'KURBANDAN KALAN ZİYAFET, HACDAN KALAN ZİYARET'
'Hacılar döndü-dönüyorlar' hoş geldiler ülkelerine, evlerine, ailelerine. Hac süreci onlar için kaygı, heyecan, kavuşmaydı. Önce aha çıktı-çıkmadı kaygısı, sonra çıkınca biran önce Mekke'yi-Medine'yi görme arzusu ve sonra hac ibadetinin ifa edince memlekete kavuşma düşüncesi. Bunlar gerçekten güzel duygular, durumlar(dı).
Çocukluğumda ilk hicaz-hacı kelimesini dedemle ilgili duymuştum. Annemin babasına Hacı Dede derdik. Zamanla yavaş yavaş hac bizim zihnimizde oluşmaya başlamıştı. Öyle ki hac demek hurma demekti, hac demek , zemzem demekti, hac demek tesbih-takke demekti. Hac'ca gitmek yaşlanan amcaların-ablaların ölmeden gittikleri, adeta ahir ömründe gitmesi gereken gizemli bir yerdi. Artık cümle kurmaya başladığımızda, islamın şartlarından biri olduğu da bizlere ezberletilmişti.
Gençlik döneminde Hac ibadeti zihnimizde şekillenmeye başlamıştı. Mekke, Medine İslam beldeleri, vahyin merkezi, Hz Muhammed'in mücadele yerleriydi. Adeta peygamberimiz yaşıyor, müşrikler yaşıyor ve mücadele devam ediyordu.
Döneceğız, döneceğiz,
Vahyin kalbi döneceğiz.
Geleceğız, geleceğiz,
Mekke bir gün geleceğiz. Bir kuş olsam, uçsam sana,
Süzülsem sokaklarına,
Çiğdem olsam, çiçek açsam,
Kavuran o toprağında.
Sonrasında zihnimizde oluşan sakallı, piri fani başında takke, elinde tesbih caminin müdavimlerinden amcalar, üzerinde beyaz tülbenti, elinde tesbihi teyzeler. Bu fotoğraflarda sonuçta bizim çocukluğumuzu süsleyen, gençlik dönemimize uhrevi bir hava katan öneme sahipti. Onlar hep masumluğun; beyaz sakal gibi doğruluğun, beyaz tülbent gibi duruluğun simgeleriydi. Ama bu bir müddet sonra ezber bozuldu: 'Ne çıkarsa hacıdan hocadan çıkar' beylik cümlesi ilk duyduğumuzda anlayamadığımız, algılayamadığımız bir tesbitti. Önce iyi niyetlerle yaklaşırken, hacı-hocanın her konuda örnek ve önder olması anlamında gibi düşlerken, bir de baktık ki; o beyaz sakala kara, o beyaz tülbente karalama kampanyasının bir sonucuydu bu ifadeler. Ne yazık ki bunu destekleyen, hac ile dindarlığını taçlandırdığını düşünen ama güvenilir özelliği olmayan tipler vardı. Bunlar zaten sadece haccı değil, diğer ibadetleri de şeklen, madden yapan ama ibadetlerin ruhundan uzak tiplerdi. Akademisyen Ejder Okumuş'un tesbitiyle bu kimseler , gösterişçi dindarlık formatında olanlardı. Hac konusunda toplumumuzda, 'hacca erken gitme tutamazsın' anlayışı da sorunlu bir anlayış. Sanki hacdan önce işinde, sosyal, siyasi ve ticari hayatında rahat yaşa. Kafana göre takıl. Hak-hukuk tanıma. Helal haram ver Allahım, asi kulun yer Allahım, de. Sonrada hacca gider, hacda tevbe eder yeni doğmuş bir bebek gibi günahsız gelirsin düşüncesi. Oysa iyi bir Müslüman, güvenilir bir insan olmak için Hac'dan önce bizi düzeltecek, ifadeler ve ibadetler vardı: tevhid ve şehadetle zihnimizi, namazla-oruçla