Güçlü aile, güçlü toplum
AK Parti Kayseri Milletvekili Aday Adayı Hatice Kurt ile özel bir söyleşi gerçekleştirdik. Yaptığımız söyleşide adeta 'Yeni Türkiye'nin şifrelerini veren Kurt: 'Güçlü bir aile, güçlü bir toplum demektir. Güçlü bir toplum da güçlü bir Türkiye demektir. Yeni Türkiye'nin yolu güçlü aileden geçer' dedi.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
1968 Yozgat doğumluyum. Babam medresede uzun süre eğitim görmüş biri. Köylülerin kendi inisiyatifi ile çağırmış olduğu hocalardan vaiz birisi… 7 yaşına girdiğimde Kayseri'ye taşındık. İlkokulu burada okudum. Kayseri İmam Hatip Mezunuyum. İmam Hatip'in son sınıfındayken üniversitede başörtü sorunları başlamıştı. Ben de o dönem sorun yaşayan ablaları destekleyen grubun içindeydim. Sınıf arkadaşlarımızdan bir geceliğine içeriye alınanlar oldu. Sonrasında Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü'nü kazandım. Fakat eğitimime devam edemedim çünkü başörtüsü problemleri devam etmekteydi. En son 6 aylık uzaklaştırma almıştım ve bana üniversite yolu kapanmış geri dönüş gözükmüyordu. 1989 yılında da evlendim Evlendikten sonra da gelenimiz gidenimiz çok oldu. Güzel sohbetler içerisinde yer aldık. Çocuklarımız öyle bir atmosfer içerisinde büyüdü. Sonra da vakıf ve derneklerde, mahalle sohbetlerinde özellikle de imam hatip menşeili olmamdan dolayı içinde eğitim ağırlıklı konuları bana veriyorlardı. Mesela evliliğimin ikinci gününde Argıncık' a sohbete gittim. O dönemde eğitimli çok hanım yoktu. Eşim o dönemde bir arkadaşı ile ortak elektrik işi yapıyordu. 1996 yılına geldiğimizde ortağından ayrıldı ve biz de birlikte işyeri açtık. İstişareler ve imza konusunda elimi taşın altına koymaktan çekinmedim. Eşimin her zaman yanında oldum. Ama işlerin o hengamesi içerisinde çocuklarımın kaybolmasını istemedim. Birer yaş arayla İki tane çocuğumuz vardı onların hem okul hem de İslami eğitimini birine bırakarak uygun olmayan terbiyede yetişmelerini istemediğim için o dönemde çocuklarımın yanındaydım.
Sivil toplumda yaptığınız önemli çalışmalarınız var. Bu faaliyetlerinize nasıl ve ne zaman başladınız?
2006 yılının sonlarına doğru Kayseri İHH İnsani Yardım Derneği'nin kurulma faaliyetleri başlamıştı. Bildiğiniz gibi İHH birimler üzerinden çalışıyor. En önemli birimi 'Yetim Birimi'dir. Bu birimi kurmayı bana teklif ettiler. Bizim için şaşırtıcı bir teklif değildi. Yönetim kurulundaki arkadaşlar bizi çok iyi tanıyorlardı. Yetim konusu bizim için çok önemli ve hassas konu olduğu için bu görevi bize teslim ettiler. Bu konuyu eşime danıştım. İHH büyük bir kurum. Sadece lokal çalışmalar yapmıyor. Yurtdışına gitmem ve başka illerdeki toplantılara katılmam gerekebilirdi. Eşimle istişaresini yaptım ve bu konudaki düşünceleri ise şöyle oldu: 'Her şeyi yapabilirsin. Onlar bize Allah'ın ve Resul'ünün emaneti. Onlar için neler yapabiliyorsak yapmamız gerekir. Ben dünyalık için koşturuyorum. Sen ahireti kazan.'
Çok hızlı bir şekilde birimi ve komisyonu kurmaya başladım. İHH yurtiçi çalışmalarını şuana kadar hiç başlatmamıştı. Bu çalışmalar ilk benimle başlamış oldu. O zamana kadar deneyimleri yurtdışı nezdindeydi. Mesela yurtdışı yetim çalışması başlatılacağı zaman 500 yetim üzerine sponsorluk çalışması başlattılar. 250 yetimi bana gönderdiler. Yurtiçi ve yurtdışı birim çalışmalarının ortak yürütülen komisyonlarında yer aldım. Uzun süre yönetim kurulundaki arkadaşlarla beraber çalıştık.
