'Kur'an okuyanlara neden hidayet etmiyor?'

İktibas Dergisi Kayseri Temsilciliği Pazar Sohbetleri'nin konuğu Araştırmacı-Yazar Erhan Aktaş oldu. Sohbetin konusunu 'Kur'an'ı Doğru Okumak' oluşturdu. Aktaş, günümüz Kur'an okumalarında yapılan yanlışlıklara değinirken, Kur'an'ı doğru okuma şeklinin nasıl olacağını anlattı.

 İktibas Dergisi Kayseri Şubesi'nde 31 Mart 2013 günü yapılan 'Pazar Sohbetleri'nin konuğu Araştırmacı-Yazar Erhan Aktaş oldu. Aktaş gerçekleştirdiği sohbette Kur'an'ın doğru okunmaması durumunda Kur'an'ın altında yer alan bilgilerinde doğru okunamayacağını söyledi. 'Siyer, tefsir, hadis ya da her ne okuyacaksanız okuyun, eğer okuyacağınız şeyin doğru bir yankı bulması, düşüncenizi, inancınızı, fikrinizi doğru şekillendirmesi isteniyorsa ona şekil verecek, onu bir kalıba sokacak, onu doğrulayacak, farklı olanın da üzerinde kesin doğru olan bir kaynağa ihtiyacınız var demektir' ifadelerini kullanan Aktaş, Bu kaynağında şüphesiz ki Allah'ın kelamı olduğunu belirterek sözlerine şu şekilde devam etti; 'Bu sebeple Kur'an doğru okunmadan diğer bilgilerde ne kadar derinlikli bilgi sahibi olunursa olunsun, dünyanın en büyük müfessiri, muhaddisi siyercisi de olsanız ya da bilgi donanımı yönünden üstünüze kimse tanınmayacak kadar donanımlı da olsanız, bütün bu bilgileri doğrulayacak kesin bilgi olan Kur'an doğru okunmadıkça bu bilgileri doğru tanımlama, doğru anlama, doğru bir şekilde yararlanma şansınız olamaz. Zaten bu bilgilerden hareketle ortaya bir takım şeyler koyanların, koydukları o bilgilerdeki yanlışlar, Kur'an konusunda kendilerini yetiştirmiş olanlar tarafından çok net bir şekilde görülebiliyor. Kur'an'ı doğru okumaktan kastım, tabi ki onu bir metin olarak, Arapça şivesiyle, mahreciyle, grameriyle okumak anlamında bir okuma değil, nasıl bir metin olduğunu, nerden geldiğini, niçin geldiğini, nasıl bir mesaja sahip olduğunu anlayarak, mahiyetini ve içeriğini kavrayarak, anlayarak, idrak ederek, onun gösterdiği doğrultuda, onun çizdiği yolda, bir haz içerisinde Kur'an okunursa maksat hsıl olur. Yoksa hiçbir okuma Kur'an'ı doğru okuma olarak tanımlanamaz.'

Kur'an'ı doğru okursak bize hidayet edecektir

Kur'an'ın doğru okunmadığının çok somut ve kesin bir göstergesinin Kur'an'ın şu anda kendisini okuyan kimselere hidayet etmediğini delil gösteren Akaş, 'Bizi karanlıklardan aydınlıklara çıkarması ve doğru yolu göstermesi gereken kitap, bunu yapmıyor. Kur'an okunduğu halde kimseye hidayet etmediğine göre burada şu soruyu sorabiliriz: Bunun sorumlusu Kur'an mı? Bizi dalaletlerden kurtuluşa erdirmediğine göre Kur'an yetersiz mi? Ya Kur'an bu konuda yetersiz diyeceğiz ya da diyeceğiz ki; Kur'an mensubu olduğunu, ona iman ettiğini iddia eden insanların onunla bağlantısı yanlış. Yetersizlik Kur'an'da değil, onu kendisine ölçü ve rehber edinen kimselerin onunla kurduğu bağlantı yanlış. Yani yetersizlik bizde, ona mensup olduğunu iddia edenlerde. Eğer biz onu doğru okursak Kur'an bize hidayet edecek, karanlıklardan aydınlığa çıkaracak, bizi bütün yeryüzünün ve bütün insanlık leminin örneği haline getirecek. En güçlü, en akıllı, en bilgili, en donanımlı, en huzurlu en saygılı birer kul yapacak. Ancak Kur'an'ın bu maksadının gerçekleşmesi ikinci bir şeye bağlı. O da Kur'an'ı doğru okumaktır. Eğer biz Kur'an'ı doğru okursak ve doğru anlamaya çalışırsak Kur'an bize hidayeti kesinlikle ulaştırır' dedi.