ruhumuzu temizlemeye, zekatla helal rızkı hedeflemeye, kurbanla rabbimize kurbiyete vesileler aramaya. Ve sonrası öğrendik ki, hacca gidenlerin biletleri aynı ama niyetleri farklı farklıydı. Kimi ibadet, kimi ziyaret, kimi ticaret, kimi seyahat ve yaşı başı geçti hacca gitmiyor demesinler diye mecburiyet. Esasında bunların toplamı olmalı hac. Ama bunlara ruh katacak olan haccın insani, İslami ve evrensel mesajı olmalıydı. Şu an islam coğrafyasında ve özelde orta doğuda yaşanan süreçte, hac ümmet için bir ortam olmalıydı. Ne var ki gidenlerin yaş ortalaması, eğitim seviyesi, bilinç durumu buna müsait değil. Ha genç gidenler, eğitimli gidenler hac ibadetini nusük düzeyinde, rukünler bağlamında ifa etmekte rahatlar, hiç zorlanmıyorlar. Ama yapılan haccın sadece formu, formalitesi. Yine Hacca giden yaşlı ve gençlerin ortak bir tesbiti var; hac işi genç işi. Ama burada vurgulanan haccın özü ve ötesi değil, haccın farzlarında-vaciplerinde zorlanmamaları, ilgili mekanları kolayca gezebilmeleri, görevlerini rahat bir şekilde yapabilmeleri. Çünkü gençlerde Arapça, İngilizce bilmeyince sadece birbirlerine tebessüm edebiliyorlar. Yani hac işi genç işi değil, gençte olsa yaşlı da olsa önce bilinç işi. Herşeye rağmen hac ibadetini erken yapmalıyız. Toplumda yine yanlış kriterler de var. Çocukların mürüvvetini görmeden olmaz. Burada amaç maddi toparlanma, düğün dernek yapmaksa bir yere kadar tamam. Belki bu mazereti olan islamdaki zengin tanımına girmiyordur. İyi niyetlerle hayatında hedefler belirlemiş onları yapmaya çalışıyor. Ama zengin olanların çocukların evi-evliliği, işi gücü gibi mazeretlere sığınmadan gitmeleri en doğru hareket olacaktır. Yaşanmış bir olaydır. Arafat'tan Müzdelife'ye intikal edip, orada bir müddet vakfe yapılırken yaşlı bir amca görevliye, Neyi bekliyoruz, burada ne yapıyoruz, der. Görevli de, burası müzdelife mevki vakfe yapmamız gerekiyor, dediğinde, bizi buraya niye getirdiniz burası dağ-taş, durmayalım gidelim, cevabını verir. Kurban ibadetinden yanımıza et-ziyafet, hac ibadetinden ziyaret kaldı/kalıyor. Bu eksik, eksiltili ibadet anlayışında ülkemizdeki dindarlık algısı, hac ibadetine bakıştaki kırılganlık; Suud-i Arabistan yönetiminin ev sahipliğinde sakatlık var. Bir kere mevcut yönetim haccı bir inanç turizmi olarak görüyor. Haccın temel felsefesi sadelik yerine, Kabe'ye nazır oteller, avm-ler inşa ediyor. Haccı inancın dışında bir varoluş, bir toplanış ve bir duruş olarak algılamayı da sevmiyor/istemiyor. Hacdan yanımıza kalan sadece hacı sıfatı olmamalı. Bu ibadetlerin hepsinin öncesinde ve sonrasında bizim sıfatımız, islam ve bizler müslümanız. Hacca giden insanlara, kendi dışındakiler hacı demesi normal. Belki bir iltifat, belki bir paye. Ama hacca giden bazı kimselerin illa ki bana hacı deyin/densin beklentisi yanlış. Haccın amaçlarından