KUDÜS'LE BULUŞMA
Genel Yayın Yönetmenimiz Rıfat Yörük'ün Filistin ve İsrail izlenimlerini kaleme aldığı yazı dizisinin 2. bölümü
Tel-Aviv ile Kudüs arası 60 km. Ancak yoğun trafikten bu mesafe 1,5 saat sürüyor. Nihayet tarihi yapıları, surları, Mescid-i Aksa'sı ve Zeytin Dağı ile Kudüs gözüküyor. Tam 100 yıl önce 1917'de kaybettiğimiz Kudüs'ün nüfusu 750 bin civarında. Bunun üçte biri Filistinli. Bir kısmı Hristiyan Arap. Çoğunluğu ise Yahudi.
Barış ve esenlik yurdu
Kudüs, Dünyada 'Jerusalem' diye tanınıyor. Yani Daru's Selam. Yani 'Barış, esenlik, huzur, adalet, güvenlik diyarı.' Bu adı Hz. Süleyman'ın koyduğu ve adaletle, barışla, selametle yönettiği ülkenin başkentine Dru's-Selm (Jerusalem) dediğini öğreniyorum. Ancak 1917'de İngilizlerin daha sonra da Yahudilerin eline geçtikten sonraki yüz yıllık zalim yönetimlerin şehrin adına hiç yakışmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Kanuni ve Hürrem'in unutulmaz hizmetleri
Selahaddin Eyyubi Kudüs'ü 1187 yılında fethetmiş. Şehir 1516'dan 1917'ye kadar Osmanlı hakimiyetinde kalmış. En büyük hizmet de Kanuni Sultan Süleyman ve eşi Hürrem Sultan tarafından yapılmış. Nitekim şehri gezerken onların hatırası birçok eser ve kitabe ile karşılaşıyoruz.
Kudüs'e varınca Sıla Tur ortağı ve gezimizin sorumlusu Besim Kaplan karnımızın aç olduğunu düşünerek bizi önce bir lokantaya götürüyor. Daha sonra eski şehrin hemen yakınındaki Holy Land oteline yerleşiyoruz. Holyland (Kutsal toprak) Kudüs'ün unvanlarından birisi. Grubumuzun diğer yarısı ise başka bir otelde konaklayacak. Odalarımıza eşyalarımızı yerleştirip kısa bir dinlenmeden sonra lobide buluşuyoruz. Hedefimiz akşam namazını Mescid-i Aksa sınırları içindeki Kubbet-üs Sahra'da kılmak…
Mescid-i Aksa ile ilk buluşma
Besim beyin öncülüğünde ellerinde Türk bayrakları olan tur görevlilerinin nezaretinde hep beraber bu ilk buluşma için Mescid-i Aksa'ya doğru yöneliyoruz. Sultan Süleyman Caddesi'nin kenarında bulunan surların halen kullanılan 7 kapısından biri olan Zehra (Sahra) kapısından geçerek Bab-ı Hıtta'dan (Hata Kapısı) on kapılı Mescid-i Aksa sınırları içine giriyoruz. İlk gözümüze çarpan altın sarısı kubbesi ve muhteşem görüntüsüyle Kubbet-üs Sahra oluyor. Hemen bolca görüntü almaya, hatıra fotoğrafları çektirmeye başlıyoruz. Kapının önünde telefonla İstanbul'a, Sıla Tur'un ortağı Musa Biçkioğlu'na bağlanıyoruz. Tam bir Kudüs sevdalısı olan hatta 'Kudüs'ün muhtarı' namıyla anılan Biçkioğlu'nun İsrail'e girmesi geçen yıl Mayıs ayında yasaklanmış. Tur yöneticileri bu sıkıntıyı uzaktan bağlanarak çözmüşler. Nitekim Musa bey Kudüs konusundaki engin bilgilerini bizimle paylaşmaya başlıyor.
Mescid-i Aksa hangisi?
Öncelikle Kudüs'e gelen Hristiyan turistlerin Müslümanlardan çok fazla olduğunu vurgulayarak bu mukaddes topraklara daha sık ve daha kalabalık gelmemiz tavsiyesinde bulunuyor. Daha sonra sadece Paskalya'da yani Nisan ayında yüzbinlerce Hristiyan'ın Kudüs'e geldiğini duyup şaşırıyorum.
Musa bey, Mescid-i Aksa hakkındaki yanlış bilgilerimizi düzelterek yoğun bilgi bombardımanına başlıyor. Kimimizin altın renkli kubbesiyle Kubbet-üs Sahra, kimimizin de sadeliğiyle El Aksa Camii'nden ibaret sandığı Mescid-i Aksa'nın aslında şehre hakim bir tepedeki 144 dönümlük (144 bin metrekare) alanın tamamı olduğunun, içinde 4 minare, El Aksa Camii, Kubbetü's Sahra, Burak ve Mervan mescitleri ile daha birçok yapının bulunduğunun altını çiziyor.
