"BATININ TARİH, KÜLTÜR VE MEDENİYET ALGISI ÇOK FARKLIDIR"

T.C. Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile Medeniyetin Burçları Derneği'nin birlikte düzenlediği 'Kayseri Uluslar arası Öğrenciler Akademisi' 9. hafta dersleri ile devam etti. Elektrik Şirketi Konferans Salonu'nda devam eden akademi derslerinde Eğitimci-Yazar Vedat Önal, "Tarih, Kültür ve Medeniyet" konusunu ele aldı. Önal, tarih bilinci, kültür ve medeniyet kavramları üzerinde durarak bu kavramların bizim inanç dünyamızda anlaşılmasının önemine değindi. Önal batının tarih algısının çok farklı olduğunun altını çizerek şunları kaydetti:

 'Tarih-Kültür ve Medeniyet kavramları tarih boyunca üzerinde çok düşünülmüş ve günümüzde de üzerinde en çok tartışma yaşanan üç önemli kavram. Burada kısaca bu üç kavramla ilgili benzer ve farklı yönlerinin yanısıra bir ufuk turu şeklinde üç kavramla ilgili farklı düşüncelere yer vermeye ve genellikle batı bakış açısı ile tanıtılan bu kavramlara bazı düşünürlerin düşüncelerinden de hareketle değerlendirmeye çalışacağız. Öncelikle tarih kavramı ile başlamak gerekiyor. Burada üzerinde durmak istediğim temel mesele şu: Son iki yüz yıldır Doğu toplumları ve özellikle de İslam coğrafyası tarih, medeniyet ve kültür algısını hep batı penceresinden bakarak elde etti.  Batı Medeniyetinin bu kavramlara yüklediği anlamların pozitif bilim algısı ile yoğrulmuş bir tarih, kültür ve medeniyet algısı olduğu hiç kuşkusuz. Bizim ve genelde tüm doğu toplumlarının bu batı algısı ve batılılaşma mantığı ile yetişen elitlerinin ve aydınlarının kafasında farklı bir tarih, kültür ve medeniyet algısı vardır.

Bu insanlar maalesef, dünyayı batı penceresinden bakarak anlamlandırdılar. Bu pencereden bakarak eşyaya ve varlıkları anlamaya çalıştılar. Bu da ister istemez özellikle de İslam dünyasında çok yanlış bir hayat ve yaşam tarzı ortaya çıkardı.

Tarihi batının bakış açısı ile değil Kur'an'i bir bakış açısı ile ele almamız gerekiyor. Doğu ve batıdaki bütün ilahi dinlerin tarih, kültür ve medeniyet algısı hem ilahi merkezlidir. Hem de ahlaki temeller üzerine oturur. Doğu toplumlarının gerek Hint medeniyetinde gerekse Çin medeniyetinde en öncelikli hedefi ahlaki değerleri yükseltmektir. Fakat son iki yüzyıllık Aydınlanma ve pozitivizmin etkisindeki batı dünyasının tarih, kültür ve medeniyet algısı ise çok farklıdır. Batılı, Tarihe ve eşyanın hakikatine bambaşka bir bakış açısı ile bakar. Batılı gördüğü ve teknik olarak ispatladığı şeylere inanır. İslam toplumlarında ve doğu toplumlarında ise bu anlayış bambaşkadır. Özellikle, Kur'an-ı Kerim'in tarih ile ilgili vurgusu çok dikkat çekicidir. Birçok ayeti kerimede Kur'an, tarih ilmini, olayların kuru bir anlatımı ve aktarımı olarak değerlendirmemize imkan vermez. Müslüman düşünürler, tarih ilmini Kur'an'ın tarih yorumlarından hareketle tanımlamaya gayret etmişlerdir.

