Petrolün, bir enerji kaynağı olarak önem kazanması, 1859'da Amerika'nın Pensilvanya Eyaleti'nde bulunmasıyla birlikte, başlamıştır. Rockfoller, 1879'da Standard OİL Şirketi'ni kurarak petrol endüstrisini bir düzene sokmuştur. Ford'un, içten yanmalı motorları icat etmesiyle petrolü ele geçirme hırsı doruk' noktaya ulaşmıştır. Bundan sonra, dünyanın iki b'üyük petrol şirketi olan Amerikan Standart Oil ile İngiliz-Hollanda ortaklığındaki Royal DutchShell, Ortadoğu'da kıyasıya bir mücadeleye tutuşacaklardır. 1871'de Fırat ve Dicle nehirlerinin vadilerinde zengin petrol yataklarının bulunduğundan haberdar olan İngiltere; yeni petrol kaynaklarını ele geçirmek için geniş çaplı birtakım çalışmalar içerisine girmiştir. En usta ajanlarını, jeolog, sosyolog, iktisatçı, bilim adamlarını arkeoloji uzmanı adı altında bu işle vazifelendirip, petrol kaynaklarının potansiyeli hakkında bilgi toplamıştır. Royal Dutch-Shell'in sahibi Sir Henry Deterding, Musul ve etrafındaki zengin petrol yataklarına sahip olmak için öncelikle buraları Osmanlı Devleti'nin elinden almayı amaçlamış veya en azından işletme hakkını elde etmeyi amaçlamıştır. Ortadoğu'daki Petrol Mücadelesi Sultan II. Abdülhamid hatıratında, İngilizlerin Anadolu, Suriye ve Hicaz topraklarında yeraltı kazıları yapmak maksadıyla izin alma teşebbüsünde bulunduklarından bahsetmektedir. Abdülhamid, İngiltere ile yakın ilişki kurmak düşüncesiyle istenen müsaadeyi vermiştir. İznin hemen ardından İngiltere, bilim adamları ve arkeoloji uzmanlarıyla Kayseri, Musul ve Bağdat'ta kazı çalışmalarına başlamıştır. Abdülhamid, ustaca bir taktikle İngilizlerin kazılarda kullandıkları yerli ameleler kanalıyla yürütülen bütün çalışmaları sıkı siloya takip etmiştir. Yoğun takiplerden sonra ilmî ve arkeolojik çalışmaların altında gerçekte hummalı bir petrol araştırma faaliyeti yattığına hatıratında uzun uzadıya bahsetmiştir. Abdülhamid Han, İngiltere'nin ikiyüzlü politikası üzerine Musul ve Bağdat'ta açtıkları kuyuları kapattırmış ve Almanlarla yakınlaşmıştır. İngilizlere yönelik tavrını yeri geldiğinde Almanlar için de çekinmeden uygulamıştır. Hazırlanan Haritalar ve Alınan Tedbirler Ortadoğu petrolleri üzerinde yaşanan olaylar karşısında Sultan Abdülhamid, petrol alanlarının siyasi ve ekonomik bakımdan gelecekte kazanacağı stratejik önemi idrak etmekte fazla gecikmemiştir. Abdülhamid, Musul ve Bağdat çevresiyle, Dicle ve Fırat nehirleri havzasındaki madenler için geniş çaplı bir araştırma yaptırmış ve sonuçlarını daha 1888 tarihinde hazırlanan bir rapor ve haritada toplatmıştır. Burada, petrol yataklarının miktarından, damıtma usulüne ve verimi artırma önlemlerine kadar etraflı bilgiler verilmekteydi. Ancak bölgedeki yataklardan ham petrolün çıkartılma ve damıtılma işlemleri ilkel metotlarla yapıldığından ve kuyuları işleten mültezimlerin yani taşeronların damıtma usulünü bilmediklerinden ötürü petrolün kalitesi de düşmekteydi. Modern tesisler kurulup işletilmesi halinde bölgedeki petrolün dünya petrol piyasasıyla rekabet edebilecek bir kaliteye ve zenginliğe sahip olabileceği ise raporda bilhassa vurgulanmıştı. Osmanlı Devleti tarafından daha sonra görevlendirilen, gerek Türk mühendisler gerekse yabancı uzmanlar vasıtasıyla