Kubbet-üs Sahra'da akşam namazı
Okunan akşam ezanıyla birlikte Kubbetüs Sahra'ya giriyor ve namazımızı burada kılıyoruz. Dışı ve içi ile nefis bir mimari ve sanatkarlığa sahip Kubbet-üs Sahra'nın içinde 'Muallak Taşı' denilen koca bir kaya parçası bulunuyor. Kayanın havada durduğu inancı Müslümanlar arasında çok yaygın. Zaten 'muallak'ın anlamlarından birisi asılı. Ancak böyle olmadığı bunun bir hurafe olarak içimize yerleştiği biliniyor.
El Aksa'da yatsı
Yatsı namazını da Kubbet-üs Sahra'nın hemen karşısında ve biraz aşağısında bulunan El Aksa Camii'nde eda ediyoruz. Namazdan sonra oda arkadaşım, meslektaşım UMED (Uluslararası Medya Enformasyon Derneği) Genel Koordinatörü Ömer Faruk Gerçek ile birlikte gruptan ayrılarak bir şehri tanımak için gerekli olan en güzel yöntemi uyguluyor ve sokaklarında kayboluyoruz. Biraz uzak bir taraftan da olsa otelimizi buluyor ve akşam yemeğini afiyetle yiyoruz. Sürahinin içindeki suyun reyhan, nane ve limonla dolu olduğunu görünce şaşırıyorum. Ancak arkadaşlarımız bunun Araplarda yaygın bir yöntem olduğunu söylüyorlar.
Yemekten sonra çay krizim tutuyor. Oteldeki sallama çaya hiç yönelmiyor ve civarda bir kahvehane arıyorum. Nitekim çok yakın bir yerde buluyor ve duble bardakta gelen naneli, limonlu çayı -tam bizim çayımıza uymasa da- zevkle içiyorum.
Sabah bizi yine yorucu bir gün bekliyor. Program sabah namazının Mescid-i Aksa'da kılınmasıyla başlayacak. Bu yüzden erkenden odalarımıza çekilip uyumaya çalışıyoruz.
(Devamı yarın)
Üstad Sezai Karakoç'tan bir Kudüs güzellemesi
Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Altında bir krater saklayan şehir.
Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor şimdi.
Ne diyor ne diyor Kudüs bana şimdi
Hani Şam'dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin Süleyman Peygamberin kabrine
Ruhları aydınlatan bir lamba
İfriti döndürecek insana:
Söndürecek canavarın gözlerini
İfriti döndürecek insana
Ve Kudüs'ü terkettiğin o ikindi
Birinci Cihan Harbi günü vakti
Kan sızdırıyor kaburga kemikleri
Karlı dağlardan indirdiğin atların
Bir evde perdeyi indiriyor bir kadın
Mahşerin perdesini kıyametin perdesini
Ağlıyor yere inen saçları
Göğü yırtan kefen beyazı elleri
Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Yeşile dönmüş türbelerin demiri
Zamanın rüzgar gibi esen zehiriyle
Ve yatırlar patır patır kaçıyor geceleri
Boşaltıyorlar işgal edilmiş bir şehri boşaltır gibi
Kaçıyorlar Lut şehrinden kaçar gibi
Tuz heykele dönüşmemek için Tanrı gazabıyla
Susmuş minarelerin azabıyla
Yıkılmış cami kubbelerinin ıstırabıyla
Ve şehit kemiklerinin bakışı bir başka bakış
Artık burada taş bile durmak istemez
Ve ay'ı görmek istemez zeytin ağaçları
Eğilerek selamlamazlar hilali hurmalar
Artık ne Zekeriya ve ne İsa var
Sararmış bir tomar mı mucizeler
Ölülerin dirilişi şifa veren kelimeler
Ve ne de Miraçtan bir iz
Yerden yükselen kaya
Ve Kudüs şehri. Artık yer şehri, toprak şehri.
Bakır yaprakların, çelik göğdelerin, acımasız yüreklerin.
Demir köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların.
Kurşundan çiçeklerin şehri.