Muhammed Kutub'un yaptığı tarih yorumunda olduğu gibi, Tarih insanın bizzat kendisini bir bütün olarak gerçekleştirmek için ortaya koyduğu çabadır diyor.  Yine Muhammed Kutub; Tarih şimdiki zamanı ortaya çıkarmış bir geçmiştir diyor. Ünlü İslam tarihçisi İbni Haldun'da buna benzer bir ifadeyle geçmiş olayları şöyle tanımlıyor; Geçmişler geleceğe suyun suya / benzemesinden daha çok benzer.

Bütün ilahi dinlerin ve ilahi olmayan inançların da kökenine gittiğimizde benzer düşüncelere rastlıyoruz. İnsanoğlu Hz. Adem'den beri aynı insan. Ademoğulları yaratılalı beri aynı karakteristik özellikleri taşıyor. Değişik zaman ve mekan kalıpları içinde, ayrı rolü farklı biçimlerde sahneye koyan insanlık  Tevhidi bir anlayışla ahsen-i takvim ve esfel-i safilin arasında gidip geliyor. Evet buraya kadar belirttiğimiz hususlar İslam inancının veya ilahi kaynaklı inançların bakış açısını yansıtan tarih açıklamalarıydı. Bir de marksist veya maddeci bakış açısına sahip olanların gözünden tarihe bakmak da mukayese açısından büyük önem taşıyor. Marksist, evrimci diyebileceğimiz bakış açısına göre; Tarih, üretim araçlarına sahip olmak için yapılan sınıflararası çatışmalar toplamıdır. Batı medeniyetinin temellerini oluşturan akılcı ve maddeci dünya görüşüne göre ise; İnsanın kültür dünyası hiç önemli değildir. Varsa yoksa uygarlığın yani eşyanın tarihi vardır. Mesela değişik bir örnek olarak Yahudilere göre ise, ayrıcalıklı ve üstün ırk olan İsrailoğullarının Arz-ı mev'ud'u ele geçirip Yahova adına dünyaya egemen olma ve insanlardan intikam alma mücadelesidir. Yine ırkçı tarih anlayışının merkezinde üstünlüğüne inanılan bir ırk vardır.'

 

20. YÜZYIL BUNALIMLAR ÇAĞI

 

Batı medeniyeti için ağır basan düşüncelerin genelde materyalist düşüncenin hakim olduğu görüşler olduğunu belirterek, içinde yaşadığımız çağın bunalımlar çağı olmasının sebepleri üzerinde durarak şunları kaydetti:

 

'Batının maddeci, pozitivist, marksist hatta yahudi ve diğer ırkçı anlayışlarının tarihi bakış açıları benzerlik gösteriyor. Bugün dünya üzerinde birçok bilim adamı 20. yüzyılı Bunalımlar Çağı olarak isimlendiriyor. İnsanlık tarihin diğer dönemlerinde olduğu gibi çözümsüzlüğün ve çaresizliğin acı dramlarını yaşıyor. Yeryüzünde son yüzyılda yaşanan savaşlarda ölen insanların sayısı belki de tüm dünya tarihi boyunca savaşlarda ölen insanların sayısından kat kat fazla. Üstelik tarih boyunca savaşlarda siviller çok az zarar görürken bugün asıl zararı sivil insanların görmesi de bir başka dramatik vakadır.

Kur'an tarih boyunca hüsran içinde bocalayan insan toplulukları ile, onlara bunalımdan çıkıp ve gerçek kurtuluşa ermenin yollarını gösteren kutlu elçilerin kıssalarına genişçe yer vermektedir. Evet, bugün insanlık benzer bir süreçten geçiyor ve tedavi için yenilenme için peygamberlerin tebliğine benzer bir elin kendilerine dokunmasına ihtiyaç duyuyor. İşte bu anlamda Kur'an'ı bir tarih, kültür ve medeniyet algısı oluşturmamız hem bizim için hem de tüm dünya toplumları için hayati önem taşıyor. Çağımız 'Bunalım çağı', içinde yaşadığımız toplumlar da bunalım toplumları. İnsanlığı bunalıma ve hüsrana sürükleyen sebepler ise tarih boyunca hiç değişmedi. Bu anlamda tarihe ve tarihin akışına müdahale etmek ancak Kur'an'i tarih bilincine sahip olmakla mümkün olacaktır. Çünkü biraz önce gerek marksist, gerek maddeci ve gerekse yahudi tarih anlayışlarına baktığımızda hep tarih anlayışlarının inançlarıyla yoğrularak ortaya çıktığını görüyoruz. Bu anlamda İslam dünyasının da tarih anlayışını ve bilincini batıdan değil kendisinden alması gerekiyor. 

