktır. Bugün olmazsa yarın mutlaka.
İnsan dirilecektir.
İnsanlık dirilecektir
Ruh dirilecektir.
Ümmet dirilecektir.
Medeniyet dirilecektir. Ve Bu şanlı yeniden dirilişi diriliş nesli sağlayacaktır. Bugün olmazsa yarın mutlaka. Bu dirilişin sembolü de 'Taha'dır.
Dört melek ve Kur 'anla
Dirildi Taha
Onulmaz bir ölümle
Kavuran bir felçle
Öldüğü halde
Dört melek ve Kur'an'la
Dirildi Taha
Cebraille Mikille
Üç Sûr ve İsrafille
Azraille bile
Dirildi Taha
Yatağında bozulmuş bir bağ gibi
Kavrulmuş yapraklar gibi
Dağılmış ve kendi kıyametini
Ve kendi onulmaz mahşerini yaşamışken
Nemrudun ateşinde yanmışken
Firavun suyunda boğulmuşken
Dört melek ve Kur'an'la
Peygamber soluğuyla
Dirildi Taha
Açtı sofrasını Mikail
Nimetler sofrasını
Bal zeytin ve nardan
Su getirdi dağlardan pınarlardan
İlkin dudağını ıslattı bengisuyla Taha'nın
Geçti bir eleğimsağma omuzlardan
Taşıyan o gülümsemesini Hızır'ın
Hızır güldü
Kur'an-ı Cebrail açtı
Sofrayı Mikil açtı
Ölümü öldürdü Azrail
Sûrunu üfledi İsrafil
Dirildi Taha
İşte böyle dirildi Taha
………………..0………… Durun anlatayım size melekler
Taha'yı nasıl dirilttiler
Anarak İsa'nın doğumunu
Anarak Muhammed Mustafa'nın doğumunu
Melekler
Taha'yı dirilttiler
Üstad gençlikten de ümidini kesmeden yaşına bakmaksızın kimseden de bir şey beklemeden adata Ebu Zer tavrıyla yoluna devam etmektedir. Yani yeniden dilişi sağlayacak olan neslin amentüsünü yazmaya. Hem düz yazılarında hem de şiirlerinde sözün sihrini son derece ustalıkla kullanır. Aslında bu durum yazılarındaki içtenliğin ve samimiyetin sonucu kendiliğinden oluşan bir şeydir. Yani ben okuyanları etkilemeliyim kaygısından uzak yazıldığı hemen belli olur. Ama yine de yazılarını okuyan, yazılarındaki o efsunlu havaya kaptırmadan edemez kendini. Sonra da bu konuyu bundan daha güzel güzel bir şekilde anlatmak mümkün olamaz diye düşünerek koskocaman bir hayretle kapatırsınız sayfaları. Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana öğretmediniz
Kardeşim İbrahim bana mermer putları
Nasıl devireceğimi öğretmişti
Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini
nasıl sileceğimi öğretmediniz Ulu hocaların kendisine öğretmediğini o bizlere ve diriyiş nesline öğretmeye çalışıyor Çilekeş omuzlarında kutlu davanın büyük yükü ve sorumluluğu olduğu halde yaşına başına bakmaksızın inatla ve aşkla… Saygı ve Sevgiyle hatırlıyoruz onu bir kere daha… KISACA HAYATI Çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle ilçelerinde geçen ve 1938 yılında Ergani'de 3 ay ilkokul öncesi ihtiyat sınıfına devam eden Sezai Karakoç, ilkokulu 1944'de Ergani'de bitirdi. Daha sonra Maraş Orta Okuluna parasız yatılı olarak kayıt oldu. 1947'de burayı bitirerek Gaziantep'te yine parasız yatılı lise öğrenimine başladı. Gaziantep Lisesi'nden 1950'de mezun edildi. Felsefe okumak istediği için İstanbul'a gitti. Babasının isteği İlahiyat Fakültesiydi. Kendi parasıyla okuyamayacağını anlayınca, o zaman parasız yatılı kısmı bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi sınavına girdi. Sınav sonuçlarını beklerken de Felsefe bölümüne kayıt yaptırır; şayet sınavı kazanmazsa felsefe tahsili yapacaktır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni kazanarak başladığı yüksek öğrenimini 1955'te fakültenin mali şubesinden mezuniyetle tamamladı. Mecburi hizmet sebebiyle Maliye Bakanlığı'nda Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi Bölümüne atandı. Daha sonra Maliye müfettişliği sınavına girer ve kazanarak ve 11 Ocak 1956'da müfettiş yardımcılığı görevine başlar. 1959 yılında İstanbul'da Gelirler Kontrolörüdür. Bir ara Ankara'ya çağrılıp Yeğenbey Vergi Dairesinde görevlendirilirse de kısa bir müddet sonra yine İstanbul'daki görevine döner. Görevi icabı Anadolu'yu çok gezer ve birçok il, ilçeyi inceleme, tanıma fırsatı bulur. 1960 - 1961 yıllarında yedek subay olarak yaptığı askerlik görevinden sonra İstanbul'daki görevine kaldığı yerden devam etti. 1965'ten 1973'e kadar birçok kez istifa etti. 1973'ten bu yana da hiçbir resmi görev almadı.