Kayseri de yetimlere ilk defa karne törenini biz gerçekleştirdik. Bu benim için gurur verici bir durum. Çocuklarımızın onların eğitimine verdiğiniz önemi görmeleri lazım. Öğrenilmiş acizlik denilen bir durum var: ben yapamam babası olan veya babası zengin olan yapar duygusuyla çocuklarımız okuyamıyor. Ara dönem karne şöleninde kendisi yetim büyümüş ama kariyer yapmış bir avukat bir arkadaşı derneğe getirdim. Bize hayat hikyesini anlattı.. Bize de yetimleri daha iyi anlama noktasında ışık tuttu ve şöyle bir şey anlatmıştı: 'Ben ilkokul 3'e giderken babamı kaybettim. Amcalarım ve dayılarım onların çocuklarıyla yakın olmamı istemediler. Babam olmadığı için benim kötü yollara gideceğimi düşünüp onlarında çocuklarını bu yolda harcayacağımı düşünüyorlardı. Ama babamı ben öldürmedim ki… Ben Kurban Bayramlarından nefret ederim. Zemin katta oturuyorduk. Evimizin arka bahçelerinde insanlar kurbanlarını keserlerdi. Biz camdan bakarsak onlardan et umuyoruz sanmasınlar diye annem perdeyi kapatırdı. Bayramın ilk günü evde yokmuş gibi dururduk. Herkes evine etlerini götürürdü ve yerdi. Biz en iyi ihtimal ikinci gün veya akşamında et yüzü görürdük. Hala üzerimden atamadığım bir duygudur. '' Pakistan'daki İHH'nın kurucularından bir bayan benim yakın arkadaşım, bir şey anlatmıştı bana sizinle paylaşmak isterim. 2005 yılında orada bir deprem yaşanmıştı. İHH'nın da şöyle bir çalışma şekli var. Doğal afet ve savaş dönemlerinde orada bir acil yardım kampı oluşturuyor. Sahipsiz çocukları kampa çekiyor. Hayat normale dönünceye kadar kampta kalıyorlar. Hayat normale döndükten sonra belgelendirmek şartıyla eğer yakınları varsa hepsi onlara geri teslim ediliyor. Arkadaşım diyor ki: 'Keşmir depremden çok etkilenmişti. Biz orada çocukları toplayıp arabalarla kamplarımıza götürüyorduk. Her geçiş noktasında da bir albay, yarbay vb. kademeden birine çocukların isimleriyle birlikte imza veriyorduk. Sürekli gördüğüm bir albay vardı. Bir süre sonra o albayı hiç görmedim. Hayat normale döndükten sonra bir gün vakıf binasındaki odama geldi. Sivil kıyafetle gelince tanıyamadım. Sonra kendini tanıttı. Niye görev yerini terk ettin diye sorduğumda bana ''12-17 yaş arasındaki çocukları otobüslerle götürüyorlar çocukları saymama da izin vermiyorlardı sonrasında öğrendim ki bu çocuklar Fransız ve İngilizlere peşkeş çekiliyordu. Bunun için direndim. Bir şey yapamayınca da ortamı terk ettim dedi.' Dikkat edin bu çocukların tamamı yetim. Afrika'da bir kuruma gidiyorsunuz. Kurumda yetkili kişinin arkasında zenci çocukların sarışın insanların evinde resimlerini görüyorsunuz. Bunlar niye burada hayırdır dediğiniz zaman: gelip buradan evlatlık aldılar diyorlar buradan bir çocuk alıp gitmek o kadar kolay mı dediğimde bana bir A4 kağıdı uzattı bunu doldurursanız siz de götürebilirsiniz dedi. Bu çocuklar bu kadar mı kıymetsiz. Bu beni çok incitiyor. Bir İngiliz veya Fransız'ın çocuğunu benim alıp buraya getirmem o kadar kolay mı?
UNİCEF'in verdiği tahmini rakamlar 400 milyon yetim olduğu ama bana göre 400 milyondan da daha fazla. Bu çocuklar misyoner kurumlar tarafından kullanılıyorlar. İlginçtir Afrika'da adları Muhammed olan papazlar var, onlar bu çocukları alıp kendi inanç ve amaçları için yetiştiriyorlar. Mesela ben Ruanda'da gördüm. Rahibeler orada arabayla dolaşıyorlar. Sadece Afrika da 1 milyondan fazla yetime bakıyorlar çünkü oradaki insanların maddi imkanları yok. Bu aileler artık çocukların açlıktan ölmesini yada eğitimden geri kalmalarını istemiyor . Okul yok, okul varsa da öğretmeni, sırası veya tahtası yok. Bu nedenle de mecburen kilisenin okuluna veriyor.
