Geçmiş yıllarda Kayseri'de meydana gelen felaket ve salgınlar
Kayseri, geçmiş yıllarında uzun süren depremlerle sarsıldı. Yapılan antik gen çalışmaları, tabletler ve o dönemin şairlerinin yazdığı şiirlerle nelerin yaşandığı daha açık ifade ediliyor.
Yaşanan salgın ve felaketlerin arkeolojik olarak ispatlandığını söyleyen Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu, “Antik gen araştırmaları dediğimiz çalışmalar var. O genlerden de bir salgına veya felakete ilişkin izleri görebiliyorsunuz. Yazı olmasa dahi insanların başına gelmiş her türlü felaketi görebiliyoruz” dedi.
Kayseradar ve Radyoradar ortak canlı yayınında Salih Zeki Çetin'in moderatörlüğünde yayınlanan ‘Dün Bugün Yarın' programında Kayseri'nin geçmiş zamanlarda yaşadığı felaket ve salgın hastalıklar Prof. Dr. Osman Özsoy, Tarihçi Yazar Halit Erkiletlioğlu ve Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu tarafından konuşuldu.
İnsan vücudunun kulak arkasında petrus olarak bilinen kemikten alınan genle insanın geçmişinde neler yaşadığının öğrenilebileceğini söyleyen Prof. Dr. Kulakoğlu, “Kültepe'deki büyük küpler 2 tona 3 tona yakın buğday alıyor. Bunları, önümüzdeki seneler ne olacağını kestiremedikleri için stokluyorlar. İskeletlerin karnından aldığımız topraklar acayip bilgi veriyor. Bu analizler yeni yeni yapılıyor. Biz analizden çıkardığımız toprağı bile atmaya kıyamıyoruz. İnsan vücudunda kulağın arkasında Petrus diye bilinen bir kemik vardır. O kısımdan alınan genler insanın tüm geçmişini aktarıyor. Geçirilen tüm hastalıkları aktarıyor. Kazıdaki her tabaka bir felaketi gösteriyor” diye konuştu.
‘1813 KOLERA SALGINI ARDINDAN ÇOK BÜYÜK BİR FELAKET YAŞANDI'
Salgın hastalıkların, geçmiş zamanlarda ulaşımın zor olmasından dolayı çok hızlı yayılmadığını ama buna rağmen büyük salgınların tüccarlar yolu ile büyük kentlere yayıldığını belirten Tarihçi Yazar Halit Erkiletlioğlu, “19'uncu yüzyıl Osmanlı dönemi, hijyene önem verilmediği zamanlarda salgın hastalıklar oluşuyor. Kayseri'de bu salgın hastalıkların yaşandığı yerlerden biri. Kayseri'ye gelen bilim adamlarının söylediği birkaç husus var; Kayseri'de sineklerin bulut gibi inip çıktığını, dar sokakların olduğunu söylüyorlar. Çünkü hayvancılık var. Her evde pastırma, sucuk var ve bunlar evlerde yapılan işler. Bunlar da hastalıklara yol açıyor. Bu dönemde etkili ilaçlar da yok tabii. Bir şans var o dönemde ulaşımın çok fazla olmaması. Ona rağmen 1892'de çıkan kolera salgını Atina'dan yola çıkmış, Atina'dan Kayseri'ye sonra da bütün Anadolu'yu işgal etmiş. Muhtemelen tüccarlar yolu ile yayıldı. Bir şair 1813 yılında Kayseri'de olan kolera salgını ile ilgili bir şiir yazmış. Biz bu dönemde Kolera diyoruz ama şair o dönem için veba demiş. 1813 kolera salgını ardından çok büyük bir felaket daha yaşanmış. Tabii bu felaket sadece Kayseri de değil çevre illere de yansımış olabilir” diye konuştu.
‘1 AĞUSTOS 1835'TE YAŞANAN DEPREM 15 DAKİKA SÜRDÜ'
1835'te art arda depremlerin olduğunu dile getiren Tarihçi Yazar Erkiletlioğlu, “Kayseri bir felaket daha yaşamış. Bu felaket de 1835 depremi. 1 Ağustos 1835'te 15 dakika sürmüş bu deprem. 15 dakika uzun bir süre. Tahribatı çok ama kaç şiddetinde olduğunu bilmiyoruz. O günkü evler taş olduğu için tahribatı çok olmuştur. Artçı sarsıntılar 10 gün devam etmiş. Felaket sona erdi derken 14 Ağustos Cuma günü bir daha sallanmış. Taş duvarlar ve damlardan meydana gelen birçok ev tekrar yıkılmış. Harabe haline dönmüş. O zamanki kaynaklara göre 1064 civarında insan hayatını kaybetmiş. Bu olayı da bir şair bir cönkte (ozanların şiirlerini topladığı deri kaplı şiir defteri) anlatmış. 1836'da ocak ayında tekrar bir deprem meydana geldi. 6-7 dakika sürmüş bu deprem. Bu depremde 20 civarı insanın öldüğü tahmin ediliyor. Bu depremin 4 gün devam ettiği kaydediliyor. Kayseri'de hastalıkların dışında depreminde çok olduğu görülmekte. Kayseri'ye Lut gölünden gelen Talas üzerinden Erkilet'e kadar giden, oradan da batıya dönen bir fay hattı var. 1942'de Develi depremi diye bir deprem meydana geldi. O deprem bu fay hattının harekete geçmesiyle oldu” ifadelerini kaydetti.
‘ERTESİ YIL ŞİDDETLİ BİR KURAKLIK OLUNCA KITLIK TAM ANLAMIYLA BAŞLIYOR'
Kışın yağmurun az yağıp yazında mahsullerin yetişmediğini ve bölge halkının kıtlık yaşadığını, salgınlar ve depremlerle mücadele ettiğini ifade eden Tarihçi Yazar Erkiletlioğlu, “O dönemin yaşam tarzına göre felaketler arka arkaya gelmeye devam ediyor. Kıtlıklar, hastalıklar depremler arka arkaya geliyor. 1844 yılında kışın yok denecek kadar az yağış oluyor. Ertesi senede şiddetli bir kuraklık olunca kıtlık tam anlamıyla başlıyor. Yapılan yardımlar sonrası bir nebze olsun kıtlık azalıyor ama arkasından da kolera salgını geliyor. Hemen arkasından 1848 yılında meydana gelen bir kıtlık daha vuku buluyor. O dönem Kayseri'nin en önemli ihraç maddesi cehri. Cehri ihraç edilemediğinden ticaret duruyor. Para girişi olmuyor. Doktor Mordo'nun birkaç tespiti var Kolera Salgınından yaklaşık 600 kişi civarında adam ölmüş. Kayseri'de o dönemde büyük miktarda Hristiyan'da var ama onlarda ölüm daha az olmuş. Kayseri'de çevre illere göre daha az vaka ile geçmesinin sebebi Kayseri'nin yakın çevresinde herhangi bir büyük nehrin olmamasından dolayı daha az olmuş. Kayseri ve çevresinde yaşanan ağır kış şartları ve don sonucu önemli ihraç maddesi olan cehri gönderilememiş. 1849 yılında Kapalı çarşıda çok büyük bir yangın çıkmış ve çarşının büyük bir kısmı yanmış, bitmiş” şeklinde konuştu.