Kur'an'ın muhatabının ve konusunun insan olduğunu kaydeden Aktaş, Muhatabı ve konusu insan olan, insanın düşüncesini, anlayışını, maddi manevi bütün bir yapısını konu edinmiş bir kitabın, insan tarafından anlaşılması gerektiğini aktardı. Aktaş, anlaşmanın ve anlayabilme sorunun Kur'an kaynaklı bir sorun mu? Yoksa muhataplarının bir sorunu mu?  Sorularını yönelterek, eğer Kur'an'ın insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarma gibi bir iddiası varsa doğası gereği anlaşılır olmak zorunda olduğunu söyledi. Kur'an'ın anlaşılmamasının aslında doğası gereği apaçık ve anlaşılır bir metin olan Allah'ın kelamıyla onun muhatapları olanların bu hitabı -ne yazık ki- hitabın diliyle, hitabın özgün yapısı içerisinde bağlamıyla bağlantı kuramadıklarını belirten Aktaş; 'Bunun birçok nedeni olabilir. Ama en önemli sebebi de, ne yazık ki, içinde bulunduğumuz toplumun değer yargılarının bizde oluşturduğu ön kabullerdir. Yani deyim yerindeyse ön yargılardır. Eğer böyle olmasaydı, bugün Kur'an'a iman ettiğini söyleyen, Kur'an'ın taraftarı olan kimselerin değişik görüşleri düşünceleri, mesela laikliği, demokrasiyi, tasavvufu, modernizmi ve böyle bir takım değerleri Kur'an çatısı altında kabul edilebilir değerler olarak benimsemezdi' dedi.

Kur'an bir değerler bütünü olduğunu belirten Aktaş, şu sözlerle açıklamasını sürdürdü; 'Kur'an'ın değerleri, kendisine iman edenleri o değerlere muktedir kılmasını ön şart olarak ileri sürüyor. Allah'ın kelamı; 'Bana iman eden kimselerin imanlarının geçerli olabilmesi için benim ön şartım bu değerleri muktedir kılmaktır. Eğer benim değerlerimi yaşadığı hayata muktedir kılmayı amaç edinmemişse bir kimse, o imanın o inancın bende bir karşılığı yoktur.' diyor. Yani Kur'an'a iman etmiş bir kimse önce onun bu değerlerini muktedir kılmayı da amaç edinmiş olmalıdır. Eğer böyle bir amacı yoksa hem Kur'an hem demokrasi diyebiliyorsa, hem Kur'an hem laiklik diyebiliyorsa, hem Kur'an hem rasyonalizm diyebiliyorsa, o zaman onun Kur'an'la bağlantısı, Kur'an okuması doğru bir okuma değil demektir. Çünkü eğer doğru bir okuma olsa oradan hareketle o Kur'an'ın değerlerini hayata, yaşadığı dünyaya hkim kılmanın, ona iman etmesinin olmazsa olmazı olduğunu anlar. Özellikle ilahiyat akademisyen çevresindeki kimselerin mesleki olarak da Kur'an'la iç içe olmasına rağmen, Kur'an'a bu boyutuyla bir şekilde düşüncelerinde, yaşantılarında yer vermemelerinin sebebi okumadaki bu yanlıştan kaynaklanıyor. Bu Kur'an'ın bu takım değerlerinden habersiz olmalarından kaynaklanan bir sorun.'

