İSLAM DÜŞÜNCE TARİHİNDE İMAM MATURİDİ VE MATURİDİLİK (2)

İslamiyet birliği ve bütünlüğü emrettiği halde, mezheplerin hangi sebeplerle doğduğu sorusunu cevaplandırmak, Mezhepler Tarihinin çalışma alanıdır. Bilindiği üzere, şu bildiğimiz anlı şanlı mezhepler Rasulullah zamanında yoktu. Mezhepler İslam toplumunda sorunların ortaya çıkması ile doğmaya başlamıştır. İlk Müslümanlar, sorunlarını doğrudan Rasulallah'a aktarıyorlardı...

Hazırlayan: Abdulbaki BİLGİN*
Akıl ve İman:
Maturidi'nin, düşünce örgüsünde öngördüğü temel amaç 'akla ve sağduyuya aykırı olmayan, Kur'an merkezli evrensel bir din anlayışı tesis etmek ve geliştirmektir.' Bununla elde edilmek istenen ise, kendi kültür ve geleneği ile bağlarını koparmadan, Müslüman olmayı ve kalmayı sağlamaktır. İmam'ın, 'Kitabu't Tevhid' ve 'Te'vilat' adlı eserlerine bakıldığında görülür ki 'akıl' Matüridi nin düşünce sisteminin vazgeçilmezlerindendir. O'na göre, vahyin anlaşılıp kavranmasına hazırlık için Allah, vahiyden önce aklı yaratmıştır. Büyük ihtimalle bu nedenle olacak ki, ' aklı olmayanın dini yoktur' sözü, hükmi bir ilke olarak kabul edilmiş ve inanç kavramlarımız arasına girmiştir.

Matüridi, aklı ve önemini Mü'minun suresi 23/ 78. Ayetine dayanarak anlatmaya çalışır. Ayette geçen, işitme, görme sıfatlarının ardından gelen ve 'gönüller(kalbler)' diye meallendirilen 'ef'ide,' kelimesine, (tekili 'fuad' olan kelimeye) aklın fonksiyonlarını yükleyerek; akıl anlamı vermiştir. Maturidiye göre akıl, insan için göz ve kulak gibi, hatta bunlardan da önemli büyük bir İlahi lütuftur. Aynı zamanda insanda bulunan 'en aziz şey'dir. İmam Maturidi, akla çok önemli bir fonksiyon yüklemekle birlikte, Kur'an harici haber ve duyuların bilgisinde olduğu gibi, aklın da bilgi elde edebilme gücü ve kapasitesinin sınırlı olduğunu kabul eder.

Nahl 16/78. Ayetinde 'Sizi analarınızın karnında hiçbir şey bilmez iken (dünyaya) çıkardı. Belki şükrederler diye sizin için işitme, görme ve kalpler(düşünme kabiliyeti) veren de yine Allah'tır.' Şeklinde gelen ve 'gönüller' olarak mana verilen 'el-efide(fuad)' kelimesini, Matüridi, 'kişinin yararına ve zararına olan hususları düşünüp, anlayıp, akletmesi ' olarak anlayarak; aklı, görme ve işitme organları ile birlikte, bilgi edinme vasıtası olarak görür.(Bakınız,7/179)
Maturidi, 'imanı' bir akıl işi olarak kabul edip, bir yaratıcının varlığına ve birliğine 'iman ' için 'aklı' tek başına yeterli görmüştür. O halde, bir rasul/nebi sesi duymamış ve rasullerin geldiği bir dönem yaşamamış insanlar, yaptıkları fiillerden ve yapmadıkları ibadetlerden değil, 'iman'dan sorumlu ve yükümlüdürler. Ancak dini ayrıntılar, bir nebinin risaletini ve açıklamasını, yani 'nakli bilgiyi ' gerektirmektedir. Ona göre 'şer'i' bilgi nakil ile, 'dini bilgi' akıl ile bilinir. Ebu Hanife gibi Matüridi de imanı, teemmül ve tefekkür eden akıl ile yani kalb ile zihni bir tasdik, olarak ifade etmiştir. Ayrıca bunu mü'min olabilmenin yeterli şartı sayıp, dil ile beyan(ikrar) etmeyi bile, zorunlu görmemiştir.

