Kayseri Baro Başkanından Çok Konuşulacak Sözler
Kayseri Barosu Başkanı Avukat Fevzi Konaç, 'Ben Diyarbakır'a kendi memleketim olarak artık bakamıyorum. Dolayısıyla Diyarbakır Ulucami'ye gidip rahatça namaz kılacağım gün gelmeden orayı toprağımın ve vatanımın bir parçası olarak kabul edemiyorum' dedi.
Kayseri'de yerel bir televizyonda yayınlanan programa katılan Kayseri Barosu Başkanı Avukat Fevzi Konaç, İmralı ve BDP'lilerle yapılan görüşmelere şehit ailelerinin gösterdiği tepkileri makul karşıladığını belirterek, 'Bu duyguyu yaşayan her insanla da o duyguyu yaşıyorum çünkü ben iki kaşının arasından kurşun girip yaşamış gaziler biliyorum. Ben mayın patlaması ile iki ayağını kaybetmiş kardeşlerimi biliyorum. Ben komutanı yaralandı diye 10 metre öteden komutanını alırken göğsüne 10 kurşunu yiyip 10 gün yoğun bakımda kalıp her gün arkasından dua ettiğim şehit Akif erimizi biliyorum. Ben bu acılarla ilgili olarak çok net olarak bir maziye sahibim. İmralı'daki o cani ile yapılan pazarlık konusunda sizin içinizden geçen duygu, hissiyat, vatandaşın içinden geçen neyse bendeki de aynı. Hiçbir tereddüdüm yok. Ancak biz bu süreçte bir şekliyle devletin temel anlayışı gereği bu adamın önüne gidip diz mi çöküyoruz, yoksa bu sorunun çözümü ile ilgili olarak el mi uzatıyoruz? Bununla ilgili bir karar vermek zorundayız. Velev ki el uzattık, velev ki başka bir şey yaptık. Bir tek Mehmetçiğin bir damla kanı bütün bu yapılanlardan benim için çok daha kıymetli ve değerli' ifadelerini kullandı.
Diyarbakır'a artık kendi memleketi gibi bakamadığını ifade eden Konaç, 'Dolayısıyla Diyarbakır Ulucami'ye gidip rahatça namaz kılacağım gün gelmeden orayı toprağımın ve vatanımın bir parçası olarak artık kabul edemiyorum. Bunları aşmak adına artık atacağımız her adımın çok önemli ve değerli olduğunu görüyorum. Bin yıl bu topraklarda kardeşçe yaşamış insanlara aslında bu karşılıklı düşmanlığı ve kini aşılayan sürecin ne olduğunun sorgulanması ile ilgili olarak çok vakit kaybettiğimizi düşünüyorum' şeklinde konuştu.
Konaç, sürecin rendice edici olduğunu savunarak sözlerini şöyle sürdürdü:
'Evet süreç rencide ediyor, şehit ailelerimizi rencide ediyor. Belki kurumlarımızı rencide ediyor, ideolojik olarak bizleri rencide ediyor ama ben Başbakanın bu cesareti göstermesini çok önemsiyorum. Bu toplumda, Anadolu'da bu işin nasıl algılanacağı ile ilgili bir hesap yapılsaydı aslında bugün işte askeri kuvvetlerimiz çatışmalar ile ilgili olarak baskınlara devam edecek, belki bir şekliyle gidecek Kandil'i vuracak. Bu böyle devam edecek ama benim askerliğimden beri değişmeyen şeyler belki hiç değişmeyecekti. Ben Diyarbakır ile ilgili şu cümleyi sarf ettim; 'Diyarbakır Ulucami'de bir gün çok rahat olarak namaz kılmadığım müddetçe orası ile ilgili olarak gönlüm hala acıyor' dedim. Dolayısıyla ben bakın bugün Doğu'ya hacze giden avukat arkadaşlarımız var. Doğu'da yol boyunca aramalar, çevirmeler, çevirmelerin asker mi yoksa terör örgütü mü olduğu ile ilgili olarak yaşadıkları duygusallıkları var. Ben o coğrafyaya eğer akıl tesis etmek noktasında bir avukat olarak giderken yolda her çevirmede ne olacak sorusu ile karşı karşıya isem o bölge benim toprağım mı, benim coğrafyam mı, bende bir şüphe uyanıyor. Bunu net olarak söylemek istiyorum. Benim kaç arkadaşım Doğu'ya giderken, bir davaya giderken