biri de insanları eşitlemek değil mi? Esasında bütün bu sözlerim geçenlerde hacı sıfatıyla ilgili Hayrettin Karaman hocamızın bir açıklamasıydı. Demişti ki: 'Namaz, oruç, istiğfar/tevbe, tasadduk gibi ibadetler de temizleyici, bağışlanma vesilesi ibadetlerdir. Mü'min bütün bu ibadetleri, kesintisiz kulluk bilinci içinde yapmalıdır. Bir mü'mine hacdan önce neler yakışmıyorsa hacdan sonra da onlar yakışmaz' …Yıllardır hac ibadeti yapan kimseye 'hacı' denilmesini doğru bulmadığını belirterek, 'Mü'min 'namazcı, oruçcu, haccı, zekatçı...' değil, mü'mindir, müslümandır. Yapılan ibadetler mü'mine unvan olmaz, olmamalıdır' tesbitinde bulunmuştu. Hatırlar mısınız , bir dönem popüler olmuş, kült olmuş bir roman vardı. Yazarı Paulo Coelho, kitabın ismi Simyacı. Bu kitapta Santiago isimli delikanlı birçok macera yaşar ve son duraklarından biri de Mısır'dır. Orada bir Müslüman billuriyeci vardır. Bu şahsın bir hayali vardır, Mekke'ye gitmek. Ama bir taraftan da kararsızdır. Santiago sebebini sorar, O'da: 'Beni hayatta tutan Mekke'dir. Hepsi birbirine benzeyen günlere, raflara dizilmiş şu vazolara, iğrenç bir aşevinde öğle-akşam yemek yemeye katlanacak güç veriyor bana. Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak', der Elbette bizlerde Mısırlı billuriyeci gibi düşünelim demiyorum. Ama diyorum ki, hac hayalimiz hacı sıfatıyla sınırlı kalmasın. Hacdan yanımıza kalan hurmanın tadı, zemzemin adı ve yaşadıklarımızın hatırası olmasın. Hac hayat olsun. Pekala hacca gitmeyi düşleyenlerden ve gidip dönenlerden beklentimiz ne olsun. İsterseniz Üstad Muhammed İkbal söylesin. İkbal hac sonrası kendisini ziyaret edip, hediye getirenlere soruyor: 'Hacdan bize ne getirdiniz?' Şöyle cevap veriyorlar: 'Takke, tespih, başörtü, zemzem, hurma vs.' Fakat İkbal'in beklentisi farklı. Hacılara beklentisini şöyle açıklıyor: 'Hz Ebu Bekir'in imanını ve sadakatini, Hz Ömer'in adaletini ve cesaretini, Hz Osman'ın haysını ve edebini, Hz Ali'nin ilmini ve irfanını getireniniz yok mu? Ben sizlerden onlardan birinin boyası ile boyanıp gelmenizi beklerdim. Mustafa B A L A B A N mbalabani@mynet.comDonecegiz, donecegiz
Gelecegiz, gelecegiz
Mekke bir gun gelecegiz
Bir kus olsam ucsam sana
Suzulsem sokaklarina
Cigdem olsam, cicek acsam
Kavuran o topraginda
Senden uzak kalabilmek
Taslar gibi yurek ister
Zalimin eline koymak
Zulum olmakliga yeter
Kavrar yurek, kalkar bilek
Sana ıbrahimler gerek
Eteginde her bir yurek
Bir gun haykiracak lebbyk...Donecegiz, donecegiz
Vahyin kalbi donecegiz
Gelecegiz, gelecegiz
Mekke bir gun gelecegizDonecegiz, donecegiz
Vahyin kalbi donecegiz
Gelecegiz, gelecegiz
Mekke bir gun gelecegiz
Döneceğız, döneceğiz,
Vahyin kalbi döneceğiz.
Geleceğız, geleceğiz,
Mekke bir gün geleceğiz. Bir kuş olsam, uçsam sana,
Süzülsem sokaklarına,
Çiğdem olsam, çiçek açsam,
Kavuran o toprağında.