Tarihle bağlantılı olarak Kültür ve medeniyet kavramlarına ve bunların bizim için niçin çok önemli olduğu üzerinde de durmak gerekiyor. Medeniyet ve kültür kavramları belki de birbirinden tam olarak ayrılamayacak iki kavram. Medeniyet deyince, insanların bir nesilden diğerine aktardıkları şeylerin toplamı aklımıza geliyor. Kültür de buna benzer bir tanımla, insanı diğer canlılardan ayıran yaşama tarzı, insana özgü bilgi, inanç ve davranışlar bütünü ile, bu bütünün parçası olan maddi nesnelerdir.

Bazı düşünürlere göre kültür ve medeniyet birbirinden ayrılmaz iki kavramdır. Bunlardan birisi olan Kant'a göre medeniyet ve kültürü birbirinden ayırmak imkansızdır.

Özellikle 18. yüzyıldan sonra ise, kültür ve medeniyet arasında bir karşıtlık bir zıtlık anlayışı ortaya çıkmaya başladı. Düşündüğümüzde kültür ve medeniyet birbirlerinin karşıtı değil tamamlayıcısıdır. Medeniyet, kültürü kuşatır ve çerçevesini belirler. Hayatın gereklerine göre kültürün bazı unsurları korunurken bazıları da değişir. Değişmelere rağmen kültür unsurlarının ahenkli bir bütün oluşturması hayati önem taşımaktadır. Bir milletin ve toplumun hayatında istikrar ve güven ancak bu uyum ile mümkündür. 

Batı karşısında Doğu toplumlarının neredeyse tek ayakta kalan medeniyeti olarak İslam Medeniyetini görebiliriz. İslam Medeniyetinin de tarih içinde geçirdiği evreleri ve bugün geldiğimiz noktada İslam ümmeti kavramının İslam Medeniyeti kavramı ile olan ilişkisini ele almadan geçmek de çağımızın dinamiklerini anlama konusunda eksiklik olacaktır. Medeniyetin toplamının birinci unsuru, geçmişin mirası olan konular, diğeri diğer kültürlerden alınanlar ve üçüncüsü de bir toplumun kendi çağında ürettikleri değerlerden ibarettir. İşte İslam Medeniyeti de bu üç önemli özelliğin etkisinde kalarak gelişmiştir. İslam dünyası içerisinde klasik dönemlerde dahil olmak üzere, Farabi, İbn Miskeveyh, İbni Sina, İbni Haldun, Osmanlı döneminde, Molla Lütfi, Tursun Bey, Kınalızade, Taşköprüzade gibi düşünürler ve alimler medeniyet üzerinde durmuşlardır. Batıdan bir örnek olarak ise, medeniyetlerin gelişmesi ve düşüşüyle ilgili çözümlemesine dayalı tarih felsefesi anlayışıyla tanınan Arnold Toynbee insanlık tarihinde gelmiş geçmiş 26 medeniyetin yükselişi ve çöküşünü incelemiştir. Ayrıca Toynbee tarihin manevi etkenler tarafından biçimlendirildiğini ileri sürer. Toynbee, medeniyetlerin kaçınılmaz olarak yok olacaklarını ileri sürmez. Ona göre herhangi bir medeniyetin karşılaşacağı çeşitli güçlüklerin üstesinden gelebilmesi imkan dahilindedir. İslam Medeniyeti müslümanlar tarafından meydana getirilen medeniyetin, maddi ve manevi tüm başarıların ortak adıdır. İslam'ın ortaya çıkışından itibaren özellikle beş yüz yıllık zaman dilimi, dünya tarihinin en önemli dönemlerinden biridir. VII. ve XVII. Yüzyıllar arasında dünya medeniyeti esas olarak İslam Medeniyetinden ibarettir.