Gülle kusuyor ana rahmi
Bomba parçalıyor beynini bebeğin
Tanklar saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var
Uçak var gök yok utanç var
Ve kime karşı bütün bunlar
Masum insanlara karşı
Binlerce yıl oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı
Ve kim tarafından bütün bunlar
Romanın, Babilin, Asurun ve Firavunların
Ve nice milletlerin zulmünü görenler tarafından
Zalime olan öcünü mazlumdan almak
Zalim olmak ve en zalim olmak
Ve artık ne İbrahim ne Yakup ve ne Musa var
Tersinden okunan Tevrat hükümleri
Karaya boyanmış Mezmurlar
Ve Kudüs şehri. İçiyle ve ruhuyla suskun
Göklere kaçmış hayaliyle
Bir pervane gibi ışığa uçmuş gönlüyle
Bir başka aleme göçmüş hakikati
Tanrı katına varmış
İki elini kavuşturup divana durmuş
Hüküm istemiş
Yeryüzüne yeryüzü kadısına
Hüküm ki:
Haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir
Ve haksız yere insan öldürenin cezası ölüm
Ve fitne, Arzı fesada verme, daha büyük suç adam öldürmekten
Fitne bastırılıncaya kadar savaşın!
Yeryüzünden fesat kalkıncaya kadar
Ey insanlık, ey insanlar
En gündüzden daha gündüz,
Hakikatten daha hakikat
Müslümanlar.
(Alınyazısı Saati)
Barış ve esenlik yurdu
Kudüs, Dünyada 'Jerusalem' diye tanınıyor. Yani Daru's Selam. Yani 'Barış, esenlik, huzur, adalet, güvenlik diyarı.' Bu adı Hz. Süleyman'ın koyduğu ve adaletle, barışla, selametle yönettiği ülkenin başkentine Dru's-Selm (Jerusalem) dediğini öğreniyorum. Ancak 1917'de İngilizlerin daha sonra da Yahudilerin eline geçtikten sonraki yüz yıllık zalim yönetimlerin şehrin adına hiç yakışmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Kanuni ve Hürrem'in unutulmaz hizmetleri
Selahaddin Eyyubi Kudüs'ü 1187 yılında fethetmiş. Şehir 1516'dan 1917'ye kadar Osmanlı hakimiyetinde kalmış. En büyük hizmet de Kanuni Sultan Süleyman ve eşi Hürrem Sultan tarafından yapılmış. Nitekim şehri gezerken onların hatırası birçok eser ve kitabe ile karşılaşıyoruz.
Kudüs'e varınca Sıla Tur ortağı ve gezimizin sorumlusu Besim Kaplan karnımızın aç olduğunu düşünerek bizi önce bir lokantaya götürüyor. Daha sonra eski şehrin hemen yakınındaki Holy Land oteline yerleşiyoruz. Holyland (Kutsal toprak) Kudüs'ün unvanlarından birisi. Grubumuzun diğer yarısı ise başka bir otelde konaklayacak. Odalarımıza eşyalarımızı yerleştirip kısa bir dinlenmeden sonra lobide buluşuyoruz. Hedefimiz akşam namazını Mescid-i Aksa sınırları içindeki Kubbet-üs Sahra'da kılmak…
Mescid-i Aksa ile ilk buluşma
Mescid-i Aksa hangisi?
Öncelikle Kudüs'e gelen Hristiyan turistlerin Müslümanlardan çok fazla olduğunu vurgulayarak bu mukaddes topraklara daha sık ve daha kalabalık gelmemiz tavsiyesinde bulunuyor. Daha sonra sadece Paskalya'da yani Nisan ayında yüzbinlerce Hristiyan'ın Kudüs'e geldiğini duyup şaşırıyorum.
Musa bey, Mescid-i Aksa hakkındaki yanlış bilgilerimizi düzelterek yoğun bilgi bombardımanına başlıyor. Kimimizin altın renkli kubbesiyle Kubbet-üs Sahra, kimimizin de sadeliğiyle El Aksa Camii'nden ibaret sandığı Mescid-i Aksa'nın aslında şehre hakim bir tepedeki 144 dönümlük (144 bin metrekare) alanın tamamı olduğunun, içinde 4 minare, El Aksa Camii, Kubbetü's Sahra, Burak ve Mervan mescitleri ile daha birçok yapının bulunduğunun altını çiziyor.
Kubbet-üs Sahra'da akşam namazı
Okunan akşam ezanıyla birlikte Kubbetüs Sahra'ya giriyor ve namazımızı burada kılıyoruz. Dışı ve içi ile nefis bir mimari ve sanatkarlığa sahip Kubbet-üs Sahra'nın içinde 'Muallak Taşı' denilen koca bir kaya parçası bulunuyor. Kayanın havada durduğu inancı Müslümanlar arasında çok yaygın. Zaten 'muallak'ın anlamlarından birisi asılı. Ancak böyle olmadığı bunun bir hurafe olarak içimize yerleştiği biliniyor.