Sonrasında zihnimizde oluşan sakallı, piri fani başında takke, elinde tesbih caminin müdavimlerinden amcalar, üzerinde beyaz tülbenti, elinde tesbihi teyzeler. Bu fotoğraflarda sonuçta bizim çocukluğumuzu süsleyen, gençlik dönemimize uhrevi bir hava katan öneme sahipti. Onlar hep masumluğun; beyaz sakal gibi doğruluğun, beyaz tülbent gibi duruluğun simgeleriydi. Ama bu bir müddet sonra ezber bozuldu: 'Ne çıkarsa hacıdan hocadan çıkar' beylik cümlesi ilk duyduğumuzda anlayamadığımız, algılayamadığımız bir tesbitti. Önce iyi niyetlerle yaklaşırken, hacı-hocanın her konuda örnek ve önder olması anlamında gibi düşlerken, bir de baktık ki; o beyaz sakala kara, o beyaz tülbente karalama kampanyasının bir sonucuydu bu ifadeler. Ne yazık ki bunu destekleyen, hac ile dindarlığını taçlandırdığını düşünen ama güvenilir özelliği olmayan tipler vardı. Bunlar zaten sadece haccı değil, diğer ibadetleri de şeklen, madden yapan ama ibadetlerin ruhundan uzak tiplerdi. Akademisyen Ejder Okumuş'un tesbitiyle bu kimseler , gösterişçi dindarlık formatında olanlardı. Hac konusunda toplumumuzda, 'hacca erken gitme tutamazsın' anlayışı da sorunlu bir anlayış. Sanki hacdan önce işinde, sosyal, siyasi ve ticari hayatında rahat yaşa. Kafana göre takıl. Hak-hukuk tanıma. Helal haram ver Allahım, asi kulun yer Allahım, de. Sonrada hacca gider, hacda tevbe eder yeni doğmuş bir bebek gibi günahsız gelirsin düşüncesi. Oysa iyi bir Müslüman, güvenilir bir insan olmak için Hac'dan önce bizi düzeltecek, ifadeler ve ibadetler vardı: tevhid ve şehadetle zihnimizi, namazla-oruçla ruhumuzu temizlemeye, zekatla helal rızkı hedeflemeye, kurbanla rabbimize kurbiyete vesileler aramaya. Ve sonrası öğrendik ki, hacca gidenlerin biletleri aynı ama niyetleri farklı farklıydı. Kimi ibadet, kimi ziyaret, kimi ticaret, kimi seyahat ve yaşı başı geçti hacca gitmiyor demesinler diye mecburiyet. Esasında bunların toplamı olmalı hac. Ama bunlara ruh katacak olan haccın insani, İslami ve evrensel mesajı olmalıydı. Şu an islam coğrafyasında ve özelde orta doğuda yaşanan süreçte, hac ümmet için bir ortam olmalıydı. Ne var ki gidenlerin yaş ortalaması, eğitim seviyesi, bilinç durumu buna müsait değil. Ha genç gidenler, eğitimli gidenler hac ibadetini nusük düzeyinde, rukünler bağlamında ifa etmekte rahatlar, hiç zorlanmıyorlar. Ama yapılan haccın sadece formu, formalitesi. Yine Hacca giden yaşlı ve gençlerin ortak bir tesbiti var; hac işi genç işi. Ama burada vurgulanan haccın özü ve ötesi değil, haccın farzlarında-vaciplerinde zorlanmamaları, ilgili mekanları kolayca gezebilmeleri, görevlerini rahat bir şekilde yapabilmeleri. Çünkü gençlerde Arapça, İngilizce bilmeyince sadece birbirlerine tebessüm edebiliyorlar. Yani hac işi genç işi değil, gençte olsa yaşlı da olsa önce bilinç işi. Herşeye rağmen hac ibadetini erken yapmalıyız. Toplumda yine yanlış kriterler de var. Çocukların mürüvvetini görmeden olmaz. Burada amaç maddi toparlanma, düğün dernek yapmaksa bir yere kadar tamam. Belki bu mazereti olan islamdaki zengin tanımına girmiyordur. İyi niyetlerle hayatında hedefler belirlemiş onları yapmaya çalışıyor. Ama zengin olanların çocukların evi-evliliği, işi gücü gibi mazeretlere sığınmadan gitmeleri en doğru hareket olacaktır. Yaşanmış bir olaydır. Arafat'tan Müzdelife'ye intikal edip, orada bir müddet vakfe yapılırken yaşlı bir amca görevliye, Neyi bekliyoruz, burada ne yapıyoruz, der. Görevli de, burası müzdelife mevki vakfe yapmamız gerekiyor, dediğinde, bizi buraya niye getirdiniz burası