Anladığımız kadarıyla toplum olarak yetimlere nasıl yaklaşacağımızı bilmiyoruz. Bize biraz yetimlerin algılama biçimlerinden ve aslında toplumdan neler bekledikleri ile ilgili bilgi verir misiniz?
Yetimlerin diğer insanlara göre algısı çok kuvvetli. O yüzden kendilerine yaklaşan insanları rahat kabullenebiliyorlar. Eğitim konusunda da desteklenince çok iyi gelişmeler ortaya çıkıyor. Biz bunu yaşadık. Mesela ilk sene 37 yetimimiz vardı. Karne şöleninde 37 yetimimize özel bir karne hediyesi vermek istedik. Bir onur bir teşekkür belgesi gibi bir şey vererek, diğer yetimlerinde yapılabiliyormuş, demesini sağlamaktı amacımız.. Hediye verecek bir tane yetim bulamadık. Bütün dersleri 5 olan çocuğumuz yoktu. Biz bunu dershanelerle bir adım öteye taşıyabildik.
Erciyes Üniversitesinde okuyan bir kulüp bünyesindeki öğrenciler yetimlerimize ders verip, destek olmaya başladılar. E-Okul'dan dersleri takip etmeye başladılar. Derslerinde büyük ivme kazanan çocuklarımıza Çanakkale, Bursa ve İstanbul gezisi yapalım dedim. Diğer yandan annelerimizi de eğitime aldık. Geziye 4 otobüsle gidecek kadar başarılı yetimimiz çıktı. Yetimlerimizden biri Ankara Siyasal Bilimleri kazandı. Bir diğeri Hacettepe Fizik Tedavi'yi kazandı. Her sene en az 5 tane okul birincisi çıkarıyoruz. Geçen sene 110 tane takdirimiz vardı. Sayamadığımız kadar teşekkürümüz vardı. Biz sadece bu çocuklara ben senin arkandayım sen bunu yapabilirsin dedik. Arkasından da başarılar geldi. Yurtdışında yaptığımız çalışmaların sebebi de bu…
Bir de MEB ile ortaklaşa düzenlediğiniz çok önemli bir proje var:'Her Sınıfın Bir Yetim Kardeşi Var.' Bu proje nasıl başladı ve şuan geldiği noktada nasıl bir aşamada?
İHH ve MEB 'İN 2 yıldır birlikte yürüttüğü bu proje ile bencil dediğimiz çocuklarımız, verdikleri 50 kuruşla bir yetim kardeşinin hayatının değiştiğini gördüler. Aralarında kumbaralarına para biriktiriyorlar. Daha sonra biriktirdikleri 90 lira ile bir yetime sahip çıkıyorlar. Bunun sonucunda tanımadıkları yetim kardeşlerine mektup yazmaya başladılar. Nijerle ilgili yapılan bir sunumdan sonra 4. Sınıfa giden bir çocuk Nijerli yetim kardeşine yazdığı mektupta şunları yazıyordu: 'Ben, seni tanımadığım için özür dilerim. Bu zamana kadar senin farkında olmadığım için özür dilerim. Benim babam var. Babasızlık nasıl bir duygu bilmiyorum Ama seni çok iyi anlıyorum. Bundan sonra senin Türkiye'de bir ağabeyin var. Ben elimden geldiğince sana destek olacağım ve sana her gün dua edeceğim.' Çok anlamlı duygular bunlar. Yetim kardeşinin parasını toplama vakti gelmeden önce sınıflara gidip bakın ''siz bugün tostunuzu yediniz bizim kardeşimiz aç , Lütfen onu hatırlayalım ''diyerek evine gidip 'Annecim ben kumbarada para biriktirip bir yetime katkıda bulunmak istiyorum' diyen çocukları tanıdık. Bu yüzden böyle bir şey bana teklif edildiği zaman sadece bana cazip gelen kısmı şu oldu: 'Bana dediler ki bir enerji bakanını gören insanlar, nasıl akıllarına enerji ile ilgili sorunlar geliyorsa, seni gördüklerinde de yetim çocukları ve dul bayanlar aklına gelsin' dediler.
Ülkemizin ve Dünya'nın ciddi bir sorunu ile bu kadar yakından ilgileniyor ve değerli katkılar sunuyorsunuz. Bu çalışmaları sürdürürken neden siyasete girmek istediniz?