El Aksa'da yatsı
Yatsı namazını da Kubbet-üs Sahra'nın hemen karşısında ve biraz aşağısında bulunan El Aksa Camii'nde eda ediyoruz. Namazdan sonra oda arkadaşım, meslektaşım UMED (Uluslararası Medya Enformasyon Derneği) Genel Koordinatörü Ömer Faruk Gerçek ile birlikte gruptan ayrılarak bir şehri tanımak için gerekli olan en güzel yöntemi uyguluyor ve sokaklarında kayboluyoruz. Biraz uzak bir taraftan da olsa otelimizi buluyor ve akşam yemeğini afiyetle yiyoruz. Sürahinin içindeki suyun reyhan, nane ve limonla dolu olduğunu görünce şaşırıyorum. Ancak arkadaşlarımız bunun Araplarda yaygın bir yöntem olduğunu söylüyorlar.
Yemekten sonra çay krizim tutuyor. Oteldeki sallama çaya hiç yönelmiyor ve civarda bir kahvehane arıyorum. Nitekim çok yakın bir yerde buluyor ve duble bardakta gelen naneli, limonlu çayı -tam bizim çayımıza uymasa da- zevkle içiyorum.
Sabah bizi yine yorucu bir gün bekliyor. Program sabah namazının Mescid-i Aksa'da kılınmasıyla başlayacak. Bu yüzden erkenden odalarımıza çekilip uyumaya çalışıyoruz.
(Devamı yarın)
Üstad Sezai Karakoç'tan bir Kudüs güzellemesi
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Altında bir krater saklayan şehir.
Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor şimdi.
Ne diyor ne diyor Kudüs bana şimdi
Hani Şam'dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin Süleyman Peygamberin kabrine
Ruhları aydınlatan bir lamba
İfriti döndürecek insana:
Söndürecek canavarın gözlerini
İfriti döndürecek insana
Ve Kudüs'ü terkettiğin o ikindi
Birinci Cihan Harbi günü vakti
Kan sızdırıyor kaburga kemikleri
Karlı dağlardan indirdiğin atların
Bir evde perdeyi indiriyor bir kadın
Mahşerin perdesini kıyametin perdesini
Ağlıyor yere inen saçları
Göğü yırtan kefen beyazı elleri
Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Yeşile dönmüş türbelerin demiri
Zamanın rüzgar gibi esen zehiriyle
Ve yatırlar patır patır kaçıyor geceleri
Boşaltıyorlar işgal edilmiş bir şehri boşaltır gibi
Kaçıyorlar Lut şehrinden kaçar gibi
Tuz heykele dönüşmemek için Tanrı gazabıyla
Susmuş minarelerin azabıyla
Yıkılmış cami kubbelerinin ıstırabıyla
Ve şehit kemiklerinin bakışı bir başka bakış
Artık burada taş bile durmak istemez
Ve ay'ı görmek istemez zeytin ağaçları
Eğilerek selamlamazlar hilali hurmalar
Artık ne Zekeriya ve ne İsa var
Sararmış bir tomar mı mucizeler
Ölülerin dirilişi şifa veren kelimeler
Ve ne de Miraçtan bir iz
Yerden yükselen kaya
Ve Kudüs şehri. Artık yer şehri, toprak şehri.
Bakır yaprakların, çelik göğdelerin, acımasız yüreklerin.
Demir köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların.
Kurşundan çiçeklerin şehri.
Gülle kusuyor ana rahmi
Bomba parçalıyor beynini bebeğin
Tanklar saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var
Uçak var gök yok utanç var
Ve kime karşı bütün bunlar
Masum insanlara karşı
Binlerce yıl oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı
Ve kim tarafından bütün bunlar
Romanın, Babilin, Asurun ve Firavunların
Ve nice milletlerin zulmünü görenler tarafından
Zalime olan öcünü mazlumdan almak
Zalim olmak ve en zalim olmak
Ve artık ne İbrahim ne Yakup ve ne Musa var
Tersinden okunan Tevrat hükümleri
Karaya boyanmış Mezmurlar
Ve Kudüs şehri. İçiyle ve ruhuyla suskun
Göklere kaçmış hayaliyle
Bir pervane gibi ışığa uçmuş gönlüyle
Bir başka aleme göçmüş hakikati
Tanrı katına varmış
İki elini kavuşturup divana durmuş
Hüküm istemiş
Yeryüzüne yeryüzü kadısına
Hüküm ki:
Haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir
Ve haksız yere insan öldürenin cezası ölüm
Ve fitne, Arzı fesada verme, daha büyük suç adam öldürmekten
Fitne bastırılıncaya kadar savaşın!
Yeryüzünden fesat kalkıncaya kadar
Ey insanlık, ey insanlar
En gündüzden daha gündüz,
Hakikatten daha hakikat
Müslümanlar.
(Alınyazısı Saati)