Çünkü bu yüzyıllar arasında dünyanın en medeni bölgeleri İslam coğrafyasıdır. Bu yüzyıllarda Kahire, Bağdat, Kurtuba, Buhara, Semerkand, İsfahan, Nişabur, Bursa, İstanbul, Tebriz gibi şehirler dünya zenginliklerinin aktığı, ticaretin hareketli olduğu ve çeşitli sanatların geliştiği en zengin merkezlerdi.

Tarih bilincimizin ve en önemlisi de kültür ve medeniyet perspektifimizi iyi değerlendirip mensubu bulunduğumuz İslam kültür ve medeniyetine göre bir tarih anlayışı geliştirmemiz gerektiğini belirtmek ve bunun altını kalın çizgilerle çizmemiz gerekiyor. Tarih batının materyalist düşünürlerinin iddia ettiği gibi, Yontma taş devri, cilalı taş devri, maden devri gibi suni ayrımlara gidilerek açıklanan bir olgu değildir. Bu açıklamalar batılı bakış açısına göre üretilmiş düşünceler ve böyle bir kafanın görüşlerini yansıtmaktadır.'

 

ALİYA İZZET BEGOVİÇ'İN DÜŞÜNCESİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET

 

Eğitimci-Yazar Vedat Önal, Bosna-Hersek'in merhum Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç'in kültür ve medeniyet konusundaki düşüncelerine de değindi. Onun düşüncelerinin İslam medeniyeti için büyük önem taşıdığının altını çizerek şunları belirtti:

 

'Bosna-Hersek'in bağımsızlığını kazanmasında büyük pay sahibi ve ilk Cumhurbaşkanı, Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç'in medeniyet ve kültür ayrımı ile ilgili düşüncelerine yer vermek istiyorum.  Ali İzzetbegoviç'e göre Tanrı inancının ve maneviyatın reddedildiği bir dünyada insan daima eksik kalacaktır. İzzetbegoviç'in, kültür ve medeniyet ile ilgili düşüncelerinde ve özellikle de Batı medeniyetine dair tespitlerinde Osvvald Spengler'in düşüncelerini takip ettiğini söylemek mümkündür. Spengler, Batının Çöküşü adlı eserinde döngüsel bir tarih anlayışına bağlı olarak bir kültürün medeniyet haline gelmesinin hem zorunlu bir süreç, hem de kendi yok oluşu anlamına geldiğini kabul etmiştir. Bu anlayış, tarihte toplumların kültürden medeniyete doğru bir değişimi tecrübe ettiklerini kabul etmek demektir. Medeniyetin zenginleşmesi, güçlenmesi, kültürün gücünü ve ruhunu kaybetmesi anlamına gelir. Başka bir ifadeyle kültürün ruhuyla medeniyet oluşmaktaysa da medeniyet bu dünyada güçlendikçe kültür zayıflamaktadır. İki gerçeklik arasındaki ilişkide ters orantı vardır. Batı toplumlarında zenginliğe ve maddi doyuma rağmen işlenen suçlarda, boşanmalarda, alkolizmde, uyuşturucu bağımlılığında, intihar olaylarında, psikolojik rahatsızlıklarda, kumar oyunlarında vb. toplum yapısına zarar veren pratiklerle ilgili önlenemeyen artış, medeniyetin bir başka yönünü göstermektedir. Aliya İzzetbegoviç'e göre, batı medeniyetinin teknik gelişmesi, insana karşı bir ilerlemedir. Çünkü materyalist görüşün tersine medeniyet ve konfor insanın doğasına uygun değildir. Medeniyet, insan dualizminin maddi yönüne hitap etmekte, manevi yönünü eksik bırakmaktadır. Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklerasyonu adlı eserinde öncelikle kültürel dönüşümün imkanlarını tespit etmeye çalışmıştır. Ancak o, İslam toplumlarının batı medeniyetiyle teknik bir yarışa girmek yerine öncelikle taklitçi anlayışları terk edip kendi kültürlerini inşa eden değerleri yeniden inanç ve ahlak pratiği olarak yaşamalarını önemsemiştir. İzzetbegoviç, insanın yabancılaşması karşısındaki isyanını dile getiren, batı medeniyetine ait nihilizm, varoluşculuk, başkaldırı felsefesi gibi düşünce akımlarının insanın durumuna dair kötümser yaklaşımıyla İslam'ın insana dair iyimserliği aynı isyanda anlam bulmaktadır. Kötümserlik batı medeniyetinin olumsuz eleştirisine imkan sağlarken, İslam kültür temelli ve olumlu bir medeniyet eleştirisinin imkanıdır. Medeniyetin kültür haline gelmesi beklenilebilecek bir durum değildir. Ona göre ancak İslam, kültür temelli medeniyet eleştirilerini ve yorumlarını ortaya koyabilir. Kapitalizmin ya da sosyalizmin hakim olduğu ülkelerde insanların farklı yollardan da olsa benzer yabancılaşma süreçleri yaşamaları dikkat çeken bir konudur. Aslında her iki toplum tipinde de otantik kültür yerini sahte ve mekanik bir kültüre bırakmaktadır.

