ER-CİŞ'DEN ERCİYES'E, ERCİYES'DEN 'NEW ERCİYES'E KISA BİR 'KISA FİLM' HİKYESİ

Türkiye'nin değişimi ve dönüşümü hız kesmeden devam ediyor. Tıpkı dünyadaki değişim ve dönüşüm gibi. Dünya'da değişmeyen ve dönüşmeyen iki şey kaldı: Deliler ve ölüler. Hem diri hem de akıllı olduğumuza göre elbette ki değişeceğiz ve dönüşeceğiz de… (Değişim ve dönüşümün kaçınılmaz bir zorunluluk olarak algılanmasının aslında bir 'öğrenilmiş çaresizlik' ama hemen öncesinde bir 'belletilmiş çaresizlik' konusu olması ayrıca mütalaa edilmelidir).

                                                                                                                                Bülent SÖYLEYİCİ
 Değişim ve dönüşüm bugünlerde 'bahar' kelimesi ile ifade ediliyor. Esen/estirilen bahar rüzgrları Iraq, Mısır, Suriye gibi ülkelerde tsunami etkisi yaparak aslında kara bir bahar olduğunu haykıra dursun özellikle Türkiye'de esen ve Türkiye üzerinden estirilmeye çalışılan rüzgrlarda ise hissedilen meltemsi rayiha bir taraftan dalgakıran vazifesi görürken öbür taraftan da maruz kalanlara sarhoşluk hali veriyor. Haldeki sarhoşluk metabolizmanın çalışmasını da değiştiriyor; Direnç noktalarınız kayboluyor, sigortalar devre dışı kalıyor ve bağışıklık sisteminiz çöküntüye uğruyor. Bir diğer ifade ile adeta toplumsal bir mutabakatla mutasyon gerçekleşiyor ve herkesin sureti müşteri memnuniyetinden izler taşıyor… (Mutasyon: Canlılarının genetik yapılarında meydana gelen ve tekrar geri dönüşümü mümkün olmayan değişmeler). Dünya ölçeğinde 'kara bahar'lar, değişim ve dönüşümün 'kanlı' yüzünü gün yüzüne çıkarıyor. Küçük ölçekte ise numunesindeki yükselen değerler dopingli maddesinden dolayı sarhoşluk halindeki 'karnı bahar'lar, değişim ve dönüşümün güya 'kansız' yüzünü temsil etmektedirler. Delip geçen ile değip geçen arasındaki nüans. Iskalanan gerçek; değip geçenin delip geçenden daha çok tahribat yapması ve telafisinin mümkünsüzlüğü… Ölçeklerdeki oran farkı aynı zamanda at koşturabileceğiniz hudutları çiziyor. Büyük projede büyük sermayedarlar ve ortakları, küçük projede taşeronlar ve gönüllü kullar... Bir yanda Hollywood'un her an sürprizlere açık ama bir o kadar da hayrete kapalı aksiyon filmleri, diğer yanda Bollywod'un tek aksiyonu dans figürleri olan (hayret!) pre-aşk filmleri. Buradaki paradoks şu: Büyük ölçekli projeler yapısal açıdan kısa metrajlı olup tamamen rasyonel ve pragmatik bir dinamizm içinde sürekli değişirken anlam açısından uzun metrajlı film kategorisinde değerlendirilmelidir. Küçük ölçekli projeler ise -tıpkı Bollywood filmlerinde olduğu gibi- tamamen romantiktirler ve yapısal açıdan uzun ötesi uzun metrajlı görünseler de aslında anlam açısından kısa film kategorisindedirler. Kısa film için usta bir yönetmen, aktör ya da aktriste ihtiyaç duymazsınız. %100 doğal etiketli ayartıcıların devreye sokulması yeterli olacaktır. Ayartıcılar bazen bir kırmızı koltuk, bazen bir kırmız plaka, bazen de kırmızı bir ruj. Ama hepsinden önemlisi yarınların ayartıcılığı… İrili ufaklı bütün projelerin son tahlilde aynı değirmene su taşıdığını ise söylemeye bile gerek yok… Nedir bu... Ruhdan arındırılmış bedenler ve baştan çıkar(t)ılmış başlar... Ayartıcılık her tarafta... Mitolojide dağlar tanrıların meskeni kabul edilir. Yer ile gök arasında köprü dağlar… Yerden göğe açılan kapının eşiği dağlar… Eşikte tahtlar, tahtlarda tanrılar... İnsanın heva ve hevesi Aydınlanmayla birlikte mümkünlük sınırlarının ötesine uzandı ve tanrıdan rol