Kur'an mealine de Kur'an'a duyulan saygı gösterilmeli

Aktaş, Kur'an'ın Arapça yazıldığını, bizim ise anadilimizin Arapça olmadığını vurgulayarak dil ve anlam kaynaklı Kur'an okumaları hakkında şu bilgileri aktardı; 'Kur'an Arapça bir metin. Ya herkes Arapçayı öğrenecek Kur'an'la öyle bir bağlantı kuracak ya da kendi dilinden Allah'ın kitabına muhatap olacak. Burada şu soru gündeme geliyor: Kur'an çevirileri Kur'an mıdır? Tabiî ki Kur'an çevirileri Kur'an'dır. Burada belirtilmesi gereken bir nokta var. Kur'an mealine Kur'an'a gösterilen saygı gösterilmeli. Birileri Arapça bir metni eline aldığında da çeviri bir metni eline aldığında da aynı hassasiyete sahip olmalı. Lafız olarak tabi ki değildir tıpkı bir arabın okuduğunun, okuduğundan anladığının da Kur'an olmadığı gibi. Bir metinden söz etmiyoruz. Diyelim ki ben arabım, oradan bir şey okudum ve okuduğumdan bir şey anladım. Okuduğum şey mutlaktır, kesindir. Benim anladığım ise kesin olmamakla beraber benim okuduğum da Kur'an'dır. Lfzen değil mana olarak Kur'an'dır. Bu yüzden bizim okuduğumuz çeviriler Kur'an'dır. Varsayalım ben Arapçayı çok iyi bilen bir kimseyim. Okuyorum ve bunu kendi dilime çeviriyorum. Arabın da yaptığı budur. O da Kur'an'ı okuyor ve kendi mantalitesi içerisinde, kendi zihniyeti ve kültürel yapısı ve müktesebatı içerisinde kendi okuduğundan bir şey anlıyor. O arabın anladığı ne kadar Kur'an ise benim bugün mealden okuyan bir kimse olarak anladığım da o kadar Kur'an'dır. Arapçayı bir araptan daha iyi bilen kimseler olabilir. Çünkü her Arap Arapçayı gramer olarak bilmez. O dilin mahrecini bilebilir ama gramerini bilmez. Tam anlamıyla yansıtma, moda mod lafzın manasını verme, dilbilgisine dil zenginliğine sahip olmayabilir. Bugün Kur'an'ı çeviren bir kimsenin zihninde on bin tane Arapça kelime varsa bir Arap bin tane kelimeyle düşünür ve konuşur. O açıdan aslında mealler, normal bir arabın Kur'an'dan anladığıyla mukayese edildiğinde Kur'an olması açısından daha Kur'an'a yakındır. Nasıl ki hiç kimsenin lafzen anladığı Kur'an değilse, lafız olarak Kur'an Allah'ın kelamıdır, kelamullahtır, sadece lafzen muhafaza edilmiştir. Ama ondan okuyanların anladıkları anlam açısından Kur'an olarak kabul edilmelidir. Yoksa okumanın da bir gereği kalmaz. Dolayısıyla Kur'an çevirileri Kur'an olarak nitelendirilmeli, kabul görmelidir.'