Kitle kültürü, insanların maddi ihtiyaçlarını karşılama üzerinden işlemekte ve zihniyet üretmektedir. Geçmiş dönemlerde suç ya da sapkınlık olarak görülen pek çok davranış, artık normal görülmektedir.

Aliya İzzetbegoviç, bu değişimi otantik kültürün tahrip edilmesinin ve insan gerçekliğinin tek yönlü gerçeklik olarak kabul edilmesinin sonucu olarak yorumlamıştır. Aliya İzzetbegoviç, Batı dışı toplumlarda ve bu arada İslam toplumlarında modernleşme ve batılılaşma süreçleri bir medeniyet oluşturma anlayışı üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. İzzetbegoviç, İslam dünyasının asıl meselesinin sadece medeniyet meselesi olmadığını savunmuş, İslam toplumlarının İslam'dan uzaklaşmalarının kültürel bir mesele olarak tespit etmiştir. Ona göre İslam toplumlarında batı medeniyetini merkeze alan radikal uygulamalar kültürel yabancılaşmayı daha da arttırmıştır.

Aliya İzzetbegoviç, geçmişteki İslam medeniyetini farklı kılan en önemli özelliğin teknik üstünlük olmadığını, İslam kültürü olduğunu vurgulamıştır. İslam kültürü insanlar arası ilişkileri ve insanın bütün varlıkla ilişkisini düzenlemiştir. Bu yüzden İslam medeniyetinin farkı ve üstünlüğü kendi değerlerini üreten İslam kültüründen kopmamasına bağlıdır. Tarihte İslam toplumlarında kültür önce medeniyete kurban edilmiş, ardından medeniyet de kendisinden daha güçlü hale gelen başka bir medeniyet karşısında yenilmiştir. Bu yüzden İzzetbegoviç'in kültür ve medeniyet konularına yaklaşımı açısından İslam toplumlarının geri kalmışlığı meselesi sadece bir medeniyet meselesi değil, aynı zamanda önemli bir kültür meselesidir.'