bunlar yaşadı. Bu coğrafya ile ilgili olarak görmezden gelmemiz bize bir şey kazandırmayacak. Dolayısıyla bu hadiseler yaşanmış, bedeller ödenmiş, otobüsler çevrilmiş, onlarca şehidimiz var, onlarca kan ve gözyaşı hadisesi ortada iken her şey güllük gülistanlık gibi davranamayız. Dolayısıyla bir arkadaşımız özellikle Doğu Anadolu Bölgesi'ne bir alacakla ilgili giderken galiba Bitlis veya Bingöl civarında çevirmenin olduğunu, terör örgütünün çevirdiğini, tek tek kimlik tespiti yaptığını, bununla ilgili olarak, 'Bizim herhalde sonumuz geldi' diyerek düşündüklerini, daha sonra son anda ileriden bir araç ışıkları görününce terör örgütünün bırakıp gittiğini, bir daha da o bölgeyle ilgili asla iş almadığını söylüyor. Şimdi bunu saklasak ne olur, konuşsak ne olur? Ben sorunun aslında işte Diyarbakır'da Ulucami'nde rahatça namaz kılacağım gün geldiğinde benim vatan toprağımın bir parçası sayacağım derken buna işaret ediyorum. Ben gizlesek de saklasak da Doğu Anadolu Bölgesi'ne bir seyahatle, bir tayinle, ilgili bir memurun Orta Anadolu'dan bir insanın normal vatandaşımızın ne hissiyat içerisinde olduğunu görüyorum. Dolaysıyla bunu saklasak ne olacak? Elimize ne geçecek? Ben o yüzden bakın çok açık bir şey söyleyeyim, 9-10 Mart'ta Diyarbakır'da bir program var. Diyarbakır Barosu tüm Türkiye barolarını oraya davet ediyor. Diyor ki, 'Kürt meselesini Diyarbakır'da olgun bir ortamda tartışalım bu mesele ile ilgili olarak Türkiye'ye bir mesaj verelim.' Ben orada olmayı çok arzu ediyorum ama Orta Anadolu'nun baskısı nedeniyle Diyarbakır'a gidip gitmemekte kararsızım. Gerekçem; oraya gittiğim zaman nasıl algılanacağım? Orada konuştuğum zaman nasıl değerlendirileceğim konusunda kaygı taşıyorum. Rahatlıkla, 'Diyarbakır benim toprağım, Hakkari benim toprağım' diyebilen varsa bence riyakarlık yapıyor. Ben o yüzden öyle güzel kardeşlerim var ki Van'da, Diyarbakır'da, Urfa'da, okul hayatımda onlarla güzel hatırlarım var ki, ben ne kadar bu vatanın toprağını seviyorsam aynı nitelikte görüşlere ve inanca sahip insanlar ama onlarla bile bu bölgesel ayrım yüzünden görüşemez hale gelmişsem bu coğrafyada bir sıkıntı var demektir. Bunu ister ülkücü olalım, ister solcu olalım, ister çok milliyetçi, ister çok dindar olalım hiç fark etmez. Bu sorunu görmezden gelmek bize bir şey kazandırmıyor ve çok bedel ödedik. Sorularla ilgili olarak beni yanlış anlamasınlar, söylediğim her söz bu ülkede barış ve hoşgörü adına artık sevginin bir şekliyle kuşatıcılığına sığınmaktan başka çaremizin kalmadığını görüyorum. İmralı süreci ile ilgili olarak ben özellikle adliye sarayı içerisine girip avukat arkadaşlarımızın bulunduğu yerde otururken yapılan konuşmaları görüyor tüm meslektaşlarımın hassasiyetlerini bilerek konuşuyorum. Onlarda da aynı heyecan, aynı sıkıntı var. Tablo buysa bu sorunun çözümü ile ilgili olarak bir adım atmamız lazım. Bu adımı kim atıyorsa onun elinden tutmamız lazım. Bugün bu Devlet Bahçeli olabilir, eğer çözüm noktasında elini uzatıyorsa başımın üzerinde yeri var. Kemal Kılıçdaroğlu siyaseten asla yan yana gelmek istemem ancak sorunun çözümü ile ilgili hakikaten aklıselim bir tavır ile ortaya çıkıyorsa başımın üzerinde yeri var. Ben artık bu ülkede, 'Başbakanın diliyle konuşuyor' denilmesin ama anaların ağlamasına da Mehmet'in kanının dökülmesine de razı değilim.'