Önyargısı olmayan akıl yoktur

Her aklın bir önyargıya sahip olduğunu ve aklın her okuduğu şeyi bu önyargılarla anlamlandırdığını belirten Aktaş; 'beslendiğimiz kaynaklar önyargımızı şekillendirir. İçinde bulunduğumuz cemaatin, toplum, aile, okul, çevrenin fikri yapısı ve hatta bizim karakteristik yapımız. Bütün bunlar bizim önyargımızı oluşturan argümanlardır. Önyargısız bir insan olmadığına göre, herkes kendi önyargısıyla Kur'an'ı okuyor demektir. Eğer önyargımızı oluşturan ana kaynak Kur'an ise biz bu farklılık sorununu yaşamayız. Farklı şeyler düşünebiliriz ama bu temelde bir aykırılığı ortaya çıkarmaz. Örneğin mistik ya da tarihselci okumanın önyargısını ne oluşturuyor? Kısacası Kur'an'ı Kur'anca okumak derken önyargısı Kur'an'a göre oluşmuş, Kur'an tarafından oluşturulmuş bir zihnin okumasıdır bu. Bu kesin ve yanılgısız bir okumadır anlamı çıkarılmasın buradan. Böyle bir iddia söz konusu değil. Ama Kur'an'ın Kur'anca okunmasını arzu ediyorsanız o zaman önyargılarımızı Kur'an'a göre oluşturmak zorundayız. Yani Kur'an tarafından oluşturulmuş bir akılla, bir duyguyla, bir düşünceyle Kur'an okunursa Kur'anca okumak gerçekleşir.' dedi.

Bu okumayla Kur'an kimseye hidayet etmez

Günümüz Kur'an okuma biçimlerine konuşmasının devamında değinen Aktaş, günümüzde dört okuma biçiminden geleneksel okumayı ve bu okumadan kaynaklı yanlışları aktardı; 'Önce geleneksel okumanın kaynaklarına bakalım. Geleneksel okumanın kaynaklarından birisi hadis külliyatı. İkincisi tefsir. Üçüncüsü siyer. Dördüncüsü israiliyat. Beşincisi asabiyet yani toplumsal değer yargıları; örf, töre, amele. Geleneksel okuma bu bilgiler üzerinden oluşmuş bir ön yargıyla okunduğu için böyle bir okumayla Kur'anca okunmuş sayılmaz. Kur'an'ı bu okumayla kendisiyle irtibat kurulamaz. Bu okumayla Kur'an kimseye hidayet etmez. Kimseyi delaletten hidayete götürmez. Çünkü bu Kur'anca bir okuma değildir. Bu rivayete dayalı, uydurma haberlere dayalı, mutlak olması söz konusu olmayan bilgilerden hareketle bir okuma biçimi. Dolayısıyla bu okuma biçimi içerisinde hadis külliyatında, siyerde, tefsirde, fıkıhta, israiliyatta, örfte, asabiyetteki bütün yanlışlar Kur'an'ı şekillendiriyor, değiştiriyor ve anlam değişikliğine neden oluyor. Böyle bir okuma ile Kur'an'la bu düşünceler yoluyla bağlantı kurmuş oluruz. Aslında inanılan, rehber edinilen şey Allah'ın kitabı kelamullah değil, bu saydıklarımızdır. Bunlardaki hatalar, eksikler, cahiliye, küfür, şirk, nifak ne sayarsanız sayın bütün bunlar o inancın içerisinde belirleyici rol olarak yer alır, insanın düşüncesi ona şekil vermeye devam eder.'