 

 

Kayseri Uluslararası Öğrenciler Akademisi'nde konuşan Eğitimci-Yazar Mustafa Akdeniz:

 

'OKUMA ALIŞKANLIĞIMIZ YETERLİ DEĞİL'

Akademinin 2. oturumunda konuşan Eğitimci-Yazar Mustafa Akdeniz 'Okuma Üzerine' başlığı ile okuma alışkanlıkları, neyi ve nasıl okumamız gerektiği konularında açıklamalarda bulundu. Akdeniz şunları kaydetti:

 

'Okuma eylemi ilk insanla birlikte bir başlamıştır. İnsanın en soylu eylemlerinden birisidir okuma eylemi. Kur'an oku emriyle başlar. Bu okuma aynı zamanda hayatı ve tabiatı okuma anlamları da taşır. Hayatı anlamlandırmak için yapılması gereken en önemli eylemlerden birisidir. İnsanlar bilgi sahibi olmak için okur. İnsanın okuma şekli üç şekilde olabilir. Birisi bilgiç seviyesinde, diğeri bilge seviyesinde üçüncüsü de bilgin seviyesinde okumalardır. Bilgiç, okuduğu bilgilerle diğerlerine hava atmak, karşısındaki ezmek için yapılan okuma şekline bilgiç okuma şekli diyoruz. Diğeri bilgin seviyesinde okuma yani o konuda otorite olmak için yapılan okumalara da bilgin seviyesinde okuma şeklidir. Bir diğer okuma şekli de bilge okumasıdır. Bilge nedir, hayatı anlamlandıran, hayatı yaşanılır kılabilmek için, yanlışı doğrudan ayırabilmek için yapılan okuma şekline bilgece okuma diyoruz. Kitap güncel bilgilere sahip olunmak için okunan dergi, gazete gibi okumalardan farklıdır. Güncel ve aktüel bilgileri içeren yayınlardan farklı olmalıdır. Birkaç ay sonra o bilgilerin anlamı kalmaz. Ancak iyi bir kitabın izi ömür boyu devam edebilir. Ayrıca kitaba ayrılacak olan kaynakların başka görsel araçlara ayrılması gerektiği görüşüdür. Bu da yanlış bir düşüncedir. Kitabın yerini başka hiçbir araç alamaz. Bu kesinlikle doğru değildir. Mutlaka kitaba ayrılması gereken bir kaynak olmalıdır. Herhangi bir alanla ilgilenen kişilerin sistematik okumalara geçmeleri gerekiyor. Yani rastgele okumalar değil belirlenen bir konu ile ilgili sistematik bir şekilde okuma yapmanın büyük faydası vardır. Bunun için de en verimli zaman diliminin üniversite dönemi olduğunu biliyoruz. Okul dışındaki zamanın bir kısmını kitap okumaya ayırmak büyük önem taşıyor. Bir program dahilinde okumak yapmak gerekiyor. Okumak insan için en kolay ve en etkili öğrenme yoludur. Gelişmiş ülkelerde sahip olunan bilginin yüzde 60'ı okuma ile elde etmişlerdir. Bu anlamda gelişmiş ülkelerde okuma oranı en yüksektir. Birçok gelişmiş ülkede insanların günlük hayatının her anında okuma yaptıklarını görebiliyoruz. Kitap okuyan kişinin kendine olan güveni gelişir. Olayları inceleme ve analiz etme kabiliyeti artar. Okuma sayesinde zengin bir kelime dağarcığı kazanılabilir. Özellikle gelişmemiş toplumlarda çok az kelimeyle konuşma gerçekleşirken, gelişmiş toplumlarda bu rakamın binlerle ifade edilen sayılara ulaştığını söyleyebiliriz. Okuma alışkanlığı bir toplumun meramını iyi anlatan insanlardan oluşacağını söyleyebiliriz. Okuyarak zaman kazanmanın mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Kitap okuyarak geçirilen zamanlar en verimli zamanlar olabilir. Seyahatte, belli şeyleri beklerken bu zaman dilimlerinde okuyarak geçirilen zamanın büyük bir kazanç olduğunu söyleyebiliriz. Doğru kitap seçimi de çok önemlidir. Okunacak kitabın seçiminde belirlediğimiz bir alanla ilgili sistematik okumalar yapmalıyız. Ana metinler üzerinde okumalar yapmalıyız. Ana kaynaklar üzerinde okumak yapmak daha önemlidir. Örneğin felsefe konusunda öncelikle felsefeye giriş kitapların okunması, daha sonra felsefe tarihi üzerine okunmalı ve daha sonra da felsefe ile ilgili alt başlıklara yönelmek gerekir. Bu bir alandaki yetkinliğimizi ciddi oranda artıracaktır. Türkiye'de kitap okuma istatistikleri de çok aşağılarda maalesef. Gerek kitap basımı ve gerekse kişi başına kitap okuma oranı çok çok gerilerde bulunmaktadır. Türkiye Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir araştırmaya göre kitap okuma noktasında 173 ülke içerisinde 86. sırada bulunmaktadır. Japonya'da kişi başına 25 kitap düşerken, biz de bu rakam yüzdeliğe bile girememektedir. Önemli bir durumda 1960'lı yıllara göre kitap okuma oranı çok daha düşük seviyelere gerilemiştir.'

