Rabia katliamının 10. yılı: 'O gün Mısır'da insanlık öldürüldü'
On yıl önce, çoğunluğunu sivillerin oluşturduğu yüzlerce insan, o vakitlerde görevden alınmış İslamcı lider Muhammed Mursi'yi destekledikleri eylem sırasında öldürüldü.
14 Ağustos'ta Mursi destekçilerine yönelik yapılan müdahale Mısır'ın en kanlı olaylarından birisi olurken, ülke tarihinde kara bir sayfa olarak yerini aldı. Kahire'de bulunan BBC Arapça Servisi'nden Sally Nabil, o günün anılarının hâlâ taze olduğunu bildiriyor.
“Keşke bugün hayatta olmasaydım.”
Bu, başkentin doğusundaki Rabiatü'l Adeviyye Meydanı'nda yaklaşık 50 gün süren barikatta yer alan Amr'ın sözleri.
Amr, “iş makinelerinin çadırları ezdiğini ve önlerine geleni süpürdüğünü" gördüğünde sadece 20 yaşındaydı.
Amr, Rabia'dan birkaç ay sonra, kamu mallarına zarar vermek ve diğer suçlamalar nedeniyle tutuklandı. Yaklaşık beş yıl hapis yattı. Ardından da Mısır'dan kaçarak İngiltere'ye yerleşti.
Barikata ülkesinin ordu generallerinin eline geçme ihtimalinden korkması nedeniyle katıldığını söylüyor.
Rabia'daki şiddetli müdahale ile birlikte aynı gün Nahda Meydanı'ndaki diğer müdahale, sadece Mısır'ın yakın tarihindeki eşi benzeri görülmemiş bir trajedi değil; aynı zamanda Arap dünyasının en kalabalık ülkesinin geleceğini şekillendiren olaylar oldu.
Mursi, Müslüman Kardeşler grubunun önde gelen bir figürüydü. 2012'deki seçimle birlikte demokratik bir süreçle başkanlık sarayına ulaşan ilk sivil olmuştu. Bu, destekçileri için olağanüstü bir zaferdi.
Ancak bir yıl sonra, Mursi karşıtı protestocular sokaklara çıkarak ülke liderinin istifasını istedi.
Mursi, İslamcı politikalara sahip olmakla suçlandı. Protestocular, Mursi'nin tüm Mısır halkının lideri olmadığını dile getirdi. Geçen 70 yılda baskın bir politik figür olan ordu da olayları izliyordu.
Protestoların ardından Savunma Bakanı Abdülfettah es-Sisi, Mursi'yi görevden aldı. Sivil yönetim böylelikle kısa sürmüş oldu. Bir yıl sonra da Sisi başkan olarak seçildi. O zamandan beri bu görevi sürdürüyor.
‘Her yerde cesetler vardı'
Mısırlı yetkililer, “yasa dışı” olarak adlandırdıkları eylemlerin sona erdirilmesi için Müslüman Kardeşler örgütüne defaatle çağrı yaptıklarını ancak örgütün bunu görmezden geldiğini iddia etti.
Devlet anlayışına göre, Rabiatü'l Adeviyye Meydanı'nda olup bitenler bir başkaldırıydı ve bu durumla başa çıkılması gerekiyordu.
Amr'ın aklına hiç canlı mermi kullanılabileceği gelmemişti. Polisin tazyikli su ve biber gazı kullanacağını düşünmüştü. Politik ayrılıkların bu kadar can kaybına neden olabileceğine inanamadığını ifade ediyor.
“Her yerde ceset vardı. Saymak imkansızdı. Birbirimize yardım edemezdik.”
Hikayesini anlatırken nefes almakta zorlanıyor:
"Kadınlar ve çocukların da olduğu, sivillerden oluşan bir sıra vardı. Ellerini kaldırarak barikattan uzaklaşıyorlardı. O sırada keskin nişancılar tarafından öldürüldüler. Kendi gözlerimle gördüm."
Yetkililer, insanların çıkması için güvenli koridorlar açtıklarını, ardından askerleri gönderdiklerini söyledi. Ancak olayla ilgili İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) tarafından bir yıl sonra yayımlanan raporda, güvenlik güçlerinin "günün büyük bir kısmında göstericileri kuşattığı, meydanın beş ana girişinin tamamından insanlara saldırdığı ve günün sonuna kadar güvenli bir çıkış bırakmadığı" belirtildi.
Mısır, 600'den fazla sivilin öldüğünü söylüyor. Şu anda Mısır'da yasaklı olan Müslüman Kardeşler, ölü sayısının binden fazla olduğunu öne sürüyor. HRW verilerine göre ise bu sayı 817.
Hayatını kaybedenlerin büyük çoğunluğu, Müslüman Kardeşler kampından geliyordu.
Bazı polis memurları da öldü. Yaşananların ardından günlerce şiddet olayları devam etti.
‘Yaşayan şehit'
O polis memurlarından birinin annesi, evlat kaybetmenin ne demek olduğunu biliyor.
Annesi Vefa, oğlu Mustafa'nın 14 Ağustos'taki kaostan sağ çıktığını söylüyor.
İki gün sonra, Kahire'nin güneyindeki karakola giderken bir silahlı çatışmada üç el ateş edilerek vurulan Mustafa, 2016 yılında 20'li yaşlarında iken öldü. Ölmeden önce üç sene boyunca komada kaldı. Bu süre zarfında Vefa, oğlunun yoğun bakım ünitesindeki yatağının başından hiç ayrılmadı.
“Onu tanıyan insanlar ona 'yaşayan şehit' derlerdi," diyor.
En büyük oğlu hakkında konuşurken gözyaşlarını tutmaya çalışıyor:
“Yıkıldık. Onsuz hiçbir şeyin tadı tuzu yok. O gittiğinden beri biz de yaşamıyoruz.”
Ailenin evinde Mustafa'nın fotoğrafının asılmadığı tek bir duvar yok. Vefa, amcasının adı verilen en büyük torununda biraz teselli bulmaya çalışıyor.
Mustafa'nın ölümünden bu yana, tuttukları yas nedeniyle anne ve babasının da sağlık durumu iyiye gitmedi.
Müslüman Kardeşler'in protestoların barışçıl olduğu yönündeki iddialarını sorduğumda, Vefa'nın cevabı kesin ve öfkeli.
“Bunlar yalancı sürüsü” diyor büyük bir öfkeyle.
‘İnsanlık suçu'
İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne göre olay, "yalnızca uluslararası insan hakları hukukunu ihlal etmekle kalmadı, aynı zamanda insanlık suçları kapsamına" da girdi.
Mısırlı yetkililer tüm bu suçlamaları keskin bir dille reddetti. İçişleri Bakanlığı, Rabia barikatındaki katılımcıların silahlı olduğunu ve hukuk düzenine ciddi bir tehdit oluşturduklarını iddia etti.
"Bugün bile, polis sireni duyduğumda veya havada helikopter gördüğümde neredeyse nefes alamıyorum. Hemen o günü hatırlıyorum" diyor Amr.
Amr, 2013'ten bu yana tüm ailesinin travmalar yaşadığını söylüyor. Bir bacağı ampute edilmiş küçük kardeşi hâlâ hapiste. “Terör örgütü üyeliği” ile suçlanıyor. Şimdi hayatta olmayan babası da izinsiz protestolara katıldığı gerekçesiyle birkaç yıl hapis yattı.
"Tekrar Mısır'a dönme şansım olsa bile, bir zamanlar sahip olduğum hayat artık yok" diyor.