bölgede önemli araştırmalar yapılmaya devam edilmiş ve bunlar Sultan'a ayrıntılı raporlar ve petrol haritaları halinde sunulmuştur. Bunların en önemlisi 22 Ekim 1901'de padişaha takdim edilen, Alman maden mühendisi Paul Groskopf ve Habip Necip Efendi yönetimindeki araştırma ekibinin yaptığı petrol haritasıdır. Harita ile birlikte bölgeden çekilmiş fotoğraflara da yer verilmiştir. Doç. Dr. Arzu Terzi'nin hazırladığı, 'Bağdat Musul'da Abdülhamid'in Mirası Petrol ve Arazi' başlıklı bilimsel çalışmada bu haritalar ilk kez yer almıştır. Kitaptaki fotoğraflar İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesinde bulunan 'Yıldız Abdülhamid Dönemi' albümlerinden seçilmiş ve büyük bir bölümü ilk kez yayınlanmıştır. Sultan Abdülhamid'in yaptırdığı incelemelerde ortaya çıkan ortak sonuçlar şunlardır: Bu rapor ve haritalarda Anadolu'nun neredeyse tamamında yüksek ölçekte petrol rezervi olduğu tespit edilmiştir. Sultan'ın petrol haritasında sadece Kuzey Irak'ta değil, başta Hakkri ve Bitlis olmak üzere bugünkü Türkiye sınırları içerisinde 20'den fazla noktada petrol bulunabileceği gösterilmiştir. Haritayı hazırlayan heyet, Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca önemli petrol rezervleri olduğunu ortaya koymuştur. Petrol havzasını dolaşan Groskopf raporunda, Siirt tarafında ve Dicle Nehri kıyısında zengin petrol rezervlerinin bulunduğunu belirtmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da çalışmalarını tamamlayan heyet daha sonra bugün Irak sınırları içinde kalan merkezlerde petrol taramasına devam etmiştir. Kerkük, Zaho, Süleymaniye, Bağdat, Musul ve Altın köprü' de ki yaklaşık 45 petrol noktası, kilometre ve yerleşim yerlerine göre yön tayini yapılarak kayıt altına alınmıştır. Raporda ayrıca Avrupa usullerine göre petrol çıkarma ve damıtma tesisleri kurulması ve dışarıdan maden mühendislerinin getirtilip verimin artırılması; bunlar yapıldığı takdirde Amerika, Avrupa ve Bakü petrolleriyle rekabet edilebilir bir seviyeye ulaşılabileceğinin de altı çizilmiştir. Bunların uygulanması için 14 bin Osmanlı altınına ihtiyaç olduğu ifade edilmiştir. Fakat devletin o zaman buna ayırabileceği yeterli kaynağı yoktu. Dolayısıyla işletmeciliğin, özellikle bölge halkından sermayedarların oluşturacağı bir şirket tarafından yapılmasının uygun olacağı fikri benimsenmiştir. Bu maksatla Abdülhamid, emperyalistlerin petrol kaynakları üzerindeki emellerini sonuçsuz bırakıp, devletin başına yeni sıkıntılar açmaması için birtakım tedbirler alma yoluna gitmiştir.
Musul ve Bağdat Vilayetlerindeki petrolleri 'Emlk-i Şahane' ilan etti
Bu doğrultuda; birisi 1888'de, diğeri de 1898'de olmak üzere iki özel fermanla, Musul ve Bağdat Vilayetlerindeki petrolleri 'Emlk-i Şahane' (padişah mülkü} ilan ederek 'Hazine-i Hassaya (özel padişah hazinesi) bağlamıştı. Yukarıdaki karar, İngiltere ve Almanya'yı büyük bir hayal kırıklığına uğratmış; Musul'daki petrol sahasından imtiyaz koparabilmek için yaptıkları yatırımların en azından bir süreliğine boşa gitmesine sebep olmuştur. Çünkü işletme hakkı tamamen Osmanlı Devleti'nin hukukî ipoteği altına alınmıştır. Daha sonraları, anlaşmadaki şartlara uyulmadığı gerekçesiyle yeri geldiğinde ayrıcalıkları feshetmesini de bilmiştir.