Eğitimci-Yazar Mustafa Akdeniz, kitap okumanın önemi ile ilgili olarak yerli ve yabancı düşünürlerin görüşlerine de yer vererek, düşünürlerin ve yazarların kitap okumaya büyük önem verdiklerinin altını çizdi. Akdeniz, okuyan bir insanın farkındalığı olan insan olduğunu ve okuyan insanların artması halinde dünyanın sorunlarının da azalacağını, ekonomik ve sosyal adaletsizliğin de azalacağına inandığını ifade etti. Ayrıca üniversite yıllarından da örnekler vererek özellikle üniversite öğrencilerinin kitap okuma konusunda yapmaları gereken noktalarda açıklamalarda da bulundu.

 

Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Öğrencisi Fatih Bar:

 

'TELL ME PROJESİ BİZE BİR KAPI AÇTI'

 

Uluslararası Öğrenciler Akademisinde konuşan Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Öğrencisi Fatih Bar 'Tell Me' Projesi ile ilgili bilgiler vererek neler yaptıklarını kısaca anlattı. Uluslararası Öğrenciler Akademisi kapsamında yaptıkları çalışmaların çok güzel tepkiler aldığını belirterek şunları kaydetti:

 

'Uluslararası Öğrencilerle ilgili neler yapılabileceği konusunda düşünceler Tell Me projesini doğurdu. Tam olgunlaştırma aşamasında Ali Dursun hocamızla tanıştık ve onun verdiği özgüvenle çalışmalarımıza başladık. Tell Me kelimesinin anlamı ile başlamak istiyorum. Anlamı, söyle bana anlat bana demek. Hedef kitlemiz uluslararası öğrencilerdi. Bu dönemde çeşitli ülkelerde ilgili çok farklı çalışmalar yaptık ve bu ülkelerle ilgili çalışmalar, o ülkelerin uluslararası kanallarında yer aldı. Bu güzel tepkiler sayesinde daha iyi şeyler yapma konusunda bizi motive etti. Bu süreçte bu tür çalışmalarla sürekli batılılar ve oryantalistler uğraşmış biz de bu tür duygularımızı kendimizce anlatalım dedik. Şiir medeniyettir dedik ve şiir çalışması yaptık. Tell Me projesi ile bize bir kapı açıldığını düşünüyoruz. Biz de bu alanı diğer arkadaşlarımıza da açmak istiyoruz. Katkısı olabilecek, düşüncesi ve fikri olan herkesi katkı sağlamaya bekliyoruz.'

Daha sonra Tell Me projesinin içerisinde yer alan Moldova'dan ve Afganistan'dan gelen iki öğrenci bu projenin içinde bulunmaktan duydukları memnuniyeti dile getirerek bu proje ile ilgili düşüncelerini aktardılar. Tell Me Projesi kapsamında hazırlanan tanıtım filmleri de izleyicilerin beğenisine sunuldu. 

HABER/FOTOĞRAF: MESUT/RUKİYE DAVARCI

Bakmadan Geçme