çalmayla top yaptı. Zamanın ellerinde dönen dünya, insan marifetiyle çalındı ve bir çalar saatin tik taklarına teslim edildi. O günden beri insanoğlu dağların zirvesinde tanrıların tahtına kurulmuş vaziyette elinde topuzu gonga her vuruşuyla dünyaya nizamat verme cüretinde. Hindistan'da bir televizyon programı, Narmada Barajı yapılırken yöre halkının geri kalmışlığından bahsediyor ve olayı; 'Bu insanlar kesinlikle doğayla bu kadar iç içe yaşadıkları için böylesine pis bir hayat sürüyor... ve genç ölüyor' şeklinde aktarıyordu. Ve tabi yöre halkının barajı ne kadar istediğini de söylemeyi ihmal etmiyordu. Çünkü baraj halka ilerleme getiriyordu. Oysaki Narmada Baçoa Andolan adıyla örgütlenen yüz binlerce eylemcinin kullandığı pasif direniş yöntemleri Asya'nın birçok bölgesinde örnek bile alınmıştı. Bugün inşaatın başladığı 1980 yılından bu yana verilen hiçbir vaadin yerine getirilmediği ise bir başka yakıcı gerçek. Rusya'nın Marksist teorisyeni Troçki; 'Yol üzerinde bir dağ varsa, onu çekeriz; bir nehir yanlış yolda akıyorsa düzeltiriz' diyordu. Tanrının tahtını ele geçiren insan modern zamanlarda tanrısal gücü makineyle tesis etti. Bu çok da kolay olmadı. Zamana ve mekna doğrudan yapılan bu müdahaleler insanın ve yeryüzünün canını acıtır cinstendi. Narmada Barajı yüzünden evsiz kalan yüzbinler açlık grevi de dhil birçok protestolara imza attılar. İçinde bulunduğumuz postmodern zamanlarda ise değil protesto etmek, aklından bile geçirdiğinde insan kendini suçlu hissediyor. Günün profesyonelleri sayesinde insanı ve yeryüzünü eşzamanlı olarak yakıcı, yıkıcı, yok edici ve dönüştürücü ne kadar hayal varsa hepsi de proje adı altında yaldızlayıp yaldızlayıp pazarlanıyor. Mallar pazarda alıcı buluyor, alkış alıyor. Herkes projenin doğuracağı fırsatlara odaklanmakta gecikmiyor. Manadan bihaber, madde endeksine indirgenmiş ve haz ilkesine göre işleyen bir yapı sözkonusu burada. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Troçki'den yaklaşık 100 yıl sonrasında Çoruh nehrine inşa edilen Deriner Barajı ve HES'nin su tutmaya başlaması için düzenlenen törende; 'Artık Çoruh istediği gibi değil, bizim istediğimiz gibi akacak' diye tekrar ediyor Troçki'yi. Aslında buradaki dilde sadece yapısal bir benzerlik sözkonusu. Aynı dayatmacı dil hkim gibi görünse de dillerin altından çok sular geçmişti. Bu postmodern dayatmacı ve yeni dil kalabalıklar tarafından hüsn-ü kabul gören bir dil. Troçki'nin dili açık, açık olduğu kadar keskin, tepeden gelen ve delip geçen bir dil. Bakanın sözü ise açık gibi ama bulanık. Keskin gibi ama kör. Tepeden gibi ama yanı başımızdan. Delmiyor, değiyor ama bıraktığı leke… Aydınlanma ile birlikte başlayan insanın ve dünyanın değişimi ve dönüşümü modern zamanlardan postmodern zamanlara her daim daha da hızlandı. Modernizm bu işi dayatarak yaparken, postmodernizm ise dağıtarak yapar hale geldi. Modernizm köşeli bir yapıya sahiptir ve bu yapısı insanı, acımasız bir biçimde dayatarak dönüştürmeye çalışır. Kendi kural ve kutsallarını zorla kabul ettirdiğinde insan dönüşmüş, başkalaşmıştır. Bu zor, her zaman karşı duruşlara gebedir. O yüzden bütün dünyada modernizm karşıtları seslerini -en azından- hep duyurabilmişlerdir. Bu mevzide tutunabilme geri dönüş için içlerinde bir ümidi sürekli canlı tutabilmelerine imkn veriyordu. Gerçi bu, modernizmi daha da acımasız yapıyordu ama o sertleştikçe karşıtlarını daha da ötekileştiriyor ve daha da çelikleştiriyordu. Modern işyerinde mesai saatleri