Diyarbakır'a artık kendi memleketi gibi bakamadığını ifade eden Konaç, 'Dolayısıyla Diyarbakır Ulucami'ye gidip rahatça namaz kılacağım gün gelmeden orayı toprağımın ve vatanımın bir parçası olarak artık kabul edemiyorum. Bunları aşmak adına artık atacağımız her adımın çok önemli ve değerli olduğunu görüyorum. Bin yıl bu topraklarda kardeşçe yaşamış insanlara aslında bu karşılıklı düşmanlığı ve kini aşılayan sürecin ne olduğunun sorgulanması ile ilgili olarak çok vakit kaybettiğimizi düşünüyorum' şeklinde konuştu.
Konaç, sürecin rendice edici olduğunu savunarak sözlerini şöyle sürdürdü:
'Evet süreç rencide ediyor, şehit ailelerimizi rencide ediyor. Belki kurumlarımızı rencide ediyor, ideolojik olarak bizleri rencide ediyor ama ben Başbakanın bu cesareti göstermesini çok önemsiyorum. Bu toplumda, Anadolu'da bu işin nasıl algılanacağı ile ilgili bir hesap yapılsaydı aslında bugün işte askeri kuvvetlerimiz çatışmalar ile ilgili olarak baskınlara devam edecek, belki bir şekliyle gidecek Kandil'i vuracak. Bu böyle devam edecek ama benim askerliğimden beri değişmeyen şeyler belki hiç değişmeyecekti. Ben Diyarbakır ile ilgili şu cümleyi sarf ettim; 'Diyarbakır Ulucami'de bir gün çok rahat olarak namaz kılmadığım müddetçe orası ile ilgili olarak gönlüm hala acıyor' dedim. Dolayısıyla ben bakın bugün Doğu'ya hacze giden avukat arkadaşlarımız var. Doğu'da yol boyunca aramalar, çevirmeler, çevirmelerin asker mi yoksa terör örgütü mü olduğu ile ilgili olarak yaşadıkları duygusallıkları var. Ben o coğrafyaya eğer akıl tesis etmek noktasında bir avukat olarak giderken yolda her çevirmede ne olacak sorusu ile karşı karşıya isem o bölge benim toprağım mı, benim coğrafyam mı, bende bir şüphe uyanıyor. Bunu net olarak söylemek istiyorum. Benim kaç arkadaşım Doğu'ya giderken, bir davaya giderken bunlar yaşadı. Bu coğrafya ile ilgili olarak görmezden gelmemiz bize bir şey kazandırmayacak. Dolayısıyla bu hadiseler yaşanmış, bedeller ödenmiş, otobüsler çevrilmiş, onlarca şehidimiz var, onlarca kan ve gözyaşı hadisesi ortada iken her şey güllük gülistanlık gibi davranamayız. Dolayısıyla bir arkadaşımız özellikle Doğu Anadolu Bölgesi'ne bir alacakla ilgili giderken galiba Bitlis veya Bingöl civarında çevirmenin olduğunu, terör örgütünün çevirdiğini, tek tek kimlik tespiti yaptığını, bununla ilgili olarak, 'Bizim herhalde sonumuz geldi' diyerek düşündüklerini, daha sonra son anda ileriden bir araç ışıkları görününce terör örgütünün bırakıp gittiğini, bir daha da o bölgeyle ilgili asla iş almadığını söylüyor. Şimdi bunu saklasak ne