Dört melek ve Kur 'anla
Dirildi Taha
Onulmaz bir ölümle
Kavuran bir felçle
Öldüğü halde
Dört melek ve Kur'an'la
Dirildi Taha
Cebraille Mikille
Üç Sûr ve İsrafille
Azraille bile
Dirildi Taha
Yatağında bozulmuş bir bağ gibi
Kavrulmuş yapraklar gibi
Dağılmış ve kendi kıyametini
Ve kendi onulmaz mahşerini yaşamışken
Nemrudun ateşinde yanmışken
Firavun suyunda boğulmuşken
Dört melek ve Kur'an'la
Peygamber soluğuyla
Dirildi Taha
Açtı sofrasını Mikail
Nimetler sofrasını
Bal zeytin ve nardan
Su getirdi dağlardan pınarlardan
İlkin dudağını ıslattı bengisuyla Taha'nın
Geçti bir eleğimsağma omuzlardan
Taşıyan o gülümsemesini Hızır'ın
Hızır güldü
Kur'an-ı Cebrail açtı
Sofrayı Mikil açtı
Ölümü öldürdü Azrail
Sûrunu üfledi İsrafil
Dirildi Taha
İşte böyle dirildi Taha
………………..0………… Durun anlatayım size melekler
Taha'yı nasıl dirilttiler
Anarak İsa'nın doğumunu
Anarak Muhammed Mustafa'nın doğumunu
Melekler
Taha'yı dirilttiler
Üstad gençlikten de ümidini kesmeden yaşına bakmaksızın kimseden de bir şey beklemeden adata Ebu Zer tavrıyla yoluna devam etmektedir. Yani yeniden dilişi sağlayacak olan neslin amentüsünü yazmaya. Hem düz yazılarında hem de şiirlerinde sözün sihrini son derece ustalıkla kullanır. Aslında bu durum yazılarındaki içtenliğin ve samimiyetin sonucu kendiliğinden oluşan bir şeydir. Yani ben okuyanları etkilemeliyim kaygısından uzak yazıldığı hemen belli olur. Ama yine de yazılarını okuyan, yazılarındaki o efsunlu havaya kaptırmadan edemez kendini. Sonra da bu konuyu bundan daha güzel güzel bir şekilde anlatmak mümkün olamaz diye düşünerek koskocaman bir hayretle kapatırsınız sayfaları. Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana öğretmediniz
Kardeşim İbrahim bana mermer putları
Nasıl devireceğimi öğretmişti
Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini
nasıl sileceğimi öğretmediniz Ulu hocaların kendisine öğretmediğini o bizlere ve diriyiş nesline öğretmeye çalışıyor Çilekeş omuzlarında kutlu davanın büyük yükü ve sorumluluğu olduğu halde yaşına başına bakmaksızın inatla ve aşkla… Saygı ve Sevgiyle hatırlıyoruz onu bir kere daha… KISACA HAYATI Çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle ilçelerinde geçen ve 1938 yılında Ergani'de 3 ay ilkokul öncesi ihtiyat sınıfına devam eden Sezai Karakoç, ilkokulu 1944'de Ergani'de bitirdi. Daha sonra Maraş Orta Okuluna parasız yatılı olarak kayıt oldu. 1947'de burayı bitirerek Gaziantep'te yine parasız yatılı lise öğrenimine başladı. Gaziantep Lisesi'nden 1950'de mezun edildi. Felsefe okumak istediği için İstanbul'a gitti. Babasının isteği İlahiyat Fakültesiydi. Kendi parasıyla okuyamayacağını anlayınca, o zaman parasız yatılı kısmı bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi sınavına girdi. Sınav sonuçlarını beklerken de Felsefe bölümüne kayıt yaptırır; şayet sınavı kazanmazsa felsefe tahsili yapacaktır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni kazanarak başladığı yüksek öğrenimini 1955'te fakültenin mali şubesinden mezuniyetle tamamladı. Mecburi hizmet sebebiyle Maliye Bakanlığı'nda Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi Bölümüne atandı. Daha sonra Maliye müfettişliği sınavına girer ve kazanarak ve 11 Ocak 1956'da müfettiş yardımcılığı görevine başlar. 1959 yılında İstanbul'da Gelirler Kontrolörüdür. Bir ara Ankara'ya çağrılıp Yeğenbey Vergi Dairesinde görevlendirilirse de kısa bir müddet sonra yine İstanbul'daki görevine döner. Görevi icabı Anadolu'yu çok gezer ve birçok il, ilçeyi inceleme, tanıma fırsatı bulur. 1960 - 1961 yıllarında yedek subay olarak yaptığı askerlik görevinden sonra İstanbul'daki görevine kaldığı yerden devam etti. 1965'ten 1973'e kadar birçok kez istifa etti. 1973'ten bu yana da hiçbir resmi görev almadı.