Aktaş, geleneksel okuma biçiminde limlere çok önemli değerler verildiğini, onların her biri, Kur'an'ı daha doğru anlayan, Allah'ın kelamını bizden çok daha iyi bilen kimseler oldukları için onların dedikleri daha doğrudur düşüncesiyle, onların tüm hatalarını, yanlışlarını kendi içimizde maalesef inanç haline dönüştürebildiğimizi söyledi. Bu okuma biçimiyle ilgili çeşitli örnekler sunan Aktaş; 'Mesela İmam Suyuti'yi İslam dünyasında çok önemli bir lim olarak bilinen bir insandır. Bu kişi şunu söyleyebiliyor: Hadis ayeti nesheder. Bunu da Bakara suresi 180. Ayete dayandırıyor. Ayet şöyle diyor: 'vasiyet bırakacağınız zaman, vasiyetinizden ve borçlarınızın ödenmesinden sonra şu şekilde taksimatta bulunun.' Ama Suyuti de diyor ki: 'varise vasiyet yoktur' hadisi, bakara 180. ayeti nesheder. Ya da maliki ekolünün önemli limlerinden birisi olan İbnu'l Arabi diyor ki: Seyfe ayeti dediğimiz Tevbe suresinin beşinci ayetinden başlayıp 8-9. Ayetine kadar devam eden kılıç ayeti 180 tane ayeti neshetmiştir. Bu limler geleneksel düşüncenin önemli adamları ve anlayışları da bu. Zira bugün bizim şirk olarak gördüğümüz şefaat kavramı, kabir azabı kavramı ve buna benzer birçok görüşleri onaylayabiliyor. Mesela Hanefi ekolünün kurucusu Ebu Hanife rahatlıkla şefaatin ve kabir azabının hak olduğunu ve inkrının küfür olduğunu söyleyebiliyor. Dolayısıyla bu geleneksel anlayışın düşüncesini oluşturan kişilerin kafa yapısını bu şirk saydığımız görüşler oluşturuyor. Bunlara daha nasıl itimat edeceksiniz? Kaldı ki hadis konusuna hiç girmiyorum. Hadis külliyatında yer alan hadislerin %80'ini tasnif ettiğiniz zaman bunlar şirk ya da bunlar küfür diyebilirsiniz. Fakat bu anlayış onun içinden bir tek lafa bile dokundurmuyor. Dolayısıyla Kur'an çevirileri Kur'an'dır derken piyasada bu okumaya dayalı çevirileri kastetmiyorum' dedi.

Allah'ı insanın hayatından çıkaran zihniyet

Diğer bir okuma olan Modernist okumanın ise şu anda gündemde birçok yerde tartışıldığını belirten Aktaş, modernist okumanın yeni dönem bir okuma olduğunu söyledi. Bundan iki yüz yıl öncesine kadar bütün İslam leminde belirleyici olan okumanın geleneksel okuma olduğunu bununda üzerinden itikadın oluştuğunu ve ameller icra edilmeye başlandığını kaydetti. Aktaş daha sonra; 'Modernist okumanın son yüzyıllarda ve özellikle de Hint alt kıtası dediğimiz bölgede ve ardından Mısır'da başlamıştır. Modernist okumanın başlangıcı tarihçilerce oraya götürülüyor. Hint alt kıtasında İngilizlerin işgalinde yaşayan bir Müslüman nüfus var. Bu bölgede yaşayanlar Batı'daki modernist ya da rasyonalist aklın Allah'ın devre dışı bırakıp onların deyimiyle Tanrı'yı insanın hayatından çıkaran zihniyetin ortaya koyduğu anlayış bütün Avrupa'yı kasıp kavurduğu gibi İslam coğrafyasında da ciddi anlamda taraftar buluyor. Deyim yerindeyse ezip geçiyor. Böyle bir dönemde, yani ateist olmanın, inkarcı olmanın, dini dışlamanın moda haline geldiği özellikle Avrupa'da başlayan rasyonalizmin insan hakları, özgürlük tarzındaki temel argümanlarıyla Tanrı'yı ve kiliseyi devre dışı bırakmaya yönelik söylemleri İslam coğrafyasında yeterli cevabı bulamadı. Bundan dolayı da Hindistan alt kıtasında bu modern zihniyete cevap verme adına arayışlara girdi. Bu arayışlar sonucunda da kendilerince ilime, akla, mantığa uymayan şeyleri evirip çevirmeye başladılar. Mesela ilk müdahale ettikleri şey bu mucize konusudur. Modernist okumada mucizeler gerçekte olmuş şeyler değil tamamen zihnin ürettiği, sembolik anlatımlarla konuların işlendiği, gerçeklik değeri taşımayan şeylerdir. Çünkü bunu ilim izah edemiyor. Bu Avrupa'nın aklına izah etmede yetersiz kalıyor. Edemeyince bu tarz bir anlatıma gidiliyor. Kadın konusunda, çok evlilik konusunda, miras konusunda ve aklın eleştirisine konu olan ne kadar şey varsa bu okuma biçiminde tamamen Kur'an'ın dışına itilmiş. Dolayısıyla itibar edilecek şeyler değil denilmiş. İslam aslında daha çağdaş denmiş. Dolayısıyla aslında bu okuma temelde tepkisel bir okumadır. Bir dayanağı da yoktur. Bu okuma biçimi bugün dünyada özellikle entelektüel çevrede taraftar bulmuş bir okuma biçimidir. Bunlara bir değer biçileceği zaman, bu okuma biçimleri değerlendirileceği zaman, bunların hangi kaynaklar üzerinden oluştuğunun bilinmesi lazım. Bunlar bilinmezse sadece onların anlayışları üzerinden eleştiri konusu etmek doğru bir yaklaşım değil.' İfadelerine yer verdi.