Çocuklarımızın maneviyat noktasında nereye gittiği ile ilgili hep endişe yaşarız. Çünkü çok tembel bir toplum olmaya başladık. Her şeyi bireysel yaşıyoruz. Bireysel yaşadığımız için çocuklarımızda öyle yetişiyor. Çocuklarımız ailesi ile paylaşmadıkları şeyleri internette tanımadıkları kişilerle paylaşıyor. Anlık yaşayan bir toplum haline geldik. Mutluluğu, sevgiyi hızlı tüketen toplum haline geldik. Bunu çözmenin çok güzel bir yöntemi var. Allah-u Teala insanlara başka birine iyilik yapıp mutlu olma hazzını vermiş. İnsanoğlunu yaratırken harcına bunu da koymuş. Eşini kaybeden kadınlar, ben çocuğuma nasıl daha iyi terbiye veririmi düşünemeden onun karnını nasıl doyurabilirim? Kış geldi kömürü nereden gidiyor. Bu nedenle de anne kapı kapı, vakıf vakıf dolaşmak zorunda kalıyor. Çocuk böylelikle istemeyi öğreniyor. Bunun sonucunda çocuklarımız da annelerimizde kendine yakışan bir yaşam sürdüremiyor. İlk önce eşini kaybeden birinin iyi bir rehabilitasyondan geçmesi lazım diye düşünüyorum. Bu ve bunun gibi birçok sorun için aslında çok güzel şeyler yapılabilir. Dolayısıyla daha üst perdeden tüm Türkiye'de ve Dünya'da tüm yetimleri kuşatıcı, daha büyük projelere katkı sağlayabilirim ümidiyle bu yola çıktık. Ben Kayseri'de geniş bir kitleyi temsil ediyorum. Benim gibi düşünen ve benim gibi yaşayan, Kayseri'nin nüfus oranı çok ağırlıklı bir ölçeği oluşturuyor. Aynı kaygıları yaşıyoruz. Bu nedenle de gitmem lazım duygusu gelişti. Yapabilir miyim noktasında hiçbir kaygım yok. Çalışmaktan asla imtina etmiyorum. Devlet eliyle çok daha büyük projelerin yapılabileceği kanaatindeyim.
Siyaset alanında çözüm üretmek istediğiniz alanlar nelerdir?
Elbette ki Ak parti hükümeti ile çok büyük gelişmeler yaşandı , ekonomik olarak çok ciddi bir eşik atladık. Fakat manevi olarak durum böyle değil. Bunun nedeni topum olarak üzerimizde kurulan kirli algı. Bu kirli algının oluşmasından medya çok önemli… Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da bu kirli algı ile savaşıyor. Ben de bu savaşın bir neferi olmak istiyorum. Biz de bunun mücadelesini her zaman verdik. Ama eğer siyaset arenasına çıkarsak bu mücadelemizi daha gür bir seda ile vereceğiz. Beni bu konuda en çok cesaretlendiren de Recep Tayyip Erdoğan'ın bu mücadelesidir. Çok bencilleştik maneviyatı düşürdük. Çekirdek aile olduk. Birbirimize tahammülümüz kalmadı. Anneler ben çektim, sen çekme kızım diyor. Bu yüzden çok hızlı boşanmalar oluyor. Eğer bir başkasının hayatının kolaylaştırma eğilimi yoksa toplumda problemler çoğalıyor demektir.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Son olarak şahit olduğum bir olayı anlatarak konuşmama son vermek istiyorum. Ruanda'da yetimhanemizi ziyaret ettik. Yetimhanemizde 2 tane erkek çocuğumuz var. Çocuklarımızdan birinin adı Ramazan... Ben bütün eğitimlere çocuklara hayalin ne diye sorarım. Ramazan buna cevaben bisküvi yemek dedi. Hayatında hiç bisküvi yememiş. Biz yardım kurulu olarak buradan giderken kendimiz için de azık götürüyoruz. Arabada 3 paket bisküvi varmış. Arkadaş bisküvileri getirip Ramazan'ın eline verdi o da bisküvileri aldı ve sokakta oynaya çocukların yanına çıktı. Tercüman da o sırada Ramazan'a kardeşine de ver şeklinde telkinde bulunacakken Ramazan çıkıp tüm arkadaşlarına teker teker bisküvi dağıttı. Son kalanı ise ağzına attı. 'Niçin verdin! Sen hayal kurmuştun' dedim. 'Belki onlar da çok istiyordu' diye cevap verdi. Üzerinde durmamız gereken en önemli mefhum ailedir. Çünkü güçlü bir aile güçlü bir toplum demektir. Güçlü bir toplum da güçlü bir Türkiye demektir. Yeni Türkiye'nin yolu güçlü aileden geçer.