dağ-taş, durmayalım gidelim, cevabını verir. Kurban ibadetinden yanımıza et-ziyafet, hac ibadetinden ziyaret kaldı/kalıyor. Bu eksik, eksiltili ibadet anlayışında ülkemizdeki dindarlık algısı, hac ibadetine bakıştaki kırılganlık; Suud-i Arabistan yönetiminin ev sahipliğinde sakatlık var. Bir kere mevcut yönetim haccı bir inanç turizmi olarak görüyor. Haccın temel felsefesi sadelik yerine, Kabe'ye nazır oteller, avm-ler inşa ediyor. Haccı inancın dışında bir varoluş, bir toplanış ve bir duruş olarak algılamayı da sevmiyor/istemiyor. Hacdan yanımıza kalan sadece hacı sıfatı olmamalı. Bu ibadetlerin hepsinin öncesinde ve sonrasında bizim sıfatımız, islam ve bizler müslümanız. Hacca giden insanlara, kendi dışındakiler hacı demesi normal. Belki bir iltifat, belki bir paye. Ama hacca giden bazı kimselerin illa ki bana hacı deyin/densin beklentisi yanlış. Haccın amaçlarından biri de insanları eşitlemek değil mi? Esasında bütün bu sözlerim geçenlerde hacı sıfatıyla ilgili Hayrettin Karaman hocamızın bir açıklamasıydı. Demişti ki: 'Namaz, oruç, istiğfar/tevbe, tasadduk gibi ibadetler de temizleyici, bağışlanma vesilesi ibadetlerdir. Mü'min bütün bu ibadetleri, kesintisiz kulluk bilinci içinde yapmalıdır. Bir mü'mine hacdan önce neler yakışmıyorsa hacdan sonra da onlar yakışmaz' …Yıllardır hac ibadeti yapan kimseye 'hacı' denilmesini doğru bulmadığını belirterek, 'Mü'min 'namazcı, oruçcu, haccı, zekatçı...' değil, mü'mindir, müslümandır. Yapılan ibadetler mü'mine unvan olmaz, olmamalıdır' tesbitinde bulunmuştu. Hatırlar mısınız , bir dönem popüler olmuş, kült olmuş bir roman vardı. Yazarı Paulo Coelho, kitabın ismi Simyacı. Bu kitapta Santiago isimli delikanlı birçok macera yaşar ve son duraklarından biri de Mısır'dır. Orada bir Müslüman billuriyeci vardır. Bu şahsın bir hayali vardır, Mekke'ye gitmek. Ama bir taraftan da kararsızdır. Santiago sebebini sorar, O'da: 'Beni hayatta tutan Mekke'dir. Hepsi birbirine benzeyen günlere, raflara dizilmiş şu vazolara, iğrenç bir aşevinde öğle-akşam yemek yemeye katlanacak güç veriyor bana. Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak', der Elbette bizlerde Mısırlı billuriyeci gibi düşünelim demiyorum. Ama diyorum ki, hac hayalimiz hacı sıfatıyla sınırlı kalmasın. Hacdan yanımıza kalan hurmanın tadı, zemzemin adı ve yaşadıklarımızın hatırası olmasın. Hac hayat olsun. Pekala hacca gitmeyi düşleyenlerden ve gidip dönenlerden beklentimiz ne olsun. İsterseniz Üstad Muhammed İkbal söylesin. İkbal hac sonrası kendisini ziyaret edip, hediye getirenlere soruyor: 'Hacdan bize ne getirdiniz?' Şöyle cevap veriyorlar: 'Takke, tespih, başörtü, zemzem, hurma vs.' Fakat İkbal'in beklentisi farklı. Hacılara beklentisini şöyle açıklıyor: 'Hz Ebu Bekir'in imanını ve sadakatini, Hz Ömer'in adaletini ve cesaretini, Hz Osman'ın haysını ve edebini, Hz Ali'nin ilmini ve irfanını getireniniz yok mu? Ben sizlerden onlardan birinin boyası ile boyanıp gelmenizi beklerdim. Mustafa B A L A B A N mbalabani@mynet.comDonecegiz, donecegiz
Gelecegiz, gelecegiz
Mekke bir gun gelecegiz
Bir kus olsam ucsam sana
Suzulsem sokaklarina
Cigdem olsam, cicek acsam
Kavuran o topraginda
Senden uzak kalabilmek
Taslar gibi yurek ister
Zalimin eline koymak
Zulum olmakliga yeter
Kavrar yurek, kalkar bilek
Sana ıbrahimler gerek
Eteginde her bir yurek
Bir gun haykiracak lebbyk...Donecegiz, donecegiz
Vahyin kalbi donecegiz
Gelecegiz, gelecegiz
Mekke bir gun gelecegizDonecegiz, donecegiz
Vahyin kalbi donecegiz
Gelecegiz, gelecegiz
Mekke bir gun gelecegiz