Kur'an'ı Kur'anca okumak

Aktaş, bütün insanların Kur'an'ın muhatabı olduğunu söyleyerek; 'Her insanın anlayacağı bir hitap şekli vardır ve her insan tarafından o hitap anlaşılmak zorundadır. Yoksa anlaşılmayacak bir metinden kimse sorumlu olmaz' dedi.

Türkiye'de ilim sözcüğüne yüklediğimizi anlam ile ayetlere konu olan bilginin aynı anlam olmadığını aktaran Aktaş bizim bilgiyi, fizik, siyer, tarih, coğrafya v.s. bilmek gibi bir bilgi olarak anladığımızı belirtti. Allah'ın böyle bir bilgiden söz etmediğini ve bilginin Allah'tan gelen vahyin adı olduğunu açıkladı. Aktaş konuşmasına şu sözle devam etti; 'Yani bunu idrak eden ve farkında olan ile bunu bilmeyip farkında olmayanla hiçbir olur mu? (Hiç bilen ile bilmeyen bir olur mu?) diyor; Allah. Vahye teslim olan ile teslim olmayan hiçbir olur mu? Bilginin Kur'an'da ki esas anlamı budur. Burada bilimin konusu olan bilmeden değil de idrak etmeyi sağlayan bir ilimden bahsediyoruz. Burada bilmek Allah'ın varlığını kavramaktan geçiyor.'

Aktaş cahiliye devrinde fikir üzerinden yürütülmüş bir bilgiye zan, kişinin kendi tecrübesiyle ortaya çıkan şeye de ilim denildiğini belirterek bunun yanışlığını ve Kur'an'ın b konuya yaklaşımını değerlendirdi; 'Kur'an'da dedi ki; ilim, mutlak hakikat ve doğru benim dedi. Siz tecrübeyle de elde etmiş olsanız o benim mutlaklığım ve doğruluğum karşısında sadece bir zandır. Zan ise hakikatten bir şey ifade etmez.'

Her sözcüğün yalın bir anlamı olabileceğini ama her sözcüğün Kur'an içerisinde yer aldığı zaman o sözcüğe farklı anlamlar yüklemiş olabileceğini belirten Aktaş,Bunu dikkatte almamız gerektiğini açıkladı.

Kur'an'ın bir sistematik anlayışı öngördüğünü aktaran Aktaş şöyle devam etti; 'Böyle olunca da o sözcük Kur'an sistematiği içerisinde yeni bir anlam kazanır. Mesela bildiğimiz kitap, Kur'an sistematiği içerisinde vahyin adı oluyor. Kur'an nüzul olduğu toplum tarafından kullanılan sözcüklerdir. Kur'an o sözcüklere yeni anlamlar yükledi.'

Aktaş sonuç olarak geleneksel, tarihsel, modernist ve mistik okumaların önyargıların sonucu ortaya çıkmış okuma türleri olduğunu belirterek Kur'an'ı doğru okumanın bütüncül bir okumadan geçtiğini savundu.

Yazan: Bünyamin Gültekin

Yorumlar 1

Bakmadan Geçme