katıydı ve mesai bitimine kadar sizden beklenen işin tanımı yapılmıştı. Okulda önlük, büroda kravat, cenazede siyah, düğünde ise beyaz giyinmeliydi. Bıçak sağ elde, çatal sol elde olmalıydı vs. Postmodernizmin gücü ise modernizmin aksine dayatmacılığından değil dağıtıcılığından parçalayıcılığından gelmektedir. İşyerinde katı mesai saatleri yerine esnek çalışma saatleri söz konusudur ve ne kadar iş yaparsanız yapın asla yeterince yapıp yapmadığınızı size bildirmezler. Postmodernizmde işyerine tıraşsız gitmek ya da şortla asker selamlamak yadırganmaz. Burada isteyen herkesin mitolojik bir kahraman ya da tanrılar gibi hissedebilir. Modernist yapının dayatıcılığı sizi köşeye sıkıştırır. Boyun büker yabancılaşırsınız. Beraberinde en fazla acısıyla bilenebilirsiniz ancak. Postmodernizmin dağıtıcılığı ise sizi başkalaştırır, mutasyona uğratır. İmknlar leminde ümidin buhar olduğu, bir iyinin ve kötünün, bir aşağı ve yukarının olmadığı her şeyin boşlukta mobilize olduğu ve bir o kadar da donuklaştığı bir hal, postmodern hal… 2000'li yıllarla birlikte Türkiye'de her geçen gün insanların sesleri daha da cılızlaşıyor. Gür seslere ise kulaklar, her geçen dakika daha da kulak şapırdatıyor. Sirk sahnesinden çıktı cambazlar. İpler dağların doruklarına kuruldu. Hayatı bir tekerleme hızında ve süresinde yaşar olduk. Adrenalin paydaşı herkesi kuşattı. Zaten 'hu hu' diye başlayan tekerlemeler 'yandı, bitti, kül oldu' diye bitmiyor muydu… 'Sen de katıl, sen de gör' ışıklı ve yaldızlı, ayartıcı ama bir o kadar da dayatıcı, sloganlarla cambaza bakmaya zorlanıyoruz. New dünyada sizi evinizde oturtmuyorlar. Kalkın yataklarınızdan. Olympos'tan Altındağ'a, oradan Demirdağ'a kadar bütün tanrılar ziyafet veriyor… Mitoloji sözlüğünde dağ maddesine yeni bir yer açılsın. Hoş geldin New Dağ… Yenidünyada her şey yeni olmalı. İnsan yeni, insanlık yeni. Dağlar, ovalar yeni... Yepisyeni…  (Diğer yeniler için Sertap Erener dinlenebilir). Her şeyin şu veya bu şekilde geçmişte izlerini bulabildiğimize göre yeni olan ne var hayatta diye de sormadan edemiyor insan… Sadece Hemşehri Memnuniyeti mi belediye ilkesi olmalı. Gün, Adalet günü. Gün, Turist Memnuniyeti maddesini de belediye hizmet ilkelerine eklemenin günü… Daha dün, dağdan Geven koparmanın jandarmalık bir suç olduğu günlerdeydi zaman… Bugün dağların taşların alkışlarla yerinden oynatıldığı günlerde saat… Kırkbir kere maşallah… Eğer duyacak kimse yoksa ormanda devrilen ağaç hiç ses çıkarır mı? Ormanda devrilen ağaçların sessizliğini paylaşıyor dağlarda çatırda(ma)yan taşlar… Duyulan sadece meltem esintilerine karışan alkış sesleri… Doğacılar ağacın yasını tutuyor ormanın değil, taşa bakıyorlar dağlara değil… Yanan, biten, kül olanın yası ise sahipsiz… İnsanlar fiillerinin öznesi değil. Hatta seyircisi bile değil artık. Olsa olsa bakarı… Her şey sürdürülebilir bir görünürlük adına. Kepeksiz ekmeğin hemen kana karışıp tekrar ve daha şiddetli bir şekilde açlığı depreştirmesi gibi kesmiyor hiçbir şey... Daha da… daha da… Yeni bir dünya inşa ediyor inşacılar… Taşeronlar… Yerlerinizi alın… Yeni bir Postmodern karakter inşa ediliyor insanlar için… Maskelerinizi atın, plastik cerrahlar sizi bekliyor… … Yarınki tanrılar sofrası bilmem hangi dağda, saat kaçtadır…  Ama bizim kıblemiz Erciyes'e doğru değil miydi… Karnınız nevbahar, New dağınız 'kutlu' olsun… Afiyet olsun!.. … Sağol!.. Sağol!.. Sağol!.. Başımıza taş mı yağacak ne… Hu Hu… Komşu komşu…. Biraz kepek lütfen…

Bakmadan Geçme