Amel İman İlişkisi:
Farklı asırlar da yaşamış olan bu iki imam, siyasi istismarları önlemesi açısından gerekli olan bir hususa, yani 'amel' ile 'iman' ilişkisini 'amel imanın bir parçası değildir,' diye ifade etmişler ve buna da oldukça bağlı kalmışlardır. Böyle bir hükmün olmaması durumu, özellikle hem sonradan Müslüman olanların zararına yorumlanabilecek, hem de İslam'a sonradan katılımları neredeyse imkansız hale getirebilecek düşüncelerin yaygınlaşmasına yol açabilirdi. Maturidi'nin yaptığı bu ayrım, işte bu mahsurların önlenmesi açısından önemlidir. Yapılmış olan bu ayrımın, sonradan Müslümanlığa giren Türkler için anlaşılır ve olumlu bir yaklaşım olduğu, daha sonra yapıla gelen 'kelami' tartışmalarla doğrulandığı görülmüştür. Matüridi nin bu konuya olan yaklaşımında ki anlayış, sadece siyasi ve sosyolojik boyutlu olmayıp; teorik ve teolojik boyutu da dikkate alan 'akli' bir yaklaşımdır.

Amel- iman bütünlüğünü savunan, bunun sonucu pek çok felaketlere, fecaatlere imza atan lafızcı anlayışın öncüsü Harici bağnazcılığına karşı, amel-iman ayrımını ilk olarak Mürce fıkası ileri sürmüştür. Mürcie gibi Maturidi de, amellere (Allah'ın farz kıldığı ibadetlere) inanmakla, farz olduğunu bildiği ve inandığı halde yerine getirmemeyi; ayrı hükümlerin konusu olarak görmüştür. Ona göre Kur an da pek çok yerde iman edenlerin ve salih amel işleyenlerin, (atıf harfi olan) 'vav' la bir birinden ayrılmış olması, aynı isim altında birleştirilmemesi, amellerin imandan olmadığının delilidir. Mü'minlerin farz olan şeyleri işlemeleri, iman etmiş olmalarındandır. Yoksa imanları, farz olan şeyi işlemiş olmalarından doğmuş, değildir. Bu kural, o gün için olduğu gibi, bu gün içinde, büyük günah işleyen herkesi tekfir eden ve amel-iman birlikteliğini savunan bağnaz 'Selefi Zihniyeti' de geçersiz kılmaktadır.

Vahiy, Vahyin - Kur'an Yorum Yöntemi :
Matüridiye göre, dinde resul/nebi vahiyden önce gelmektedir ve vahiy ona göre gerçeklik (değer) kazanmaktadır. Çünkü dinin tebliğcisi ve bunun insanlar için yaşanır hale getiren kişiler, resuller/nebilerdir. Ayrıca nebilerin kültürü, kişiliği; içinde yetiştiği toplumun kültürel, ekonomik v.b. özellikleri de bu 'şer'i' yapıya yansımakta ve vahyin o toplumun zihni seviyesine göre açıklanıp faydalı ve işe yarar hale gelmesi sağlanmaktadır.

Matüridi, dinin anlaşılması hususunda 'vahyin' yanında 'sünneti' de tabii olarak, özel bir yere koymaktadır. İkisini de 'akıl' ile ilişkiler bağlamında ele almaktadır. Ona göre 'Allah'ın kelamı' olan vahiy akılla, akılda vahiyle hiçbir zaman ve hiçbir durumda çatışmaz. O, çok önemsediği akla bir sıfat ilave ederek 'akl-ı selim'(sağlam ve erişkin akıl) kavramını kullanır. Ayrıca bu aklın vahiy değeri taşıdığını da belirtir. Ancak bu büyük imama göre, tek başına 'ne akıl vahyin yerini, ne de vahiy aklın yerini doldurabilir.' Matüridi, ahlakta akıl, amelde ise vahiy esas alınmalıdır, der. Bunun diğer bir ifadesi: ameli konularda 'vahiy ve sünnet ağırlıklı; itikadi ve ahlaki konularda' akıl' ağırlıklı bir sistemdir. Ancak O'na göre, her durumda doğru ve güvenilir bilgi, delile dayanan, temeli sağlam olmak üzere akli ve nakli bilginin bütünlüğüdür. Maturidi, eserlerinde, delil olması için, müracaat etiği hadislerin ya da haberlerin sıhhati konusunda emin olmadığı zamanlarda: 'eğer sübutu kesin ise' şeklinde ihtiyati bir cümle kullanmayı ihmal etmemiştir.