olur, konuşsak ne olur? Ben sorunun aslında işte Diyarbakır'da Ulucami'nde rahatça namaz kılacağım gün geldiğinde benim vatan toprağımın bir parçası sayacağım derken buna işaret ediyorum. Ben gizlesek de saklasak da Doğu Anadolu Bölgesi'ne bir seyahatle, bir tayinle, ilgili bir memurun Orta Anadolu'dan bir insanın normal vatandaşımızın ne hissiyat içerisinde olduğunu görüyorum. Dolaysıyla bunu saklasak ne olacak? Elimize ne geçecek? Ben o yüzden bakın çok açık bir şey söyleyeyim, 9-10 Mart'ta Diyarbakır'da bir program var. Diyarbakır Barosu tüm Türkiye barolarını oraya davet ediyor. Diyor ki, 'Kürt meselesini Diyarbakır'da olgun bir ortamda tartışalım bu mesele ile ilgili olarak Türkiye'ye bir mesaj verelim.' Ben orada olmayı çok arzu ediyorum ama Orta Anadolu'nun baskısı nedeniyle Diyarbakır'a gidip gitmemekte kararsızım. Gerekçem; oraya gittiğim zaman nasıl algılanacağım? Orada konuştuğum zaman nasıl değerlendirileceğim konusunda kaygı taşıyorum. Rahatlıkla, 'Diyarbakır benim toprağım, Hakkari benim toprağım' diyebilen varsa bence riyakarlık yapıyor. Ben o yüzden öyle güzel kardeşlerim var ki Van'da, Diyarbakır'da, Urfa'da, okul hayatımda onlarla güzel hatırlarım var ki, ben ne kadar bu vatanın toprağını seviyorsam aynı nitelikte görüşlere ve inanca sahip insanlar ama onlarla bile bu bölgesel ayrım yüzünden görüşemez hale gelmişsem bu coğrafyada bir sıkıntı var demektir. Bunu ister ülkücü olalım, ister solcu olalım, ister çok milliyetçi, ister çok dindar olalım hiç fark etmez. Bu sorunu görmezden gelmek bize bir şey kazandırmıyor ve çok bedel ödedik. Sorularla ilgili olarak beni yanlış anlamasınlar, söylediğim her söz bu ülkede barış ve hoşgörü adına artık sevginin bir şekliyle kuşatıcılığına sığınmaktan başka çaremizin kalmadığını görüyorum. İmralı süreci ile ilgili olarak ben özellikle adliye sarayı içerisine girip avukat arkadaşlarımızın bulunduğu yerde otururken yapılan konuşmaları görüyor tüm meslektaşlarımın hassasiyetlerini bilerek konuşuyorum. Onlarda da aynı heyecan, aynı sıkıntı var. Tablo buysa bu sorunun çözümü ile ilgili olarak bir adım atmamız lazım. Bu adımı kim atıyorsa onun elinden tutmamız lazım. Bugün bu Devlet Bahçeli olabilir, eğer çözüm noktasında elini uzatıyorsa başımın üzerinde yeri var. Kemal Kılıçdaroğlu siyaseten asla yan yana gelmek istemem ancak sorunun çözümü ile ilgili hakikaten aklıselim bir tavır ile ortaya çıkıyorsa başımın üzerinde yeri var. Ben artık bu ülkede, 'Başbakanın diliyle konuşuyor' denilmesin ama anaların ağlamasına da Mehmet'in kanının dökülmesine de razı değilim.'