Tefsir ve Te'vil:
İmam Matüridi, Kur'an ı anlama ve yorumlamanın iki ayrı yöntemine işaret eder. Bunlar 'Tefsir' ve 'Te'vil' dir. Ona göre bunlar, birbirinin ne aynısıdır ne de alternatifidir. Ancak birbirinin tamamlayıcısıdır. Kur'an ın nüzulü ortamını yaşayan ve tecrübe sahibi olan sahabelerin, ayetlerdeki kelimelerin ne anlama geldiğine ilişkin beyanları 'tefsir' dir. Tefsir de, Allah'ın ne murad ettiğini tesbit etme iddiası vardır. Te'vil de ise, Te'vil yapan, ayetlerde Allah'ın ne murd ettiğini değil, ibareden (sözlerden) kendisinin ne anladığını ortaya koyma gayreti vardır. Sonuçta te'vil yapan 'bu ifade ile Allah şunu murat etmiştir' demez, 'bu ifade muhtemelen şu anlama (anlamlara) gelebilir' der ve yorumunu tamamlar.

İmam Maturidi, Fatiha suresindeki 'HAMD' kelimesinin te vil ve tefsirini örnek vererek şunları söyler:
'Tefsirciler bu kelimenin tefsirinde ihtilaf etmişler. Bir kısmı Allah bu ifade ile kendisini övmektedir, demiş; bir kısmı ise Allah bu ifade ile, insanlara kendisine hamd etmeyi emretmiştir, demişler. Te'vil yönteminde ise, te' vil i yapan: Hamd: övgü ve sena anlamına gelir, Allah a şükrederek emrine tutunmak demektir. Bununla ne kast edildiğini en iyi Allah bilir, şeklinde görüş bildirir.' Matüridi, anlamı tam ve kesin olarak anlaşılan söz ve kelimeler üzerinde te'vile gerek olmadığını da belirtir. Esasında Kur'an üzerinde te'vil'e baş vurma dönemi ashab sonraki dönemlerdir. Diğer bir ifade ile ashab döneminde Kur'an yorumuna 'tefsir', sonraki dönemlerde Kur an yorumuna 'te'vil' denmiştir. Bu şu demektir: Ashab döneminden sonra yapılan ve adına 'tefsir' denilen açıklamalar aslında 'tefsir' değil 'te vil' dir. Bu düşünceleri Matüridi bir ilke olarak benimseyip ilan etmiştir. O'na göre 'tefsir' ve 'te vil' ayrımı 'lafız' ve 'anlam' ayrımıdır. Lafızda 'rivayet', anlamda 'dirayet' esastır.

Matüridi'nin kendisinin de, Kur'an üzerinde yaptığı çalışma ve yorum yöntemi, doğal olarak,' dirayettir', yani 'te vil' dir. Onun için eserinin adını, açıkça bilinsin amacıyladır ki, 'Te'vilatu'l Kur'an' diye isimlendirmiştir. Bu isimlendirmenin gereği olarak da, eserini yazarken, salt rivayetlere dayanmayıp, Kur'an ı akli yorumlara da tabi tutarak ele alıp yorumlamıştır. Bu yorum yöntemi kabul görmüştür ki, daha sonraki dönemlerde de ünlü alimler'den bir kısmı eserlerine, 'te'vilat' ismini vermişlerdir. Bunlarında bir bazıları: Kadı Beyzavi/685-1286 (Tebriz), Taberi/923 (Bağdat), Zemahşeri/1143 (İran) ve Ömer Nesefi/1310 (İran) dir.
(Devamı yarın)

Bakmadan Geçme